
Kader; beni kandırıp ona çekiyor, onun düşmanlarını bilerek bana gönderiyordu. Benimse bu oyunda tek yapabildiğim sadece yaşamaya çalışmaktı.
Mert, beni dün gece eve bırakmış ve dinlenmek için eve gitmişti. O gittiği zaman sokağın başındaki beyaz araba geliyor ve Mert’in gece yarım bıraktığı görevi onlar devralıyorlardı. Gündüzleri Mert oluyor geceleri ise adını bilmediğim iki adam oluyordu.
Dün o kadar yorulmuştum ki üstümdeki ıslak kıyafetleri çıkarıp yenisini dahi giymeden iç çamaşırlarımla yatağa girmiştim. Sabah gözlerimi açtığımda başım çatlayacak gibi ağrıyordu. Yağmur altında kalmak bana iyi gelmemişti. Islak uzun saçlarla uyumak bana hep bu sonu hazırlıyor ama bunu engellemek için de bir şey yapmıyordum.
Stüdyo dairemde hala yatağın içinde sebepsizce uzanıyordum. Saçlarımı taramadan yattığım için kabarmış iyice dalgalanmıştı. Evin içi sıcak olmasına rağmen biraz üşümeye başlamıştım. Sınav haftamda hasta olmak en istemediğim şeydi o yüzden, yatağın ucundaki siyah sabahlığı üstüme geçirip yataktan kalktım. Biraz hızlı hareket etmiş olmalıyım ki başım dönmüş, gözlerim kararmıştı. Elimi yatak başlığına yaslayıp biraz geçmesini bekledim. Dün, annemin ölüm yıldönümü olmasından dolayı iştahım pek yoktu ve yemek yememiştim.
Dengemi biraz sağlayınca yatak odamdan çıkıp, salonla birleşik olan küçük mutfağa gittim. Kendime hemen ıhlamur hazırlayıp o demlenene kadar ben de sıcak bir duş almaya karar verdim.
Üzerimde ki sabahlığı çıkartarak odama doğru ilerlerken gozlerim elbise dolabımın kapağında ki aynaya takıldı.
İzmir’e gönderildiğimden beri sürekli kilo veriyordum. Çok kısa bir kız değildim. 168 santim boyum vardı. Buraya geldiğimde elli beş kilo, hafif balık etli bir kızdım. Tartılmamıştım ama giydiğim pantolonların beli baya bollaşmış, mini ayva göbeğim kaybolmuştu. Zaten ince olan omuzlarım daha da incelmiş yanaklarım hafif çökmüştü. Uzun karamel saçlarım mandalinadan hallice göğüslerimi kapattığı için onlarla bir sorunum yoktu. Asıl sorunum alt bölgemdeydi. Bakışlarım basen ve kalçalarıma indiğinde oralardan bir gram bile vermemiş olduğumu görünce istemsizce gözlerim devrildi. Annem ve teyzemin de vücut yapıları ortalama böyleydi artık genetik kodlara yapabileceğim bir şey yoktu. Daha fazla çökmüş bedenime bakmak istemedim.
Kendimi sıcak suyun altına attığımda ise hayatı sorgulama dakikalarım başlıyordu. Hayatım, son altı aydır bu karmaşadaydı.
Her gece, Katre Koroleva olarak başımı yastığa koyuyor, gözlerimi Alara Çelik olarak açıyordum. Çift kişilikli yaşamımda gündüzleri olmalarını istedikleri Alara olup üniversiteye gidiyor, pek fazla konuşmuyor ve sosyal etkinliklere mümkün olduğunca katılmıyordum. Kendi isteğimle yaptığım nadir şeylerden birisi kütüphanede yarı zamanlı çalışmaktı.
Aslında çalışmamı gerektirecek kadar durumum kötü değildi. Kerem Koroleva, bana yüklü miktarda miras bırakmıştı ama onun parasını sadece eğitim ve oturduğum bu minik stüdyo dairenin kirasını vermek için kullanıyordum.
Buraya gönderildiğimden beri teyzemle görüşemiyordum. Türk hükümeti benim teyzemle yaşadığımı bilmiyordu. Kerem hayatıma girdiği günden beri teyzem hastanede yatıyordu ve hiç beraber görülmemiştik. Soy isimlerimiz de farklı olunca aramızda bir ilgi alaka bulamamışlardı. Sadece bir kere Kerem teyzemle tanışmak istemiş, beraber hastaneye gitmiştik. Teyzem ilaçlardan dolayı halsiz ve bitkin bir şekilde yatakta uzanıyordu. Bizi görünce başını biraz kaldırmak istemiş ama yapamamıştı. Sadece başını bize çevirmiş ikimize merakla bakmıştı. Teyzeme Kerem’den bahsetmiştim. Onun Rusya’da bir lojistik şirketi olduğunu ve Antalya’da bir şirket açacağını biliyordu. Bilmediği sadece Kerem’in babasının Rus olduğuydu. O gün bunu öğrenince Kerem’ e keder ve özlemle bakmış, çikolata kahvesi gözleri bir an hasretle geçmişe gitmişti.
Teyzemi son görüşüm Kerem’le evlenmeden bir gün öncesiydi. Sanırım sadece yanımda birinin olduğunu hissetmek istemiştim. O gün ağzındaki oksijen maskesinden anlaşılamayan cümleler mırıldanmıştı. Sürekli dediği, Gerçekler Katre canımı yakıyor gibi şeyler çıkmıştı. Odaya gelen Sevil Hemşire güçlü bir ağrı kesici aldığını ve ne dediğini bilmediğini söylemişti.
Onu, bu kirli ve karmaşık oyuna dahil etmek istemiyordum. Sadece ayda iki kere teyzemle ilgilenen Sevil hemşireye kütüphanede ki bilgisayardan bir mail atıyor onun durumunu soruyordum. Teyzeme iyi olduğumu ve en kısa sürede onu göreceğimi söylüyor, mesajı gönderip sonra da izlerimi yok ediyordum.
Kerem’i, hayatıma girdiği günden beri bir lojistik şirketinin sahibi olduğunu düşünmüştüm. Bana öyle söylemişti. Benim yanımda gayet neşeli, hayat dolu, düşünceli bir adamdı. 24 yaşındaydı ama bazen on yaşındaki bir oğlan çocuğuna dönüşüyordu. Hatta ona biraz fazla sataştığımda,
Katre rahat dur kızım bi ya koparacağım o dilini o zaman göreceksin, deyip gerçekten de dilime uzanacağı sıra bende onun parmağına uzanıp onu resmen ısırıyordum. Aramızda ki iletişim hep böyle olmuştu. O bana bir yoldaş, bir dost olmuş; bende onun yanında sadece ona şımaran küçük bir kız oluyordum.
Beni karanlık bir dehlizden çıkardığını düşünmüştüm. Ta ki Kerem evliliğimizin üçüncü günü bir suikasta kurban gidene kadar.
Sonrası tam bir kaostu. Türk hükümeti hemen devreye girip beni sorguya alana kadar Kerem’in Türkiye için, Rusya’da ajan olarak çalıştığını bilmiyordum.
Evli olduğumuzu öğrenmeleri onlara bir şok etkisi yaratmıştı. Çünkü Kerem Koroleva isminin resmi bir kayıtta izinsiz geçmesi onlar için sıkıntıydı. Asıl sorunsa Rusya’dan gelen heyetle başlamış onlarda, Koroleva’nın kendi adamı olduğunu, onlar için Türkiye ve içinde birçok ülkenin olduğu gizli ve kritik bilgileri onlara taşıdığını, ancak son göreviyle ilgili rapor vermediğini, Koroleva’ya ulaşamadıklarını söylemişlerdi.
Kerem Rusya’daki son görevinde her ne olduysa Ruslara rapor vermeden apar topar Türkiye’ye gelmiş soluğu benim arada bir garson olarak çalıştığım gece kulübünde almıştı. Türkiye’ye giriş yaptığından bizim hükümetinde haberi yoktu.
Kerem’in evli olması Rus hükümetini de bir hayli şaşırtmıştı. Onlar Rusya’da Kerem’in son görevi ile ilgili rapor beklerken ajanlarının Türkiye’de evlenmesi, bana şüpheyle yaklaşmalarına sebep oldu. Karısı olduğum için bazı bilgileri bana söyleyeceğini düşünüp, günlerce hem Türk hem de Rus hükümetince sorgulanmıştım. Onlara, sadece Kerem’in benden son kez istediği şeyi yapıp, Birbirimize aşık olup evlendiğimizi ve hiçbir şey bilmediğimi söyledim.
Kerem’in nasıl bir insan olduğunu sorgulamaya başladığım bir dönemdi. Yaptığı işleri benden gizlemesi, yanımda farklı bir kişiliğe bürünmesi, bana yalan söylemesi ona olan güvenimi sarsmıştı. O an neyin doğru neyin yanlış olduğunu çözememiştim ama ona ihanet etmekte istemiyordum.
Sonra da beni apar topar tanık koruma programına almışlardı. Yeni bir kimlik verip İzmir’e yerleştirmişler, peşime de sürekli koruma ve gözcüler takmışlardı. Rus hükümeti benim bir şey bilmediğimi anlayıp çoktan gitmişti ama Türk hükümeti hiç pes etmiyordu. Onlara Kerem’le ilgili bilgi vermedikçe peşimi bırakmayacaklardı.
Bir hayli uzun süren duştan sonunda çıkmıştım el ve ayak parmaklarım buruş buruş olmuş solgun cildim daha da beyazlamıştı. Bugün kütüphaneye gidecektim daha bir saat vaktim vardı. Hafta sonu olduğu için saat onda başlayıp, on sekize kadar kütüphanede çalışıyordum.
Bir yandan ıhlamurumu içip, bir yandan başımdaki havluyu çözdüm. Üzerime yumuşacık açık yaka, kalın gri bir kazak giyip altıma siyah boru paça bir kot giydim. Kazağı ince belimi saran hafif bol pantolonun içine tıkıştırıp en son kemerimi taktım.
Uzun karamel saçlarımı kurutmak tam yirmi dakikamı almış kollarım kopmuştu. Aslında saçlarım gereğinden fazla uzamıştı ama onlara kıyıp da kestiremiyordum. Annemim de saçları upuzun beline kadar inerdi. Saçlarım bana annemden yadigardı. Asla kestiremezdim.
Kütüphanede saçlarım çalışmaktan sürekli dağıldığı için onları tepemde sıkı bir atkuyruğu yapıp sonrada ördüm. Uzamış perçemlerimi de halledip aynada kendime baktığımda hazırdım. Sağ boynumla omzumun birleştiği yerde ki dövemem fazlasıyla dikkat çekiyordu.
Benim için anlamı büyük, hayatla nasıl mücadele ettiğimi hatırlatan, küçük sayılmayacak bir kurdun başını boynuma nakşettirmiştim. Boynumdaki dövmeye kim bakarsa baksın otomatik olarak omuzlarım dikleşir, çenem havaya kalkardı. Belki yersiz bir inanç ama ben tam anlamıyla ondan güç alıyordum.
Vücudumdaki her bir dövmemin bir anlamı vardı. Sol el bileğimin içinde nabzımın üzerinde ki boynu hafif bükük kırmızı lale, annemin adına ithafen yaptırdığım ve her nabız atışımda onu benimle hissettiğim, anlamı en kıymetli ilk dövmem.
İkinci yaptırdığım dövme, Kerem’in fikri olup bir çılgınlık yapmıştık. Soluğu hemen Antalya’da Kaleiçi tarafında bir dövmecide almıştık. Kerem’in bana yaptığı konuşma aklıma değil ama yüreğime yatmış kabul etmiştim.
Katre kalbinde değil belki ama vücudunda benden bir iz, bir hatıra kalsın istiyorum. İnsanların sana bakınca direkt göremeyeceği, sadece ikimizin bileceği bir hatıra. Biliyorum ben bencil herifin tekiyim.
Kerem sanki kendi sonunu biliyormuş gibi ondan bir hatıra taşımamı istemişti benden habersizce.
Bu teklife biraz şaşırmıştım ama beni ikna etmek bu kadar kolaydı işte. Bende ona, Bende bencil bir kızım Kerem. Sende herkesin göreceği ve direkt dikkat çekecek bir yerine benden bir hatıra olarak izimi taşıyacaksan kabul ederim tabi ki.
O gün ben, sağ kulağımın arkasına, saçlarımın bitişiğindeki ince çizgiye anlamını bana daha sonra söyleyeceği, bir kaç sayı ve harften oluşan minimalist bir dövme yaptırmıştım. Zaten benden başka kimse göremeyecekti. O yüzden benim için bir sorun olmamıştı.
Bana dövme yapılırken gözlerim pencerenin köşesinde, yıllanmış bir eskiz çalışmasında takılı kalmıştı. Gözlerinde kendimi gördüğün kurdu görür görmez onu yerinin boynum olması gerektiğine karar vermiştim. Dövmeciye bunu söylediğimde, pişman olursan sildirsen bile iz kalır bence başka yer düşün demişti. Ama Kerem, gözlerimin içine hayranlıkla bakıp beni çoktan desteklemişti. İkinci ve üçüncü dövmem aynı zamanda yaptırmıştım.
Sıra Kerem’e geldiğinde benim ona seçeceğim dövme için biraz gergindi. Onun sağ iç koluna, minik bir elbise giymiş, küçük bir kız çocuğu figürü yaptırtmıştım. Ayağının birini çapraz şekilde diğerinin üstüne getirmiş ayakucuyla sanki hafif yere basıyor, minik gözlerinin her ikisini de yukarı sol köşeye kaldırmış ve iki elini arkada birleştirmiş küçük tatlı bir kızdı. Sanki yeni yaramazlık yapmışta yakalamış masumluğu vardı yüzünde. Kerem seçtiğim dövmeyi görünce göğsünden şen bir kahkaha kopmuş, Başımın üstüne küçük prenses Demişti.
Anılar zihnimi hızla işgal ederken aynada bakışlarım buğulanmış, onunla geçirdiğim günleri özlemiştim. Kerem hayatımda çok kalmamıştı ama onun bendeki yeri çok fazlaydı. Beni neyin içine sürüklediğini bilmiyordum ama onun deniz gözlerini özlüyordum.
Daha fazla anılarıma dalarsam o derin kuyudan asla çıkamayacaktım.
Kendime hızlıca küçük bir sandviç yapıp, boş kahve termosumu çantama attım. Kaşe kabanımı giyerken evden hızlıca çıktım.
Soğuk hava çıkmak bana iyi gelmişti nedense soğuğu her zaman sevmiştim. Kütüphane evime on beş dakikalık yürüme mesafesindeydi. Spor ayakkabıda giydiğim için rahattım. Yol üstünde kahvelerini çok beğendiğim bir mekana girip sade sütsüz sert bir kahve doldurttum. Şimdi çalışmak için her şeyim hazırdı.
Saat tam on’u gösterdiğinde üç katlı kütüphaneye girmiştim bile. Ben ikinci kata bakan elemandım. Her kat için ayrı biri çalışıyordu. Hemen çantamı ve kabanımı çıkarıp bana ait olan dolaba yerleştirdim ve ikinci kata çıktım. Şu an çok kalabalık değildi. Tek tük üniversite öğrencileri vardı. Asıl yoğunluk öğleden sonra oluyordu. Köşedeki tekerlekli, üstü kitap dolu arabayı alıp rafların arasında dolaşmaya başladım. Kitapları sırası ile raflara yerleştiriyor sonrada tüm rafların tozunu alıyordum. Bilerek spor bir ayakkabı tercih etmiştim çünkü sürekli ayakta kalıyordum. Oturduğum nadir anlarda da yeni gelen kitapları kaydediyor sırası ile raflara hangi bölüme gidecekse oraya gönderiyordum. Bu yoğun iş benim karanlık geçmişime bir sünger çekiyordu. Düşünmek için zamanım olmuyordu.
İşimi yapmaya o kadar dalmıştım ki telefonuma gelen bildirim beni korkuttu. Bu hattı ve telefonu bana onlar vermişti. Dolayısıyla pek kimse bilmez, benimle iletişime geçmezdi.
Masanın üstüne koyduğum telefonu elime alıp gelen mesaja baktım. Mesaj Hakan’dandı. Üniversitede aynı bölümde okuyorduk ikimizin birlikte bir proje ödevi vardı. Bugün ödev için buluşmamız gerektiğine dair attığı mesaja gözlerimi devirdim. Biraz serseri birazda vurdumduymaz bir çocuktu. Bir ay önce hoca, proje ödevini verdiği zaman onunla yüz yüze konuşmayı denemiş ama bana hiç vakit ayırmamıştı. Ona dört kez mesaj atıp, hiç birine cevap alamayınca proje ödevine kendim başladım. Ödevi çoktan hocaya Alara Çelik tek öğrenici notuyla mail atmıştım bile. Ödevi teslimimiz yaklaşmıştı ve Hakan kıvranmaya yeni başlamıştı. Onu es geçip saate baktığımda aralıksız beş saattir çalıştığımı görünce şaşırdım. Küçük bir molaya çıkmayı hak etmiştim.
Kahvem ve küçük sandviçimi alıp bahçedeki üstü kapalı kamelyaya geldim. Hava sabah ki kadar soğuk değildi ama hafif bir şekilde yağmur başlamıştı. Kahvemi içerken burada hep yalnız olurdum. Diğer katlarda çalışan iki kız başlarda yanıma sıkça gelip, sürekli benimle ilgili soru soruyorlardı. Onlara Alara ile ilgili verebileceğim pek bir şey olmadığı için çoğu sorularına kısa ve net cevaplar vermem birini yıldırmış, diğerini ise hırslandırmıştı.
Sandviçimi de yiyip toprak kokusunu içime çekerken gözlerimi kapatıp arkama yasladım. Bir iki dakika sonra gözlerimi açtığımda, yolun karşısındaki beyaz arabada beni izlediklerini gördüm. O beyaz araba gündüz olduğu sürece Mert ortalıkta olmuyor, akşamında evimin karşısına geliyordu.
Hiçbir şey bilmediğimi ne zaman anlayacaklarını sabırsızca bekliyordum. Ömür boyu Alara Çelik olamazdım. Hayatımı bu şekilde sürdüremezdim.
Elim boynumdaki alyanslarda dolaşırken, Kerem Koroleva'yı düşündüm. İsmi resmi hiçbir kayıtta yoktu sadece nikah kıydığımız gün gerçekten var olmuştu. Teyzem için parayı sahte bir hesaptan sahte bir şirket adına transfer etmişti.
Kerem ve Katre, isimlerimiz ikinci bir kere yan yana gelmemişti. Ölümünden sonra her şeye yayın yasağı getirilmiş evli olduğu da gizlenmişti. Sonradan haberleri takip ettiğimde, o gün bir gencin sahilde, alacak verecek davası yüzünden kurşunladığı yazıyordu. İsimlerimiz hiç geçmiyordu, görüntüler bile yoktu.
“Merhaba…” Peşimi bırakmayan kütüphaneci kızın cırtlak sesini duymamla elimi alyanslardan çekip onları kazağımın içine gönderdim.
Oturduğum yerden ayaklanıp, bıkkın bakışlarımı ona çevirdim. İkinci katta çalışan çakma sarışın kızın yılmayan sinsi bakışları her zaman ki gibi bendeydi. Artık açıcıdan süpürge olmuş olan saçlarını tepesinde öyle sıkı toplamıştı ki siyah gözleri şakaklarına doğru çekilmişti. Hızla adımlayıp yanıma geldiğinde sinsi bakışları önce boynumdaki kurtta dolaştı. İstemsiz çenem havaya kalkmış omuzlarım dikleşmişti. Bu hareketimle, koyu siyah gözleri biraz kısıldı. Gözleri sonra kazağımın içine kattığım kolyeme kaydı.
“Bu yaşta evli değilsin herhalde? “ direkt konuya balıklama dalan çakma sarışının, bunu söylerken ince kaşlarını bayağı bir havaya kaldırmış, yüzüme benden cidden bir cevap bekliyormuş gibi bakıyordu.
Alyansları görmesi iyi olmamıştı ama umursayıp ona cevap verecekte değildim. Hafif çiseleyen yağmurda kısaca gözlerimi devirip yanından geçeceğim sıra, eliyle sol kolumu tuttu. Durmak zorunda kalan bedenimde, öfke yavaş yavaş uyanıyordu ve bu kız gerçekten belasını arıyordu.
Yeşil gözlerimi önce kolumu tutan eline sonrada onun sinsi suratına çevirdim. Bakışlarında hep aynı alaycılık vardı. Ama bu kez tek farkı, gözlerindeki gizleyemediği saf meraktı. Kolumu elinden bir hışım kurtarıp sakin bir şekilde konuşmaya çalıştım. “Neden bu kadar merak ediyorsun ki Sıla ? ” Gözlerindeki memnuniyetsiz ifade merakının açığa çıkmasındandı.
"Eğer bu yaşta evlendiysen ona sırılsıklam aşıksındır” Aşkı onun bulamayıp benim bulduğumu düşünmesi saçmaydı.
Siyah gözlerindeki katıksız kıskançlığı zor kapatmıştı. Aşk kelimesini söylerken bile ona hasret olan o cırtlak sesi onu ele veriyordu. Benimle daha fazla ne konuşabilir diye düşünürken bakışları olmayan düz karnıma indi. “Ya daa “ dedi zafer kazanmış bir sesle. Kelimenin sonundaki a harfini o kadar uzatmıştı ki içinde barındırdığı tek şey minik bir “bebekti”. Gerisini söylemesine gerek yoktu. Kerem’le kendimi öyle bir ilişkide düşünmek bile midemi bulandırmıştı.
Bu kızın ağzının ayarı gerçekten hiç yoktu. Ama olsundu Katre. Şimdiden sonra yapacaklarımı kesinlikle o kendisi istemişti.
Aramızdaki iki adımlık mesafeyi kapatıp, tek elimle süpürge sarısı saçlarına yapıştım. Bunu yapmamla nar çiçeği rengi rujun hakim olduğu dudaklarından cırtlak, pürüzlü bir çığlık yükseldi.
“Bana bak Sıla! Seninle uğraşmak istemiyorum ve nahoş imalarınla dalga geçeceğin bir kız değilim ben. Dikkatli olsan iyi edersin! ” Sert ve keskin sesim bahçede yankılandı.
Sıla’nın gözleri bende değil arkamdaydı. Beni sürekli gözetleyen adamları görmesiyle siyah gözleri korkuyla açıldı. Makyajlı yüzü solgun bir renk aldı. Onu bu kadar kokutmak yeterdi sanırım. Elimi sarışın olamaya çabalamış umutsuz saçlarından uzaklaştırdım. Bu hareketimle hemen benden iki adım uzaklaştı.
Kütüphanenin kapısına çıkan siyah saçlı arkadaşı, bizi görünce şaşırıp biraz duraksadı. Sıla, ona arkası dönük olduğu için o hala görmemişti. Anlam veremeyen çatılı kaşlarıyla ben ve arkamdaki iki adama bakıyordu.
“Sıla hadisene kızım! On beş dakikadır seni bekliyorum burada.” Diyerek sesini Sıla’ya duyurmak için bağırdı. Sıla kapıya çıkan siyah saçlı, adı Esme olan minyon arkadaşına adeta kaçarcasına çoktan yanımızdan uzaklaşmıştı.
Aptal kız, içeride arkadaşı onu beklediği halde burada benimle uğraşmak için kalmıştı. Muhtemelen alyansları görüp sinsi merakına engel olamamıştı.
Bu korku ona iki, üç ay yeterdi sanırım. Sonra yine hiçbir şey olmamış gibi uğraşacak başka bir şey bulurdu. Sıla gibi insanlar böyleydi işte onlara ne kadar hayır deseniz de bazıları sırf merakı için özel hayatınızı didik didik etmekten kaçınmazdı. Hele birde eksiğinizi bulmuşlarsa keyiflerine diyecek olmazdı.
“Alara Hanım iyi misiniz” dedi kaba sesiyle adamlardan biri. Yüzümü onlara çevirmemiştim. Onları görmek, duymak dahi istemiyordum.
Alara olmak bana hiç iyi gelmiyordu. Benden bir cevap almayınca gitmeyeceklerini bildiğim için derin bir nefes alıp onlara sadece başımı çevirdim. Benimle birlikte boynumdaki kurtta onlara çevrilmişti.
“Bir daha bana müdahale etmeyin, sizinle birlikte görülmek istemiyorum.” dedim. Sözlerim istemeden tıslarcasına çıkmıştı. Benimle konuşan adam; Kırklı yaşlarının başında, kilolu, tıknaz bir adamdı. Giydiği takım elbisenin kravatı boynunu biraz sıkmış, kızarık yanaklarında yağmur damlaları birikmişti. Suratının ortasındaki kalın, hafif beyazlamış bıyığı onu yaşından daha büyük gösteriyordu.
Yanındaki uzun boylu, siyah kirli sakalları olan adam, tıknaz adamla aşağı yukarı aynı yaşlardaydı ama o daha atletik bir vücuda sahipti. Siyah deri ceketinin altından geniş omuzları kaslarla çevriliydi. Spor yaptığı aşikardı. Yüzündeki tehditkar ifade onlara, Kerem hakkında ki gerçekleri, bilerek söylemediğimden kaynaklanıyordu.
“Onun” dedi. O da, benim gibi dişlerinin arasından konuşarak. Gözleri alyanslarıma gidip tekrar bana döndü. “Hakkındaki gerçekleri bize bir Türk vatandaşı olarak, siz söyleyin o zaman. Bize, Ruslara ne zamandır çalıştığını ve hangi bilgileri sızdırdığını söyleyin bizde sizin peşinizi bırakalım.” Kalın ve kaba sesi, siyah gözlerinden daha sertti.
“Cengiz..” Yanındaki tıknaz adamın uyarısı onu biraz durdurdu.
Mert’in görevi sadece beni korumaktı. Benim üzerime bu kadar gelip, beni zan altında bırakmıyordu ama bunlar, hayır özellikle bu adam, Cengiz her fırsatta beni sorguya çekmeye çalışıyordu.
İşte yine dönüp dolaşıp aynı yere geliyorduk. Kerem’in Rusya’da ne yaptığını ya da neler söylediğini gelip bana söylemiş olabileceğine inanmaları o kadar saçmaydı ki. Ben Keremin ne iş yaptığını, nasıl biri olduğunu bile o ölünce öğrenmiştim. Sorgulardan sonra çok düşünmüştüm. Aramızda geçen konuşmaları, beraber gittiğimiz yerleri ama ne kadar düşünürsem düşüneyim farklı bir şey bulamıyordum.
Benim yanımda ki Kerem’in, onların bana anlattıkları Kerem ile alakası bile yoktu.
İnsan bu kadar rol yapabilir miydi? Öyleydiyse bile beni bir amaç için mi kullanmıştı? İşte bu soruların cevabını asla bulamayacaktım. Ölmüş bir adamın arkasından herkes her şeyi söyleyebilirdi. Kime güveneceğim tam bir muammaydı ama yine de Kerem’e inanmaktan vazgeçmedim.
Kaşlarımı çatarak Cengiz’e baktım ,“Benim Türk vatandaşlığımı sorgulamak senin ne haddine?” Ben konuştukça boynumdaki kurtta benimle hareket ediyordu. Öfkeli yeşil gözlerim direkt karşımda ki uzun boylu adamdaydı.
“Gerekli bilgileri üstlerinle konuştum. Bir daha benimle iletişime geçmeyin.” Sözlerim, tıknaz kırmızı suratlı adamdan daha çok onun yanındaki düz, ifadesiz siyah bakışları olan bu adamaydı. Diğer gür bıyıklı adam biraz daha anlayışlı yaklaşıyordu ama bu, beni sürekli düşmanı gibi görüyordu.
Onların cevap vermesini beklemeden çiseleyen yağmurda örgülü saçımı arkaya atıp kütüphaneye doğru adımladım. Arkamdan kısa boylu olan adamın, “Alara Hanım …” diyerek bir şeyler gevelediğini duydum ama dönüp onlarla yeniden muhatap olmak istemedim.
Kütüphaneye girip bir üç saat daha çalıştıktan sonra nihayet eve gelmiştim. Ayağımdaki sporlar ne kadar rahatta olsa ayaklarım ağrımıştı. Gözlerim salonumda beni çağıran kırmızı köşe takımına gitti. Hemen sporlarmı çıkarıp koltuğa kendimi attım. Gerginlikten ağrıyan şakaklarıma biraz masaj yaptım ama hiçbir işe yaramadı. Sıkı bağladığım ve ucunu ördüğüm karamel saçlarımı çözüp onlara bağımsızlığını vererek belime dökülmelerine izin verdim.
Evim küçük olunca bayağı sıcak oluyordu bu yüzden yatak odama geçip elbise dolabından gece mavisi saten; altı kısa şort, üstü askılı bluz olan takımı giyip sabahlığı yatağın başlığına astım. Özgürlüğüne kavuşan saçlarımla baş ağrımın geçeceğini düşünmem benim hatamdı. Önlem almazsan inatçı bir migren atağı beni bekliyordu bu gece.
Mutfağa geçip güçlü bir ağrı kesici atıp, koca iki bardak su içtim. Tekrar kırmızı köşe takımına uzanıp, biraz yorgun yeşil gözlerimi dinlendirdim. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama baş ağrım biraz hafifleyince TV dan bir platform açıp dizi izlemeye koyuldum. Rusçamı geliştirmek ve kelimelerin nasıl telaffuz edildiğini duymak için dilini Rusça olarak ayarlıyordum. Yaklaşık iki saat TV başında geçirip beynimin çorba olmasına izin verdim. Bu dil sadece bana mı zor geliyordu anlamıyordum. Çoğu konuşulanları anlıyordum ama üniversite de bölümümdeki öğrencilerden biraz gerideydim.
Telefonuma gelen bildirimle televizyonu kapatıp yatak odama geçtim. Hakan’ın hala benden bir geri dönüş beklemesi şaşırtıcıydı. Pazartesi okula gittiğimde başıma üşüşeceğini biliyordum ama şu an tek ihtiyacım olan şey yumuşak bir yataktı. Başımı mor menekşe desenlerinin olduğu uyku setinin yastığına koyar koymaz mayışmam aldığım güçlü ağrı kesicidendi.
Gecenin hangi saatinde bilmiyorum ama karanlık, karlarla kaplı bir ormandaydım. Soğuk sanki içimde akan kanı bile dondurmuştu. Kışın bu kadar sert geçtiği bu yerde rüzgar salık saçlarımın arasından tenime bir bıçak gibi sızıyordu. Uçsuz bucaksız beyaz ormanda ince geceliğimle burada ne aradığımı anlayamamıştım. Vücudum istemsiz titrerken buz gibi ellerimi kollarıma sürttüm. Çıplak ayaklarım soğuk beyazın içinde uyuşmaya başlamıştı. İleride ormanın sığ olduğu yerde, ayın beyaz ışığında bir kurt bana bakıyor adım adım yaklaşıyordu. Karlarla kaplı zeminde geri geri gidecekken kulağıma önce çakmağın çıkardığı o küçük ses geldi. Ateşin bir kağıtla buluşup kısıkça tutuşmasıyla yalnız olduğum beyaz ormana bakındım. Burnuma gelen yoğun sigara kokusu ise beni bu Beyaz Gece’den, gerçekliğe yavaş yavaş çekiyordu.
Gözlerimi hafif loş olan yatak odamda açtığımda, pencereye doğru yan dönmüş, yatakta cenin pozisyonu almıştım. Üzerimdeki yorgan tamamen açılmış çıplak bacaklarım üşümüştü.
Rüzgarla perdem havalanınca penceremin açık olduğunu anladım ve panik damarlarıma bir zehir gibi sızdı. Sigaranın dumanını şimdi daha yoğun solumak, yattığım bu soğuk yatakta kanımın çekilmesine neden oldu.
Yataktan hızlıca başımı kaldırıp ayakucuma baktığımda, berjerde rahat bir şekilde oturup sigara içen siyah bir gölge vardı. Oturduğu berjerimin önündeki küçük sehpaya büyük postallarını çaprazlamasına koymuş rahatça sigarasını içiyordu. O an kalbimin atışı durmuş, nefesim ciğerlerimde tutsak kalmıştı.
Çığlığım ağzımdan kaçacakken solumda iri yapılı bir gölge hareketlenerek yüzüme yaklaştı. Soğuk deri eldivenleri olan adam, çığlığımı dudaklarımdan daha çıkmadan onları avucuna hapsetti. Üzerime tüm ağırlığını vererek beni hareketsiz bıraktı. Gözlerim onun açık renk sakallı yüzünü arşınlarken yüreğim korkuyla kasildi. Bataklık yeşili gözleri, omuzlarına gelen açık renk saçları vardı. Burnu defalarca kırılmış gibi eğri olan bu adam, dizleriyle bacaklarıma bastırıp, beni yatağa sabitledi.
Ağzımdan boğuk bir ses daha çıkmıştı. Boşta kalan ellerimle onu göğsünden itmeyi denedim ama hareket dahi etmediğini anladığımda yüzüne vurmaya, onu çizmeye başladım. Adam, bu hareketimle kabaca anlayamadığım bir şeyler homurdandı. Diğer eldivenli eliyle ince bileklerimi kolayca yakalayıp başımın üstünden yatağa bastırdı. Ben daha fazla debelenip boğuk sesler çıkarmaya başlayınca, arkada rahat bir şekilde sigara içen adam ayaklanıp bize doğru gelmeye başladı.
Ay ışığı arkadan geldiği için yüzü hala biraz karanlıkta kalıyordu. Sigarasını yatağın yanındaki küçük komodinin üstünde söndürmek için uzattığında sağ elinin üstünden başlayıp bileğine kadar giden yılan dövmesi görüş açıma girdi.
Söndürdüğü izmariti giydiği siyah takımının iç kısmına attı. Asker tıraşlı saçları bir diken gibi kalkıktı. Yüzünü bana eğdiği sıra kapıda bir hareketlilik oldu. Kirpi saçlı adam, başını kaldırıp yatak odamın kapısına bakarken çelik mavisi gözleri buz gibiydi. Evimde hala ne aradığını bilmediğim bu iki adam muhtemelen soygun için gelmişti.
Hayır, üç kişiydiler. Yatak odamın kapısında biri daha vardı. Onu tam olarak göremesem de yere sertçe bastığı botlardan anlamıştım. Toplam kaç kişiydiler bilmiyorum ama şuan üç haydut odamda bana saldırıyordu. Yatarken yastığın altına koyduğum telefon aklıma gelince bileklerimi adamın deri eldivenlerin içinde çekiştirmeye başladım. Odanın kapısındaki adam, içerideki iki adama doğru biraz yaklaştı.
“Mert govorit nam potoropit’sya”
Mert acele etmemizi söylüyor. Hızlı ve Rusça verdiği emir beni şok etmiş, debelendiğim yatakta donup kalmamı sağlamıştı. Bu adamlar evime giren normal hırsızlardan değildi. Soygun için değilse evimde ne işleri vardı?
Mert’in bu adamlarla olan ilgisini anlayamamıştım. Korumamın tüm bunlardan haberinin olması imkansızdı. Daha dün, Benim yanımda korkmanıza gerek yok, diyen yakın korumamın bana ve Türk hükümetine ihanet edeceğini hiç düşünmemiştim.
Onun açık kahve gözlerinde gördüğüm samimiyet benim yeşil gözlerimde yavaşça yerini öfkeye bıraktı. Onun yardımı olmadan bana kimse ulaşamazdı.
Üzerimdeki adamın yüzü robottan farksızdı. Burnundan sertçe verdiği derin ve pis solukları saçlarımın üzerine geliyordu. Ağır bir adamdı. Dizlerimin üstüne bastırdığı bedeni canımı acıtıyordu. Boğazımdan acıyla karışık kısık bir inilti daha çıktı. Başımın üstündeki bileklerimi sanki az sıkıyormuş gibi daha fazla elinin içine hapsetti. Onlara koktuğumu göstermek istemiyordum ama yeşil gözlerimin çevreleyen kirpiklerimin titreşmesi bana hiç yardımcı olmuyordu.
“Bayan Koroleva “ dedi Rus aksanlı sesin sahibi, bu elinin üstünde yılan dövmesi olan adamdı. İğrenç sesi de onun gibi tıslarcasına çıkmıştı. Onu görebildiğim kadarıyla bakışları direkt boynumda asılı olan alyanslardaydı. İstediklerinin Kerem hakkında bilgi olduğunu anlamam benim korkuyla titrememe neden oldu.
Çünkü ben gerçek Kerem’i tanımıyordum.
“Gde chip kotoryy vash muzh kupil u nas?” Kocanın bizden aldığı çip nerede?
Yüzüme yaklaşarak konuştuğu kaba ve sert kelimelerin birazını anlamıştım ama onun çelik mavisi buz gibi gözlerine oldukça bomboş bakabilmeyi başarmıştım.
Artık Kerem’le ilgili sorularda yüzümü ifadesiz tutmayı öğrenmiştim. Ölümünden sonra günlerdir hiçbir şey bilmememe rağmen sorgulanmamın bana tek kattığı şey, Kerem ismi geçince artık gözlerimdeki bomboş bakışlardı.
Kirli sakallı yüzünü üstümde ki iri adama çevirip,
“İgor uberi ruku” İgor elini çek. Emriyle adının İgor olduğunu öğrendiğim açık kumral saçlı adam elini ağzımdan çekti ama bileklerimi hala başımın üstünde sıkıca tutmaya devam etti.
Dudaklarımın üstünden çekilen baskıyla ağzımdan derin nefes alıp, “Kimsiniz siz? Ne istiyorsunuz?” diye bağırmam bir oldu. Bağrışımla birlikte adam, yılan dövmesinin olduğu eliyle çenemi sertçe tutup kendine çevirdi. Çelik mavisi gözleri önce yüzüme, sonrada boynumdan aşağı doğru kaydı.
Baktığı yer direkt askılı gece mavisi geceliğimden hafif belli olan göğüslerimdeydi. Bu hareketi midemdeki tüm sıvının yukarı doğru hareketlenmesine neden oldu.
Bunlar, beni usulünce sorgulayan Rus hükümetinden daha farklı ve tehlikelilerdi. Gecenin bir yarısı evime gizlice girip, üzerime çullanmalarını kendilerinde hak görüyorlardı.
Hem demişti o? çip mi?
“Pogovori so mnoy” Konuş benimle.
Sıkılı dişlerinin arasında tıslarcasına söylediği kelimeleri anlamıştım ama bu sapık adamın bana daha fazla yaklaşmasını istemeyerek sıkılı çenemi ondan çevirerek, ona cevap verdim.
“Sizi anlamıyorum.”
Kapının girişindeki adam yere sertçe basarak bize doğru gelmiş, çenemi tutan adamın omzundan onu sertçe asılarak kendine çevirmişti. Çenemi sıktığı yer acımış onun baskısından kurtulunca bile sızlamaya devam etmişti.
“Mikhail devochka ne znayet nash yazyk” Mikhail kız dilimizi bilmiyor”
Mikhail denen sapık adamla sert bir şekilde Rusça konuşan adam; Kahve dalgalı saçlı, kirli sakallı, Mikhail’den birkaç santim daha uzundu. Mikhail’in bu sözlere elleri yumruk olmuş, nefesini sinirle solumuştu.
“Potoropites’ Sergei , boss zhdet” Acelet et Sergei patron bekliyor.
Mikhail başını çevirip bana ve açıkta kalan göğsüme tekrar bakıp, odadan hızlı adımlarla mutfağa geçti. Onun sertçe çekmeceleri ve dolapları aramaya başladığını duyuyordum.
Adının Sergei olduğunu öğrendiğim adam, bir adımla yatağa yaklaştığında bakışları yastığımda dağılmış uzun, karamel saçlarıma değdi. Sert çenesini biraz yukarı kaldırdı. Çikolata kahvesi gözlerinde geçen ifadeyi anlayamamıştım. Hemen kendini toparladı.
“Sakin bir şekilde sorularımıza cevap vermeyi kabul edersen İgor’u üstünden alırım.” Gözlerim üzerimde saçları ıslak bir köpek gibi kokan İgor’a gitti. Daha fazla bu adamın ağırlığını taşıyamayacağımı düşündüğüm için “Tamam” diyen telaşlı sesim hızlıca çıkmıştı. Kısa bir baş hareketiyle verdiği emir İgor’un sonunda uyuşmuş bileklerimi bırakıp üstümden kalkmasını sağladı. Ayaktayken daha iri görünen adam içlerinde en ürkütücü olandı.
“ Podozhdi v mashine” Arabada bekle. Kusursuz ve sert çıkan emir, onu burada hemen çıkmasına yetmişti.
Üzerimdeki adam gidince hızlıca yatak başlığındaki sabahlığımı alıp, üstüme hemen geçirdim. Kendimi yatak başlığına sabitleyerek Sergei’ye bakmaya başladım. Pencere hala açık içerisi fazla soğuktu. Bu da benim istemsizce titrememe neden oldu.
Sergei, ellerini siyah pantolonun ceplerine sokup bir müddet korkudan beyazlamış yüzüme ve dağılmış uzun saçlarıma baktı. Gözleri sadece boynumdaki kurt dövmesine kaymış daha aşağılara değmemişti bile.
Ellerimi göğüslerimin altında birleştirip omuzlarımı dikleştirdim. Bana biraz daha yaklaşınca başımı onun, hafif bronzlaşan sakallı yüzünü görmek için yukarı doğru kaldırdım. Gözlerine baktığımda sanki tanıdığı birini görmenin özlemini gideriyordu ama onu daha önce görmediğimden emindim.
“Katre Koroleva bizim kim olduğumuzu biliyor musun?” söylediği biraz aksanlı ama anlaşılır Türkçesi zihnimde dolandı.
Rus hükümetinden olamazlardı. Onlar evime böyle usulsüz bir biçimde girip beni sorgulamaya cesaret edemezlerdi. Başımı iki yanıma salladım. Tam bu arada mutfaktan bir camın yere düşüp parçalanma sesi gelmişti. Mikhail döke saça ne arıyordu bilmiyorum ama sinirle homurdanıp ettiği Rusça küfürler kulağıma kadar geliyordu.
“Tahmin ettiğin gibi Rus hükümetinden değiliz Katre. Ölen kocanın, Rusya’nın en büyük bratvası olan, Anton Orlov’dan çaldığı çipi senden geri almaya geldik.”
Söylediği her kelimede şaşkınlığım biraz da artmıştı. Kerem’in peşine bir de Rus mafyası eklenmişti. Şimdiye kadar ki sorgularda çipin ç sinden söz edilmezken birden nerden çıkmıştı bu bilgi anlam veremedim. Kaşlarım çatılmış bir şekilde Sergei’nin kahve gözlerine baktım. Çip konusunda gayet emin bir duruşu vardı.
“ Ne… Ne çipinden bahsediyorsunuz siz?” Şaşkın bir nefes verdim. Göğsümde birleştirdiğim ellerim yumruk olmuştu.
“Bahsettiğiniz çipten haberim yok. Hem Kerem’in sizden bir şey çaldığını da düşünmüyorum.” Kerem’in arkasında durmam gereken bir yerde miydim bilmiyorum ama çipin varlığına inanmıyordum. Öyle olsaydı zaten Rus hükümetinden gelen adamlar bunu daha o zaman söylerlerdi. Onlar, Kerem’in Rusya’da tamamlayamadığı görevi ve kendileri hakkında Türkiye’ye ne kadar bilgi sızdığını anlamaya çalışıyorlardı.
Bizim hükümetinde haberinin olduğunu sanmıyordum. Onlar da aynı şekilde gizli bilgilerinin ne kadarı sızmıştı onun peşindeydiler. Bu çiple olan bilgi yeni çıkmış gibiydi ama kimsesin bilmediği bu çipi almak için kilometrelerce uzaktan benim evime gelmeleri de saçmalıktı.
“Bize zorluk çıkarmayacağını düşünmüştüm Bayan Koroleva.” Gür kaşlarını çatıp devam etti.
“Kerem Koroleva ölmeden önce, hayattaki en sevdiği ve değer verdiği, kısaca karısı olarak çipi sana vereceğinden şüphemiz yok.” Siyah pantolonun cebinden elinin birini çıkarıp, yatağımın başlığına dayadı. Öne doğru eğilip yüzünü benim ona kaldırmış, anlattıklarıyla şaşkın yüzüme doğru yaklaştırdı.
“Çip yok bende.” Derin bir nefes aldım. “Çipi hiç görmedim. Şimdiye kadar duymadım bile.” Sergei gözlerime, siyah kirpiklerini hiç kırpmadan dümdüz bakmaya devam etti. Anlamakta zorluk çekiyor, çipin bende olmadığına ikna olmuyordu.
Mikhail hızlıca bulunduğumuz odaya geldi. Sergei’nin bana bakan düz ifadesi ve benim karmakarışık suratım Mikhail’e çevrildi. Bize kısa bir bakış atıp elbise dolabımın içindeki kıyafetleri yere saçmaya başlamıştı.
“Heyy… Ne yaptığını sanıyorsun sen.” Beni umursamayıp alttaki çekmeceleri açmaya geçmişti bile
“Dursana sana diyorum eşyalarıma dokunma” yataktan hareketlenip kalkacağım zaman Sergei omuzlarımdan beni tutup kendisine çevirmiş, işlerine karışmamam için beni koyu kahve bakışlarıyla uyarmıştı.
“Sakin ol, onu bize verirsen ya da nerede olduğunu söylersen” biraz duraksayıp devam etti. “Bizi bir daha görmek zorunda kalmazsın.” Pürüzlü ve sakin çıkan sesi netti. Aradıkları çipi almadan gitmeyeceklerdi ama sorun şuydu ki ısrarla bende olduğunu düşündükleri çip bende değildi.
Omuzlarımı sertçe silkeleyip ellerini üzerimden uzaklaştırdım. “Sizin lanet çipiniz hakkında hiçbir şey bilmiyorum.” Sesim titremekten uzak, öfke doluydu. “Çip Kerem’deyse bile şu an nerede olabileceği hakkında bir bilgim yok. Evimden hemen defolun.” Elimle, ikisini de açık olan pencereyi gösterdim. Daha önce duymadığım çip hakkında zorla sorgulanmaktan sinirlerim bozulmuş ve fena patlamıştım.
Karamel saçlarım öfkeden dağılmış, pencereyi gösteren elimse hafif titremişti. Konuşmamın ardından odada derin bir sessizlik oluştu. Mikhail arkamda eşyalarımı karıştırmayı kesmiş, sinirle çıkan nefesleri gittikçe hızlanıyordu. Sergei kaşlarını çatıp yüzüme kısa bir an bakıp sonra da kahve bakışlarını arkamda bir noktaya endişeyle çevirdi.
Bende kafamı çevireceğim sıra oturduğum yatak hafifçe arkama doğru çökmüş, Mikhail iri eliyle uzun ve dağınık saçlarımı aşağı asılmıştı. Boynum arkaya bükülüp gözlerim kendi yatak odamın tavanına döndü. Saçlarımı asılmasıyla ağzımdan keskin bir çığlık serbest kalmış saç diplerim acımıştı ama acıyan tek yerim saçlarım değildi. Boynumun soluna saplanan iğnenin yeri daha fazla acımıştı.
Adamlar beni öldürecekti. Sesim iğnenin derimden çıkmasıyla kesildi ve içine zerk edilen soğuk sıvı bedenimi uyuşturdu.
Mikhail’in soğuk nefesi sol omzuma vuruyor, saçlarım ise hala iri elinin arasında, onları bırakmıyordu.
“Ty pustaya trata vremeni, drogaya” Sen zaman kaybısın tatlım.
Soğuk nefesiyle söylediği sözlerden sadece tatlım kelimesini anlamış, midem bulanmıştı. Vücudum gevşeyerek sırtım Mikhail’in göğsüne doğru gideceği sıra, Sergei beni kollarımdan tutup başımı kendi göğsüne dayadı. Gözlerim kararmaya başlamış vücudumdan tüm his çekilmişti sanki.
“Ya sobiralsya zastavit’ yego gorovit’.” Onu konuşturacaktım.
Sergei’nin beni konuşturacak olmasına inancı, çıkan kararlı sesi kadar kesindi.
“Zvonil boss i khochet, chtoby snim byla eta devushka. My idem domoy.” Patron aradı ve bu kızı yanında istiyor. Eve gidiyoruz.
Algım kapanmadan önce son duyduğum kelimeler, Mikhail’in gururla eve gidiyoruz diye çıkan kalın sesiydi. Beynim ilacın etkisiyle tamamen uyuşmuş, vücudum uzay boşluğunda sallanıyordu. Karanlık ve huzursuz bir uykunun kollarına zorla çekilmiştim.
Aynı geçmişi tekrar tekrar yaşamak benim lanetlenmiş kaderimdendi. Geçmişte kısa bir zaman kaldığım evde babam ve Senem Hanımla geçirdiğim geceler böyleydi. Şimdi çekildiğim karanlık ve huzursuz uykunun kolları da aynı zehri barındırıyordu.
Evet… İkinci bölümün sonundayız nasıl gidiyor ?
Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı unutmayınız
Haftaya Cuma görüşmek üzere
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.3k Okunma |
2.83k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |