
23.KALBE SAPLANAN HANÇER
BÖLÜM MÜZİKLERİ;
THE NEİGHBOURDHOOD - LEAVİNG TONİGHT
TEYA DORA - DZANUM
BTS- BLACK SWAN (ORCHESTRAL VERSİON)
İSABEL LAROSA - EYES DON'T LİE
NESSA BARRET, JADEN HOSSLER - LA Dİ DİA
KESHA - BACKSTABBER
MELANİE MARTİNEZ - PACİFY HER
CHASE ATLANTİC - FRİENDS
(Daha rahat dinlemek isterseniz Spotify hesabımdan bakabilirsiniz ; vaerosas )
Lütfen satır arası yorumlarınızı ve oylarınızı atmayı unutmayın keyifli okumalar💗
Buraya çıkmaya başlamadan önce bu kadar zor olacağını düşünmemiştim. Yani evet bir dağa tırmanmak zordu ama bu kadarı gerçekten inanılır gibi değildi. Oldukça bayır bir patikada yürüyorduk ayrıca burası oldukça dardı bu yüzden Artan dönüşemezdi eğer dönüşebiliyor olsaydı çok daha kolay olurdu. O koca cüssesiyle buradan çok kolay yuvarlanırdı.
Yolun daha yarısında bile değildik ve Artan asıl zor olanın mağaralara girmek olduğunu söylüyordu. En kötü ne olabilir demiyordum çünkü artık kötüyü bile kaldıramazdım. Üstelik bu evrendeki kötü normal yerlerdekinin çok daha kötüsü oluyordu. Umuyorum ki mağarada köprüleri tutanlar gibi bir goblin olmazdı. Artık bunu bile bekliyordum bu evrenden.
"Nasıl gidiyor?" Artan omzunun üstünden durup bana baktığında yüzümü buruşturmamak için kendimi tutmak zorunda kaldım.
Bir elimle taşlara tutunarak ilerlerken diğer elimi kaldırıp baş parmağımı kaldırdım. "Harika!" dedim kinayeyle. Her zamanki gibi tepkime gülüp önüne döndü.
Bir süre sessizlikten sonra, "Biraz daha yukarıya çıkınca mağaraya giriş var oradan tepeye çıkan yol daha rahat." dedi.
Ses etmeden peşinden ilerlemeye devam ettim. Yol ne kadar zor olursa olsun ilerlemeye devam edecektim ama ölümle yaşam arasındaki yol da ilerliyormuş gibi hissediyordum burada. Burayı yapanlar nasıl yapmış diye soracaktım birazdan. Gerçi burayı birinin yaptığından da emin değildim.
Bir süre daha yürüdükten sonra sol tarafa doğru bir yol ayrımı çıktı. Artan'da o tarafa yöneldiğinde bende onu takip ettim elbette. Bu yola girdiğimiz gibi kapı şeklinde bir delikten içeri girdik. Oradan içeri girdiğimiz gibi karanlıktan dolayı bir şey görmezken duvara sürtünme sesi geldi. Artan ile aramızda yanan meşale bir nebze bizi aydınlattığında elindeki meşaleyi bana uzattı. Elinden meşaleyi aldığımda duvardan bir tane daha alıp onu da yaktı.
"Neredeyiz?" diye sordum zifiri karanlık mağarayı elimdeki meşaleyle incelemeye çalışırken.
"Burası hatıralar havuzuna giden bir patika. Tehlikeli olabileceği için girmek istemiyordum ama öbür türlü yol hem uçurum hem de çok uzun sürecek."
Alayla güldüm, "Emin ol o uçurumda yürümek kadar tehlikeli bir şey yok." Ben ne kadar alay etsemde Artan tedirgin görünüyordu. "Artan, tehlike derken neyden bahsediyorsun?"
Derin bir nefes alıp ellerini omzuma bastırdı. "Seni kandırmaya çalışacaklar sakın onlara kanma Hera." Elimi yakalayıp tuttuğunda itiraz etmedim çünkü söyledikleri beni tedirgin etmişti. "Yanımdan ayrılma." Hızlıca başımı salladım, bunu yapmayı kesinlikle düşünmüyordum.
İlerlemeye başladığımızda üzerimde garip bir ürperti vardı. Bunun sebebi Artan'ın söyledikleri olabilirdi belki ama tek etkinin bu olduğundan emin değildim. İlerlediğimiz yol o kadar karışıktı ki tek başıma geriye bile dönemezdim. Taş duvarların üzerinde resime benzer çizimler vardı ancak tam olarak göremiyordum. Sadece ışığın aydınlattığı kadarı takip ediliyordu. Bunları da birileri mi yapmıştı yoksa başka bir şeyin eseri miydi merak ediyordum.
Ne kadar olduğunu bilmediğim uzun bir süre yürüdüğümüz sırada bir anda hissettiğim his ile olduğum yerde durdum. Benimle birlikte duran Artan kaşlarını çatarken zihnimin içinde tanıdık bir ses yankılandı.
"Beni bırakıp mı gideceksin cadı kızım?"
Gözlerim şaşkınlıkla açılırken sese doğru döndüm. "Alar?" Gülüşü yakından geldiğinde Artan'ın elini bıraktım.
"Hera sorun ne?" Artan şaşkınlıkla ne yaptığımı anlamaya çalışırken sadece Alar'ın sesine odaklandım.
"Buradayım Hera." Adımlarımı sesin geldiği yere doğru çevirdiğimde Artan'ın sesini yok saydım.
Meşaleyi etrafa çevirerek nerede olduğunu anlamaya çalışıyor her yere dikkatle bakıyordum. "Alar seni göremiyorum!" Sesim yankı yapıp bana geri dönerken onun hoş gülüşünü tekrar işittim.
"Ben seni görüyorum." Sesi çok yakınımdaydı ama onu göremiyordum.
"Ama ben göremiyorum! Neredesin Alar?!" Çıldırmışçasına etrafıma bakarken omuzumda hissettiğim el ile aniden çığlık atıp geriye çekildim.
Meşalem yere düşerken korkuyla kendime geldim. Alar'ın sesi kesilmiş Artan'ın endişeyle bakan gözleri belirmişti. Meşalesini duvara asıp yanıma geldiğinde tir tir titriyordum. Kollarını etrafıma dolayıp beni kendine çektiğinde tepki veremeyecek bir vaziyetteydim.
"Sorun yok Hera geçti." Hafifçe geriye çekildiğinde biraz daha iyiydim. Tek eli belimdeyken diğer eliyle yüzüme gelen saçlarımı geriye ittirdi. "Her neyi veya kimi gördüysen gerçek değildi seninle oyun oynuyorlar gördüğün şey bir halüsinasyondan ibaret."
Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım. "Nasıl yani, kim benimle oynuyor?" Az önce Alar'ın sesini duyup ona doğru çekildiğime emindim ancak bu daha çok bir iç güdüydü. Beni kendine çeken.
"Sana mağaralara girmenin kolay olmayacağını söylemiştim çünkü hatıralar içinde ruhları da saklar ve bazı ruhlar da iyi niyetli değildir. Zihinle oynar ve kişiyi delirtir."
Hızlıca itiraz ettim. "Benim zihnim kilitli bu imkansız!" Alar zihnimi tılsımlamıştı bu yüzden kimse giremezdi.
"Buradaki ruhlar ufak zihin bariyerlerine girmekte ustadır, yıllardır buradalar kaç zihni kilitli kişiyi kandırmışlardır."
"Peki ya sen?" Onun zihninde bariyer olduğunu hiç sanmıyordum.
"Benim dokunulmazlığım var." dedi rahatlıkla.
"Nasıl yani?"
"Uzun hikaye başka bir zaman anlatırım şimdi buradan uzaklaşmamız gerek." Konuyu değiştirmesi hoşuma gitmesede itiraz etmedim çünkü bende burada daha fazla kalmak istemiyordum.
Artan meşalesini alıp elimi geri tuttuğunda hızlı adımlarla ilerlemeye başladık. Etrafımızdaki kalabalığı hissettikçe Artan'ın elini daha çok sıktım o da güven vermek ister gibi bana karşılık verdi. Burada o kadar çok negatif enerji vardı ki buradakilerin ne yaşadığını merak ettim.
"Artan?" dedim merakıma engel olamayarak.
"Hm?"
"Buradaki ruhlar tam olarak kim? Ne yaşadılar?" diye sordum meşalenin sesine odaklanmaya çalışarak. Bu zihnimi oyalamamı sağlıyordu.
"Tam olarak bilmiyorum ama duyduğum kadarıyla eskiden suç işleyenler cezalandırılırken öldürüp ruhları dünyaya tutsak edilirmiş ve bu dünyaya mahkum kalmak onların cezası olurmuş. Ne ölmelerine izin verilmiş ne de yaşamalarına. Hepsi arafa kilitli."
Konuşmayı bitirdiğinde sanki onlarda sakinleşti.
Yüzüm düşerken mırıldandım, "Suç işlemiş biri için bile zalimce."
"Öyle maalesef."
Devam ederken artık ruhlara ait negatif enerjiyi hissedemiyordum. Sanki geçmişi hatırlamak onlara acı vermiş ve bizimle uğraşmaktan vazgeçmişlerdi. Bir parçam onlara üzülürken bir yandan da suçların bu kadar acımasızca cezalandırılması sinirlerimi bozuyordu. Ancak onlarda suçluydu ve onlara acımaktan başka bir şey yapamazdım.
Gittikçe tepeye çıkarken ortalığın artık o kadarda karanlık olmadığını fark ettim. İleride buraya vuran bir ışık vardı. Gözlerim heyecanla parlarken hızlandım. Artan bu halime gülerken elini bırakıp koşmaya başladım. Heyecanla ışığa koştuğum sırada Artan'ın karşı çıkmamış olması doğru yere gittiğimi düşünmeme sebep olmuştu bu yüzden durmadım. Anlaşılan hatıralar havuzu tam ilerideydi. Işık arttıkça oraya yaklaştığımı biliyordum ve bu içimde mutluluk nidaları atmam sebep oluyordu.
Durmayı başardığımda kocaman ahşap bir kapının önündeydim. Kapının tamamı bir çok desenli motifle kaplıydı ve insanın hayranlıkla izlemesine sebep oluyordu. Kapıya dikkatli bakınca üstünde bir yazı olduğunu fark ettim. Diyordu ki; 'Crede cerebrum tuum non cor tuum.' Kalbine değil beynine güven. Yazıyı bir kere sesli şekilde tekrar ettiğimde kapıdan ufak tıkırtılar yükseldi. Elimi uzatıp ittirdiğimde iki yanına doğru açıldı.
İçeri girmeden önce arkamı dönüp Artan'ı aradım ama görünürde yoktu. Etrafa bakmak istesemde kaybedecek vaktim yoktu hem Artan dokunulmazlığı olduğunu söylemişti ayrıca güçlüydü de. Ben bu halimle onu bulmaya çalışsam sadece başımı daha çok derde sokardım. Bu yüzden onun iyi olduğunu umut ederek içeri ilk adımı attım.
Kapıdan sonraki yol çok daha düzenliydi. Mağaradaki gibi çıkıntılı bir yol değildi buradaki sanki özenle yapılmış gibi dümdüzdü. Nitekim duvarlar da öyle. İleride büyük bir yapı görüyordum ama biraz yürümem gerekiyordu. Uzakta olduğu için ne olduğunu anlayamamıştım ama olduğum yerden bile ne kadar büyük olduğu görünüyordu. Yaklaştıkça detaylar görünmeye başlıyordu. Adımlarımı daha büyük ve hızlı atarak acele etmeye çalışıyordum.
Nihayet onu gördüğümde adımlarımı durdurdum. Karşımda kocaman bir avucun içinde duran taştan bir havuz vardı. Ancak beni şok eden havuzun üzerindeki heykellerdi. Beş büyük heykelin arasındaki havuz bana geçmişimdeki bir hikayeye hatırlatıyor kulaklarımda sözlerini çınlatıyordu
Dört büyük heykelin arasındaki havuza doğru attı adımlarını, diyordu masalda. Ay kız masalında ay kızın bulduğu havuza çok benziyordu burası ancak burada dört değil beş heykel vardı.
Büyük taştan kolun üstüne çıkarak havuzun önünde durdum. Düşündüğümün aksine içi bomboştu. Hatıralar havuzu denildiğinde insanın aklına içinde su olan bir havuz gelirdi ama burada sanki çok uzun zamandır su yoktu. Artan'ın pelerinini çıkarıp kenara koyduktan sonra tutunarak dikkatlice havuzun içine atladım. İki ayağımın üstünde zorlukla durduktan sonra havuzun çevresini incelemeye başladım. Avuç içlerimi havuzun çevresinde gezdirirken bir ipucu bulmayı umut ediyordum. Burası doğru yer olmalıydı, öyleyse eksik olan neydi?
"Neredesin?" diye mırıldandım kendi kendime.
Gizli bir kapı ya da tılsımlı bir köşe arıyordum çaresizce. Onca yolu kat edip elim bomboş dönemezdim. Buraya gelene kadar o kadar uğraşmıştım üstelik her şey ipucunda ki gibiydi. Hatıralar havuzu burası olmalıydı öyleyse ne yapmam gerekiyordu? Nasıl ulaşacaktım benden gizlenilene? Başımı kaldırıp beş heykele de göz gezdirdim. Belki de onlarla alakalıydı ulaşmam gereken. Her biri birbirine bakan dev gibi heykelleri tek tek inceledim. Her birinin ortak özelliği sağ ellerini kaldırıp avuç içlerini gökyüzüne tutmalarıydı. Dikkatli baktığımda yukarısının delik olduğunu ve ayın doğrudan buraya yansıdığını fark ettim.
Kaşlarımı çatıp başımı eğdim. Sağ elimi havaya kaldırıp acaba diye düşünmeyi bıraktım ve avucumu dümdüz açıp gökyüzüne doğru kaldırdım. Ne olacağını beklediğim sırada bulutların arasına gizlenen ay usul usul saklandığı yerden çıktı. Kendini belli eden dolunayın ışığı enteresan bir parlaklıkla yüzüme vururken gözlerimi kısmak zorunda kaldım. Ay ışığı tam avucumun içine vurduğunda bir parlaklık belirdi. Gözlerim iri iri açılırken ışığa kitlendim
Ayaklarımdan yukarıya doğru gelen ıslaklığı hissederken bile ışıktan gözlerimi ayıramıyordum. Sanki ona kitlenmiştim, ışık dışında bir yere bakmamam gerekiyordu. Sol elimin avucunda bir kesilme hissettiğimde acıyla yüzümü buruşturdum. Avucumun içinden damlayan kan suya karışırken dört heykelinde gözleri bana döndü. Kıpırdayamaz vaziyette onları izlediğim sürede su boyun hizama gelmişti. Çok değil bir kaç saniye sonra lordların kırmızı gözleri parladı ve göz bebeğimden içeri zihnime girerek gözlerimi kapatmamı sağladı.
༻☾༺
O gece ay tüm ışığını saklar gibi geceyi karartmıştı. Ya da gerçekten öyleydi.
Bir günahın tohumları serilmişti kadının karnına gün geçtikçe sevgiyle büyütmüştü onları. Böylece büyümüştü bebeği. Artık iyiden iyiye karnı şişmiş ve büyümüştü. Gözle görülür şekilde fark ediliyordu bu yüzden onu artık gizleyemiyordu. Herkesin nefret edeceği bebeğine öyle büyük bir sevgi besliyordu ki onu herkesten ve her şeyden korumak istiyordu. Ancak bu o kadar zordu ki tek başına bu görevi üstlenemezdi.
Göz yaşları usul usul okyanus mavisi gözlerinden firar ederken güvende hissetmek ister gibi daha çok sokuldu o çok sevdiği kollara. Burası huzurlu hissettiği tek yerdi, burası güvende olduğu tek yerdi. Kocaman olmuş göbeğinden dolayı zorlukla sıkılaştırdı kollarını bu hali kolları arasında olduğu adamı gülümsetmişti. İzin verse çoktan ona çok rahat ve güvenli bir hayat sunacaktı ama kadın inatçıydı ve onun ısrarlarına da karşı koyamıyordu.
Acahan Pamira kızıl saçların arasındaki güzel kokuyu içine çekip mutlulukla öptü o tutamları. Bu kolları arasındaki kadının gevşeyip rahatlamasını sağlamıştı. Geleli neredeyse bir saat olacaktı ama ikiside ağzını açıp tek kelime etmemişti. Adam kadının konuşmasını bekliyordu kadın ise doğru zamanı.
Genç kadın başını kaldırıp diğerlerinin korktuğu ama kendisinin hayran olduğu alev alev yanan kızıl harelere baktı. "Han çok yaklaştı hissediyorum." dedi bir eli karnında dururken. Onun ne kadar olağanüstü bir bebek olduğunu biliyordu, her gece kulağına fısıldanıyordu ne kadar zaman kaldığı ama son bir kaç gündür ses kesilmişti bu da onu korkutuyordu.
"Öyleyse burada kal bir tanem orada tehlikede olacaksın. Burada güvenle dünyaya getir bebeğimizi." Acahan ona bunu aylardır söylüyordu ama kadın inatla ısrar ediyordu.
"Olmaz Han ortalığın ne kadar karışacağını sanki bilmiyorsun! Seni göz göre göre ateşe atamam!" diyerek karşı çıktı kadın.
"Umay, sevgilim." dedi kadının yüzünü avuçlarının arasına alırken. "Ben zaten ateşin kendisiyim ve inan yıllardır yanıyorum. Bir kaç cadı ve büyücüden korkacak değilim." Sonuçta o ignislerin kudretli lideriydi neden korkacaktı ki?
"Anlamıyorsun Han babam kara büyüyle uğraşmaya başladı ve her ne yapıyorsa çok güçlendi." Babası onu şu sıralar endişelendiriyordu. Kara büyüyle uğraşan cadı ve büyücülere ne olduğunu bile bile bunu yapması onu korkutuyordu, güç tutkusu babasının sonu olacaktı.
"Kendini daha fazla yorma. Alar'a haber vereyim de seni eve bıraksın." Kadın istemeye istemeye başını salladığında ikiside ayaklandı.
Kapıdan çıkarken tekrar adama döndü, "Hilal'in yanında kalıyorum annemler fark etmesin diye." Bir süredir kız kardeşiyle kalıyordu ve babası bundan hiç hoşnut değildi ancak durumu anlatabileceği tek kişi kardeşiydi.
"Ne zamandır?"
"Beş ayı geçecek..."
Adam gözlerini kocaman açtı. "Ve baban hiç bir şey söylemedi?"
Kadın gözlerini kaçırdı, "Hilal'in kötü hastalığa yakalandığını söyledim annem de yardımcı oldu."
"Tamam." dedi Acahan daha fazla uzatmamak adına. "Alar seni bırakmak için dışarıda bekliyor gel."
Kadının belini sıkıca tutup kendine çekerken birlikte barın arka kapısından çıktılar. Burası ona ait olduğu için rahatlıkla buluşabilecekleri tek yer burasıydı. Acahan Umay'a paltosunu giydirirken siyah Mercedes'e yaslanmış genç adam onları fark ederek duruşunu dikleştirdi. İkili ona yaklaşarak arka kapıyı açıp kenara çekildi. Acahan kadının oturmasına yardım edip kapıyı kapattıktan sonra en yakın arkadaşına döndü.
"Sana emanetler Alar." Alar anında başını sallarken Acahan'ın gözleri saçlarına kaydı. "Ne zaman tılsımı kaldıracaksın Alar? Ne zaman geçmişinden kopacaksın?" Kadim dostunun yıllardır geçmeyen acısı onu gerçekten üzüyordu ama onun kararlarına karışamayacağının da farkındaydı.
"Doğru zaman geldiğinde efendim." diyerek yanıtladı. Başını kaldırdığında sahte mavi gözlerini görmek Acahan'ın derin bir nefes almasına sebep oldu.
"Bana şöyle söylemeyi bırak ben senin efendin değilim!" sesi neredeyse yüksek çıkacaktı.
"Ben hayatımı sana ve senin kanından olanlara adadım Acahan bu sana olan borcumu ödemenin tek yolu."
Acahan başını iki yana salladı. "Neredeyse altı yüz yıldır borcunu ödüyorsun it herif ne zaman vazgeçeceksin?!"
Alar gülerek başını kaldırdı. "Bir altı yüz yıl sonra.(!)"
Acahan kısık sesli bir küfür ettiğinde Alar sesli bir kahkaha attı. Bu sırada camı açan genç kadın öfkeyle kıstığı mavi gözlerinin arasında ikiliye baktı. " Muhabbet sardı galiba beyler? Ama biraz daha durursak ben burada doğuracağım haberiniz olsun!" İkiliyi azarladığında ignisler güldü.
"Özür dileriz sevgilim lütfen bebeğimizi biraz daha içeride tut." diyerek kadının alnına bir öpücük bırakıp geri çekildi Acahan.
Umay sırıtırken omuz silkti. "Söz veremeyiz." Ardından Alar'a döndü. "Alar amcası biraz daha bizi bekletirse dayanamayabiliriz!"
Alar gülümserken Acahan onun omzunu sıvazladı. "Dikkatli gidin."
Alar başını salladıktan sonra arabaya bindi. "Nereye gidiyoruz?" diye sordu dikiz aynasından arkaya bakarken.
"Hilal'e." diye yanıtladı onu eli karnında duran Umay. Bebeği fazla hareketli olduğundan biraz midesi bulanıyordu.
Arabanın hareket ettiği süre boyunca ses etmemeye çalışsa da sancısı başlamıştı. Hilal'in evi göründüğünde daha fazla dayanamadı çünkü suyu gelmeye başlamıştı. Acıyla inlediğinde önde oturan adam hızla arabaya durdurdu.
"Umay sorun ne?" diye sordu telaşla.
Eli karnında acıyla çığlık attı. "Suyum geldi Alar bebek geliyor!" Tekrar bir çığlık yükselirken Alar aceleyle arabadan indi.
Arka koltuğun kapısını açıp dikkatlice kadını kucağına aldı. "Biraz daha dayan Umay lütfen!" Evin kapısına geldiğinde kapıyı sertçe tekmelemeye başladı. Bir kaç homurdanma eşliğinde kapı açıldığında kapıyı açan kadın yeşil gözlerini kocaman açtı. "Soru sorma çekil!" dedi kadın daha ağzını açmadan Alar.
Umay'ın yatak odasındaki yatağa yatırdığında Hilal arkasından gelmiş kızın paltosunu çıkarmaya başlamıştı. "Ne oluyor doğum mu başladı?"
"Bilmiyorum galiba!" diye haykırdı Alar öfkeyle eliyle saçlarını karıştırırken.
Hilal öfkeyle gözlerini ona çevirdi. "Bağıracağına banyodaki büyük leğene su koyup getir!" diyerek öfkeyle karşılık verdi. Doğadan gelenin yeşil gözleri parlarken Alar deri ceketini kenara atıp banyoya koşturdu. Gördüğü büyük leğeni doldurup geri geldiği sırada Hilal hemen leğeni hemen elinden alıp yanındaki sehpaya koydu. Ellerini suya yaklaştırıp suyu ısıtırken şaşkın şaşkın onu izleyen ignise döndü. "Burada durma çık sen."
Alar hızlıca başını sallayıp dışarı çıktı. Cebinden telefonunu çıkarıp hızlıca Acahan'ın numarasını tuşladı. Telefon açıldığı gibi hemen konuşmaya daldı. "Han Umay'ın doğumu başladı vakit kaybetmeden Hilal'in evine gel!" Başka bir şey söylemeden telefonu geri cebine koyarak kapının önünde volta atmaya başladı.
Çok değil en fazla bir kaç dakika sonra Acahan onu omuzlarından sarsmaya başladı. "UMAY NEREDE BEBEK ÇIKTI MI?"
Alar gözlerini kırpıştırıp adamı zorlukla ittirerek kendini kurtardı. "Lan sakin ol ne o öyle çıktı mı nedir Han?!"
Acahan elini sinirle saçlarının arasından geçirirken öfkeyle bağırdı. "Ne bileyim ben korkudan arabaya bile binmedim!"
Alar gülerek dostunun sırtını patpatladı. "Sakin ol kardeşim Umay'da bebek de sağlıkla gelecek yanına." Kolundan zorlukla adamı sürükleyip arka bahçedeki çardağa çekti onu. Burası yatak odasının arkasında olduğundan bebeğin sesini duyabilirlerdi. "Sabret ve bebek sesi duyana kadar buradan kalkmaya kalkışma!"
Acahan küçük bir çocuk gibi surat asıp yanaklarını şişirirken Alar yanına oturup dizini sallamaya başladı. Birlikte sayamadıkları kadar uzun bir süre orada Umay'ın ıkınma sesi eşliğinde oturdular. Ancak hava aydınlanmaya başladığında Umay'ın sesi kesilmiş yerini ufak bir ağlama sesi almıştı. İki adam da aynı anda oturdukları yerden kalkıp kapıya koştu. Kapıyı çaldıklarında açan olmayınca Acahan daha fazla dayanamadı ve kapıya tekme attı.
Kapı kırılarak açılırken yatak odasının kapısında gözlerini kocaman açmış Hilal belirdi. "Kapımı mı kırdın sen?!" Acahan'ın gözleri onu görmeden direkt odadaki kızıl saçlı kadına kaydı. Omzuna çarparak kenara ittirdiği kadın tökezleyip arkasından söverken odanın içine girdi.
"Umay?" Neredeyse ağlayacak halde yatağa yaklaşıp kadının yanına oturdu. "O..." devamını getiremiyordu.
"Oğlumuz." dedi Umay kucağındaki küçük adamı babasına göstererek. Yüzünde kocaman bir gülümseme vardı kadının. Kucağındaki minicik bedene bakarken göz yaşlarını zar zor zapt ediyordu
"Adını ne koyacaksınız?" diye sordu kapıda heyecanla Hilal. Alar hiç ses etmeden arkada onları izliyordu.
Umay gözlerini Acahan'a çevirdi. "İsim seçmede benden daha iyisin." dedi omuz silkerken. Kucağındaki miniği onun kollarının arasına dikkatlice bıraktı.
Acahan zarar görmesinden korkarak dikkatlice tutuyordu onu. Bir yandan da hayranlıkla izliyordu her bir ayrıntısını. "Senin adın Hadar tamam mı ufaklık? Adın gibi onurlu bir insan ol."
Hilal tekrar atıldı, "İnsan mı?" diye sordu gülüşünü bastırmaya çalışırken.
Hilal gülüyordu ancak bu ikiliye unuttukları bir detayı hatırlatmıştı. Umay ve Han'ın yüzü düşerken ikiside birbirine baktı ve küçük oğulları için doğru seçimi düşünmeye başladılar.
Çünkü o bir ignis ve cadının kanındandı.
༻☾༺
Medusa'nın duvarları acının, kinin, nefretin ve yalnızlığın hisleriyle çevrelenmişti. İgnisler kolay kolay sarhoş olmazdı ancak Acahan Pamira'nın canı o kadar yanıyordu ki kendini sarhoş edecek kadar içmişti. Unutmaya çalışıyordu ama unutamıyordu. Sevdiği kadın bir başkası ile evlenip çocuk sahibi olmuşken elinden hiç bir şey gelmemişti. Git demişti ona artık seni sevmiyorum demişti. Onu terk etmesini anlayabilirdi ama oğlunu nasıl terk edebilmişti? Küçücük bebeklerini nasıl bırakıp gitmişti?
Acahan elindeki bardağı öfkeyle duvara fırlattı. Bardak un ufak olurken kapıda bekleyen Alar temizlemesi için bir kaç kişiyi içeri gönderdi. Bu şekilde devam ederlerse depoda daha fazla bardak kalmayacaktı ama yapabileceği bir şey de yoktu. Dostu gözlerinin önünde yıkılıp bir harabeye dönüşürken en azından onun oğluna bakmaya çalışıyordu. Şu sıralar onunla da ilgilenemiyordu gerçi çünkü ignis halkından bir kaç grupla uğraşmak zorundaydı. Nereden olduğunu bilmedikleri bir fikirle insanlar ile olan dostluğu bitirmeye karar vermişlerdi. Elbette hiç bir zaman dost oldukları söylenemezdi ama en azından barış vardı ancak şimdi o da yoktu. Üstelik insanlarda geri durmuyordu her an ne olacağı kestirilemediğinden diken üstündeydiler. Acahan için her şey üst üste gelirken Alar ne yapacağını şaşırmış vaziyetteydi.
En son yaklaşık bir yıl önce Umay ile konuşmaya gitmişti Acahan. Geri döndüğünde iyi görünüyordu ama sonra Umay'ın tekrar hamile olduğunu öğrendiğinde tüm dünyası başına yıkılmıştı. Evli olduğu adamla zaten bir çocukları vardı bu belki bir zorunluluktu ama ikinci çocuk değildi. Acahan ne ona hesap sormaya gidebiliyordu ne de elinden başka bir şey geliyordu. Ben evli bir kadınım uzak dur benden demişti ona, bu cümleye ne karşılık verilirdi ki?
Alar duvara yaslanmışken duyduğu seslerle doğruldu. Sesler bardan geliyordu ve oldukça şiddetliydi. Aralık kapıdan Acahan'ı kontrol etti, her zamanki gibi sızmıştı. Kapıyı kapatıp seslere doğru ilerlemeye başladığında çoktan içini bir huzursuzluk kaplamıştı. Bar kısmına tepedeki balkondan bakarak konuşmaları dinlemeye çalıştı.
"O cadı hainlik yapmış hapsedileceğiz!" Diye bağırdı şok içerisinde bir ignis.
Alar kaşlarını çatarken biri öfkeyle masaya çıktı. "Tüm sorumlu lider halk ile ilgilenmediği için bu durumdayız cezalandırılmak zorunda!"
Bunu duyduğu an Alar'ın tüm vücuduna bir sinir dalgası yayıldı. Tereddüt etmeden balkonun trabzanlarından masadaki adamın üstüne atladı. "Ne diyorsun lan sen?!" Adamın yüzüne Ayağını bastırdığında bir kırılma sesi yükseldi.
"Yalan mı Alar? Lider kaç aydır sorunlarımızla ilgilenmiyor. Adam kendi piçiyle bile ilgilenmiyor!" Alar neredeyse onun üzerine gitmek üzereyken adamın göğsünde bir başkasının eli belirdi.
Adamın durmuş kalbi elin arasında parçalanırken gözleri kaydı. Parçalar yere düşerken el geri çekildi. Ölü ignisin bedeni yere düşerken arkasındaki kişi göründü. Acahan Pamira, ignislerin lideri. Kıstığı gözleriyle yerdeki cesede bakıyordu. "Hiç kimse, hiç kimse oğlum hakkında kötü konuşamaz!" Öyle bir bağırmıştı ki sesi Medusa'nın duvarlarını titretmişti. İgnisler korkuyla geri sinerken Alar onun yanına gitti.
"Sadece ignisler yok tüm ırklar toplanmış tehlikedesin." Etrafı incelediği bir kaç saniye de çoktan bunu fark etmişti. Herkes onları bu duruma düşüren lideri cezalandırmak hatta öldürmek istiyordu.
"Alar, Hadar'ı al ve güvenli bir yere götür."
"Sen ne olacaksın?"
"Ben başımın çaresine bakarım. Her zaman baktım." dedi Acahan soğuk kanlılıkla. Alar karşı çıkmak için hareketlenmişti ki tekrar konuştu. "Bu sana olan son emrim. Lütfen isteğimi yerine getir dostum."
"Han..." Alar geriye doğru itildiğinde herkes Acahan'ın üstüne atılmaya başlamıştı bile. Her biriyle yüzleşmeye çalışan Acahan'ı daha fazla izlemeye dayanamadı ve onun son emrini yerine getirmek üzere koşarak Medusa'dan çıktı.
Sahip olduğu hızı kullanarak saniyeler içerisinde koca malikenin içine gelmişti. Etrafta kimse görünmüyordu muhtemelen bakıcı ve hizmetliler uyumaya gitmişti. Üst katta olan bebek odasına çıkarken aceleciydi hemen küçük oğlanın yanına ulaşmak istiyordu. Mavi kapılı odayan girdiğinde onu beşiğin içinde uyurken buldu. Dört yaşını girmesine sayılı günler kalan ufaklığı kucağına aldığında kızıl saçlı oğlan küçük mavi gözlerini kırpıştırdı.
"Amca?" diye sordu zar zor birleştirdiği kelimelerle.
"Buradayım ufaklık uyumaya devam et." Dünden razı olan Hadar gözlerini kapatarak uykusuna kaldığı yerden devam etmeye başladı.
Alar onu battaniyesine sarıp evden çıkmış garaja yönelmişti. Siyah Mercedes'in arka kapısını açıp küçük çocuğu yatırıp kemerini bağladıktan sonra yolcu koltuğuna geçti. Arabayı çalıştırıp garajdan çıkarırken en güvenli yeri bulmak için acele ediyordu. Diğerlerinin onları bulmayacağı bir yer olmalıydı yoksa kızıl saçlı bu ufaklığa da zarar verebilirlerdi. Alar küçük yeğeninin zarar görmesine izin veremezdi. Bu dostunun ondan son isteğiydi.
Ormanlık yola girdiğinde gördüğü simsiyah bedenle arabayı yavaşlattı. Pelerinin içindeki bedeni görebilmek adına camı aralamış kaşlarını çatmıştı. Yanından geçmek üzereyken gördüğü tanıdık sima ile arabayı aniden durdurdu. Arkada uyuyan çocuğu kontrol ettikten sonra emniyet kemerini adeta sökerek arabadan indi. Onu fark eden pelerinli de durmuştu.
"Umay?!" dedi Alar hem şaşkınlıkla hem de sinirle.
Kadının yorgun mavileri onu gördüğünde kocaman açıldı. "Alar ne işin var burada?" diye sordu şaşkınlıkla.
Alar kaşlarını çattı, "Asıl senin tek başına ormanda gecenin bu saatinde ne işin var?!"
Umay'ın bakışları kucağına indi. Alar'ın gözleri de oraya değdiğinde kabarık olduğunu gördü. "Yalnız değilim ki." dedi Umay pelerini hafifçe açıp küçük bedeni adama gösterirken.
"Yoksa o..." dedi Alar ama devamını getiremedi.
"Onu korumak zorundayım yoksa öldürülecek." Akmak üzere olan gözyaşlarını geri ittirmeye çalıştı.
"Nasıl yani?" diye sordu Alar gözlerini bebekten ayıramazken.
Umay başını kaldırıp ignise baktı. "Çünkü o tıpkı Hadar gibi ve onu koruyabilecek kimse yok."
Duyduklarından sonra Alar'ın gözleri kocaman açılmış, ciddi olup olmadığını ölçmek ister gibi Umay'a dönmüştü. "Yoksa balo gecesi mi?" Umay anında başını salladı ama gözlerini kaçırmıştı. "Bu yüzden mi kaçmıştın ondan?"
"Ona aşığım ve ölene kadar da öyle kalacağım ama evli olduğum halde bu hatayı yapmamalıydım." Umay daha fazla kendini tutamazken gözyaşları düşmeye başladı. "Hadar nasıl? Çok büyümüştür değil mi?" diye sordu acı içinde. Oğlundan yıllardır ayrı kalmak zorundaydı çünkü diğerleri öğrenirse ne onu ne de şimdi kucağındaki küçük kızı yaşatırlardı.
"Kendin görmek ister misin?" diye sordu kadının bu haline daha fazla dayanamayan Alar.
Umay dolu gözlerini kocaman açtı. "O burada mı?"
"İçeride." dedi kapıyı gösterirken.
Umay arabaya doğru koşarken küçük bir çocuk gibi heyecanlıydı. Cama yaklaşıp içerideki küçük bedeni gördüğünde ise ağlaması şiddetlendi. Bir eli cama yapışırken diğeri sıkıca kucağındaki bebeği tutuyordu.
"Her şeyi kaçırdım." dedi acı içinde hıçkırarak. "Hepsini kaçırdım. İlk kelimelerini, ilk adımlarını tüm ilklerini kaçırdım."
Neredeyse yere düşmek üzereyken Alar onu ve bebeği yakaladı. "Umay iyi misin?"
"Dayanamıyorum." diyebildi sadece.
Alar onun kucağında ki bebeği elinden almak zorunda kaldı çünkü onu düşüreceğinden korkuyordu. "Ona sarılmak ister misin?"
Umay anında başını salladı. Kapıyı açtıklarında Umay bir anlığına tereddüt etsede bir az sonra yaşayacaklarını düşünerek ilk ve son kez oğluna sarıldı. Küçük çocuk öyle derin bir uykudaydı ki onu hissedemedi bile. Kadın oğlunun kokusunu içine çekerek onu öperken bebek ise Alar'ın kucağında kıpırdanmaya başlamıştı.
"Şştt şştt." diyerek onu pışpışlarken üstündeki pembe tulumu fark ettiğinde gülümsedi. "Uslu bir kız ol cadıcık."
Umay isteksizce oğlundan ayrılıp doğrulduğunda gülümseyen adamı görmesiyle gülümsedi. "Onun adı Hera." dedi minik kıza bakarken.
"Hera..." dedi kendi kendine. "Büyü ve adın gibi güçlü bir kız ol tamam mı? Seni bekliyor olacağım." Ardından arabadaki küçük oğlana. baktı. "Ağabeyinle seni bekliyor olacağız ama eğer gelmezsen biz seni buluruz anladın mı?"
Bebekten ses gelmezken onu annesine uzattı. Umay bebeğini tekrar kucağına alıp pelerininin içine saklarken bebek gözlerini hafifçe aralamış saniyelik olarak minik mavi gözleri Alar'ın kızıl gözleriyle buluştu.
"Ne zaman doğdu?"
"İki ay önce, on nisanda."
İki bin yılının dördüncü ayının onu. Acahan Pamira'nın küçük kızı Hera Pamira'nın dünyaya geldiği gündü. Babasının kendisinden bihaber olduğu küçük cadı kızının.
"Bizimle gelin Umay o zaman güvende olursunuz." dedi Alar onları yalnız bırakmak istemeyerek.
Umay acı acı güldü. "Anneler evlatları arasında ayrım yapmamalı eğer birinin yanında olamayacaksam diğerlerininde yanında olamam yoksa kızıma ihanet etmiş olurum." Bahsettiği kızın evli olduğu adamdan olduğunu hatırlayınca Alar'ın yüzü düştü ama Umay'ı da anlıyordu bu yüzden cevap veremedi.
"Ona ne olacak peki?" diye sordu kucağındaki bebeği işaret ederek.
"O gizlenecek. Herkesten gizlenecek, kendinden bile saklayacağım onu. Hera'yı korumanın tek yolu bu." Başını kaldırıp gökyüzüne baktı. Ay bu gece fazlasıyla parlaktı. "Yaklaşan felaketi hissediyorsun değil mi Alar? Bu gece çok şey değişecek."
Alar cevap vermedi. İgnislerin hisleri cadılar kadar güçlü değildi.
"Hoşçakal Alar. Oğluma iyi bak lütfen." dedi pelerinin kapşonunu kapatırken. "Tekrar görüşmek üzere." Adamın yanından geçip giderken Alar tepki vermeksizin olduğu yerde durup kaldı.
Kadın uzaklaşmaya başladığında gözlerini sıkıca kapattı. "Hoşçakal Umay."
༻☾༺
Boğuluyordum. Beni boğan tek şey su değildi bunu da çok iyi biliyordum. Beni boğan şey acıydı. Acı içinde boğuluyordum. Benden saklanılanların ağırlığıyla boğuluyordum.
İgnis lideri Acahan Pamira? Hayır babam.
İgnis kralı Hadar? Hayır benim ağabeyim.
Annem...
Alar Farzin? En büyük kalp sızım.
Annem gerçekten başarmıştı beni gizlemeyi. Beni kendimden bile gizlemeyi başarmıştı. Ancak artık biliyordum ve bu beni mahvediyordu. Bunlar o kadar fazlaydı ki benim için sanki suyun içinde daha da batırıyordu beni. Gittikçe dibe batıyordum. Herkes saklamıştı benden. Alar, Hadar ve annem. Hadar öz ağabeyim olduğu halde beni ölümle tehdit etmişti. Ağabeyler kardeşlerini korumaz mıydı? Annem benden her şeyi gizlemişti. Babamı,bir kardeşim olduğunu, kim olduğumu...
Ve Alar. Annemden sonra benim için en büyük suçlu oydu. Beni bulacağını söylemişti ve gerçekten de bulmuştu. Alar Farzin henüz ben kundakta bir bebekken bile kim olduğumu biliyordu. Benim hakkımda benden daha çok bilgiye sahipti hemde. Büyü ve adın gibi güçlü bir kız ol tamam mı? Seni bekliyor olacağım. Bana güçlü bir kız olmamı söylemişti ama gücün bana sadece zarar verdiğini bilmiyordu. Bekleyeceğini söylemişti, yirmi yıl boyunca beklemişti de.
Göz yaşlarım kirpiklerimin arasından sızıp suya karışırken gözlerimi açtım. Başımı kaldırıp ay ışığını gördüğümde çırpınarak yukarı çıkmaya başladım. Taş zemine yaklaştığımda ona tutunarak bedenimi havaya kaldırdım. Kenarlara tutuna tutuna çıkmayı başardığımda kendimi taşın üstüne bıraktım. Öksürerek ciğerlerime dolan suyu dışarı çıkarken doya doya nefes almaya çalıştım.
Ancak bir anda bastıran hıçkırık ve gözyaşları nefes almamı zorlaştırıyordu. Akın akın gelen yaşlar hissettiklerimi dışarı vurmakta fazla işe yaramıyordu ama onlara engel de olamıyordum. Akmalarına izin verdim çünkü buna ihtiyacım vardı. İçimdeki öfkeyi ve hayal kırıklığını başka bir şekilde dökemezdim çünkü bu yüzüğü alıp gittiğimde bir daha hiç birini görmemeyi umuyordum.
Tuzlu gözyaşları çenemden aşşağı bir çeşme gibi akıp yere düşerken art arda gelen hıçkırıklarımda onlara eşlik ediyordu. Bir anlığına kalbimin sızladığını hissederek elimi oraya bastırdım. Ellerimin altındaki kalbimde avucuma sertçe vururken gözlerimi kapattım. Başımı gökyüzüne çevirdim, ay ışığı yüzüme vururken gözlerimi hafifçe araladım. Yattığım yerde elimi aya doğru uzattığımda heykellerin arasındaki boşluktan bir şey parlamaya başladı. Mor taşın yansıması yüzüme vurduğunda onun ne olduğunu anladım.
Bu benim yüzüğümdü! Ay meclisinin yüzüğü.
Onu gördüğümde öyle hızlı ayaklandım ki bir anlığına başım döndü. Yüzüme gelen ıslak saçları omzumdan arkaya itip heyecanla yüzüğün gelişini izlemeye başladım. Sinir bozucu şekilde yavaştı. Ancak şu an bunu umursamadım çünkü artık neredeyse avuçlarımın içindeydi, biraz beklemekten kimseye zarar gelmezdi.
"Hera?" Arkamda duyduğum tanıdık ses ile omzumun üstünden o yöne baktım.
Hale? Onun burada ne işi vardı?
Biraz daha dikkatli bakınca onun yalnız olmadığını fark ettim. Yanında kızlar da vardı hatta Balay nene bile buradaydı. Arkadaki başı öne eğik Artan'ı gördüm. Hale'nin mavi gözlerine baktığımda bariz bir endişe görmek kaşlarımı çatmama neden oldu. Neden öyle baktığını soracaktım ki arkadan birinin onu ittirmesiyle yere düşmesi bir oldu. Balay nene endişe ile ona atılmak istediğinde siyah pelerinli kollar onu canını acıtacak kadar sıkı tuttu. Aynı siyah pelerinli bedenler kızların arkasında da vardı. Hale'yi sertçe yerden kaldırdıklarında öfkeyle bir adım atmıştım ki gördüğüm iki sima olduğum yerde donmama sebep oldu.
Saçları ve gözleri ile aynı renk gösterişli bir kıyafet ve pelerin giyen Hadar Pamira gözlerimi kocaman açmama sebep oldu. Onun kim olduğunu öğrendikten sonra ilk kez hatta bunu öğrendiğim gibi onu görmek garip hissettirmişti. O adam benim ağabeyimdi ancak ölmemi istiyordu. Hadar'ı belki umursamayabilirdim ama arkasındaki tanıdık simayı görmek kalbimin hızlı hızlı çarpmasına neden oldu. Alar simsiyah pelerinin içinde Hadar'ın hemen sağ tarafındaydı. Siyah saçları dağılmıştı gözleri ise en kızıl halindeydi. Hiç görmediğim bir ifade hakimdi kırmızı irislere. Boş bakıyordu, sanki ben karşısında değilmişim gibi. O gözlerde hiç bir duygu yoktu.
"Vay be ufaklık beklediğimden hırslı çıktın!" dedi Hadar bana yaklaşırken. Yanından geçmek üzere olduğu Hale'ye tiksinirmiş gibi baktı, "Bazı çürüklerin aksine biz birbirimize oldukça benziyoruz." Ardından devamını getirdi. "Küçük kardeşim."
Kızların şok olmuş bakışları Hadar'a dönerken Hale ve Balay nenenin aynı anda başını eğmesi gözümden kaçmamıştı. Hadar hepsini geride bırakırken gözleri yüzüğe kaydı. Dudaklarında sinsi bir sırıtış meydana gelirken huzursuzlandım. Korumacı bir tavırla önüne geçtiğimde kahkaha attı.
"Yolun sonu Hera, bu zamana kadar yüzükleri toplayarak beni uğraştırmadığın için teşekkür ederim kardeşim." Elini bana doğru uzattığında geri çekildim.
"O yüzükleri toplamak için onca zorluğu senin için çekmedim Hadar!" dedim saf bir öfkeyle.
"Abi daha iyi olur sanki?" Bir anlığına şaka yaptığını düşündüm ama oldukça ciddi görünüyordu. "Sonuçta senden büyüğüm değil mi? Bu konuda huysuzluk yapmazsın umarım."
Yüzümü buruşturmadan edemedim. "Ne diyorsun Hadar? Ne yapmaya çalışıyorsun?" Burada olduğumu nereden biliyordu daha da önemlisi bu kadar kişinin burada ne işi vardı?
"Madem öyle sadede gelelim. Ya bana kanınızı verin kendi isteğinizle ya da ben biricik yüzüklerinizi alıp yapayım büyümü."
"Asla!" dedim anında. Bunu hiç bir zaman kabul etmeyecektim. Her ikisinide.
"Beni zorlama küçük, canını yakmak istemiyorum." Keyifli ifadesi sertleşirken duruşumu dikleştirdim.
"Aylardır bu kadar uğraşıp emeklerimi yok etmene izin verir miyim sanıyorsun? O masum insanları aptal intikamın uğruna öldürmene izin vermem!" Ona doğru öfkeli bir adım atıp aramızdaki mesafeyi azalttım. "Ne istiyorsun daha?! Kendine ait bir evrenin, ülken, krallığın var! Neden bu kadar aç gözlüsün?! Her şeye sahipsin daha ne istiyorsun?!"
"İntikam." dedi tek seferde. Kaşlarım çatılırken devam etti. "Onlar benden her şeyimi aldı. İkimizinde her şeyini aldılar. Onlar yüzünden annem ve babam burada değil! Onlar yüzünden normal mutlu bir aile olamadık! Tüm bunlar o pis yaratıkların suçu!"
Öyle yüksek sesle bağırmıştı, o kadar korkutucu görünüyordu ki kendimi sıçrarken buldum.
"Bu hepsinin suçu değil masumları cezalandıramazsın." dedim yine de inatla.
"Biz de masumduk ama onlar acımadılar. Hepimiz küçük çocuklardık. Sen de gördün ailemize yaşatılanları Hera nasıl bana hak vermez ve o aciz insanları savunursun?!" Öfkeyle elini kızıl saçlarına daldırıp çekiştirdi. "Sen benim kanımsın onlar gibi davranmayı kes!"
"Üzgünüm ben bir canavar olamam." Elimi kalbime koydum. "Buradaki hala atıyor."
"Öyleyse beni zorla istediğimi yapmak zorunda bırakıyorsun." Delirmiş gibi görünüyordu, kızıl gözlerinin içinde sanki bir ateşi harmanlamıştım.
Tedirgin olduğumu belirtmeyerek sırıttım. "Kanımızı zorla alırsan büyü gerçekleşmez."
Bu da onu durduran tek nedendi zaten.
"Kanlarınızı değil yüzüklerinizi kullanırım öyleyse." Ne olduğunu anlayamayacağım bir hızda bir sürü kemik kırılma ve inleme sesi geldi.
Bu sesler kızlara aitti.
Parmakları kırılarak onlardan yüzüklerini almış sonra da bir çuval gibi onları yere ittirmişlerdi. Büyü zaten yapamıyorlardı çünkü hepsinin bileğine gümüş bir kelepçe takılmıştı ve sanırım tılsımlıydı.
Arkadaşlarımın acı çığlıklarını duyduğumda haykırarak onlara doğru gidecektim ki Hadar beni yakaladı. "Bırak beni! Senin gibi bir canavarla aynı kanı taşımıyorum ben." Acı içinde kıvranan arkadaşlarımı gördükçe sinir seviyem arttı.
Kollarını sıkılaştırdığında acıdan dolayı çığlık attım. "Ama öylesin!" Sesi kulağımda çınlarken gözlerimi sıkıca yummak zorunda kaldım.
Kızların acı inlemelerini duydukça gözlerim yanıyordu. Damarlarımda kol gezinen öfke patlamak için benden izin beklerken çıkması için ona izin verdim. Yaydığım kara enerji Hadar'ı geri püskürtürken arkada bağırdığını işittim.
"ALAR!"
Kara damarlar yüzüme kadar ulaşırken onu gördüm. Alar bir kaç büyük adımda yanıma gelmiş kollarını vücuduma dolamıştı. Onun teni beni sakinleştirirken bu kadar yakınımdayken fırsattan istifade özlediğim kokusunu içime çektim ancak sadece iki saniye sonra kollarımda bir acı hissederek çığlık attım.
Alar benden ayrıldığında kollarımın üstünde kocaman iğneler batırıldığını fark ettim. Bir zehir vücudumu işgal ederken kıpırdayamıyordum. Alar'ın gözleri ise bomboş bakıyordu, çektiğim acıyı umursamıyor gibiydi. Beni kandırmış mıydı? Hayır o yapmazdı, beni yirmi yıl boyunca beklemişti o. Sandığımdan daha önemliydi benim için. Alar bana ihanet etmezdi, bunu yapmazdı. Yapmazdı değil mi?
Hadar'ın varlığını arkamda hissederken Alar'a bir şey uzattı. Alar saniyesinde elindekini aldığında gümüş, yüzümü aydınlattı. Hançerin sivri ucu parlayarak kendini gösterirken şokla gözlerim açıldı.
"Eğer beni kabul etmiyorsan hiç olma." Hadar elini başıma koyup dudaklarını hafifçe oraya bastırdığında gözlerimden yaşların akmaya başladığını fark ettim. "Hoşça kal küçük kardeşim."
"HAYIR YAPMA!" Hale'nin canhıraş haykırışını duyduğumda Alar'ın omuzunun üstünden ona bakmaya çalıştım. Turuncu saçları birbirine girmişti ama hala çok güzel görünüyordu. Dudağının kenarından hafifçe kan sızıyordu, o pislik ignis askerleri onu oldukça hırpalamıştı. "Yapma Hadar o senin kardeşin. Annemin bize emanetine ihanet mi edeceksin?!"
"Annemi ağzına alma sen onun için sadece bir hayal kırıklığısın."
Gözlerim bu sefer öyle çok açıldı ki yuvarlarından çıkacaklarını sandım.
Annemin bize emaneti,
Annemi ağzına alma.
Tanrım bu gerçek olamaz değil mi?
Hale ile göz göze geldiğimizde acı acı gülümsedi. Bu gülümsemeyi az önce birinde daha görmüştüm. Hale annemize benziyordu, gülümsemeleri aynıydı. Hüzünlü maviler ve buruk tebessümler.
"Yapma Hadar pişman olacaksın..." Hale son kez şansını dener gibiydi. Neredeyse ona yalvaracaktı. Gözyaşlarım bir şelale gibi akmaya başladı.
Biri benim hayatımı sonlandırmak için bekliyordu diğeri ise hayatım için yalvarıyordu.
"Ben asla pişman olmam beni kendinle karıştırma." Ardından karşıma Alar'ın yanına geçti. "Yap amca, hançeri ufaklığımızın kalbine sapla."
Konuşamıyordum ağzımı açamıyordum bile.
Hale hala arkada ona yalvarırken Alar'ın gözlerine baktım. Konuşamazsam bile gözlerime bakarak anlardı o ne dediğimi şimdi niye gözleri o değilmiş gibi bakıyordu. Gözleri o değilmiş gibi bakıyordu.
Yapma dedim içimden. Belki hisseder diye umdum.
Hadar bağırdı, "YAP ŞUNU!"
Kalbime iyi bak Hera.
Artık benim kalbimde sana emanet ignis.
Alar hançeri kalbime sapladı. Ve bu tarif edilmesi en zor acıydı
Çığlıkları duyabiliyordum ağlama seslerini ve hıçkırıkları da öyle. Ama asıl içim ağlıyordu, içim bu sefer gerçek anlamda kan ağlıyordu. Gözyaşı gibi yavaş yavaş sızmaya başladı kanlar. Ağzıma kadar yükselen kan dudaklarımdan sızarken Alar'ın gözlerinde bir şeylerin değiştiğini gördüm ancak artık çok geçti. Her şey için.
Vücudum yere düşerken kimse beni tutmadı, yüksekten bir anda yere çakıldım. Artık kan başımdan da akıyordu. Tüm vücudum kanın kırmızısına boyanırken Alar'ın şaşkınlıkla bakan gözlerin son bir kez bakmak için kendimi zorladım.
Gidiyordum, bu defa gerçekten gidiyordum.
Eğer konuşabilseydim sana yapma derdim Alar. Yapma çünkü kalbimde sen varsın, ona zarar verme.
-DEVAM EDECEK-
Merhaba cadıcıklarım 🩷
Bu sonu bekliyor muydunuz bilmiyorum ama ben üç yıldır şu sonu yazmayı bekliyorum 😭 İkinci kitapta çok fazla olay öğreneceğiz ve ilk beş bölümde Umay ve Acahan 'dan, Hadar'ın nasıl bu hale geldiğinden bahsetmek istiyorum ve Alar'ın neden Acahan'a borcu olduğuyla birlikte Hera'ya karşı bağlılığının nedenini de öğreneceğiz.
Kendinize çok iyi bakın, sizi çok seven yazarınızdan sevgilerle...
instagram hesaplarım;
@hatedogru
@vaerosass
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 551 Okunma |
141 Oy |
0 Takip |
29 Bölümlü Kitap |