18. Bölüm

11. BÖLÜM Sahte Hayatlar part 1

Zehra Sezgin
valekizi

 

Hayatımın her bir dönüm noktası; soğuk, koyu gri gözlerle başlamış ve karanlık gri gözlerle devam etmişti. Onun gözlerindeki karanlığa karışan yeşil gözlerimdeki küçük ışık artık yoktu. Şimdi sadece o ve ben vardık. Onun karanlık ışığında sadece biz vardık.

Dmitri’nin üzerime eğilerek sorduğu soru zihnimde milyon kere yankılandı…

Sergei’yi tanıyor musun?

Gri gözlerindeki karanlık ile yapayalnız kaldığım bu saniyelerde ona ne diyeceğimi bilememiştim. Dün Vladimir görüşmesinde ne yaşanmıştı da bana Sergei’yi soruyordu. Kalbim göğsümde sıkışırken bana olan yakınlığı kafamı karıştıracak derece baş döndürücüydü. Uykudan yeni uyandığı için gözleri hafif şişmiş, siyah asi saçları dağılmıştı.

Bir eli başımın üzerinde bileklerimi tuttuğu için kusursuz yüzü bana fazlasıyla yakındı. Onun dikkatini dağıtmanın bir yolunu bulmalıydım. Yoksa koyulaşan gri gözlerindeki şüphe giderek çoğalacaktı.

Gözlerimi onun kirli sakallı çehresindeki kalın dudaklarına indirdiğimde karnımdaki yoğun his arttı. Onun dudaklarına bakıyor olmam; başımın üstündeki bileklerimi tutan elinin beni daha sıkı sarmasını sağladı. Sakallı boynundan ademelmasının hareketlenmesi ile gözlerindeki karanlık; yoğun bir arzuya dönüştü.

Bana biraz daha yaklaşınca burunlarımız birbirine değdi. İlk kıvılcım başlarken boşta kalan elini tişörtümün altından sokunca karnım onun dokunuşu ile ürperdi ve kıvılcımlar bir elektrik dalgası gibi şiddetini artırdı. Karnımın üstünden yavaşça yukarı çıkan eli beni her saniye kıvrandıran bir işkenceye tabi tutuyordu.

Biraz daha yaklaşsa dudaklarımız birbirine temas edecekti ama ısrarla o minik mesafeyi kapatmıyor dudaklarım o beklenen yumuşak sıcaklığa erişemediği için karıncalanıyordu. İçimdeki alev bir kibritin samanla buluşması gibiydi. Hızlı, fevri, aceleci ve yakıcı.

“Soruma cevap ver Katre” boğuk ve kısık sesi dudaklarımı yaladı. Belim kavislenerek kalkacağı zaman göğüs kafesimin üzerindeki iri ve sıcak eli bedenimi yatağa geri bastırdı. Titrek nefeslerim onun aralıklı duran dudaklarına çarparken onun bedeninin altında gözlerimi kapatmamak için direnmem gerekti.

Bu, ava giderken avlanmaktı.

Dmitri’nin dikkatini dağıtacakken onun sadece sıcak nefesiyle ben dağılmıştım. Güçlükle yutkunup kendime gelmeye çalışırken kapının tıklatılması; onun, benim üzerimdeki egemenliğini böldü. Siyah, gür kaşları çatıldı. Bileklerimi serbest bıraktı ama üzerimden çekilmedi hala yüzümüzün arasında milimetrik mesafeler vardı.

Maraton koşmuşum nefeslerim hızlanmıştı. Göğsüm şiddetle inip kalkarken Dmitri’nin bakışları daha aşağılara doğru kaydı. Göğüslerim onun bakışları altında ağırlaşırken kapı ikinci kere tıklatıldı. Çenesini sertçe sıktı. Karnımdaki elini yavaşça çekerek üzerimden kalkarken tek istediğim bu karmaşık duygulardan bir an önce kurtulmaktı ama sanki her şey için çok geçti. Hele ki göğsümde hızla atan kalbim için.

Bana olan koyu bakışları bu işin burada bitmediğini gösteriyordu. Altında sadece pantolon ile kapıya giden Dmitri’ye yatakta ona başım ters olarak bakıyordum.

Daha önce sesini duymadığım bir asker ona telefonunu vererek bir görüntü sundu. Gelen adamını; Dmitri’nin kapıyı kaplayan bedeninden görmüyordum ama konuşmalarını duyuyordum.

“ Efendim gece istediğiniz görüntüleri buldum. Alışveriş merkezinin güvenlik kayıtları.”

Askerin konuşmasıyla yatakta adeta buz kestim. Biraz önceki yangın yerini artık Sibirya soğuklarına bıraktı. Dmitri benim gittiğim alışveriş merkezinin güvenlik kayıtlarına bakıyordu. Yüzünü göremediğim için tepkisini de göremiyordum. Hoş yüzünü görsem bile ifadesiz duruşu ile ne düşündüğünü anlamıyordum.

Sadece bana gösterdiği kadarını görüyordum.

Nefeslerim hızlanırken parmak uçlarım karıncalandı. Sergei’nin kamera kayıtlarını hallettiğini düşünmekten başka yapabileceğim bir şey yoktu. Aradan gecen iki dakika bana iki sene gibi gelmiş resmen ömrümden ömür gitmişti. Dmitri telefonu askere verirken asker de ona bir dosya verdi.

“Gidebilirsin.” Dedi Yüzbaşı Dmitri dosyayı askerinden alırken.

“Emredersiniz Efendim” diyerek emrini yerine getiren asker kapıyı kapattı ve bizi yalnız bıraktı.

Kapının kapatılması ile yatakta kendimi toplayıp sırtımı yatağın başlığına dayadım. Nefeslerimi kontrol edip yüzümdeki şok olmuş ifadeyi bastırmaya çalıştım.

Tabi ne kadar yapabildiğim aşikardı.

Üzerimde hala dün giydiğim bikini ve onun tişörtü vardı. Dimitri bir müddet kapalı olan kapıya baktı sonra bakışları kısaca bana takıldı. Karanlık gri gözlerinden ne düşündüğünü anlamam zordu ama çehresinde gezinen memnun ifadeyi artık biliyordum. Tahminimce askerin ona gösterdiği görüntülerde bir şey yoktu. Sergei’yi görememişti. Bakışlarını yüzümden ayırmadan elindeki dosyayı bırakıp parmaklarını siyah kotunun düğmesine getirdi.

Ben daha ne yapacağını anlamadan yeşil gözlerimin en derinine bakıp siyah kotu çıkarmaya başladı. Gözlerimi sonuna kadar açıldı.

“Ne yapıyorsun sen!” dedim ya da bağırdım. Başımı camdan tarafa zor çevirmiştim. Saçlarım yine kızaran yanaklarımı gizledi.

Pantolonu yere düşerken gözlerimi kapadım dejavuyu hissetmemek için hafızamın silinmesi gerekiyordu sanırım.

“Daha biraz önce” dedi boğuk bir sesle. “Benim altımdayken bakışların tam olarak bunu istiyordu.” hiç utanması yoktu.

Ne kadar küstah ne kadar yüzsüzdü.

Onun biraz dikkatini dağıtmak için yaptığım hareket zaten ayağıma dolanmış ben dağılmıştım onun ellerinin altında.

“Küstah” dedim sinirle homurdanarak. O çoktan yüzündeki çapkın ifadeyle banyoya gitmiş suyun yoğun sesi odaya yayılmıştı. Onun oda da olmamasını fırsat bilerek ayağa kalktım. Tekrar banyo kapısına bakıp ona verilen dosyaya bakmaya gittim. Oturma alanındaki konsola koyduğu dosyayı elime alınca onu açıp açmamakta tereddüt ettim ama onun şüpheci bakışlarındaki merakıma engel olamadım.

Derin bir nefes alıp dosyayı açtığımda nefes alamadım. Vladimir ve ondan yaşça bayağı büyük olan adamla siyah beyaz bir fotoğrafı vardı. Orta yaşlı adamında Vladimir gibi hırslı bakışları içimin titremesine neden oldu. Koyu kahve saçlarını arkaya taramış, siyah takımının içinde Vladimir’in adeta yıllar sonraki hali gibiydi. Onun, babası Anton Orlov olduğunu anlamamla boğazımdaki yumru korkuyla hareket etti.

Kerem aslında bu adamdan çipi çalmıştı. Vladimir babasının hemen yamacında, yüzündeki derin izle babasını gözlerinin içine bakıyordu. Bu bakışı nerede görsem bilirdim. Acizlik bedenimin her yerini kapladı.

Bir kere bile babasından sevgi görmemiş olan bu adamın çipi bularak onun gözüne girmek istemesi; onu, gururlandırmak istemesi mideme yakıcı bir his gönderdi. Vladimir’le ortak bir yönümüzün olmasıyla midem şiddetle kasıldı. Ellerim titrerken düşünmeden edemedim.

Peki ben ne kadar ileri giderdim? Babamdan; aferin kızım seninle gurur duyuyorum deyip beni göğsüne bastırması için nelere yapardım?

Başımı şiddetle iki yanıma salladım. Ben asla masum birine zarar vermezdim. Onun yaptığını yapmazdım. Neredeyse empati yeteneğim Vladimir yüzünden arşa değecekti. Dosyadan çıkan ikinci fotoğraf ile neredeyse dosyayı düşürecektim.

Sergei, çikolata kahvesi gözleriyle Vladimir’in yanında duruyordu. Kahve saçları dağılmıştı; sanki yine sinirle onları karıştırmış gibiydi. Ellerini göğsünde birleştirmiş, güçlü bir duruşla fotoğrafa yakalanmıştı. Dmitri onun üzerine kırmızı kalem ile kocaman bir soru işareti bırakmıştı.

Bakışlarım, hala suyun sesi gelen banyo kapısına döndü. Dmitri, Sergei’yi araştırıyordu. Kafasına ne takıldıysa onun peşini bırakmayacak gibiydi. Suyun sesi kesilmesi ile hemen elimdeki dosyayı eski haline getirip aldığım gibi yerine koydum.

Panikleyen adımlarımı tekrar yatağa yönlendirip yatağın ucuna oturdum. Bir kazık yutmuşçasına diktim. Tam o andan Dmitri altında bir havluyla duştan çıktı. Siyah ıslak saçlarından geniş göğsüne sular damlıyordu. Biraz önceki imalı laflarını hatırlayınca hemen oturduğum yerden kalkıp geniş camın önüne giderek trafiğin yoğun olduğu Moskova sokaklarına baktım.

Benim bu hareketime alayla karışık burnundan sert bir nefes bıraktı. Ben derin bir nefes alarak biraz önce kurcaladığım dosyayı düşünürken o da hiçte acele etmeden giyinmeye başladı. Hatta o kadar yavaştı ki gömleğin düğmelerini geçirmesi üç dakikasını falan almıştı.

Adeta dönüp ona bakmamı istiyor gibiydi. Abartmasak mı Katrecim senin bakışını bekliyor değil heralde?

Adımları yavaşça bana yaklaşırken camın önündeki bedenim gerildi ve dosyalardaki zihnim hemen bana Dmitri ile ilgili dün geceye ait görseller sundu. Gözlerimi kapatıp bana yine ne söyleyeceğini bekledim. Adımları tam arkamda durdu. Bir müddet sanırım o da Moskova sokaklarını izledi. Ondan gelen sabun ve kehribar kokusu içimdeki her hücreye ulaşarak beni kendine yine hapsetmeyi başardı.

“Yarım saate terasta ol kahvaltıdan sonra Moskova’dan ayrılacağız. Buradaki işimiz bitti.” Dedi düz bir sesle. Gözlerimi, Moskova’dan ayrılacağız dediği anda açtım. Ben daha buradan kaçamadan Moskova görevimiz bitmişti. Yorgun bir nefes verirken omuzlarım düştü. Amansız savaş beni yorarken tüm bedenim gerildi.

“Neden beni burada bırakmıyorsun?” dedim pes ederken. Bir süre cevap vermedi. Bana biraz daha yaklaşıp ellerini belimin iki yanına koydu. Bu hareketine hiç yadırgamayan bedenime gözlerimi kapattım. Göğsündeki sıcaklığını hissedeceğim kadar yakındı.

“Neden bana gerçekleri söylemiyorsun?” dedi sağ kulağıma fısıldayarak. Kulağımı okşayan fısıltısına derince yutkundum. Kehribar kokusu başımı döndürecek kadar fazlaydı. Onun kucağında yavaşça dönerek cama sırtımı yasladım.

Gri gözlerindeki okyanus, onun da bir savaş içerisinde olduğunu niteler gibi fırtınalıydı.

“Bildiğim tek gerçek ne biliyor musun Volkov?” dedim titremeyen sesime gurur duydum. Gri gözleri merakını gizlemeyerek yüzümün her bir noktasında gezindi.

“Beni tesadüfen seçmediğiydi. Beni günlerce araştırıp en çaresiz anımda karşıma çıkması…. Kimsesiz olmamsa ona sunulan bir hediyeydi. Artık tek bildiğim gerçek bu” dedim bakışlarım boşluğa düşerek.

Kerem Koroleva’nın hayatıma aslında tesadüfen girmediğini Dağıstan’daki soğuk depoda çoktan fark etmem gerekirdi. Beni bulaştırdığı bu kadar olaya, bu kadar bağlantıya, bu kadar gizli işlere akıl mantığım yeni kavramıştı sanki.

Beni arayacak, benim için endişelenecek, beni soracak kimsem kalmamıştı geride tamda Kerem’in istediği gibiydi işte. Bir gün ölüp kalsam kimse cesedimi aramayacaktı bile. Sadece hastanede yatan hasta bir teyzem vardı ve ondan da uzun zamandır haber alamıyordum.

Boğazıma oturan acı bir yumruyla Dmitri’nin ellerini belimde daha fazla sıktığını hissettim. Gri gözleri tekrar görüş açıma girdiğinde söylediklerimden bir şey anlamamış gibi kaşları çatıktı. Yüzümü arşınlayan öfkeli çehresi boynumdan sarkan alyanslarda durdu.

Ona yarım yamalak anlattığım hayatımın özetinden ne anlam çıkaracağını bilememiş ama sorunun alyansların sahibinde olduğunu anlayacak kadar sesimdeki kırgınlığı, pişmanlığı ve hataları hissetmişti.

Yüzüme biraz yaklaşıp bir elini saçlarıma çıkardı. Onları özenle kulağımın arkasına katıp iri elini boynumdaki kurt dövmemin üzerine getirdi. Parmakları nazikçe bulunduğu yeri okşamaya başladı.

“Onu sevmediğini biliyorum.” dedi boğuk sesinde gizli bir öfke vardı onu derken ki kelime dişlerinin arasından zor çıkmıştı. Kerem’i o şekilde sevmediğimi anlamıştı.

“Ama neden ona hala sadık olduğunu bilmiyorum.” Ölümcül karanlık sesi yüzümü yaladı. Yeşil gözlerimi, perçemlerimin arasından ona sunarak gri gözlerindeki karanlığa baktım. Alyanslar boynumda olduğu sürece sahte kocama sadık kalacağımı biliyordu.

Neden ona ihanet etmemiştim? Çünkü beni kullanmış bile olsa teyzemi yaşatmıştı. Çünkü sahilde beni kurşunlardan kurtarmak pahasına kendisini feda etmişti. Çünkü ömür boyu çalışmasam bile teyzemle ikimize fazlasıyla yetecek yüklü bir miras bırakmıştı.

Dmitri’ye cevap vermeden belimdeki elinden kurtulmak için bir adım yana kayarak ondan uzaklaştım.

“Yirmi dakikaya hazır olurum.” Dedim bu konuşmayı burada bitirerek. Yüzüne tekrar baktığımda karanlık çehresi öfkeyle kasıldı. Üzerindeki beyaz gömleği sanki parçalanacak gibi omuzları gerilmişti. Ona daha fazla bakmadım adımlarımın hedefi banyo kapısıydı. Ben banyo kapısını kapatıp sırtımı yasladığımda, dışarıdan bir şeylerin kırılma sesi ve Dmitri’nin öfkeyle söylediği Rusça küfürleri geldi. Dış kapının sertçe kapatılması ile Dmitri’nin odadan sinirle ayrıldığını anladım.

Gözlerimin dibi sızlarken neden ona Kerem hakkında bir şeyler söylediğimi bilemedim. Kendimi onun fırtınasına bırakırsam savrulup kaybolmaktan korktuğum için saçmalamıştım sadece. Derin bir nefes alıp hızlıca duş aldım.

Banyodan çıkan adımlarım, içerideki temizlikçi bayanı görmemle aniden durdu. O beni burada görmeyi bekliyordu ki yüzündeki gülümsemeden hiç şaşırmadığı belliydi.

“Kocanız siz banyodan çıkmadan yerdeki kırık parçaları almamı emretti efendim üzgünüm habersiz geldim.” dedi kısık Rusçasından dökülen kelimelere şaşırmadan edemedim.

Kocanız demişti. Aynı odada kaldığımız için bizi sanırım evli sanmıştı. Ben tam bu durumu düzeltecekken temizlikçi kadın yerdeki işini bitirdi ve bana genişçe gülümsedi.

“Çok yakışıyorsunuz Efendim. Beyefendiyi ilk defa kendi odasında bir kadınla görüyorum bana, karım banyodan çıkmadan temizleyin, deyince şaşırmadan edemedim doğrusu ama sizi görünce nedenini anladım. Çok yakışıyorsunuz. İyi günler dilerim.” diyerek çıkışa yöneldi.

Üzerimdeki kısa havluyla öylece ayakta kalmıştım. Dmitri beni için karım demişti.

Peki benim neden kalbim hızla atmaya başlamıştı. Neden içimdeki beyaz kasımpatılar bir bir açmıştı. Ben buradan gitmeyi düşünürken içimdeki çiçekler ona doğru kök salıyor, ona sıkıca dolanıyordu.

Beni bırakmasını istemediğimi anladığımda yeşil bakışlarım yatağın yanındaki aynada aksimi buldu. Gözlerimde gördüğüm teslimiyet beni amansız bir fırtınaya sürükleyecek kadar sarhoş ediciydi. Ona koşulsuz, beklentisiz, geri dönülemez bir şekilde aşık olduğumu kabul ettiğim an şimdiydi. Nasıl ve ne zaman olmuştu bilmiyorum ama onun her gece kehribar kokan göğsüne her sokulduğumda benliğimin içine yavaşça sızmıştı Dmitri.

Banaysa sadece bunu kabul etmek kalmıştı ve ben bugün hayatımda ilk defa geldiğim Moskova’da, hayatımda ilk defa dudaklarıma bir ateş parçası bırakan bu adama aşık olduğumu kabul etmiştim.

Derin bir nefes alıp kendimle yüzleşmemi kestim. Kabul etmem hiçbir şeyi değiştirmiyordu. Dmitri beni arıyordu ve ben her dakika sessiz kalarak ona aslında yalan söylüyordum. Muhtemelen temizlikçi bayanla karşılaşacağımı düşünmeden öyle konuşmuştu.

On dakika sonra gitmezsem Lena kesinlikle beni almaya gelirdi. Üzerime Lena’nın benim için seçtiği iç çamaşırı takımlarından en sade olanını geçirdim. Kırmızı takım iç gıdıklayıcı derece de güzeldi. Aslında bu Lena’nın değilde daha çok Anna’nın tarzı gibiydi. Alışverişte Sergei ile denk gelince şaşkınlık ve korkudan ne aldıklarını ya da benim ne aldığımı hatırlamıyordum.

Saçlarımı salıp onları güzelce kurutunca karamel dalgalar belimden aşağı dökülmüştü. Üzerime aldığımız siyah askılı, boydan elbiseyi geçirdim. Elbise üzerime o kadar yapışmıştı ki adeta ikinci bir deri gibi tüm kıvrımlarım ortadaydı. Derin yırtmacı uzun bacağımın bir kısmını açıkta bırakıyordu. Onun üzerine yine iç çamaşırımın renginde kırmızı kısa, salaş bir kazak giyip belime de ince bir kemer taktım. Saçlarımı arkaya atıp alnımdaki perçemleri düzelttiğimde hazırdım.

Ayağıma bağcıklı küçük botları da geçirince hızla odanın kapısını açtım. Kapıda Lena’yı görmemle genişçe gülümsedim.

“Ben de seni almaya geliyordum.” dedi melodik bir sesle. Bana biraz sokulup koluma girmesiyle içimi bir sıcaklık kapladı. Onu, olmayan kız kardeşim yerine koyduğumu fark etmemle bende biraz ona sokulup kıkırdayarak terasa doğru yöneldik. Dudaklarımda gülümseme ile çıktığımız terasta sadece Dmitri’nin kendi kulübesindeki askerleri olduğunu gördüm sadece Lena ve Anna vardı diğer kulübelerden.

Dmitri her zamanki yerinde masanın en başında oturuyordu. Tek boş yer Viktor’un ve Dmitri’nin yanıydı. Lena kolumdan çıkarak sevgilisinin yanına gitti. Viktor, onu ince bileğinden tutup onun yara izine dudaklarına bastırınca Lena’nın yaraları tek tek sarıldı ve yüzünde eşsiz bir gülümseme oluştu.

Lena’nın Viktor gibi bir adama denk gelip karşılaşmasına o kadar sevinmiştim ki gözlerimde onlara bakarken ki parıltıları saklayamadım. Derin bir nefes alıp saçlarımı tek omzuma toplayarak tek boş kalan yere doğru yürümeye başladım.

Dmitri’nin gözleri kapıdan girdiğimizden beri üzerimdeydi. Bedenimdeki karıncalanmaların hepsi onun gri gözlerinin eseriydi. Gülümsediğim için yanaklarımda oluşan minik gamzelere takılı kalan gözlerinde anlayamadığım her şey vardı ama nefret yoktu. Bakışlarını gamzelerimden çekmeden parmaklarının arasındaki sigarayı kalın dudaklarına götürdü.

Ona doğru attığım her adımda dudaklarındaki sigarayı daha fazla içene çekiyor kirli sakallarının olduğu yanakları içe çöküyordu. Gözlerimi bende onun yakışıklı ve karanlık çehresinden çekemedim.

Ben yanına gelip sandalyeye oturacakken hemen hareketlendi. Elindeki sigarayı masadaki tablaya koyarken ayağa kalktı. Benim oturacağım sandalyeyi çekmesine dudaklarım gibi gözlerimde irice açılmıştı. Afallayan suratımla onun düz çehresine bakıp otururken o da kendi sandalyesine hiçbir şey olmamış gibi geçip oturdu.

Gözleri bir süre benim şaşkınlıkla açılan dudaklarımda dolaştı, sigarayı tabladan alarak onu gözlerimin en derinine bakarak içine çekti. Ben güçlükle yutkunmayı başarırken o dudaklarından boğuk, beyaz dumanı çıkararak yüzünü tekrar Gazap ekibinin olduğu masaya çevirdi.

Bakışlarımı sonunda ondan çekip bende onun gibi masaya çevirdiğimde ekipin hepsi de biraz şaşırmış ama hemen kendilerini toplamıştı. Alex ve Anna’nın yan yana oturduğunu görmemle şaşırmam bir oldu.

Alex, bugün Dmitri gibi beyaz bir gömlek giymiş iri kolunu Anna’nın oturduğu sandalyesinin arkasına koyarak onu biraz daha kendine çekmişti. Orman yeşili gözleri onu tanıdığımdan beri gördüğüm en parıltılı haline bürünmüştü. Yüzünü Anna’dan hiç ayırmıyordu. Sanki yıllardır hasret kaldığı kadına yeniden kovuşmuş gibiydi.

Anna’nın ise kızıl saçlarının olduğu yüzü hızla kızarırken giydiği siyah boyunlu kazağın yakasını yavaşça kaldırmaya çalıştı. Yanakları pembeleşen Anna’yı fark eden Alex’in yüzünde çapkın bir gülümseme oluştu. Yeşil gözlerim çoktan Anna’nın boynundaki hafif morluğu görecek kadar bana alan sağlamıştı.

Bu izi biliyordum.

Parmaklarım hızla kurt dövmemin üzerinde gezince nefes alamadım. Dmitri’nin boynumda hükümdarlığını ilan ettiği anıyla istemsiz bende kızardım. Gözlerimi hızla kırparak yanımdaki yenilmez bir güçle oturan adama baktım ama onun zaten gri gözleri benim pembeleşen yanaklarımdaydı. Gri gözleri hızla koyulaşırken boğazımı temizleyip gözlerimi ondan kaçırdım ve önümdeki kahvaltı tabağına çevirdim.

Aradan geçen dakikalar sonra karnım fazlasıyla doymuştu. Yavaşça içtiğim meyve suyunun aroması damağımda kekremsi bir tat bırakıyordu. Dmitri, siyah kotundan iki tane pasaport çıkarınca gözlerim şaşkınlıkla açıldı.

“Alex ve Viktor kahvaltınız bittiyse siz gidebilirsiniz” dedi Dmitri düz bir sesle.

Alex ve Viktor nereye gideceğini çoktan biliyor gibi kalkıp pasaport ve biletleri Dmitri’den aldılar.

Onlar bizimle gelmiyor muydu?

“Bayan Koroleva ile görüşmeden sakın gelmeyin ve çip hakkında ne varsa öğrenin” dedi Dmitri sigarasını söndürürken.

Duyduklarımla içtiğim meyve suyu boğazımda kalırken Dmitri’nin bakışları hızla bana döndü. Kendimi hemen toparlayıp doğru duyduğuma emin olmak için Dmitri’ye baktım.

“Onlar nereye gidiyor?” Meyve suyunu hızlıca masaya koydum, artık meyve suyu midemi bulandırmaya başlamıştı.

Dmitri gözlerime üç saniye bakıp ilgili bir tonda devam etti.

“Türkiye’ye” dedi ve ellerini masaya koyarak ayağa kalktı. Gözleri hala üzerimdeydi.

“Bayan Koroleva ile görüşmeye gidiyorlar.” Dedi yeşil gözlerimin en derinine bakıp. Ben yavaşça yutkunurken yüzünü Alex ve Viktor’a çevirdi.

“Bu kadar korumanın arasından nasıl görüşürsünüz bilmem ama kız hakkında bilgi almadan gelmeyin” dedi ve ayakta duran heybetli bedenini bana çevirerek biraz eğildi. İri elini bana uzattı.

“Hadi gidiyoruz Katre” dedi kısa bir an bakışları benim bembeyaz olmuş suratımda dolaştı ve devam etti.

“Evime” dedi yumuşacık bir sesle.

Onun en güvendiği adamları Bayan Koroleva’yla yani benimle görüşmek için Türkiye’ye gidecekken sanki hiçbir şey umurumda değilmiş gibi titrek bir nefes verip ince parmaklarımı onun sıcacık avucuna bıraktım. Sanki biraz önceki konuşmaları hiç duymamış gibiydim. Sanki Dmitri benim peşime düşmemiş gibi kalbimin her bir kası onun için atıyordu.

Bizim oralarda tam da şu halime uygun bir deyim vardı

Köy yanarken deli saçını tararmış.

Şu an tamda böyleydim. Adamları beni aramak için Türkiye’ye giderken ben Dmitri’nin elini tutuyordum.

Benim şu an anksiyete krizleri geçirip ben şimdi ne yapacağım diye çığlık atmam gerekiyordu.

Kirli sakallı çehresi onun iri eline bıraktığım elim sayesinde oldukça memnundu. Gri gözleri yavaşça dudaklarımda gezindi, beni kendine çekerek oturduğum sandalyeden kaldırdı ve merdivenlerden doğruca en üst kata çıktık. Kalbim onun yanında hiç susmayan bir şarkı gibiydi. Onun bana en ufak temasıyla içimdeki coşkusunu sürekli artırarak devam eden sonsuz bir orkestraydı.

Onun yanındayken zaman; hızla akıp giden bir toz tanesiydi sanki, savruldukça ileriye gidiyorduk. Bir sonraki zamanda ne olacağını umursamıyor gibi her yer pembe bir toz bulutuna gömülmüştü. İleriyi görmek çok zordu.

Sadece bu anda kalmak isteyen ruhum onunla bembeyaz kasımpatıların arasında dans ediyordu. Gözlerimi helikoptere binmemizle kapatıp onun beyaz gömleğinin sarmaladığı geniş göğsüne sokuldum. Yoğun seslerin arasından tek duyduğum ses Dmitri’nin sert göğsünün altında hızla atan kalbinin ritmik sesiydi.

Biz neydik bilmiyorum ama bu an hiç bitmesin ve bozulmasın istiyordum. Gri gözlerinde; nefretten arınmış Dmitri’yi görmek hayatımda gördüğüm en güzel gözlerdi.

Bana; beni terk eden babamı hatırlatsa bu renk hayatıma Dmitri girdiğinden beri artık nefreti değil aşkı hatırlatacaktı. Derin bir nefes alıp onun boynundan gelen tüm kehribarları içime çektim. Dmitri’nin belimdeki eli beni sıkıca sardı ve ben yerin millerce yukarısında onun kucağında gökyüzünde süzülürken en huzurlu uykuma daldım.

Ne ekibin Bayan Koroleva ile görüşmesi umurumdaydı ne de Vladimir’in her yerde beni arıyor olması.

Aşk sarhoşu zihnim ne zaman ayılacaktı merak ediyordum.

 

 

***

 

Onun kucağında sırtım yumuşak bir zemine değince daldığım huzurlu uykunun kollarından hafifçe kıpırdandım. Beni yatağa bırakan kollar bedenimden ayrılınca dudaklarımdan bir mırıltı döküldü. Biraz yana dönüp onun kehribar kokusunu ve sıcaklığını aradım ama yatak buz gibiydi.

Dmitri ise ayağımdaki botları dikkatlice çıkarmaya çalışıyordu. Uzaklaşan adım seslerine gözlerimi açamayacak kadar yorulmuştum. Kulağıma gelen çakmağın sesi ve odunların alevlere teslim olan sesiyle şömineyi yaktığını anladım. Aradan geçen dakikalar sonra banyodan suyun sesi gelmeye başladı.

Şöminenin sıcaklığı ile fazla ısınan bedenimde ki kazak beni boğuyormuş gibi hissettirmişti. Hala gözlerim kapalıyken üzerimdeki ateş kırmızısı kazağı çıkarıp uyku sersemi tekrar yattım ama üzerimde beni sıkıca saran siyah elbiseyle de rahat edemediğimi anlayınca onunda askılarını ince omuzlarımdan çıkarıp kalanını yatağın içinde çıkardım.

Rahatlayan bedenim derin bir nefes alırken uykunun kollarına yavaşça çekildim. Bir süre sonra Dmitri’nin banyodan çıkan sesini zar zor duymuştum. Adımları yatağın yanına gelince Dmitri’nin Rusça homurdanıp üzerime siyah yorganı örtmesiyle elim onun elini kavradı. Dudaklarımdan dökülen kelimelere bende inanamadım.

“Gitme” dedim mırıldayarak gözlerimi sonunda biraz açabilmiştim. Altına giydiği siyah eşofmanı ne zaman giydiğini hatırlamıyordum ama geniş omuzlarında hala minik minik su damlaları vardı. Bedeni kasılmıştı. Elini elimden yavaşça çekip yüzümdeki saçlara getirip onları kenara çekti.

“Şimdi bu yatağa gelirsem bu senin için hiç iyi olmaz Katre” dedi boğuk bir sesle. Göz kapaklarım yine kapanırken onun ne demek istediğini anlamamıştım.

“Sen uyumana devam et güzelim” dedi yumuşacık sesiyle. Yorgun olan gözlerim ona itaat ederek kapandı. Sıcacık eli elimden uzaklaşırken tek düşündüğüm onun bana güzelim diyen boğuk sesiydi.

***

 

Gözlerimi yeni bir güne açmadan önce uyanan zihnim yataktan bir ok gibi fırladı. Geniş yatakta otururken aklımdan geçen tek şey Türkiye’ye beni aramak için giden Alex ve Viktor’du. Dün bu durumun üzerinde yeterince duramamıştım. Çünkü Dmitri’ye içimden ilanı aşklarını ilan etmiştim. Dudaklarımı sertçe ısırdım.

Günden güne çekildiğim, onun karanlığına çoktan karıştığım, kehribar kokusuna meftun olduğum gri gözlü adamla ne yapacaktım ben?

Beni Türkiye’de muhtemelen bulamayacaklardı. Kayıp olarak arandığımı öğreneceklerdi. Peki o zaman ne olacaktı?

Başımı her iki yanıma sallayıp üzerimdeki yorganı atarak kalkmaya çalıştım ama yarı çıplak yatan bedenimi görünce afalladım. Titrek bir nefes verip dün geceyi düşündüm. Üzerimdekilerin sıcak geldiğini ve çıkardığımı hayal meyal hatırlıyordum. Bir de Dmitri’yi bu halde yatağa davet etmiştim. Ellerim yüzüme giderken,

“Hayır” dedim sitem ederek. Onu yatağa davet etmiştim ve o da benim sözümü dinlemeyip gelmemişti. Nasıl olmam gerektiğini çözemedim. Onu yatağa davet etmek mi? yoksa davet ettiğim yatağa gelmemesi mi? Oflayarak yataktan kalkıp duş almak için banyoya yöneldim.

Aynada gördüğüm kızın gözlerindeki parıltılar bana aylar öncesindeki Katre’yi anımsatıyordu. İçimde istemsiz filizlenip büyüyen kasımpatılarla gerçekten de mutluydum. Geçmişte babası tarafından terk edilen küçük Katre’nin yüreğinde solan ve çürüyen kasımpatıların tekrar filizlenip tomurcuklanması bana baharı geri getirmişti.

Bu ilkbahar öyle sarhoş ediciydi ki tomurcuklanan çiçeklerimin soğuk bir ayazla buz tutup ölmesinden korkuyordum, tıpkı yıllar önce babam bir hastane bahçesinde bana sırtını dönmesi ile beyaz kasımpatılarımın bu tutup öldüğü gibi.

İlkbaharın beni bırakıp kara kışa dönmesinden o kadar korkuyordum ki bu yüzden yıllardır ilkbaharı sevmekten ve bana uğramasından hep kaçındım. Ta ki onun gri gözlerine meftun olana kadar.

Küçük Katre, babasında sürekli nefretle gördüğü gri gözleri Dmitri’nin nefretten arınmış gri gözleri ile sevmeye başlamıştı. Küçük Katre’ye acı bir mutluluğu hatırlatan beyaz kasımpatıları ise Dmitri’nin içimdeki kimsesiz küçük kıza dokunması ile yeniden kök salmış bana her bakışında, her dokunuşunda yeniden tomurcuklanmıştı.

Aynadaki yeşil gözlerim parıl parıldı. Bu aşktı. Bu sevgiydi. Bu… bu her şeydi.

Dudaklarımdan istemsizce adı döküldü Dmitri.

Adının anlamı bereketli ve verimli toprak olan adam benim bir damla suyumla bana tüm doğayı yüreğimin içine sığdıran adam. Kalbimdeki kasımpatıların yeniden canlanması için demek ki kök saldığım toprağın değişmesi gerekiyormuş.

Kıraç gibi verimsiz değil, Dmitri gibi bir toprak olması gerekiyormuş.

Artık Dmitri’yi seviyor olduğumu kabullenmesi daha kolay olmuştu. Bir kere içimden itiraf edince ona aşık olduğumu bunu tekrar tekrar söylemek bana hep aynı hissettirmişti; kalbim patlayacak gibi atıyor, aldığım nefeste bile onu hissediyordum. İçimdeki her bir hücrem onunla dolmuş gibiydi.

Aynada gördüğüm mutlu kızı bırakıp hemen duşa girdim. Saçlarımı tam kurutmadan banyodan çıkıp Lena’nın benim için seçtiği kıyafetlere baktım. Elime alıp alıp koyduğum kıyafetlere baktım bir süre.

Benimde bir kot ve birkaç kazak aldığımı sonradan fark edince diğer kutulara baktım. Sonunda krem rengi bir Jean ve kahve kayık yaka kazağı bulmamla gülümsemeden edemedim. Tekrar banyoya gidip üzerimi değiştirdim. Saçlarımı kurularken Dmitri’nin otel görevlisine benim için karım dediği anı düşünmeye başladım.

Ben ona pansuman yaparken bana bir gün sonra karım diyeceğim kadın tarafından ihanete uğradım demişti. Marina’ya hiç karım dememişken bana neden dolaylı yoldan böyle dediğini düşünmeden edemedim.

Evli bir kadına bakmam diyen Dmitri yine evli bir kadına karım demişti. Bu onun içindeki karmaşık döngüyü daha da anlaşılmaz kılıyordu ama Dmitri zeki bir adamdı. Kerem’in alyansını neden boynumda takıyor olduğumu zaten biliyordu. Onun ölmüş olduğunu çoktan bildiğini biliyordum. Değilse bir kadın eşi yaşıyor olduğu halde neden alyansını da kendi taksın ki?

Dmitri otelde güvenlik kameralarında muhtemelen benim sadece alışveriş yaptığımı görmüştü. Bu benim hakkımdaki şüpheleri silip yerini başka bir şeye bırakmıştı. Bu başka şeyin ikimizin de sonunu getireceğini bile bile ona giden adımlarımı durduramıyordum.

Banyoda işlerimi bitirip odaya geri döndüğümde odada bir şeylerin eksik olduğunu daha yeni fark etmemle adımlarım durdu.

Geniş camın önündeki koltuk orada yoktu.

Her gece uyumaya çalıştığım ama bir türlü gözlerimi orada açamadığım koltuk yerinde değildi. Ne olmuştu koltuğa da yerinde değildi? Dmitri’nin bu koltuğu bilerek buradan kaldırdığına adım gibi emindim bu düşünceyle dudaklarım kendiliğinden kıvrıldı.

Gecenin çoğunu Dmitri’nin yatağında geçiriyordum şimdi hepten aynı yatakta yatmak zorunda kalacaktık. O da bu zorunluluğu biliyordu, öyle ki odasındaki zararsız küçük koltuğu kaldırmıştı. Gece onun kollarına gelmeme söyleniyordu ama biliyordum ki içten içe o da benim kokumla uyumaya alışmıştı. Zihnimde dolanan düşüncelerle odadan çıkıp ahşap merdivenlere yöneldim. Burnuma gelen hoş kokularla kahvaltıyı birinin hazırladığı anladığımda şaşırmadan edemedim.

Evde sadece ben, Dmitri ve Niko kalmıştı. Dmitri beylerin kahvaltı hazırlamayacağını düşündüğüm için onu hemen eledim. Merdivenlerin sonuna geldiğimde Lena’nın şen sesi mutfağı doldurdu.

Güzel kokuların sahibi belli olmuştu. Mutfağa girmemle Dmitri’nin gözleri bana döndü. Hafifçe gözaltları morarmış sanki biraz uykusuz gibi görünüyordu. Üzerinde gömlek yerine siyah bir tişört vardı. Gözleri üzerimde dolaşmasıyla yanaklarım hızla pembeleşmeye başladı.

Dün gece ona yatağa gelmesini teklif etmiştim. Elim ayağım birbirine dolanmış gibi öylece kaldım. Bizim bakışmamızı bölen Lena’nın bana günaydın diyen melodik sesiydi. Kısa kahve saçları biraz dağılmış sanki yeni uyanmış gibiydi. Üzerinde siyah bir eşofman ve ona bayağı büyük gelen tişört vardı. Sanırım bu gece burada kalmıştı. Bu kızın Viktor aşkı beni gülümsetti.

“Günaydın Lena” dedim bende ona yakın bir sesle. Dmitri kendine bir sigara yakarken gözleri bendeydi. Arkamdan ayak sesi duymamla başımı sese çevirdim. Niko daha gözleri açılmamış olarak yanımıza geldi.

“Günaydın Komutanım.” Dedi önce Dmitri’ye selam vererek. Sonra bize döndü.

“Günaydın kızlar” diyerek mavi gözleri açıldı. Mutfak masasındaki kahvaltılıkları görünce mavi gözleri resmen mutluluktan parladı. Dmitri’nin yanındaki sandalyeye geçip oturduğunda ayakta Lena ve ben kalmıştık.

Dmitri birden ayağa kalkarak yanındaki sandalyeyi çekti ve gri parlak gözlerini benim yüzüme dikti.

“Hadi gel Katre” dedi sakin ve tok bir sesle. Masada oturan Niko bir an ağzına götürdüğü çataldaki zeytini düşürdü. Lena hemen Niko’nun yanındaki sandalyeye geçince ayakta bir tek ikimiz kalmıştık. Dmitri hala benim o masaya oturmam için sandalyeyi tutuyordu. Gözlerinden geçen hüzün biliyorum ki benim içindi. Beni masadan kovduğuna zaten o an pişman olduğunu biliyordum. Bende daha fazla uzatmadan onun gri gözlerine bakarak benim için çektiği sandalyeye gittim.

Gri gözleri ona doğru sorun çıkarmadan gittiğim için içindeki parıltılar itinayla dans etti. Kirli sakallarının arasındaki dudağı bu memnuniyeti göstermek ister gibi her iki yanına kıvrıldı. Bu görüntü midemde kelebekleri serbest bırakıp bedenimdeki her bir sinir hücresine sevgiyle dokundu.

Ben sandalyeye geçip otururken arkamdan sağ kulağıma yanaştı.

“Günaydın güzelim” boğuk sesine benim yüzüm pancar gibi kızarırken Lena’nın dudakları bir karış açık kaldı. Niko’ da şaşkınca bize bakınca yutkunamadım.

“Günaydın” diyen sesim bir fısıltı gibi çıkmıştı. Dmitri’nin sanki kimse umurunda değilmiş gibi davranmasına ne diyeceğimi bilemedim.

“Herkes kahvaltıya odaklansın” Dmitri beni onların bakışından kurtarmak için sandalyesine geçerken söylediği cümleye içimden milyon kere teşekkür ettim.

Yüzüm hala bir pancar gibi yanıyordu. Masada kahvaltı yapmaya çalışan Lena ve Niko’nun yüzüne bir kez bile bakamadım. Lena kahvaltı boyunca yüzüme bakmıştı Dmitri ile aramda bir şey olup olmadığını sormak isteyen dudaklarını sürekli açıp kapattığını onu görmesem de öyle yaptığını artık biliyordum. Bu evde kaldığım günler boyunca artık diğerlerinin de hareketlerini az çok çözmüştüm tek kişi hariç bazen Dmitri’nin davranışlarını ve düşüncelerini çözmekte zorlanıyordum. Bir gün bana güveniyordu ama sonraki gün yine gözleri şüpheyle kararıyordu.

Ben yavaşça kahvaltı yaparken Dmitri çoktan kahvaltısını yapmış yeni bir sigara yakmıştı. Niko’da kahvaltısını yapınca Dmitri konuşmaya başladı.

“Niko bana El-Aziz bağlantısı ile St. Petersburg’da bir görüşme ayarla.” Dedi Dmitri sert bir sesle. Biraz canı sıkılmış gibiydi.

“El-Aziz… Emin misiniz Efendim?” Niko şaşırmış gibiydi. Bu El-Aziz kimse sanırım pek düzgün ayak birisi değildi.

“Beni sorgulama Niko” Dmitri elindeki sigarayı sertçe tablaya bastırarak söndürdü.

“Bayan Koroleva’nın öncesi ile alakalı her şeyi araştırıp benimle St. Petesburg’da buluşmasını söyle.” Dmitri masadan kalkarak ahşap kapıya gitti.

Bense duyduklarım yüzünden yediklerim boğazıma takılmıştı. Dmitri beni ve önceki hayatımı arıyordu. Bu gerçeği aklımdan nasıl çıkarmıştım bilmiyorum ama şu an onun soğuk sesiyle adeta gerçeğe dönmüştüm. Dmitri kapıdan çıkıp kendini karlı ormana atana kadar kimse konuşmadı. Benim gözlerim Lena’yı bulduğunda ona sormadan edemedim.

“Ne oldu neden bu kadar öfkeli?” dedim. Lena’nın gözlerine bakarak. Niko hemen araya girdi.

“Sabah Alex ve Viktor iletişeme geçti. Bayan Koroleva ile görüşmelerine izin verilmemiş.” Dedi Niko benim gözlerime bakarak.

Tabi görüşemezler çünkü ben buradayım..

“Bayan Koroleva’yı görmüşler. Bir ordu korumanın ortasında dolaşıyormuş sürekli ama bizimkilerin yaklaşmasına izin verilmemiş.” Dedi son bir kere ağzına peynir atıp.

“Nasıl yani?” dedim şaşırarak.

“Onu nasıl görmüşler ki?” dedim kendimi tutamayarak. Bu sefer Lena konuşmaya başladı.

“Bayan koroleva’yı görmüşler aynı Ata ve ekibin otelde Dmitri’ye gösterdikleri fotoğraftaki gibi uzun karamel saçları varmış. Bizimkiler kıza yaklaşamamış tabi koruması çok fazlaymış ve Türk istihbaratı kızla görüşülmesine izin vermemiş, bizimkilerde şu an yolda geri dönüyorlar. Dmitri o yüzden biraz gergin, El-Aziz bağlantısını devreye sokmak zorunda kaldı.” dedi Lena bana uzun bir açıklama yaparak.

Kalbim onun anlattıklarıyla sıkıştı. Mert nasıl bir oyun oynamışsa şu an Türkiye’de kayıp olarak aranmıyordum. Belki bir umut kayıp olarak aranıyor olduğumu ve benim kaçırıldığımı anlarlar diye düşünmüştüm ama şimdi Lena’nın söyledikleri ile bu umutlarım bir baltayla kesilmiş oldu.

Mert bana benzeyen bir kız bulup onu benim yerime geçirmişti. Viktor ve Alex bu kadını görünce Bayan Koroleva olduğunu düşünmüş olmaları oldukça normaldi. Ben oradayken onların dediği kadar korumam yoktu. Mert’in benim yerime geçirdiği kızı korumak için küçük bir ordu kurmuşlardı anlaşılan. Kızla görüşmelerini engelleyen muhtemelen Mert’ten başkası değildi.

Şimdi ne olacaktı?

“Katre iyi misin? Yüzün bembeyaz oldu” dedi Lena endişe ile bana bakıp.

“İyi… iyiyim” dedim kelimeleri zor toplaştırıp. Türkiye’de kayıp olarak aranmıyordum. Burada olduğumu kimse bilmiyordu. Ne yapacaktım ben. Düşüncelerim içinde boğulurken Niko’nun sesini duymamla bakışlarımı ona çevirdim.

“El-Aziz bağlantısını zamanında öldürmeliydi” dedi Niko, Lena’ya bakarak.

“Evet ama Dmitri’yi biliyorsun asla kozlarını öldürmez hem o adamın Türkiye’de dokunulmazlığı var” Lena hazırladığı masayı toplamaya başladı.

“Kim bu El-Aziz” dedim Niko’nun Kerem ile benzer gözlerine bakarak.

Niko, ona soru sormamdan gayet hoşnut bir yüzle bana döndü.

“Türkiye yeraltı mafyasının liderinin üç oğlundan en küçüğü. Annesi; Katarlı zengin ve güçlü bir iş adamın kızı, bu oğulları tam piçin önde gideni ama öğrenmek istediğin bir şey varsa doğru adres o” dedi masadan kalkarken. Sözleri ondan beklemeyeceğim kadar sertti. Onlarda Aziz bağlantısını sevmiyordu ama şimdi ona muhtaç bir durumdaydılar.

Aziz benimle ilgili ne bulacaktı bilmiyorum. Önemli bir şey bulacağını sanmıyordum. Koroleva olmadan önceki hayatıma da onların dikkatini çekecek hiçbir şey yoktu bence. Derin bir nefes alıp duyduklarımı sindirmeye çalıştım. Lena çoktan masayı toplamıştı.

“Bizimkiler dört beş saate gelir Viktor’un sevdiği yemekleri yapacağım istediğin bir şey var mı Katre?”

Lena dolaptan yiyecekleri çıkarırken bir yandan da benimle konuşuyordu. Benimse aklım canı sıkkın bir şekilde dışarı kendini atan Dmitri’deydi.

“Hayır” dedim masadan kalkıp tezgahın üstündeki kahve makinasına gittim. Dmitri için sert bir kahve alıp bende ahşap kulübeden dışarı çıktım. Verandadan karlı bahçeye baktığımda onu, önünde duran koca kurduyla oynarken gördüm. Geniş sırtı ve uzun bacakları ile bana karlı ormandan daha iyi bir manzara sunuyordu. Elimdeki sıcak kupayla dikkatlice merdivenlerden indim. Benim sesime hemen Korsha ayaklarımın ucuna kadar geldi. Buz mavisi yaramaz gözleri yüzümde gezindi.

“Korsha ne tatlısın” dedim şen bir sesle. Buz mavisi gözlerini hızla kırpıp o da şen bir uluma ile bana cevap verdi. Dmitri benim Korsha ile konuşmama hiç arkasını dönmedi. Omuzları gerilmişti. Siyah tişörtünün altından bile belli oluyordu. Elimdeki sıcak kahveyle onun yanına gittim.

“Senin için” dedim sıcacık bir tonda. Yan profili yavaşça bana döndü. Sert çehresi yumuşak sesimle hızla kırıldı. Elimdeki sıcak kupaya uzandı.

“İçinde sadece kahve olduğuna emin misin?” dedi muzip bir sesle. İmalı sözlerinin ardından yanaklarım adeta alev topuna döndü geçen sefer onun içmeyeceğini düşünüp içine Meksika biberini doldurmuştum ve o kahveden koca bir yudum almıştı sonrası malumdu bana zorlu bir ceza kesmişti.

“Elbette” dedim sesim biraz mahcuptu. Kupayı ona uzatarak, “Çektirdiğin cezayı unutmadım.” dedim. Bana her şeyi üç kere yaptırdığı günlere atıf olarak. Sözlerimle Dmitri’nin gri gözleri dudaklarıma kaydı.

“Bende unutamadım.” Kalın sesi boğuktu. Gri gözleri bir elmas gibi parlarken kirli sakallı boynundaki ademelması yavaşça hareketlendi. Ne kastettiğini anladığımda kapalı dudaklarım hafifçe aralandı. Yanaklarımdaki ateş artarken yönümü karlı manzara çevirdim. Kalbimin gümbürtüsü onun duyacağı kadar şiddetliydi.

Ceza deyince ben başka bir şeyi kastetmiştim ama o ceza olarak beni öptüğü anı hatırlamıştı ve bana unutamadığını söylüyordu. Bedenim o anları hatırlayınca istemsizce titredim. Nefeslerim sıklaşırken Dmitri kupayı diğer eline alarak bana yaklaşınca yüzümü onun kirli sakallı çehresine çıkardım.

“Kucağıma gel üşüme” dedi. Kalbim hızla atarken bu teklif bacaklarımı dahi uyuşturmuştu. Zaten aramızda bir adımlık mesafe vardı. Ona gitmek isteyen bedenim kontrolsüzce göğsüne sokuldu. Dmitri sağ eliyle benim ince omuzlarımı sardı. Onun sıcaklığını hissedene kadar üşüyor olduğumu düşünmemiştim bile. Başım her zamanki yerdeydi. Onun sıcak ve sert göğsünde.

“Sana kollarım hep açık demiştim Katre” dedi göğsünden gelen kalın sesi benim içimdeki küçük kızı kucakladı. Babasının bir kere bile sarılmak istemediği küçük kızı artık o da biliyordu. Biliyordu ki bana kollarım sana hep açık Katre demişti.

“Ne olursa olsun hep sarılacak mısın bana?” dedim karlı manzara bakarak. Türkiye’de beni aradığını biliyordum. Bayan Koroleva’nın haftalardır yanında kalan kız olduğunu öğrendiğinde de böyle sarılacak mıydı peki?

Bölüm : 24.04.2025 15:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...