7. Bölüm

5. BÖLÜM Girdap

Zehra Sezgin
valekizi

Geçmiş; beni asla bırakmayan zehirli bir yılan gibi, karmaşık hayatıma sarmaldı. Kurtuldum dediğim her an dişleri daha derine batırıyor ve zehri beni yavaşça esir alıyordu.

 

Korkuyordum. Yine sil baştan o soğuk depoya hapsedilmekten ve onun bana yapacaklarından korkuyordum. Vladimir’in tükenmek bilmeyen hırsı yüzünden bilmediğim bir çipin gazabına uğramıştım. O, babasının yerini almak isteyen gözü aç bir sırtlandı. Vladimir, önüne hangi engel çıkarsa çıksın onu yakıp yok edecek türden bir adamdı. O Kendi cehenneminin sahibiyken, ben ki bir su damlası onun ateşinde kaybolup giderdim. Tekrar o karanlık ve soğuk depoya dönemezdim.

Dmitri’nin kulübesinde mutfakta bir köşeye sinmiş, dizlerim titrerken hayatımın bir sonraki evresini düşünüyordum. Eğer gelen Vladimir ve adamlarıysa, Lena onlarla tek başına baş edemezdi değil mi benimde bir şeyler yapmam lazımdı. Etrafı tarayan yeşil gözlerim panikle işe yarar bir silah bulmaya çalışıyordu. Titreyen parmaklarımla çekmeceleri açmaya başladım. Bu arada Lena’nın ince ama sert sesi kulaklarıma ulaştı.

“Kto ty?” kimsin?

Karşıdan gelen sesi tam duyamamıştım ama bir erkeğe ait olamayacak kadar ince bir sesti. Vladimir ihtimali böylece ortadan kalkarken rahat bir nefes alan vücudumu tezgahtan uzaklaştırıp bende geniş hole çıktım. Lena ahşap kapının önünde bir elinde silahla gergin bir şekilde bekliyordu. Onunla aramızda epey bir mesafe vardı. Ahşap kapıyı tek hamlede açan Lena; içeriye soğukla birlikte genç sarışın bir kızı almıştı. Upuzun sapsarı saçları olan kadın, holde bir iki adım atıp Lena’ya gülümseyen bir yüzle bakmaya başladı. Buz mavisi gözleri beni fark edince, sarışın kızın kırmızı rujlu dudakları yüzünde dondu. Gözleri hızla üzerimde dolaşmış anında ince kumral kaşları çatılmıştı.

“Kto eto?” bu kim?

Yeşil gözlerimin içine bakarak sorduğu bu soru bana değil Lena’ya idi. İnce uzun vücuduyla geniş holde oldukça rahat duruyordu. Gözlerimi onun üzerinde çekip Lena’ya çevirdim. Beni, o sarışın kıza nasıl tanıtacağını bende merak etmiştim. Lena hemen yanıma gelerek; düz, uzun sarı saçları olan kıza döndü,

“Sadece bir misafir” dedi sesinde gizlediği hafif gerginliği hissetmiştim.

“Tanıştırayım bu sevimli kız Katre” Beni sevimli kız diye tanıştırması oldukça tuhaftı çünkü şu an sevimli ve şirin hallerimden çok uzaktım. Lena elini karşımdaki siyah şişme montunun içinde bile oldukça zayıf ve hoş duran vücudun sahibine çevirdi.

“Arkadaşım Viktoria.” Dedi Lena. Aramızda uzun sayılabilecek bir sessizlik oldu.

Sanırım tanıştığımıza pek memnun değildik.

Bu kız Lena gibi değildi. Daha ilk dakikadan masmavi gözleri bana üstten bakmaya başlamıştı, üzerimdeki tişörtte gezinen mavi gözleri biraz kısılmış küçük çenesi gerilmişti.

Siyah şişme montunu yavaşça çıkarıp hemen yanındaki vestiyere astı. Altında uzun ve biçimli bacaklarını saran siyah deri bir tayt vardı. Üzerinde ise siyah derin v yaka dekoltesi olan bir bluz giymişti. Göğüsleri derin v yakasından fırlayacak gibi duruyordu. Uzun ince parmakları kırmızı ojenin süslediği uzun tırnakları ile son buluyordu. Ben onu kısaca incelerken onun gözleri de bendeydi.

Buz mavisi gözleri, üzerimdeki kıyafetlerden bir türlü gitmiyordu. Mavilerinde gördüğüm çatlakları neye yoracağımı bilemedim. Yavaş adımlarla bize doğru yaklaşan bedeni hafifçe kaslarla çevriliydi. Spor yaptığı belli olan biçimli bedeni bize yaklaştıkça, Lena’nın gerginliği giderek artıyordu. Neden gerilmişti ki

“Buralarda pek misafir olmaz” dedi ince sesinde çıkan ağır aksanlı Türkçe şu an ağlıyordu. Diğerleri kadar iyi konuşamıyordu. Bu sarışın afetin, onlarla Türkiye’ye göreve gitmediğini düşünüyordum. Bakışları siyah tişörtümden yukarı çıkınca boynumdaki kurt dövmeme takıldı. İnce kaşları biraz daha çatılmıştı. Mavi gözlerinde geçen kıskanç tohumları anlamlandıramadım. İstemsiz omuzlarım dikleşip, çenem otomatikman yukarı kalkmıştı. Onunla sözsüz başlayan bir meydan okumamız oluştu. Lena, aramızdaki bu negatifliği sezmiş minyon bedeni kasılmıştı.

“İlginç bir dövme seçimi.” Dedi kısıkça. Sesindeki bariz kıskançlığı gizleyemedi. Kendini kamufle etmekte geç kalmıştı. Buz mavisi gözleri bir an olsun üzerimden ayrılmıyordu. Lena duruma el koymak için hareketlendi ama sözlerimle çabası yarım kaldı.

“Beni yansıtıyor” dedim baskın bir sesle. “Her hücreme kadar ona aitim.” Dedim kollarımı önümde birleştirerek. Ona derken dövmemi kastetmiştim ama Viktoria ne anladıysa gözlerinde anlayamadığım bir ateş yandı. Kumral kaşları hızla çatıldı. Yutkunamadı. Bana bir şeyler söylemek üzereyken Lena sonunda aramıza girebildi.

“Viktoria, sen neden gelmiştin? Dmitri evde değil.” Lena’nın yaptığı açıklamadan onun Dmitri’yi görmeye geldiğini anladım. Açık mavi, ateş gibi yanan gözleri sonunda üzerimden ayrılıp Lena’ya döndü.

“Evet biliyorum ona ulaşamadım” dedi ince sesiyle.“ O yüzden geldim. Volkov’u merak ettim.” Bizi beklemeden arkasını dönüp salona doğru adımladı. Her zaman bu eve gelen kız rahatlığı vardı üstünde. İnce belinde gördüğüm silah, düşüncelerimden hızla çıkıp Lena’ya dönmemi sağladı. Minyon yüzü ciddi bir hal almıştı.

“Siz polis misiniz?” dedim ona yaklaşıp fısıltıyla. Lena başını hızla iki yanına salladı.

“O zaman askersiniz değilse neden herkes silah taşıyor.” Kaşlarımı çatarak sorduğum soruya, ondan ısrarla bir cevap beklediğimi gören Lena, beni mutfağa doğru çekti. Salonda rahatça bacaklarını üst üste atan Viktoria’yı kontrol edip, minyon yüzünü bana çevirdiğinde mavimsi yeşil gözleri kararsızlıkla gölgelendi.

“Bak sormak istediklerinin farkındayım ama Dmitri bir şey söylemeden ben bir şey konuşamam.” Kısık sesindeki saklamak istedikleri pek iyiye işaret değildi. Ellerini benim bileklerimdeki kabuk bağlamış yaralara getirmek isteyince onları göğsümde birleştirdim. Bu hareketime hiç alınmamıştı. Aksine bana, beni anlayan iri gözleriyle baktı.

“Sana ne yaptılar bilmiyorum Katre, yaşadıklarından dolayı tedirgin olduğunun da farkındayım ama biz kötü değiliz sadece bunu bilmen yeterli.” Anlayışlı sakin sesi içimdeki şüpheyi silmemişti ama bana başka bir şey söylemeyeceği de kesindi.

“İçerideki sarışın kız Dmitri’nin sevgilisi mi?” dedim aniden. Bunu sormayı planlamamıştım. Ağzımdan kelimeler çıktığı anda pişman olmuştum ama çok geç kalmıştım.

Lena ‘da benden böyle bir soru beklememişti anlaşılan, minyon yüzü şaşkın bir hal aldı. Elini ensesindeki kısacık kahve saçlarında gezdirip iri gözlerini benden kaçırdı. Tam dudaklarımı oynatıp beni ilgilendirmediğini söyleyecektim ki Viktoria’nın ince sesi bunu engelledi.

“Lena seninle konuşmam gereken özel bir konu var.” Bozuk aksanıyla kurduğu cümle bana bir göndermeydi. Özel derken ki tonlamayı doğru yerde yapmıştı. Onları yalnız bırakmamı istiyordu. Canı sıkılan bedenim tam tersini yapmak istiyordu ama uzun zamandır duşa girmediğim aklıma gelince bu planımdan vazgeçtim. Hazır evde Dmitri ve adamları yokken banyo yapmak istiyordum. Buradan ne zaman gideceğim belli değilken bu şekilde duramazdım.

Lena’nın bana cevap vermesine fırsat vermeden göğsümdeki ellerim çözdüm.

“Zaten ben de yorgunum gidip uzanacağım.” Dedim sesimdeki yorgunluğu o da sezmişti. Bana anlayışla gülümseyip, iri mavimsi gözlerini kapatıp açmıştı. Aynı kökenden değildik ama bu her dilde sessiz bir teşekkürü ifade ediyordu.

Mutfaktan ikimizde aynı anda geniş hole çıktık. Lena, o kızın olduğu oturma alanına giderken bende son kez Viktoria’ya baktım. Karlı camın önündeki geniş bej koltukta rahatça oturmuş, uzun topuklu botunun ucunu sabırsızca sallıyordu. İnce kolunu koltuğun üstüne doğru uzatmış, sinsi açık mavi gözleri Lena’yı es geçip direkt benim yüzümde durdu. Kırmızı rujlu dudağının bir köşesi hafifçe yukarı doğru kıvrıldı.

Bu kızla gerçekten yıldızlarımız hiç tutmamıştı. Daha ilk baştan insanları yargılamak istemiyordum ama Viktoria gerçekten sabrımın sınırlarında geziniyordu. Ona karşı ekstra temkinli durmak zorunda olduğumu hissediyordum. Ona, yeşil gözlerimi kısaca devirip merdivenlere yöneldim.

Aşağı katta üç oda daha vardı. Bu dağ başında haberleşmek için illa ki teknolojik bir aletlerinin olması gerekiyordu. Eğer onlardan birine ulaşırsam buradan çıkmadan da yardım isteyebilir yardım ekibinin bana gelmesini bekleyebilirdim ama onlar buradayken hele de zaten benden şüpheleniyorlarken bunu yapamazdım. Bunun için biraz daha beklemem gerekiyordu sanırım.

Merdivenleri hızlıca çıkıp onun odasının önüne geldim. Aslında bu odaya girmek istemiyordum ama duş alıp temizlenmem gerekiyordu. Aklım başımda değilken bu odada tahminen bir gece kalmıştım ama şu an kendimdeyken burada nasıl kalırdım bilmiyorum. Hele de aşağıda Dmitri’nin sevgilisi olup olmadığını bilmediğim bir kadın varken.

Aslında Viktoria üstümdeki kıyafetlerin Dmitri’ye ait olduğunu daha ilk bakışta anlamıştı, gözlerinden geçen kıskanç bakışlar sanırım bundan dolayıydı. Gerçekten kız arkadaşıysa az tepki bile vermişti. Benim erkek arkadaşımın tişörtünü ben varken giyecek kız daha dünyaya gelmemişti ve gelmesi muhtemel değildi. O tişörtü onun üstünde parçalardım.

Kıskanç mıydım ne? Ya da olması gereken sahiplenme böyle miydi? Hiç ilişki yaşamamış biri olarak Güzin ablalığa soyunmam manidardı.

Kapıyı açtığım zaman beni yine aynı koku karşıladı. Çam aromasıyla karışık kehribar kokusu tüm odaya yayılmıştı. Kokunun oda parfümünden geldiğini düşünmüştüm ama üzerimdekilerde de aynı koku vardı ve Dmitri, bana her yaklaşmaya başladığında da aynı kehribar kokusu burnuma nüfuz ediyordu.

Düşüncelerimden sıyrılıp hızlıca şöminenin solunda ki ahşap kapıya gittim. Kapıyı açtığımda gözlerime inanamadım. Hemen sağda yere gömme yuvarlak bir jakuzi vardı. Burada jakuzi olduğunu hiç düşünmemiştim. Dmitri anlaşılan rahatına düşkün bir adamdı. Hemen onun yanında sağ köşede, camdan bir duşa kabin vardı. Kapının karşısında ki aynada kendimi görünce, hemen duş almam gerektiğini fark ettim. Karamel saçlarım resmen arapsaçına dönmüştü. Arkamdaki kapıyı kapatıp üzerindeki kilidi iki defa çevirdim.

Üstümdeki tişörtü sıyırmamla aynada gördüğüm bedene acımasızca baktım. Oldukça zayıflamıştım. Vücudum çoğu yerinde darbe izleri vardı. Kollarım bile sıkılmaktan morarmıştı. Gözlerim dolmadan bakışlarımı aynadan çektim.

Suyu açmamla bir an tereddüt ettim. Vladimir’in beni suyla boğmaya çalışmasından dolayı suya girmek istemeyen zihnimi biraz zorlayıp sıcak suyun altına kendimi attım. Sırtımdaki derin iki çizik, sıcak suyla kendini bana acı bir şekilde hatırlatmıştı. Vladimir sadece ruhumda değil bedenimde de izlerini bırakmıştı.

Ruhumdaki izlerin üstüne biraz daha kaplanan karanlık sanrı, yavaşça benliğime sızıyordu. Benim o eski tanıdığım, pes etmeyen ve güçlü olan Katre’den beni adım adım uzaklaştırıyordu. Güçlü durmak için kendimi daha ne kadar zorlamam gerekiyordu.

Gözlerimi şampuanlara çevirdiğimde bir an tereddüt ettim ama saçlarım şampuan olmadan mümkün yok açılmazdı. Mecbur onun şampuanını kullanacaktım. Kapağını açınca taze çam kokusu beni karşıladı ama bir şey eksikti ondan buram buram aldığım kehribar kokusu yoktu.

Saçlarım anca üçüncü yıkamada köpürmüştü. Yaralarıma dikkat ederek vücudumu yıkayıp duş alanından çıkarak karşımda ki raflarda koyu gri havluların birini aldım. Gözlerim açık raftaki açılmamış diş fırçası paketine değdi. Bir dakika bile düşünmeden diş fırçasını tek hamlede alıp açtım. Bunun için ondan izin almayacaktım. Buraya sanki onları araştırmaya gelen bir casus gibi beni suçlu hissettiren adamdan izin almayacaktım.

Yeniden aynanın önüne gidip dişlerimi uzun uzun fırçaladım. Duş almak tenime iyi gelmişti. Yüzüm anında pembeleşmiş, iri yeşil gözerim parlamıştı. Uzun karamel saçlarım ıslak olduğu için rengi daha da koyulaşmıştı.

Burada oyalanmayı bırakıp çıkardığım iç çamaşırını tekrar giydim. Onun siyah tişörtünü kafamdan geçirip sırtımdaki yaralara dikkat ederek yavaşça giydim. Eşofmanı kan olduğu için onu tekrar giyemedim. Onun dolabından tekrar aynısını alırsam dikkat etmezdi sanırım. Sonunda kilitli olan kapıyı açıp dışarı adım attığım anda adımlarım sekteye uğradı.

Dmitri, geniş siyah yatakta oturmuş, dirseklerini siyah kotunun dizlerine dayamış bekliyordu. Siyah asi saçlarla sarmalanmış kafasını aşağı eğmiş derin düşüncelere dalmıştı.

Geniş omuzları siyah tişörtün altında kasılmış ve gergindi. Banyo kapısının açılmasıyla sert çehresini yerden kaldırıp bana çevirdi. Gri gözlerinin ilk hedefi, açıkta kalan boynumdaki dövmeydi. Siyah uzun kirpiklerinin arasındaki grilerin, nefreti biraz dizginlenmişti.

Dmitri ayağa kalkmadan önce gözleri tişörtün açık bıraktığı sağ bacağımda gezindi ve gür kaşları anında çatıldı. Geniş yataktan kalkıp, bana doğru yavaşça gelmesiyle bedenim kasıldı. Onun ne zaman bu odaya geldiğini bilmiyordum. Keşke kanlı da olsa çıkardığım eşofmanı geri giyseydim düşünmeden edemedim.

“Yatağa geç” kalın sesi boğuktu. Gri gözleri boynumdan sarkan alyanslara kaydı.

Ne dedi o? Yatağa geç mi?

“Ne diyorsun sen be?” hırçın sesim onun gözlerindeki nefreti geri getirdi.

“Ne anladıysan o, yatağa geç dedim” Yanımdan, bana dokunmamaya dikkat ederek benim yeni çıktığım banyoya girdi.

Amacı neydi bu adamın? O yatağa beni sokması için cesedimi çiğnemesi gerekti.

Ellerimi önümde birleştirerek turuncu alevlerini yayan şöminenin önünde ayakta kalmayı tercih ettim. Çok geçmeden Dmitri elinde küçük bir ilkyardım çantasıyla geri geldi. Yatağa geçmediğimi fark etmesiyle dudakları alayla kıvrıldı.

“Pansumanlarını yapacaktım bacağın kanıyor” dedi bana açıklama yapması beni şaşırtmıştı. Bacağımdaki kanamanın devam ettiğini ise fark etmemiştim.

“Sen ne sandın Katre?” Dedi kaşları alayla yukarı kalktı. “Senin, benim hiçte tipim olmayan sıska bedeninle ilgilendiğimi mi?”

Kelimeleri; onun zehrini akıtmaya yetmiyordu ve yetmeyecekti. Grilerindeki nefret öyle güçlüydü ki benim masum olduğuma dair hiçbir şeyi kabul edemeyecek kadar onun gözünü boyamıştı.

Tipi neydi peki? Aşağıdaki şu sarışın afet mi?

“Bir şey sandığım yok. Sadece seninle aynı odada kalmak istemiyorum.” Dedim omuzlarımı dikleştirerek. Saçlarım belimde hafif ıslaklık bırakmıştı ve her hareketimde uçlarından çıplak ayaklarıma ılık, küçük damlalar düşüyordu.

Yanıma bir adımda yaklaşan Dmitri’nin bu sefer kaşları çatılmıştı. Onun bana yaklaşmasıyla kehribar kokusu burnuma sızmakta geç kalmadı. Gözlerindeki küçümseme; beni onun yanında daha da rahatsız hissettiriyordu.

“İki gündür kollarımda uyuyan bir kadına göre fazla asi, bir katile göre fazla masumsun Katre” Derinden gelen kalın sesi göğsümün derinliklerinde titretti.

Direkt gözlerime bakarak kurduğu cümle beynimde yankılandı. İki gündür baygın yatmıştım. Hem de onun kollarında.

Gri gözlerinde hiçte yalan söylüyor gibi bir ifade yoktu. Ben sadece bir gece baygın olduğumu düşünmüştüm.

Ne işim vardı benim onun kollarında? Hem nefretle baktığı kadını kollarına alacak kadar merhametli olacağını hiç sanmıyordum.

Başıyla şöminenin önündeki berjeri işaret etti. Onunla konuşmak; bir şeyleri çözmek yerine daha fazla düğüm atılmasına neden oluyordu. O yüzden dediğini sessizce yapıp şöminenin ateşiyle ısınmış berjere oturdum. Berjer hafif üşümüş bacaklarıma ılık bir his bırakıyordu.

Üst bacağımdaki cam kesiğine, iki tane dikiş atılmıştı ve bir tanesi ayrılıp arasından hafifçe kan sızmıştı. Dmitri’nin dikiş atacak kadar tıbbi bir tecrübesi var mıydı bilmiyorum ama sanki bu tür işlere eli biraz yatkındı. Önümde tek dizinin üstüne çöküp hemen ilk yardım çantasını açtı. Onun bakışları benim bacağımdaki yaradayken bende onu incelemeye başladım.

Yanan ateşin turuncu ışığı, pürüzsüz teninin sağ profilini aydınlatıyordu. Saçlarında gezinen alevlerin ışığı, siyah asi tutamların arasına sızıp onları daha belirgin kılıyordu. Köşeli ve sert bir çenesi vardı. Onun geniş omuzlarını saran tişörtün aynısı benim üzerimdeydi.

İri eli bacağımdaki onun tişörtüne gelirken gergin yüzünü bana çevirdi. Benim önümde diz çökmesine rağmen beni görmek için başını kaldırmasına gerek olmuyordu.

Gözlerindeki griler koyulaşmıştı, bana dokunmak için izin beklediğini anladığımda ise kalbimin atışının nedensizce değişmesine neden oldu. Hafif uzamış perçemlerim şaşkınlıkla titreyen kirpiklerime değiyordu. Yeşil gözlerimi hafifçe kapatıp açmam ona verdiğim ilk ve son izindi.

Sıcak parmakları, bacaklarımın üstüne gelen tişörtü yukarı doğru biraz sıyırırken parmaklarının dış boğumları tenime değdi. Dokunduğu yerleri bir çizgi şeklinde karıncalandırmıştı. İstemsiz ürperen bedenim kasıldı. Nefes alış verişlerim hızlanınca, yukarıya doğru tenimde ilerleyen sıcak ve hafif nasırlı boğumlar durdu.

Bu sefer yüzünü bana kaldırmadı ama geniş omuzları gerilmişti. İri kolları kendi tişörtünün içine biraz dar gelmeye başlamıştı. Eli hızlıca üzerimden ayrılıp koyu kırmızı sıvıyla dolu küçük şişeye gitti. Pamuğa üç dört damla döktü. Bacağımdaki dikişlerin üzerine değen soğuk sıvı, ateşin yanında yanan tenime kar taneleri dökülüyormuş gibi hissettirdi.

Hafifçe titreyen dizime, büyük sıcak elini koyunca, kasılan bedenim sakinleşmesi gerekirken tam tersi oldu. Sıcak bir his karnımın alt kısımlarında gezinip tüm bedenim ürperdi. Sesli yutkunuşuma dönen gri gözleri sorularla doluydu.

“Canını mı yaktım?” dedi elindeki koyu kırmızı lekeleri olan pamuğu bacağımdan çekerken. Sesi göğsünün en derininden geliyor gibi şefkatle sarmalanmış zehirli bir elma gibiydi. Biliyordum ki o elmadan bir kere ısırırsan, zehri seni sonsuz bir uykuya teslim ederdi.

“Hayır” dedim gözlerine dümdüz bakarak, “Sandığının aksine ben güçlü bir kızım bunlar canımı yakmaz.” Sesimdeki baskınlık beni bile şaşırttı. Vladimir’in yanında neler yaşamış biri olarak onun, bu tüy gibi dokunuşlarının acıyla ilgisi yoktu.

Gri gözleri boynumdaki dövmeye bakarak, “Görüyorum” dedi kalın sesine bir yutkunuş bırakarak.

“Sandığının aksine” dedi benim kelimelerimin aynısını kullanarak “Güçsüz bir kız olduğunu asla düşünmedim.” Dedi. Cevap vermemi beklemeden tekrar çantaya yönelip iki küçük şerit gibi bir bant çıkardı.

“Tekrar dikiş atmak uygun değil onun yerine bu küçük bantlardan yapıştıracağım. İki gün kalsa yeter sonra çıkarırsın.” Eli hızlıydı bir yandan konuşurken bir yandan da açılan yarayı birbirine yanaştırıp o dediği banttan yapıştırmıştı.

“Asker olduğunu sanıyordum.” Dedim aniden. Hiç düşünmeden kelimeler ağzımdan çıkmıştı. Ateşin önündeki yüzünü hızlıca bana çevirdi. Gür kaşları hızla çatılıp, sert çenesi kasılmıştı. Bakışlarındaki nefret geriye hızla gelerek minik çatlakları hemen doldurdu.

“Nereden çıkardın bunu?” dedi sesindeki sertlik şöminenin sıcaklığını alıp götürdü ve sert sözlerine devam etti.

“Benimkisi de soru zaten bunları bilerek buraya gelmedin mi?” Hala önümde diz çökerek sorduğu bu soruyla tekrar onun şüphesini üzerime çekmiştim.

Sergei’nin onun hakkında Rusya’nın hayalet askeri dediğini hatırlıyordum ama bunu ona söylemezdim yoksa gerçekten onun adını bilerek buraya bilinçli geldiğimi düşünecekti.

“Sana silah doğrulttuğumda” dedim kararsız bir sesle. Bakışlarımı ondan kaçırarak şömineye çevirdim.

“Niko sana Yüzbaşım demişti.” Hızla hatırladığım bu son bilgiye sessizce teşekkür ettim. Suçsuzdum ama onun gözlerinde ki nefret ve imalı sözler beni sürekli zan altında bırakıyordu.

“Dilimizi anlamadığını sanıyordum” Meraklı gözleri kısılarak yüzümde dolaştı.

“Pek değil dedim ya aşağıda” dedim açıklama yaparak. Benim açığımı arayan gri gözleri şüphe doluydu. Çatılan kaşları ile yanındaki malzemeleri toplamak için başını eğdi.

Boynunun solunda hafifçe belli olan kırmızılığın ne olduğunu anlamak için gözlerimi biraz kıstım. Minik bir ruj lekesiydi. Ensesiyle boynunun birleştiği yerde, dikkatle baktığın zaman görünecek bu iz Viktoria’nın dudaklarındaki rujla aynı tondu. Ne düşüneceğimi bilemedim. Sevgilisi miydi o zaman?

Viktoria’nın neden beni kıskanıp ama çok fazla tepki vermediği ortadaydı. Ona güveniyordu.

Zaten hoşlandığı kız tipinin benimle yakından uzaktan ilgisinin olmadığını biliyordu.

Ama yani.. bence… yine de fazla genişlikti bu. Viktoria, Dmitri ile iki gün aynı oda da kaldığımızı biliyor muydu acaba.

Ben derin düşüncelere dalmışken, Dmitri işini bitirmiş ayağa kalkmıştı. Ayağa kalkmasıyla bayağı uzun olan bedeni şöminenin turuncu ışığında odayı kapladı. Oturduğum berjerde biraz daha küçüldüm.

“Bugün aşağıda konuşmamız yarım kaldı. Yarın artık gerçekleri konuşma zamanı erken yatsan iyi edersin. ” Dedi hızlıca. O, daha bir adım atmışken ona dönmeden , “Uykum yok” dedim. Gözlerim cayır cayır yanan odunlardaydı. Onunla bu odada daha fazla yalnız kalmak istemiyordum. Ya o çıkmalıydı. Ya da ben çıkmalı, aşağıda durmalıydım.

Burası onun odasıya şimdi Katrecim adamı mı kovalım.

“Ben aşağıda olacağım. Senin bu odadan bu gece çıkman yasak.” Dedi düşüncelerimin arasına hızla dalıp. Onun bu odada olmaması işime gelmişti ama bana niye yasaktı pardon çıkmak acaba!

Aşağıda kız arkadaşı olduğunu tahmin ettiğim kişi için miydi tüm bunlar. Ben tam ağzımı açacakken yatağın kenarındaki komodine bir krem bıraktı.

“Bileklerindeki yaralara sür yatarken” dedi düz sesiyle. “Başının arkasındaki dikişleri kapatmaya gerek yok başka bir yerinde yaran var mı?” cümle soru cümlesiydi ama sesinde meraktan hiç iz yoktu. Sırtımdaki izleri görmemişti. Demek ki iki gün benimle bir başkası ilgilenmişti. Bu kişinin Lena olduğunu tahmin etmek zor değildi.

Onunla konuşmadım. Başımı her iki yanıma sallayıp gözlerimi tekrar usulca yanan ateşe çevirdim. Sadece kapının açılıp kapandığını duymuştum, sanırım gitmişti. Derin bir nefes alıp nemli saçlarımı önüme getirdim. Yanan şömineye yaklaşıp, biraz ıslaklığını alması için beklemeye başladım.

Aklıma aniden gelen düşünceyle hemen göğüslerime baktım. Umarım fark etmemiştir, zaten bedenimle ilgilenmeyen adam bir zahmet onlarla da ilgilenmesin. Benim acil iç çamaşırı bulmam gerekiyordu. Lena’nın bana bu konuda yardımcı olacağını düşünüyordum. Yarın eğer buradan gidemezsem daha fazla bu şekilde, evde onların arasında gezemezdim. Şov yapmama gerek olmayan adamlara yani!

Ona inat uykum yok dedim ama gözlerimden uyku akıyordu. Daha bugün sabah kendime gelmiş sanki üzerinden günler geçmişçesine bedenim yorulmuştu. Yorgun yeşil gözlerimi pencereden dışarıya, karanlık ve karlarla kaplı Beyaz Gece’ye çevirdim. Dmitri yarın gerçekleri söyleme zamanı geldi demişti.

Ona bazı şeyleri anlatmadığımın farkındaydı. Beni Vladimir’e teslim etme ihtimali oldukça ona gerçeği söyleyemezdim bu nereye kadar giderdi bilemem ama sonuna kadar götürmeye kararlıydım.

Uzun saçlarımın çoğu kurumuştu. Sıcacık berjerden kalkıp adımlarımı geniş yatağın yanındaki komodine çevirdim. Benim için bıraktığı kremden el ve ayak bileklerime boca ederek sürdüm. İşimi bitirince direkt boydan camın önündeki küçük koltuğa gittim. Dmitri ve kimin yattığı belli olmayan yatakta, bir daha yatamazdım. Midem bu kadarını kaldırmazdı.

Koltuk biraz küçüktü ama bacaklarımı hafif kıvırınca sığmayı başarmıştım. Ne kadar da şömine yanıyor olursa olsun duş aldığım için sanırım biraz üşüyordum. Koltuğun ucundaki turuncu battaniyeyi alıp üzerime güzelce örttüm. Yönümü Dmitri’nin sıcak yatağı yerine boydan cama çevirdim.

Şöminenin turuncu ışığında yağan karları seyrederken çöken uyku beni ılık kollarına almaya hazırdı. Hatırladığım son şey odunların yavaşça alevlere teslim olan sesiydi. Bu hayatta herkes bir gün teslim oluyordu. Bazen ölüme, bazen hastalığa, bazen düşmana. Bir gün hangisine teslim olacağımı düşünerek daldığım uyku hemen karşıladı.

Uykunun hangi evresindeyim bilmiyorum ama soğuk her yerdeydi. Sanki yine beyaz gecede kaybolmuştum. Soğuk ve karlı ormanda tek gördüğüm beni kulübenin önünde yere düşüren koca siyah postlu Dmitri’nin kurduydu.

Neydi adı? Onun kurdunun adını bayılırken duymuştum ama şimdi hatırlamakta bayağı zorlanıyordum. Üzerime yavaşça gelmesiyle bende çıplak ayaklarımla geri geri adımlamaya başladım ama yerler buz küpüydü. Daha fazla bedenimi kıpırdatamadım. Yanıma kadar gelen kurt kalın postunu bana yanaştırıp ona tutunmamı istiyor gibi bacaklarıma sürtünüp etrafımda dolaştı. Sanki beni ilk gördüğü an gibi saldırgan değildi. Bu soğuk ormanda onun kalın postu gayet mantıklı seçenekti.

Ona doğru biraz yanaştığımda çam kokusuyla karışık kehribar kokusu tüm bedenimi sarmaladı. Asi kurdu da aynı onun gibi kokuyordu. Bulduğum sıcaklıkla tekrar bulanan zihnim karanlığa gömülmeden önce uzun saçlarımda tanıdık elleri yine hissettim. Bedenim ona daha fazla sokulmak için hiç direnmedi bile.

 

***

 

Gözlerimi açmadan önce duyduğum şömineden gelen sakin çıtırtılar beni sakinleştiren ikinci şeydi. Gözlerimi yavaşça açtığımda gün çoktan aymıştı. Uzun camdan dışarı baktığımda yoğun sis çekilmişti. Sadece arada bir yere düşen kar taneleri vardı. Önümde karşıdaki dağlara kadar uzanan beyaz bir örtü seriliydi ama bir sorun vardı, ben gece yattığım o küçük koltukta değildim.

Dmitri’nin geniş ve sıcak yatağındaydım. Yatarken küçük koltuğa yattığıma emindim. Ne ara buraya gelmiştim ben? Onun yatağına bakmak bile midemi alt üst etmişken nasıl olurda gece buraya gelirdim. Dmitri’nin sabaha kadar bu odaya geldiğini sanmıyordum. Gelse bile beni kendi yatağına taşıma ihtimali yüzde eksilerde olduğu için o ihtimali hemen eledim geriye tek seçenek kalıyordu.

Uyurgezerdim. Çok yabancısı olduğum bir durum değildi aslında ama yıllardır hiç olmamıştı. Annemin hastalanıp hastaneye yattığı zamanlarda başlayan ve ölmesiyle artan bu durumu, yıllardır hiç yaşamıyordum.

Vladimir’in beni kaçırdıktan sonra yaptıkları muhtemelen bu durumu tetiklemişti. Bu kulübede kaldığım ilk iki gün zaten baygındım bir tek dün gece kendimdeydim ve ondada hemen Dmitri’nin yatağına çökmüştüm.

Umarım beni burada görmemiştir. Zaten amacım benim diyen bir adama bu davranışlarım gerçekten de bunu düşündürecekti.

Hemen siyah yorganı üstümden çekip ayaklandım. Yatağın sol ucunda katlı şekilde duran siyah bir eşofman vardı. Bunu buraya ne zaman koyduğunu bilmiyordum ama umarım benim kanepede yattığım zaman diliminde koymuş olmasını diledim. Hemen üzerime yine onun eşofmanını geçirip belini ve ayakuçlarını hazırladım. Eski sağlığıma yavaş yavaş kavuşuyordum. Boynumdaki parmak izleri de yavaşça kaybolmaya başlıyordu.

Dişlerimi de fırçalayıp Dmitri’nin odasından çıktım. Holden aşağıya baktığım zaman masada Dmitri siyah gömleği ile tek başına oturmuş sigara içiyordu. Önündeki bitmiş izmaritler onun orada saatlerdir oturduğunu gösteriyordu. Onun sorularına nasıl cevap vereceğimi düşünerek indiğim merdivenlerin sonunda arkamdan bileğime dolanan soğuk parmaklar bedenimin kaskatı olmasını neden oldu.

“Dokunma bana” diye bağırmamı kimse beklemiyordu. Sessizliği kılıç gibi kesen sesime ilk dönen Dmitri’ydi. Masadan hemen ayaklanmış bana doğru geliyordu. Yanımda ise hemen Lena belirdi. Elini benim bileğimden hızlıca çekmiş üzgün, iri mavimsi gözleri benim bembeyaz olmuş yüzüme çıkmıştı.

Soğuk parmaklar bana, o soğuk depoda Mikhail’in soğuk ellerini hatırlatmıştı. Soğuk beynimde nasıl konumladıysa bana hep Mikhail ve Vladimir’i hatırlatacaktı.

“ Özür dilerim Katre sesledim sana ama sen duymayınca o yüzden..” cümlesinin sonlara doğru o melodik sesi azalmıştı. Bir sonraki Dmitri’nin sorgusunu düşünüyorken Lena’nın bana seslendiğini muhtemelen duymamıştım.

“Lena kusura bakma ama bana bir daha haber vermeden yaklaşma.” Dedim sesim biraz pürüzlü çıkmıştı. Lena bana üzgün gözleriyle bakmaya devam etti.

Bugün dünün aksine boyunlu buz mavisi kalın kazak ve siyah bir kot giymişti. Ekibin diğer üyeleri de salonun köşesinde belirmiş bize meraklı gözlerle bakıyordu. Viktor bugün de askeri bir kıyafet içindeydi. Niko’nun asker yeşili tişörtü aynıydı sadece altına siyah bir eşofman geçirmişti. Alexei’yi gömlek ve pantolon ikilisinden başka bir şey giyerken görmemiştim zaten.

Dmitri siyah gömleği ve aynı renk kotuyla yanımda bir dağ gibi dikiliyordu. Üzerimde hızlıca gezinen bakışlarıyla beni kontrol etmişti. Yüzünde oluşan kısa gölgelenmeyi anlayamamıştım. Bana çatık kaşlarla bakmaya başlamasıyla bakışlarımı ondan kaçırdım. Sanırım boş yere olay çıkardığımı düşünüyordu.

“Lena sadece sen, Katre ile masaya geçin” dedi bakışlarını arkasında kalan adamlarına yönlendirip, “Siz çalışma odasına geçin birazdan geleceğim” dedi emir veren sesi net ve otoriterdi.

“Hadi Katre gel” dedi Lena bana uzanacak olan elleri bir an durdu. Ona o şekilde çıkışmak istememiştim ama bir an bileğime dolanan soğuk el bana kötü günleri hatırlatmıştı.

Biz mutfaktaki masaya ilerlerken Niko ve Alexei hemen onun emrini yerine getirdi. Yanımızdan geçip alt kattaki odaların birine girdiler. Viktor, önümde giden kız arkadaşına kısaca sarılıp kahve saçlarının tepesine küçük bir öpücük kondurmuştu. Bana da kısaca göz kırpıp onun tabiriyle iyi şanslar dilemişti sanırım. Lena, Viktor’un omuzlarına anca geliyordu. Kollarını onun boynuna dolayacakken masadan gelen öksürük sesi bu anı rahatsızca böldü.

“Viktor kuralları hatırlatmam mı gerekiyor?” sesinden akan tehdit sadece bana fazla geliyordu sanırım. Onlar liderlerinin bu tehditvari hallerine alışmış gibiydi, Viktor onun yüzüne gayet rahat bakıyordu.

“Hayır Yüzbaşım.” Asker selamı veren Viktor yanımızdan uzaklaşıp, diğer ekip arkadaşlarının yanına geçti. Lena masaya giderek Dmitri’nin solunda kalan sandalyeyi çekip hemen oturdu. Benimde adımlarım Lena’nı yanına doğru yönelmişti.

“Buraya geç Katre.” İtiraz kabul etmeyen o kalın, otoriter sesine itaat etmek istemiyordum ama daha sorgu faslına geçememiştik bile onunla aramızdaki ters akımı daha da germek istemediğim için sağındaki sandalyeyi çekip yavaşça oturdum.

Sanki hiç acelesi yokmuş gibi yavaşça masanın üzerindeki sigara paketine uzandı. İri parmaklarının arasındaki sigarayı yakmak için dudaklarının arasına büyük bir titizlikle götürdü. Ateşin turuncu ışığı gri gözlerini esir alarak, dumanı sanki ona hasret kalmış gibi ciğerlerine tek nefeste çekmesi sanki onu iyileştiriyordu.

Ciğerlerinde bekleyen dumanı ne zaman vereceğini merak etmiştim. Hiç sigara kullanmamıştım ama bana süre bayağı uzun gelmişti. Birazdan gerçekleri konuşmamı bekleyen adam hakkında merak ettiğim şeye sert bir nefes verdim. Gri gözleri bana dönünce göğsümün ortasına çöken ağırlık hissi biraz daha arttı.

“Kocan nerede” dedi baskın bir sesle. Çıkan sesi dumanla boğuklaşmıştı. Beyaz duman yüzüme gelince gözlerimi hafif yaktı. Sigarayı tutan eli aramızda havada, dirseği ise masaya dayalıydı. Alyanslarıma bakarak sorduğu bu soruyu Lena’da merak ediyordu sanırım yavaşça masaya eğilmişti.

“Burada değil” dedim verdiğim kısa cevap Dmitri’nin hoşuna gitmemişti. Kaşlarının biraz daha çatılması kaçınılmazdı.

İlk merak ettiği bu muydu?

Gri gözler bir an olsun üstümden ayrılmadan dümdüz benim yeşil gözlerime kilitlendi. Çektiği derin nefes sigaranın ucunda uzun bir kül bıraktı.

“Peki öyleyse kocandan mı kaçıyordun.” Gözlerimi ondan kararsız bir şekilde çekip Lena’ya baktım. Mavimsi iri gözlerindeki endişeli merak beni derin bir nefes almaya itti. Kerem’den kaçmıyorsam kimden kaçıyordum ben? Vladimir’den kaçtığımı da söyleyemeyeceğime göre ne cevap vereceğimi bilemedim.

Gözlerim hala Lena’dayken başımı her iki yanıma salladım. Soruyu Dmitri sormuştu ama ben cevabı Lena’ya vermiştim.

“Yüzüme bak!” birden yüksek çıkan sesi benim gözlerimin sımsıkı kapanmasına neden oldu. Küçüklüğümden beri yüksek çıkan her sese ve karanlığa tepkim böyleydi. Bu bana babamın, evimize Senem Hanımı getirmesiyle başlamıştı ve hiç geçmemişti.

Yüzümü ona doğru çevirip direkt onun gözlerine baktım. Asi siyah tutamlar alnına dökülmüş, onu daha öfkeli gösteriyordu. Kucağımdaki ellerim yumruk olup tırnakları avucuma sertçe gömüldü.

“Dmitri kızı korkutuyorsun.” Lena’nın melodik sesi aramızda ki uçuruma bir köprü inşaat etmek ister gibiydi. Dmitri yüzümde ne görmüştü bilmiyorum ama derin bir nefes alıp yaktığı ikinci sigarayla arkasına yaslandı. Sigarasından derin bir nefes aldı.

“Peki Katre Kafkas dağlarına neden geldiğini hatırlıyor musun?” Sesi, içinde bin bir ima barındıran sorunun cevabını biliyormuş gibiydi. Gri gözlerindeki küçümseme bariz belliydi. Düşünceleri, zaten orada benim cevabımı beklemeden filizlenmişti.

Demek Kafkas dağlarındaydık. Moskova’ya gidecekken nasıl olurda yolumuz bu tarafa düşmüştü anlayamadım.

“Kendi isteğimle gelmedim” dedim onun gözlerindeki imaya inat ve o konuşmadan devam ettim. “Ülkeme dönmek istiyorum hemen.” Lena biraz sert çıkan sesimle yerinde hafifçe kıpırdandı. Dmitri’nin ise siyah gür kaşları alayla yukarı kalktı. Siyah kirpiklerinin arasındaki gri gözleri, ölü bir balığın gözleri gibi ruhsuz bir şekilde masaya doğru yaklaştı.

“Başka bir emriniz var mı Katre Hanım?” alaylı sorusunda baskın bir öfke vardı. Ona emir vererek konuşmam onun hiç hoşuna gitmemişti. Masaya dayadığı, dirseklerine kadar kıvrılmış gömlek geniş omuzlarında gerildi.

“Oradan bakınca önemsiz işlerle uğraşan birine mi benziyorum sence?” derinden gelen sesi alay doluydu. Daha ne kadar önemsiz ve nefret edilecek birisi olduğumu hatırlatacaktı bana. Karşımda umursamazca içine çektiği sigarayı alıp onu bir an fırlatmak istedim. Ukala herif.

“Asker değil misiniz hepiniz? Bana yardım etmek zorundasınız.” Sözlerimle sert bakışları yüzümü arşınladı. Ortamdaki gerginlik sanki elle tutulacak kadar ağırlaşmıştı. Sigarayı sertçe masanın üzerindeki siyah küllüğe bastırdı.

“Hah gelelim artık asıl konuya” dedi sertçe sanki saatlerdir bunu bekliyormuş gibiydi.

“Ne biliyorsun bizim hakkımızda? Gerçekleri söyle artık Katre” dedi artık sabırsızca. Sert çenesi kasılıydı ve sabrı tükenmek üzere gibiydi.

“Hiçbir şey” dedim doğruyu söyleyerek onlar hakkında hiçbir şey bilmiyordum. Kısıkça çıkan cevabıma karşın, iri kollarını kucağında birleştirdi. Bu hareketiyle siyah kumaş iri kaslarını itinayla sarmaladı. Saliselik bir zaman dilimde bakışlarım istemsiz onun üzerinde gezindi. Gözlerim onun yüzüne tekrar çıkınca gri gözlerinde ki küçümseme beni oturduğum sandalyede rahatsızca kıpırdanmama neden olmuştu.

“Buraya bizi araştırmak için gelen bir casus olduğunu biliyorum Katre.” Ortamdaki sessizlik onun sözleriyle yıkıldı. Masaya biraz eğilip yüzünü bana yaklaştırdı.

“Açık konuş bunun için gelmedin mi? Benim için gelmedin mi?” dedi sesindeki koyuluk katran gibi aramızda akıyor lekesi üzerimizden çıkmadan yenisi geliyordu.

Kulaklarımın doğru duyduğundan emin olamadım ince kaşlarım çatılmış dudaklarım şaşkınlıkla aralanmıştı. Beni onların arasına sızmaya çalışan bir ajan olmakla suçluyordu. Bunu daha öncede ima etmişti ama şimdi ima etmiyor direkt beni suçluyordu.

Bu kanıya nasıl varmıştı ki. Ne söyleyeceğimi şaşırmıştım.

“Başından beri biliyordum ama bir ihtimal senin gerçekten masum olabileceğini düşündüm ama ayıldığın ilk anda bana doğrulttuğun silah bu düşüncelerimi hızla parçalayıp attı.” Sesi sonlara doğru sertleşti. Gri gözlerine nefretin gelmesi uzun sürmemişti. Ona silah doğrultmam tamamen benim bulanık hafızamla ilgiliydi bana zarar verenlerin onlar olduğunu düşündüğüm içindi. Bakışlarımı ondan alıp Lena’ya çevirdim. Baston yutmuşçasına oturduğu sandalyesinde dik ve gergindi.

Dmitri ikna olacak gibi değildi. Sanki derin bir yarasını kazıtarak kanatmışım gibi bana karşı öfkesi katıksızdı.

“Ben…Ben casus değilim Lena.” Lena’nın cevap vermesine fırsat vermedi.

“Masum kız ayaklarına aramıza sızıp yine aynı şeyleri mi yapacaktınız!” Başımı Dmitri’ye çevirdiğimde resmen öfkeden her bir hücresi kasılıyordu. Artık sabrı son noktada gibiydi. Lena bile onun bu hallerinden korkmuş kaçamak bakışları Viktor’un olduğu tarafa kayıyordu.

“Ben hiçbir şey yapmadım. Bu kulübeye sizi bilerek gelmedim ki.”

“Duydun mu Lena buraya bilerek gelmemiş.” Dedi soğuk gülümsemesinin ardından. Gri gözleri bendeyken konuşmaya devam etti.

“Salak mı sanıyorsun sen bizi! Bu kulübelerin konumu, öylece herkesin bileceği bir yerde olduğunu mu sandın!” bağırmıyordu ama dudaklarından çıkan kelimeler her seferinde kırbaç gibi yüzüme çarpıyordu.

Bu adamın öfkesi okyanus kadar derindi ve ben o uçsuz bucaksız okyanusta küçük bir sandaldım. Fırtınalı bir akşamı hatırlatan gözleri beni paramparça etmekte usta gibiydi.

Ellerimi masaya koyup derin bir nefes aldım. Ona biraz daha uzlaşmacı yaklaşmaya karar verdim. Böyle gidersek birbirimize karşı bir yol almamız imkansızdı.

“Beni tanımadan yargılıyorsun Dmitri, gözlerindeki nefreti bir kenara bırakıp beni göremez misin?”

Uysal sesim onu biraz sakinleştirip gerçekten beni görmesi içindi. Onun ismi benim dudaklarımdan ilk defa dökülürken, adım gibi nefretle çıkmamıştı.

Aksine onun beni anlaması için ihtiyaçla, ona muhtaç gibi çıkmıştı. Adını benim dudaklarımdan duymak sanki onu çileden daha çok çıkarmıştı. Yeni yeni çıkmaya başlayan sakalların ev sahipliği yaptığı boynu sinirden kızarmış, damarları belirginleşmişti.

Bu adamda her şey tersine işliyordu. Hayatım hep çetrefilli yollardan gitmeyi seçiyordu. Geçmişin kancaları üzerime geçmişti, sürekli geriye doğru çekiliyordum. Bu, bir akıntıya karşı yüzmek gibiydi. Bir volkanı elimdeki suyla söndürmek gibi beni çaresiz hissettiriyordu.

“Volkov!” dedi sandalyeden yavaşça ayağa kalkıp, ellerini masaya koyarak üzerime eğildi.

“Bu kulübedekiler hariç herkes için adım Volkov. Bir daha o dudaklarından ismim çıkmayacak Katre. Bunu aklından çıkarma ” Sesi benim, onun okyanusunda çoktan battığımı resmediyordu. Ama mücadele etmeden batmayacaktım.

Bu adam kendini ne sanıyordu. Onun ismine meraklı değildim. Yalvarsa bile benim dudaklarımdan o ismi artık alamayacaktı.

Omuzlarımı dikleştirip sandalyeyi sertçe ittirerek bende ayağa kalktım. Lena aramızdaki gerginliği hissedip Dmitri’nin geniş sert omzuna dokundu. Minyon yüzü endişe ile kaplıydı. Dmitri ona dönmeden omzunu elinin altından sertçe çekti.

“Kimin için çalışıyorsun Katre! Seni bana göndermeye ikinci kere kim cesaret etti!” Her kelimesi dudaklarından baskın bir nefretle çıkıyordu. Geniş omuzları gerilmişti. Ellerini masadan çekmiş karşımda uzun boyuyla, bana nefret dolu bir çehreyle bitirmişti cümlesini.

Lena ne yapacağını bilemez şekilde gözleri bizim üstümüzdeydi. Sanırım dananın kuyruğunun kopmasına ramak kalmıştı. Dmitri kaşımda uzun boyu ve sert çehresi ile dururken ona, başımı kaldırarak bakmak zorunda kalmıştım.

Nefretle sarmal gri gözleri, gözlerime bakarak yüzüme eğildi. Ondan her zaman aldığım kehribar kokusu oradaydı, art arda içtiği sigaralar bile o kokuyu bastıramamıştı. Ondan bana gelen artık tanıdık koku burnumu sızlattı.

“Benim anlamadığım Lena” dedi Lena ile konuşuyordu ama gözleri bendeydi. Yüzünde mimik oynamadan devam etti.

“Aynı hatayı ikinci kere tekrarlayacak kadar saf bir adam olduğumu düşünmeleri.” Gözleri, bedenimde küçümsemeyle dolaştı en son alyanslarımda durup beni mahvedecek o cümle döküldü dudaklarından.

“Hele ki evli bir kadını yatağıma, koynuma alacağımı düş-“

Cümlesini tamamlayamadı. Onun sağa dönen yüzüne şiddetle çarpan elim ikimizi de şaşkınlığa uğrattı. Ne ara elim onun yüzünü bulmuştu anlamadım. Ortam o kadar sessizdi ki benim titrek nefeslerime onun şaşkın nefesleri karışıyordu.

Kalbimin boğazımda ne zamandır hızla attığına yetişememiştim. Yeşil gözlerim dolmuştu. Boğazıma oturan yumru ise canımı yakmıştı. Düşecek olan yaşları geri göndermek için tüm bedenim kasıldı. Onun karşında ağlamak istemiyordum. Karıncalanan sağ elim onun ateş gibi teninden aşağı yavaşça indi.

Karşımdaki Lena benden böyle bir tepki beklemiyordu sanırım ki iri gözlerini sonuna kadar açıp masadan benim yanıma gelmek için hareketlendi.

“Yukarı çık Lena” sıkılı dişlerinin arasından konuşan Dmitri hiç hareket etmiyordu ama içindeki fırtınasını buradan bile hissetmek mümkündü. Yaydığı karanlık gündüzü geceye çevirecek kadar güçlüydü. Asi siyah saçları tokadın şiddetiyle yana savrulmuştu. Onun yan profili bile buradan hemen kaçmam için yeterliydi.

“Ama Dmitri” Lena’nın endişeli sesi beni yalnız bırakmak istemiyordu.

“Emrimi ikiletme çık yukarı!” öfkesini ondan çıkarsın istemiyordum. Lena’ya bakarak gözlerimle sessizce gitmesini işaret ettim. Bizi yalnız bırakmak istemiyordu ama komutanlarına karşı gelecekte değildi. İstemeye istemeye yukarı çıkan adımları, Viktor’la kaldığı odaya gidiyordu.

Yüzümü hemen yanımda olan adama çevirdiğimde onun karanlık çehresi zaten bana bakıyordu. Yutkunamadım. Sağ yanağı tokadın şiddetiyle biraz kızarmıştı. Gri gözlerindeki nefrette minik minik dolaşan parıltılar umarım benimle ilgili değildir.

Adama tokat attık ya Katre evet bizle bir ilgisi yoktur onun.

Aniden omuzlarımı kavrayan iri elleri beni hızla çekiştirerek sert olmayan bir şekilde dış kapıya yasladı. Siyah gömleğine değen uzun saçlarım dahi onun hezimetinden korkmuş gibi savruluyordu. Ondan hem korkuyor hem de artık bende, ondan nefret ediyordum. Ellerim istemsiz kendimi korumak için onun kollarına çıkmıştı. Kapıya yaslı bedenime yakın duran postalları benim çıplak ayaklarıma değiyordu. Görüş açım direkt onun siyah gömleğiyle kaplı geniş göğsündeydi. Burnundan verdiği sabırsız sıcak nefesleri başımın tepesindeki saç diplerini karıncalandırıyordu. Omuzlarımdan tuttuğu elleri ise canımı acıtmayacak şekilde tutmuştu beni.

“Yüzüme bak” derinden gelen kalın sesi göğsümü titretmişti yine. İnce parmaklarım onun iri kollarını sıktı. Bu hareketimle parmaklarımın altında olan kasları gerildi.

“Yüzüme bak dedim Katre.” Emredici sesine bu sefer itaat ettim. Yüzümü ona kaldırıp onun sert çehresine baktım. İstediğini yapmıştım.

Onun gri gözlerinde katıksız nefret görüyordum. Peki o benim yeşil gözlerimde ne görüyordu? Korku? Endişe? Çaresizlik? Bana yaptığı çirkin imalarını hak edecek ne yapmıştım ben?

“Neden geldin Katre” bu sefer bağırmamıştı. Dudaklarından fısıltı halinde çıkan kelimeleri sanki bana değil kendine soruyormuş gibiydi. Gri gözlerindeki çatlakları kapatmakta oldukça zorlanıyordu. Kendisiyle adeta küçük bir savaşa girmiş gibiydi. Bir kere indirse nefretini gözlerinden, asıl beni görecekti ama onunda kapanmayan yarası nefretiydi sanki.

“Çünkü yaşamak istiyorum Volkov.” sesim onun fısıltılı çıkan sesine inat mücadele edecek kadar arsızdı. Evet yaşamak istemiştim. Ben kendimi yaşatmak için bir insan öldürmüştüm. Buradan dönüş yoktu.

Gri gözleri kısılıp kaşları çatıldı. Koyulaşan bakışları benim yaşamak istediğimi söyleyen dudaklarıma inince istemsiz parmaklarım onun geniş kollarını daha sıkı sardı. Uzun sayılabilecek bir süre gri gözleri yaşamak istediğimi söyleyen dudaklarımda takılı kaldı.

Evli olduğunu düşündüğü ve açıkça beni istemediğini söyleyen bu adamın, bana olan bakışları kafamı karıştırıyordu.

Kendimi hemen toparlayıp ellerimle onu itmeye çalıştım. Bu hareketim onu, daldığı düşüncelerden hızla çıkarıp kendine getirdi.

Onun arkasında duyduğumuz adım sesleri Dmitri’yi benden bir adım uzaklaştırdı. İri ellerini omuzlarımdan çekip gelen kişileri bakmak için sadece başını onlara çevirdi.

Ekibin en genç üyesi Niko; önde elinde siyah bir telsizi havaya kaldırmış, Volkov’a geliyordu. Onun arkasından ise Alexei ve her zamanki heybetli vücuduyla Viktor takip etti. Hepsinin yüzü şaşkındı. Üst kattaki kapı açılınca Lena’da hızla merdivenlere yöneldi. İnce bedeniyle oldukça acele ediyordu ve elinde diğerlerinde olan telsizden vardı.

“Yüzbaşım yerimizi bulan dört kişilik bir grup var.” Dedi Niko gergince. Sürekli neşeli duran yüzü ciddiydi. Diğerlerinin yüzü de anında gerildi. Panik vücuduma çoktan girmişti. Bu adamlar Vladimir’in adamları olma ihtimali oldukça yüksekti.

Biliyordum peşimi bırakmayacağını, onun çipim nerede, diyen sesi hala kulaklarımdaydı.

“Aralarından biri, İvan’ın kulübesine gidip kayıp bir kız aradıklarını söylemiş .” Niko’nun cümlesinin bitmesiyle tüm bakışlar bana döndü. Dmitri’nin ise gri, şüpheci bakışları çoktan benim bembeyaz yüzüme dönmüştü. Bense buradakileri düşünemeyecek kadar o soğuk depoya geri hapsolmuştum bile.

Benden bir cevap çıkmayacağını anlayan Dmitri, tekrar Niko’ya döndü.

“Adam nasıl biri tarif ettiler mi?” kontrolü ele alan Dmitri ne yapacağını bilen emin sesiyle komutanlığına hemen döndü.

“Yarım yamalak Türkçe konuşuyormuş. Başında küçük pansuman ve elinde de yılan dövmesi olduğunu söylediler efendim.”

Duyduklarımla kapıya yorgunca yaslanan bedenim az kalsın bir çuval gibi yere yıkılacaktı. Dudaklarımdan korkuyla çıkan hıçkırık, Dmitri’nin aramızdaki bir adamı kapatıp yanıma yaklaşmasına neden oldu. Benimse gözlerim dolmuş, ellerim korkuyla titremeye başlamıştı. Beni aramaya gelen oydu. Soğuk ellerini bedenimde arsızca gezdiren Mikhail’di.

Uyuşan bacaklarımın beni taşımayacağını çoktan anlayan Dmitri; iri, sıcak ellerini hemen belimin her iki yanına koyup, bedenimi dik tutabilmek için beni geniş göğsüne yaslamak zorunda kaldı.

“Hayır… Hayır…” benimse ağzımdan sadece tek bir kelime çıkıyordu. Verdiğim hızlı nefesler beni adeta bir okyanusun dibinde gibi çırpındırıyordu. Kollarım güçsüzce her iki yanıma düşmüş Dmitri’nin kehribar kokulu göğsünde nefes almaya çalışıyordum. Yolun sonuna çabuk gelmiştim. Vladimir’den kaçtığımı düşünmem tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı.

“Adamlar bu kulübeye doğru geliyormuş Yüzbaşım ne yapmamızı emredersiniz.” Niko artık onların benim bulunduğum kulübeye doğru geldiğini söylemişti. Verdiği haberler giderek kötüleşiyordu.

Lena’nın endişesini hisseden Viktor, onu iri kollarının arasına almıştı bile. Alexei hemen silahını çıkarıp solandaki cama gitmiş gelen olup olmadığını kontrol ediyordu. Mikhail’in buraya geleceğini duyunca, dolan gözlerimden yaşlar istemsizce yanaklarımla buluşmaya başladı. Ilık sıvıyı hissedene kadar ağladığımın farkında bile değildim.

Onun sert omzuna yaslanan alnım kimin kucağında ağladığımı bilmiyor gibiydi. Daha biraz önce bana yakıştırdığı nahoş imalar yüzünden tokat attığım adamın kollarındaydım yeniden ama bu sefer farklıydı bu sefer beni bırakmasını istemiyordum.

Beni, ona vermesini istemiyordum.

Ağladığımı duyan Dmitri’nin belimdeki iri elleri beni daha sıkı sarmaladı. Korkuyla onun kucağında ağlamam onun siyah gömleğinin altında ki kasların gerilmesine neden olmuştu. Gözyaşlarım direkt onun yumuşak siyah gömleği ile buluşuyordu.

“Onu tanıyor musun Katre.” Sesine yayılan öfke bana mıydı yoksa onları bulaştırdığım duruma mıydı bilmiyorum ama başımı onun göğsünden kaldırmadan başımı her iki yanıma salladım. Onu tanımak istemiyordum. Vladimir ve Mikhail’le hiç karşılaşmak istemiyordum.

Dışardaki motor sesini duyunca herkes hareketlenip silahlarına uzandı. Dimitri hariç, onun elleri hala benim belimdeydi. Lena ve Viktor mutfak tarafındaki pencereye gitmiş o bölgeyi koruma altına almışlardı. Niko direkt kapıya hedef almış, Yüzbaşısını koruyordu.

“Dmit- , Volkov beni onlara sakın verme. Lütfen.” Dedim boğuklaşan sesimle. Başımı onun göğsünden kaldırıp ıslak yeşil gözlerimle, onun nefretten biraz arınmış gri gözlerine baktım. Çehresi sert ve karanlıktı. Çatık kaşları ile bir müddet ıslak yüzümü izledi. Olayları anlamaya ve benimle olan bağlantısını kurmaya çalışıyordu.

Benden nefret eden bir adam, beni o adamlara vermekte hiç zorlanmayacaktı ama Mikhail’le gitmektense ölmeyi seçerdim. Burada, bu evde, onun gri gözlerine bakarak ölmeyi seçerdim.

“Senden ne istiyorlar Katre söyle. Söyle ki bileyim” dedi buğulu gözlerime bakıp. Sesindeki o sahiplenici tını hemen burada, ona her şeyi anlatma isteği uyandırmıştı bende ama kime güveneceğimi bilmiyordum. Tek bildiğim bu evden şimdi gitmek istemiyordum. Onlara şimdi her şeyi anlatırsam beni Vladimir’e verme ihtimalleri çok yüksekti.

“Bilmiyorum” gözlerimi ondan kaçırarak çıkan fısıltım aramızda tekrar buzdan bir duvar inşa etti. Benim yalan söylediğimi hissetmiş gibi gri gözler nefretine bürünmeye başladı. Bildiklerimi anlatmayacak olmam onu öfkelendirmişti.

“Dmitri dört kişiden sadece biri geliyor istersen hemen vurabilirim. Ne emredersin?” Alexei camın önünde hedefine nişan almış, üstündeki mavi gömleği gerilmişti.

“Bekle ne istiyorlarmış öğrenelim.” Dedi sert bir sesle. Gözlerini gözlerimden hiç çekmeden adamına cevap verdi. Arkamda ki kapıya sertçe yaklaşan Mikhail’in adım seslerinin duymamla vücudum gerildi. İri ellerinin olduğu belim ona doğru çekilmişti. Elleri beni korumak istiyor gibi sahipleniciydi ama gözlerindeki ifade, benim burada olmamdan memnun değil gibiydi. Artık geleceğim onun iki dudağının arasından çıkacak tek bir kelimedeydi.

Arkamızdaki kapının üç kere şiddetle vurulması, Dmitri’nin ellerinin belimden düşüp benden bir adım uzaklaşmasına neden oldu. Onun sıcaklığına alışan bedenim o gidince ayazda kalmış gibi titredi. Kısaca üzerimde gezinen bakışları göğsümde durunca ağzından kısıkça bir küfür savruldu. Onun bu hareketine anlam veremeden kapı bir kez daha yumruklandı.

Onun bir baş hareketiyle kapıdan çekildim ve hemen yanında ki vestiyerin önüne geçtim. Bedenim gerilmişti. Şimdiden sonra ne olacağını asla kestiremiyordum. Ya burada onlarla kalacaktım ya da beni Mikhail’e teslim edecekti. Dmitri’nin bir eli kapının kulpuna giderken diğer eli de belindeki silaha uzandı.

Kapının açılmasıyla nefesimi tuttum, soğuk hava içeriye sızmak için hiç beklemedi. Soğuk bedenimi titretirken, göğsümü hızlıca döven kalbimi de dondurdu. Kapı açılınca ben vestiyerle kapı arasında kalmıştım. Dmitri’nin gözleri hem benim üzerimde hem de gelen Mikhail’in üzerindeydi. Soğuk bakışları dışarıdan gelen soğuk havayla yarışacak derece buz gibiydi. Sanırım hiç misafirperver değildi.

“Merhaba” dedi duymayı beklediğim ama kulaklarım sağır olsa diye dua ettiğim o itici ses.

“Merhaba.” Dmitri’nin tok çıkan kaba sesi, Mikhail’i duraksattı.

“Biz, kız arkadaşla kamp yapıyorduk ama o kayboldu.” Mikhail’in bu kadar Türkçe bilmesi bile gözlerimi yaşarttı. Benden kız arkadaşım diye bahseden dilini koparmak istemiştim. Midem onun erkek arkadaşım olduğunu düşünmesiyle bulandı.

Dmitri’nin kapıyı tutan parmaklarının boğumları orayı sıkmaktan bembeyaz olmuştu. Biraz daha sıkarsa sanırım kapının kolu elinde un ufak olacaktı. Dmitri bakışlarını kısaca bana çevirdi. Ona, şiddetle başımı her iki yanıma sallamıştım. Uzun saçlarımda benimle birlikte dalgalanmıştı.

“Yalan söylüyor” fısıltım o kadar sessiz çıkmıştı ki bence sadece dudaklarım oynamıştı. Dmitri hareket eden dudaklarımdan ne söylediğimi çoktan anlayıp, Mikhail’e dönmüştü. Siyah gömleğinin altındaki omuzları gerildi. Alt dudağını beyaz dişlerinin arasına alıp yarım dakika düşünmüştü. Bana bir ömür gelen bu sürenin sonunda gözlerindeki karanlık bir ifadeyle Mikhail’e döndü.

“Kızı görmedim.” Dedi. Kararını vermişti. Beni ona vermeyecekti. Tuttuğum nefesi yavaşça verdim. Kalbim bunu anlamış gibi buzlarını yavaşça kırıp atmaya devam etti.

“ Sevgilim Türk ve yaralandığını düşünüyorum. Belki buralara gelmiştir yardım istemek için.” Mikhail’in ısrarcı tutumu pes etmeye niyeti olmadığını gösteriyordu. Onun içeriye girmek için bir adım attığını duymamla korku dolu yeşil gözlerimi Dmitri’ye çevirdim. O ise kapıyı tek hamlede üzerimden çekip ona bu imkanı sağlamadı. Eğer Mikhail durmazsa Dmitri arkasında tuttuğu silahı ona doğrultacak gibi bedeni tetikteydi.

“Burası özel bir mülk ve… senin adın ne demiştin.” Dedi sakin görünmeye çalışarak.

“Adım Mike, eğer kız buralara gelirse bana bu numaradan ulaşın.” Diyerek kartı Dmitri’ye uzattı. Kendini Mike olarak tanıtan Mikhail’in burnundan verdiği kurnaz sert nefeslerini duyuyordum.

Dmitri’nin karasız gözleri benim yüzümde gezindi. Kararı mı değişmişti? Gri gözleri düz ve ifadesizdi.

Ona yalvarmamı mı bekliyordu.

Bir yanımda beni Vladimir’e götürmek için gelen Mikhail, bir yanımda ise Dmitri’nin sonsuz nefreti vardı. Nefrete küçük yaştan beri alışkındım o yüzden seçeceğim taraf çoktan belliydi.

“lütfen Volkov. Onunla gidersem ölürüm.” Dudaklarımdan sessiz ve uysal çıkan fısıltım onu hemen harekete geçirdi.

Gerçekten ona yalvarmamı beklemiş. Şaka gibi!

Kaşlarını çatıp elini belindeki silahtan çekti. Kapıyı biraz daha kapatıp, elini kapını pervazına koydu.

“Sana kızı görmediğimi söyledim. Hem yaralı bir kızın buraya kadar gelmesi imkansız.” Dmitri benim hakkımda, onun umutlarının tükenmesini istemişti ama Mikhail’in kısık Rusça homurtuları onun içinde ki umudu asla bitirmeyecek gibiydi.

“İlgilenmem gereken işlerim var.” Diyerek kapıyı sertçe Mikhail’in yüzüne kapattı. Gri gözleri bendeydi. Mikhail kapının dışında hareket etmeden bekliyordu. Sonunda kapının altından numara yazılı olan bir kart attı. Dışarıda ahşap merdivenden sertçe inen adım sesleri Mikhail’in öfke dolu olduğunu belli ediyordu. Uzaklaşan adım seslerini bir müddet sonra güçlü bir motor sesi takip etti.

“Dmitri takip edelim mi?” mutfaktan aceleyle çıkan Viktor’un sesi gergindi. Arkasında, onu endişeyle Lena takip ediyordu. Alexei camın önünde hala onları izliyordu. Niko ise silahını indirmiş. Dmirti’den emir bekliyor gibi hazır ola geçmişti.

Dmitri ise uzun ve heybetli bedeniyle önümde eğilip, numaranın yazılı olduğu kartı alarak yine karşımda durmaya devam etti. Kısa bir bakış atıp, düz gür kaşlarını çattı. Onu Niko’ya uzattı.

“Araştır kime ait bul” dedi gergin sesiyle “Ve gelen adamın yüzünü sistemimizde tarat onu daha önce gördüğüme eminim.” Emirleri sıralamasıyla Niko, Dmitri’den kartı alıp alt kattaki odaların birine gitmek için hareketlendi.

Karanlık bakışlarını bu sefer Viktor’a yönellti. “Hayır Viktor takibe gerek yok” dedi umursamaz gözlerini yavaşça benim yüzüme çevirdi.

“Aradıkları şeyi çok istiyorlarsa tekrar geleceklerdir.” İçinde bulunduğum ortam tamamen arapsaçı olmuştu. Buradan gitmek istiyordum ama dışarıda beni arayan Vladimir’in adamları varken buradan çıkmam söz konusu bile değildi. Dmitri ile olan durumum belliyken ne yapacağımı bilemedim. Gitmek ve kalmak arasına sıkışan zihnim karmaşayla doluydu.

“Lena, kulübendeki Anna’ya söyle akşama Gazap ekibinin toplantısı var, diğer ekip şeflerine de haber etsin.” Diyen Dmitri’nin emri kesindi.

Demek bu karlı dağda tek bir kulübeden fazlası vardı. Lena ve Viktoria’nın aynı kulübede kaldığını sanmıyordum. Bu durumda en az üç kulübe olmalıydı. Lena hemen toparlanıp minik elini Viktor’un avucunun içinden çekip yanıma geldi. Minyon yüzü ciddiydi ama benim gözlerime anlayışla bakması hala bana güvendiğini gösteriyordu.

“Tamamdır Yüzbaşım” diyen ince sesi hafif gergindi. Sabah sabah yaşananlar onun içinde oldukça yorucu olmuştu sanırım. Arkamdaki montuna uzanan kollarıyla bana biraz daha yaklaşmıştı. Kulağıma eğilip,

“senin için odana birkaç kıyafet bıraktım.” Dedi. Bu ince düşüncesine şaşırmıştım. Dmitri’nin kıyafetlerinde rahat olmadığımı anlamıştı sanırım.

Yalnız orası benim odam değildi ama neyse.

“Teşekkür ederim.” Fısıltımı bir tek o duymuştu. Dmitri o an Alexei ile durum değerlendirilmesi yapıyordu. Sevgilisine uzun bir gülümseme sunan Lena, biraz önce Mikhail’in durduğu kapıdan çıkıp gitti.

Onun gitmesiyle ortama bir sessizlik çökmüştü. Dmitri yavaşça bana dönerek iki adımda yanıma geldi. Gri gözleri beni ona teslim edip etmemekte tereddüt içinde kalmıştı. Onların bu dağ başında muhtemelen gizli bir görevleri vardı ve ben o göreve bomba gibi düşmüştüm. Onların gizli bilgilerini açığa çıkarmam ve ona ihanet etmemden şüphelendiğini artık görüyordum.

Gri gözlerinde ki nefret daha önce ihanetin tadına bakan bir adamın bakışlarıyla aynıydı.

“Senin istediğin oldu Katre” dedi kalın sesi boğuktu. Dip dibe duran bedenlerimiz birbirine fazlasıyla yakındı. Kehribar kokusu taze çam ağaçlarının arasından sızıp üzerime gelmeye çoktan başlamıştı. Yukarı doğru kalkan başım onu görmek için fazla aceleciydi.

“Sıra benim istediğime geldi.” Gri gözler benim yeşil gözlerime tutundu. Yutkunamadım. Zaman durdu. Çıtırdayan şömine sustu. Dışarıda yağmaya başlayan lapa lapa yağan kar havada asılı kaldı. Göğsümde hızla atan kalbim atmayı bıraktı. Çektiğim nefesteki kehribarlar ciğerlerimde tutsak kaldı.

Tek hareket, onun gri gözlerine hızla yayılan karanlık bir açlıktı. Bu açlık benim, onun karanlığında kaybolup savrulacağım kadar şiddetli bir fırtınaya ev sahibiydi.

“Ne istiyorsun Volkov?” dedim bende onun gözlerine bakarak sesim o fırtınaya rağmen hiç titrememişti. Şömine tekrar alev aldı, göğsümdeki kalp atmaya, dışardaki lapa lapa yağan kar düşmeye devam etti. Gri gözler yavaşça koyulaşmaya başladı.

Sert çehresi ifadesizdi. Gür siyah kaşları her zaman ki gibi çatıktı. Yeşil gözlerim artık bu görüntüye alışmıştı. Çenesinde ve boynunda yeni çıkmaya başlayan sakalları ise bu görüntüye yeni giriyordu. Benim konuşmamla, ademelması yavaşça kirli sakallı boynunda aşağıya doğru hareketlendi.

 

 

Evli bir kadından fiziksel bir yakınlık beklemeyeceğini hatta bunu söylerken gözlerindeki küçümsemeyi açıkça ifade etmiş bu adam, benden daha ne isteyebilirdi ki?

 

 

 

 

 

Evett 5. Bölümün sonundayız Dmitri, Katre’yi evine gönderilen bir casus sanıyor. Ama neden?

 

Haftaya Cuma görüşmek üzere instagram- @valekizi0 ve @Beyazgecekitap takip etmeyi unutmayın

 

Yıldıza basmayı ve yorum yapmayı ihmal etmeyin ne kadar oy ve yorum olursa o kadar herkese ulaşma şansı yüksek olur.

 

 

 

Bölüm : 15.03.2025 10:41 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...