8. Bölüm

6. BÖLÜM Karanlık Anlaşma part 1

Zehra Sezgin
valekizi

Israrla atmaya devam eden ıssız kalbim de mi bu anlaşmaya dahildi ? Onun nefret dolu gri gözlerinin bu anlaşmaya çoktan dahil olduğu gibi.

 

Sabah yaşadığımız beklenmeyen baskından sonra Dmitri, beni Mikhail’e vermemişti ama burada kalmamdan da hoşnut değildi. Bunu her fırsatta hissettiren karşımdaki gri gözlerin sahibi, siyah asi saçlı adamın benden daha ne isteyebileceğini düşünüyordum. İnce kaşlarımı çatarak sorduğum soruya uzun bir süre cevap vermedi.

Bana biraz daha yaklaştı. Yüzüme koyulaşan bakışlarıyla bakarak sonunda konuşmaya başladı.

“Benim kulübemde kaldığın her gün, her saat, her saniye benimsin Katre.” Dedi karanlık koyu bir sesle. Göz bebekleri büyümüş, grileri esir almıştı. İçinden geçen yoğun karanlık, avını açlıkla takip eden bir kurt kadar gerçekti. Yutkunmadım. O zehirli sözlerine devam ederken nefes bile alamadım.

“Aldığın nefesle, savrulan saçlarınla, zehirli dudaklarınla, zihninin derinliklerinde kurduğun türlü tuzaklarınla” diyerek gri gözleri kısaca yüzümde dolaştı.

“Her şeyinle bana aitsin Katre.” Üzerime eğilen yüzü çok yakınımdaydı. Onun nefesinden gelen sigarayla karışık ondan ilk defa duyumsadığım votka kokusu dalga dalga bana nüfuz ediyordu. Sanırım şu an sarhoştu ve ne dediğini bilmiyordu. Bunu başka bir açıklaması olamazdı çünkü.

Ne söylediğinin farkında mıydı bu adam?

Bu hayatta Kerem’in eşi olamama rağmen ne Kerem’e ait olmuştum ne de dünyaya beni hiç istemediği halde gelmeme sebep olan babama. Küçük Katre ikisinin de hayatına dahil olamamıştı. Hiçbir zaman birine ait olmamış bedenim ve ruhum, şimdi hiç tanımadığım o donuk gri gözlerin sahibi; ona ait olduğumu yüzüme açıkça söylüyordu. İçimde anlamlandıramadığım karmaşık bir duygu yavaşça kanıma sızdı. Kalbimin atışının rotasını şaşırtan bu duyguya ise ben tamamen yabancıydım.

Yıllardır babasının hayatına ısrarla girmeye çalışan küçük Katreyi düşünmek gözlerimin istemsizce dolmasına sebep oldu. Bu gözyaşlarını geri gönderecek gücüm tükenmişti.

Aylar önce o sahildeki kara günden beri be; neredeyse hiç ağlamamıştım ama son bir haftadır gözlerimden ıslak bakışlarım hiç eksik olmuyordu. Odada ki Alexei ve Viktor pür dikkat bizi izliyordu. Komutanlarına karşı çıkacak değillerdi ama gözlerinde geçen acınası bakışlar şüphesiz benim içindi.

Sağ gözümden aşağı yuvarlanan yaş, bir an Dmitri’nin gözlerinin hedefi oldu. Sert çehresi sanki bir an yarılıp yerini pişmanlığa bırakacak gibi dağıldı. Bana ördüğü duvarları yıkıp bakacağı zaman, ne hatırladıysa Dmitri’nin gözlerinde ki nefret geri geldi. Sadece bir an, bir an için bana normal bir insan gibi davranacağını düşünmem benim hatamdı.

“Ben, ne sana ne de başkasına aitim” sert ve kararlı sözlerim, aramızdaki olmayan köprülerin üzerine benzin döküp yaktı. Gölgelenen bakışları boynumdaki alyanslara takıldı. Sonra umursamazca sözlerine devam etti.

“Sana bu evden çıkış yok Katre. Bana gerçekleri anlatana kadar ya da kimin için çalıştığını söyleyene kadar sana burası her gün cehennem.” Sesindeki tehdit bana geçmişimdeki günleri mumla aratacak derece soğuk ve karanlıktı.

Hiçbir yerin çocukluğumdaki yaşadığım yerden; babam ve Senem Hanımla kaldığım evden kötü olacağına inanmıyordum ama Dmitri’nin evinin, benim derinlere gömdüğüm geçmişi inatla çıkarmaya ant içmiş gibi beni yakacağına emin oldum.

Benim cevap vermemi beklemedi. Bana geniş sırtını dönüp hızlı ve sert adımlarla merdivenlere yöneldi. Uzun bacaklarıyla merdiveni üç adımda çıkıp beraber kalıp kalmadığımızı hala anlayamadığım odasına girdi.

Kapının sertçe kapatılması beni burada fazlalıkmışım gibi hissettirmişti. Boğazımdaki yumruyu göndermekte zorlandım.

Onun gitmesiyle Alexei büyük adımlarıyla yanıma geldi. Orman yeşili gözleri biraz önceki fırtına olmamış gibi sakindi. Viktor’da onu takip edip onun arkasında yerini aldı. İri vücudu Alexei’nin arkasından bile belli oluyordu.

“Katre bize anlatabilirsin.” Dedi sakince. “Dmitri olaylara biraz kişisel yaklaşıyor.” Alexei’nin, Dmitri hakkındaki açıklamalarını duymak istemiyordum. O adamın nefretini açıklayan hiçbir kelime yoktu bence. Kollarımı göğsümde birleştirdim. Bakışlarım direk Alexei’nin orman yeşili gözlerindeydi. Onlar Dmitri’ye göre daha anlayışlı gibi duruyorlardı ama onları tanımadan bir şey söylemek istemiyordum.

“Anlatacak bir şey yok Alexei, ben bu kulübeye yardım istemek için gelmiştim ama..” dedim cümlemi bitiremedim. Ne diyecektim? onun yatağına gönderilmiş bir ajan? Ya da gizli bilgilerini çalmak için gelen bir hain?

Küçük bir ihtimal daha vardı ve o da benim gerçekten yardım istemek için burada olduğum ve Dmitri bu ihtimali direkt çöpe atmış üzerine resmen beton dökmüştü. Yerin yedi kat altından gelen masum çığlığım artık duyulmuyordu bile.

Gözlerimi Viktor’a çevirdim, o da benim ağzımdan çıkacak küçük bir açıklamayı bekliyordu. Onlara söyleyecek tek bir kelimem yoktu o yüzden yeşil gözlerimi direkt solandaki cama çevirdim. Onlar, benim konuşmak istemediğimi anlamış üstüme fazla gelmemişti. Yavaşça yanımdan geçerek gittiler. Nereye gittiklerini bilmiyordum, şu durumda da önemsediğim söylenemezdi. Artık büyük salonda sadece ben kalmıştım.

Yanan şöminenin önündeki berjere gidip bir çuval gibi bedenimin çökmesine izin verdim. Elim istemsiz alyanslarımıza gitmişti.

Neyin içindeydim ben?

Dışarıdaki soğuk fırtınayı düşünmek bile anılarımın zihnime sızmasına engel olamadı. Bir bahar günü Kerem’le sahildeki o son günümüzü düşünmeye hiçbir şey engel olamadı. Her gece kabuslarımı süsleyen Kerem’in kanlı bedeni artık zihnimin en karanlık yerinden çıkmıştı. Gözlerimi çevirdiğim karlı ormanda bile bana deniz gözleriyle bakıyordu. Aldığım nefes bile acı doluydu. Kalbin onun yokluğuna hala alışamamış gibi o da acıyla kasılmaya devam etti.

 

 

 

23 Mayıs 2024 Aylar önce

 

İçinde mutluluk parıltısı olan yeşil gözlerim; yeni evimde aynanın karşında giydiğim kısacık elbisedeydi. Kırmızı küçük çiçekleri olan beyaz elbise tam Antalya’nın sıcak bahar havasına uyuyordu. Belindeki ipleri biraz sıkınca ince belim biraz daha ön plana çıktı.

Biraz kilo aldığım için kalça kısmı hafif sıkmıştı ama bu elbiseyi çok seviyordum o yüzden çıkarmak istemedim. Hem gideceğimiz sahil muhtemelen kalabalık değildi. Kerem yine eteğin kısalığı ile ilgili muhtemelen homurdanacaktı ama neyse ki sadece homurdanmakla kalıyordu.

Dışarıdaki sıcağa rağmen uzun saçlarımı salıp belime uzanmalarına izin verdim. Güneşle saçlarım açılmış daha açık bir karamel tonuna bürünmüştü. Sarımsı bir şelale gibi sırtıma dökülüyorlardı. Elbisenin ön kısmı kalp yakaydı. İnce alyansım boynumdaki tek aksesuardı. Kerem’le üç gün önce resmi olarak evlenmiştik. Onun Rusya’daki hisselerindeki sorunu halletmek için neredeyse yıldırım hızıyla nikahlanmıştık. Bu değişim sadece benim soyadımı etkilemişti. Katre Çelik değildim artık bundan sonra Katre Koroleva’ydım.

Aslında alyans almamıza gerek yoktu biz gerçek bir çift değildik ama Kerem gibi titiz bir adam için her şey eksiksiz yerine getirilmeliydi. Ona alyansı asla parmağıma takmayacağımı ama dövme gibi bunu da ondan hatıra olarak boynumda takacağımı söylemiştim. O, benim aksime evlenir evlenmez alyansı parmağına geçirmiş ve evli olmamızı hiç yadırgamamıştı. Kerem benden dört yaş büyüktü. Daha önce evlenip evlenmediğini merak etmiştim ama bunu ona hiç sormadım.

Kerem güvenlik gereği kaldığım evi değiştirmiş bana daha güvenlikli bir site içinden küçük bir daire almıştı. Ona bunun ne kadar da gereksiz olduğunu söylesem de inatçı deniz gözlere yenilmiştim.

Kerem bir saat önce arayıp benimle sahilde yürümek istediğini söylemiş, benim hazırlanmamı istemişti. Üzerinden elli beş dakika geçmiş bir beş dakika sonra evimin kapısını çalacaktı. Öyle de dakiktir kendileri.

Aradan geçen dördüncü dakikanın sonunda zil çalmıştı. Dudaklarımda gülümseme ile açtığım kapıda tüm ihtişamıyla Kerem Koroleva beni bekliyordu. Üzerinde her zamanki gibi beyaz gömleği ve lacivert takımı vardı.

Elinde ise tek bir tane kırmızı lale vardı. Her buluşmamızda sadece tek bir kırmızı lale alır gelirdi. Sanırım bileğimdeki lale dövmesinin gerçeğini vermek ister gibi sadece bir tane alıyordu. Bana uzattığı laleyi alıp gözlerimi onun yüzüne çıkardım.

Her daim özenle taradığı kahve saçları bugün dağınık kalmış, deniz gözlerinin içi kızarmıştı. Gözaltlarında uyumadığını gösteren hafif morluklar hemen fark ediliyordu. Sakallarını en son iki hafta önce tıraş etmiş, ondan sonra onlara hiç dokunmamıştı. Bu hali onu yaşından biraz daha büyük göstermişti.

“Hazır mısın Katre” dedi biraz sıkıntılı ve sabırsız bir sesle. Ellerini pantolonun ceplerine sokmuş merakla bana bakıyordu. Bana fark ettirmemeye çalışıyordu ama yaklaşık iki haftadır farklı bir sıkıntısı vardı. Çok dalgındı ve geceleri muhtemelen uyuyamıyordu. Rusya’daki hisseleriyle bir sıkıntısının olduğunu biliyordum ama evlenince düzeleceğini düşünmüştüm. Ona neyi olduğunu sorduğumda hiçbir zaman net bir cevap alamamıştım.

“Hazırım Kerem çantamı alıp geliyorum hemen” kapıdan onu içeriye davet etsem bile bir kere bile evime girmemişti. Yatak odasına gidip beyaz uzun saplı çantamı alıp telefonumu ve anahtarlarımı içine koydum. Makyaj masasından portakal çiçeği aromalı parfümümü sıkmadan önce elimdeki tek kırmızı laleyi vazoya diğerlerinin yanına koydum. Bazıları kurumuş bazıları ise hala canlıydı. Yüzümde gülümsemeyle hızlıca beni kapıda bekleyen Kerem’in yanına gittim.

Kerem elindeki telefona kaşları çatık, öfkeli bir yüz ifadesiyle bakıyordu. Tam telefonu kulağına götüreceği sıra kapıda beni görmüş, hemen sıkıntılı bir şekilde kimi arayacaksa ondan vazgeçmişti. Bana bakan deniz gözlerindeki hırçın dalgaları zor zapt etmişti. Benden; onun hakkında herhangi bir soru sormamı istemediği belliydi.

Kerem’in uzattığı koluna girip hiçbir şey olmamış gibi yeşil gözlerimi onun yüzünde gezdirip kocaman gülümsedim.

“Hangi sahile götüreceksin bakalım beni” dedim şen sesimle. Kerem’in deniz gözleri pembe yanaklarımda çıkan minik gamzelerimde uzun bir süre gezindi. Kirli sakallarının arasında bana muzipçe gülümseyip o güven verici sesiyle konuştu.

“Lara tarafına gidelim daha sakindir şimdi orası” dedi ve deniz gözleri giydiğim kısa elbisede dolaştı. “Kısa giyinmişsin, yine adamlar akbaba gibi üşüşecek başına. Sonra benim başım belaya giriyor elin adamlarıyla. Dövmek zorunda kalıyorum” Sesi sitem doluydu.

“Eee sende dövme onları Kerem bir zahmet.” Dedim bende asansöre hızla giderken. Kerem gerçekten de bana sarkıntılık yapmaya çalışan adamı bir güzel dövmüş ve bir daha o restorana adamın girişini yasaklatmıştı. Baş başa yemeğe gittiğimiz bir gün beni masada sadece lavaboya gitmek için yalnız bırakmıştı. Geri döndüğünde ise adamın biri masamızda ve elini benim bileğimde görmek yetmişti. Ondan sonra adamın kırılan burun sesiyle yemeğimiz kısa kesilmişti.

“Haklısın Kerem, benim gibi bir kızla evlenip başını çok büyük bir bela aldın.” Dedim ona kıkırdayarak.

Kerem eğlenen yeşil gözlerime manidar bir bakış atıp, “Asıl sen büyük bir bela aldın benim yüzümden haberin yok.” Fısıldayarak söylediği sözleri anlamamıştım.

“Nasıl yani” dedim.

“Boş ver Katre düşünme bunları” dedi güven veren sesiyle devam etti. “Sen artık güvendesin soyadımla ” Diyerek beni önünde beklediğimiz asansöre kattı.

Yaklaşık yirmi dakika sonra sahile gelmiştik. Yolda bir ara durup Kerem kendisine ve bana kahve almıştı. Sahile, günbatıma yetişmiştik. Arabadan gördüğüm kadarıyla etraf kalabalık değil aksine sakindi; birkaç aile ve üç beş üniversiteli genç vardı.

Kerem’in kapımı açmasıyla ılık hava yüzümü okşadı. Denizin tuzlu kokusu ciğerlerime nüfuz ederken gözlerim kapanmıştı. Hemen beyaz spor ayakkabılarımı çıkarıp bir elime aldım. Kerem iki eline de kahvelerimizi almış biraz ilerlemişti. Benim onun yanına gelmemi bekliyordu. Boşta kalan elimi onun lacivert ceketinin koluna geçirdim. Sıcak kum taneleri ayaklarımı gıdıklandırıyordu. İstemsiz çıkan kıkırtılarıma ev sahipliği yapan bu sahile daha önce defalarca gelmiştik ve bu yeri ikimizde fazlasıyla seviyorduk.

Sonunda denizin kenarına geldiğimizde Kerem kahveleri tutması için bana uzattı. Her zamanki centilmenliğiyle lacivert ceketini çıkarıp benim altıma yazdı. Ona teşekkürlerimi sunan yeşil bakışlarımla tebessüm ettim. Ben kahvelerimizle onun ceketine otururken Kerem de üzerinde beyaz gömleğiyle ayakta kalmış, kollarını kıvırıyordu. İşini bitirip o da benim yanıma ayaklarını çaprazlamasına uzatarak oturdu. Bende onun ceketine bağdaş kurmuş güneşin tadını çıkarıyordum.

Onun kahvesini uzattığımda kolunda benim için yaptırdığı küçük kız dövmesi gözlerimin önüne serildi ve dudaklarımdan şen bir kahkaha onun deniz gözlerine karıştı. O da benim için yaptırdığı dövmeye bakıp, başını her iki yanına salladı. Kirli sakallarının arasındaki dudakları her iki yanına kıvrıldı.

İkimizde gözlerimizi hırçın dalgalara çevirdik. Rüzgar, güneş yüzünden karamelden açık sarıya dönmüş saçlarımın arasına sızıyor yüzümdeki perçemlerimi hareketlendiriyordu. Gün turuncudan kızıla evrilirken sahilde minik bir çocuğun kahkahası ve bir köpeğin sesinden başka bir şey duyulmuyordu. Gözlerim kapalı durduğum bu birkaç dakika hayatımın nasıl değiştiğini düşünüyordum. Yeşil gözlerimi açıp yanımdaki resmi nikahımın olduğu adama çevirdim. Kerem’in zaten sıkıntılı yüzündeki deniz gözleri bendeydi. Bu biraz duraksamama neden oldu.

“Kerem neyin var?” dedim merakla. “İki haftadır böylesin sorduğum zamanda beni hep geçiştiriyorsun.” Dedim bende biraz sitem ederek. Yüzüne ilgiyle baktım, kaşları biraz çatılmıştı. Söyleyip söylememek arasında kararsız olduğunu görebiliyordum. Deniz gözlerini benden ayırıp gözleriyle aynı ton olan hırçın denize çevirdi. Eli iki haftadır jilet vurmadığı sakallarında gezinmeye başladı. Tanıştığımızdan beri hep tıraş ettiği sakalları artık ne sıkıntısı varsa iki haftadır onlara hiç dokunmamıştı.

“Sana söylemem gereken bir şey var Katre” dedi sıkıntılı yüzünü bana çevirmeden. Söylediği bu itiraf, bana ne söyleyeceğini daha çok merak etmeme neden oldu. Elimi onun beyaz gömleğinin sarmaladığı sert omzuna koydum.

“Bak eğer şimdi de çocuk yapalım dersen ben yokum bu imkansız yani” dedim bende ciddi ciddi. Cümlem biter bitmez deniz gözlerini hızlıca bana çevirdi. Dudakları her iki yanına kıvrılıp derinden gelen şen kahkahası onun gözlerindeki sıkıntıyı bir an olsun gidermişti.

Bembeyaz dişlerini bana sunarak attığı derin kahkahası benimde gülümseyip gamzelerimin çıkmasına neden oldu. Onun yüzünde iki haftadır böyle bir gülümseme görmediğim için bende şen kahkahamı çekinmeden ona sundum. Son zamanlarda böyle gülmemiştik bu ikimizde iyi gelmişti.

Ne kadar zamandır güldüğümüzü bilmiyordum ama Kerem’in bakışlarının arkamda bir yere takılıp, kaşları çatılınca şen kahkahası bir bıçak gibi kesildi. Üzerime hızla atlayıp beni yere yatırması beklediğim bir şey değildi benimde gülümsemem yüzümde donmuştu. Kerem’in ne yaptığını anlamaya çalışırken bir vızıltının hızla saçlarımın arasından geçtiğini hissettim.

Kerem’in vücudu önce titremiş sonra da kasılmıştı. Deniz gözleri endişeyle açılıp, çenesini sertçe sıkması hiç iyiye işaret değildi. Saçlarımın arasından geçen ikinci vızıltı bu sefer Kerem’in yüzünün acıyla kasılmasına neden olmuştu. Ellerinin üzerindeki bedeni üstüme biraz daha yaklaşıp dirseklerinin üzerine geçti.

“Kerem ne oluyor?” panikle çıkan sorumla deniz gözlerindeki hırçın dalgalar durulmuş yüzü giderek beyazlamaya başlamıştı. Karnımda ve göğsümde hissettiğim ılık sıvıyla yeşil gözlerimi Kerem’in acıyla kasılmış yüzünden aşağı indirince kalbim endişeyle kasıldı. Kerem’in beyaz gömleğinin olduğu geniş göğsünden akan kıpkırmızı ılık sıvı benim göğsüme ve karnıma damla damla birikmeye başladı.

Dudaklarım titredi. Konuşamadım. Sahilde onun burnundan acıyla verdiği sert nefeslerden başka hiçbir şey duymuyordum. Ne hırçın dalgaları, ne çığlıkları, ne de bir bebeğin korkuyla ağlaması her şey zaman durmuşçasına sessizleşti.

“Katre” dedi sıkılı dişlerinin arasından “Beni affet.” Benim titrek nefeslerim onun dudaklarından çıkan son nefeslerine karışıyordu. Buğulu gözlerimin, onun durgun denizlerine karıştığı gibi.

“Kerem” dudaklarımdan sadece ismi çıkıyordu. Adının yanına ne koyacağımı bilmiyordum. Ben şu an neler oluyor onu bile anlamıyordum. En son bu sahilde kahkahalarımız dolaşıyordu ne ara ölümün kıyısında sallanıyorduk. Sonunda göğsümdeki onun kanını hissedip gerçeğe döndüm.

“Ölmeyeceksin Kerem” diye fısıldamıştım benden neden af dilediğini bilmeden.

Sol elini kulağımın arkasına saç diplerimin olduğu yere getirdi. Ilık parmak uçları gideceği yeri biliyordu. Onun için yaptırdığım dövmemim üzerini yavaşça okşayıp,

“ Kimseye güvenme Katre” dedi bedeni artık üzerimdeki ağırlığını zor taşıyordu. Beyaz gömleği, kollarını parçalayacak gibi gerilmişti.

“Kerem ölme. Bırakma beni” gözlerimde biriken yaşlardan dolayı onu artık bulanık görüyordum. Yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı,

“Sana aşık olarak öldüğümü söyle onlara Katre” dedi ölümün sıcak fısıltıyla.

Benim gözlerimden yaşlar şakaklarıma akarken, onunda göğsünden kanlar hızla üzerime akıyordu. Dudaklarımdan çıkan acı hıçkırık onun gözlerindeki durgun denizin tamamen kapanmasına neden oldu. Tüm ağırlığıyla üzerime yığılan bedeni, benim taş kesilen bedenime düştü. Kolları cansızca yanıma yığılırken, kızıl güneşte dağların ardına gömüldü. Hırçın dalgalar sahile şiddetle vurmaya devam etti. Bebek korkuyla ağlamaya kaldığı yerden devam etti. Etraftaki çığlıklara benimde eşlik ettiğimi, acıyan boğazımdan anlamam uzun sürmüştü.

Kerem’in yüzü benim açık renk karamel saçlarıma gömülmüştü. Benimse ıslak yeşil gözlerim, kararmaya başlayan gökyüzüne çevrilmiş, titreyen ellerim ise hala Kerem’in omuzlarındaydı.

Bu Kerem’i son görüşümdü. Onu, bana bir daha göstermediler. Mezarının yerini bile söylemediler. Sadece parmağındaki soğuk, ince alyansı avucuma bırakmışlardı. Görünüşte küçücük olan bu alyansın tonlarca ağırlığı vardı üzerimde.

Ondan bana kalan en değerli hatıra buydu. Kerem o gün üzerime atlamasa kurşunların hedefi ben miydim? yoksa baştan beri hedef o muydu? Bu asla cevap veremediğim bir soruydu ve ona ihanet etmememin yegane temeliydi.

Onlar? Diye bahsettiği kimdi bilmiyorum ama ben Kerem için karşıma çıkan herkese birbirimizi sevdiğimizi söylüyordum. Bunu ona borçluydum ve ona asla ihanet etmeyecektim.

 

Kuzey Kafkasya – Rusya

 

 

Şöminenin çıtırdayan sesi beni bulunduğum kulübeye geri getirdi. Alyanslarımızı sıkıca kavrayan elim onları sıkmaktan parmaklarım bembeyaz olmuştu. Bir ara arkamda ayak sesleri duymuştum ama ona kulak vermeyecek kadar zihnim Kerem’le doluydu.

Burada sessizce akıttığım gözyaşları artık sondu. Bu kulübede bir daha gözyaşlarım düşmeyecekti. Ben Katre Koroleva’ydım. Annesinin biricik savaşçı kızıydım. Buraya kadar geldiysem buradan çıkmasını da bilecektim. Sadece durup doğru zamanın gelmesini beklemem gerekiyordu.

Hızla yanaklarımdaki yaşları silip ayağa kalktım. Doğruca mutfağa gidip kendime soğuk bir su almak istiyordum. Zihnim hala Kerem’le meşgulken mutfağa gittim. Üst dolaptan uzandığım bardağı almak için resmen küçük bir savaşa girmiştim. Parmak uçlarına yükselen bedenim hala uzandığım bardağa ulaşamamıştı.

Ensemde hissettiğim ılık nefesle tüylerimi diken diken oldu. Arkamdaki bedenin kim olduğunu anlamamsa kısa sürdü. Taze çam ağaçlarından sızıp gelen kehribar, ondan başkasına ait olamayacak kadar ona yakışıyordu. Sağ omzumun üzerinden uzanan iri kolu, büyük bir bardağı oradan aldı ve üç saniye kadar sonra kendini kenara çekmesiyle bende arkamı dönüp tezgaha yaslandım. Suyu doldurup kendi kalın dudaklarına götürünce ağzım bir miktar açık kaldı.

Onu bize katmamış mıydı bu adam?

Suyu kafasına dikerken kirli sakallı kalın boynu görüş açıma girmişti. Adem elması boğazında itinayla dolanırken bu görüntü benimde sertçe yutkunmamı sağlamış, karnımdan aşağı ılık bir his yuvarlanmıştı. Bardağı ıslak dudaklarından çekip sertçe tezgaha çarpması beni kendime getirdi.

Yeşil gözlerimi sinirle üzerinden çekip tezgaha geri döndüm. Üst dolaba uzanmakta zorluk çektiğimi bariz görüyordu ama kılını bile kıpırdatmadan beni izlediğini hissediyordum. Mutfağa başka bir adım sesi geldi.

“Dur Katre ben alırım” diyerek yanıma gelen Alexei hemen bardağı uzun boyu sayesinde oradan kolayca aldı. Dmitri’den uzun değildi ama onun da spor yaptığı belli olan geniş omuzları vardı. Bardağı ellerime verdiğinde ona minnetle gülümsedim,

“ Teşekkür ederim Alexei” dedim minnet dolu sesimle. Dmitri’nin sıkıntılı nefeslerinin arasından dökülen Rusça homurtuları duyunca içimdeki kız alayla gülümsedi. Alexei, ona gülümsememe o da aynı şekilde karşılık vermiş yanımdan ayrılmamıştı. Bizi Dmitri ile her yalnız bırakışında Dmitri, üzerime fazlasıyla geliyor ve birbirimiz parçalıyorduk.

Suyu hızla doldurup mideme soğuk suyu gönderdiğimde ağlamaktan şişen boğazıma su iyi gelmişti. Mermer tezgahtaki bakışlarımı küçük camdan dışarıya kaldırdım. Karların ortasında heybetli cüssesi ile koşturan Dmitri’inin kurdu kendi halinde oyun oynuyordu. Siyahın ağırlıkta olduğu kalın postu onu çok iri gösteriyordu ama bazı hareketleri de küçük sevimli bir köpeği andırıyordu.

“Odana çık” Dmitri’nin demiri kesecek sertlikteki emri banaydı ama onu duymamış gibi yapıp hala dışarıda karda oynayan kurduna bakmaya devam ettim.

Odana çık? Orası benim odam değildi.

“Odana çık dedim Katre” bu sefer adımı da eklediği keskin emriyle Alexei’yi konu dışında bırakmıştı. İnce kaşlarım çatılı bir şekilde bedenimi ona çevirdim. İri kollarını göğsünde bağlamış; siyah gömleği geniş kollarını gergince sarmalamıştı. Kafasındaki siyah dalgalı tutamlar gri gözlerin üzerinde asice dökülüyordu.

Alexei nerdeyse ortamızdaydı elinin birini başındaki kumral uzun tutamlarının arasından sıkıntıyla geçirdi. Yine bir kavganın eşiğinde olduğumuzu anlayan bedeni gerilmişti. Üzerinde her zaman gördüğüm mavi gömleği ve siyah kot pantolonu vardı.

Onu incelediğimi fark eden Dmitri hızla Alexei’nin önüne geçip görüş açımı iri bedeniyle kesti. Şimdi karşımda olan geniş göğsü çok yakınımdaydı.

Başımı onun yüzünü görmek için kaldırdım. Çatılı gür kaşları her zamanki konumda öfkeli çehresinin tam ortasındaydı.

“Acıktım.” Dedim dan diye. Gözlerinin içine bakarak, odaya çıkmamak için söylediğim bahaneye bende şaşırmıştım. Hızla yanaklarıma yayılan pembelik bir an için başımı toprağın altına gömme isteği doğurdu. Siyah gür kaşları şaşkınlıkla havaya kalktı. Dudaklarının arasından sinirle gülmeye çalışmış, pek becerememişti.

“haahh” şaşkınlığı bariz belli eden sesi yok artık dercesineydi.

“ Katre hanımlar çikolatada ister mi?” Kinayeli konuşmasından tek odaklandığım şey kalın dudaklarından çıkan çikolata kelimesiydi.

Malum günüme hesaplarım doğrultunda iki gün kalmıştı ve benim her ay bu zamanlar çikolata krizlerim tutardı. Onu yemediğim her saniye bedenim küçük bir işkence çekerdi. Malum günüm başladığı zaman bu hissim hızla geçer yerini mide bulantısına ve karın ağrısına bırakırdı. Biraz zor geçen bu haftalarıma ancak sıcak su torbaları ile bitki çayları iyi gelirdi.

Çikolatayı duyan vücudumda istemsiz olarak dişerim alt dudağıma geçmiş damağım o yoğun kakao aromasını istemişti. Sertçe yutkunuşum onu afallatmıştı. Donuk gri gözleri önce pembeleşen yanaklarımda sonrada dişlerimin arasındaki alt dudağıma indi. Donuk griler yavaşça çözülüp dağılmaya başladı.

Grilikleri küçük bir pişmanlık saracakken gözlerini bir iki saniye kapatıp kendini toparladı. Derin bir nefes alırken siyah gömleğinin altındaki geniş göğsü itinayla şişti. Gözlerini açtığında, içindeki griler yine buzlarını örmüştü. Başını sertçe arkasında duran Alexei’ye çevirdi.

“Bu kıza kimse bir şey hazırlamayacak” dedi boğuklaşan sert sesi ile. “ Ne istiyorsa kendi hazırlayacak” yüzünü tekrar bana çevirdi. Karanlık bakışları yüzümde gezindi.

“Ve ben ne istiyorsam onu yapacak” sağ eliyle mutfağı ve evi gösterip, “Bundan sonra yemek, temizlik her şeyi sen yapacaksın.” Dedi soğukça.

Bir yarım dakika benim şaşıran suratımı izledi. Sanki dilim tutulmuş gibiydi. Umursamaz soğuk bakışlarını benden ayırıp yanımdan geçeceği sıra, ince parmaklarım onun dirseklerine kadar kıvrılmış çıplak kolunu sardı. Teni ateş gibi sıcaktı. Ya da benim ellerim buz gibi soğuktu. Gözleri bu hareketimle karanlık bir hal aldı.

Karşımdaki adam Rusya’nın hayalet askeri diye anılan adamın ta kendisiydi ve ben o adama kafa tutuyordum.

“Senin askerin değilim. Bana emir vermezsin” dedim omuzlarım dikleşmiş, çenem yukarı kalkmıştı. Boynumdaki kurt dövmeme varıncaya kadar her hücrem ona başkaldırmıştı. Soğuk bakışları kolunu sardığım ince parmaklarında gezindi. Yavaşça yüzüme çıkan grilikler afallamıştı. Hiç durmadan devam ettim.

“Hizmetçi değilim. Hele ki senin hizmetçin hiç değilim.” Sesim onun sesinle yarışır bir tonda emrediciydi. Parmaklarımı onun ateş gibi yanan vücudundan sanki elim yanmışçasına hemen çektim.

Çatılı gür kaşları biraz düzleşti. Kirli sakallarının arasındaki kalın dudağının bir ucu saliselik kıvrılmış, kendini zor toparlamıştı. Gri gözlerinden geçen parıltılar çoğalmıştı. Yüzünde gezen ifade onu tanımasam bana bakışlarını hayranlık diye yorumlardım ama konu Dmitri olunca tüm duygular maalesef nefrete çıkıyordu.

Yanımızda duran Alexei’nin de söylediklerimle ağzı bir miktar açık kalmıştı benden böyle bir atak beklemiyordu.

Dmitri bana biraz daha eğilip yüzlerimiz arasındaki mesafeleri yerle bir etti. Kehribar burnuma sızmak için çok aceleciydi.

“Sen benim her şeyimsin Katre” dedi derinden gelen sesi boğuktu.

“Sen isteğim zaman askerim, istediğim zaman hizmetçim, istediğim zaman piyonum, istediğim zamansa ajanımsın. Artık bana çalışıyorsun. Sen benim her şeyimsin Katre”

Gri gözleri karanlık bir okyanustu. Bana o manada söylemediği sözleri kalbim istemsiz üzerine alınmış çoktan hızla atmaya başlamıştı. Onun bir sözüyle üzerimdeki etkisine inanamadım.

Onun her şeyi olmak. Bir iki saniye düşündüğüm bu durum; uçaktan paraşütle atlamak gibi ya da bir hız trenin içinde yükseklere çıkıp birden aşağı inmek gibiydi. Karnımda gezinen bu his hiç bitmeyecek gibi hissettiriyordu.

Onun her şeyi olmak muhtemelen benim sonum olurdu. Birbirimizi yok edeceğimiz bir gerçekti. Onun karanlık nefreti bir kadını sevebilecek türde değildi. Onun karanlık nefreti; yok edici, tüketici ve yıkım getiren türdendi.

“Bu evde neden kalmak zorunda olduğumu biliyorsun Volkov” dedim titrek bir nefes vererek. Yeşilliklerimi ondan hiç ayırmadım. O ise üzerime eğdiği yüzündeki bakışlarını boynumdaki kurt dövmesinden çekip, Alexei’ ye çevirdi. Üzerime eğdiği bedenini benden çekti.

“Niko’ya söyle, Mike denen o adama ulaşsın aradığı kız burada gelip alsın” dedi umursamaz bir tınıyla. Bana bir kez bile bakmadan arkasını dönerek gitmeye başladı. Geniş sırtı, siyah gömleğinin altına kasılmıştı. Hızla yüzümü Alexei’ye çevirdim. Gözlerim endişe ile gölgelendi.

Bunu yapamazdı değil mi? öleceğimi bile bile beni Mikhail’e veremezdi.

“Dmitri, Katre istediğini yapacak değil mi Katre?” Alexei benim adıma karar vermişti. Dmitri’ye itaat etmek istemiyordum ama eğer söylediklerini yapmazsam beni buradan, hiç istemediğim adamın yanına göndermekten hiç çekinmeyecekti.

“Evet Alexei” dedim kısıkça. Sesimi ben bile duymamıştım. Alexei ona karşı çıkacağımı beklemiş yüzü gerilmişti. Orman yeşili gözleri, benim cevabımla rahatça kapandı.

“On beş dakikaya kahvaltı hazır olsun” adımları durduğu yerden devam ederken kurduğu cümle, sinirle solumama neden oldu. O merdivenlere yönelirken ona arkamı döndüm.

“Kendisi hazırlayacak Alexei, yardım edersen seni de cezalandırırım” dedi merdivenlere sertçe basarak. Bana odana çık dediği, kendi odasına girdi. Şimdi mutfakta ben ve Alexei kalmıştık bana yavaşça yaklaşıp karşımda durdu. Orman yeşili gözleri onun sözüne karşı gelmediğim için minnet doluydu.

“Teşekkür ederim Katre” dedi ellerini kollarıma koyarak onun bu yakınlığına şaşırmıştım. “Biliyorum bunu benim için değil kendin için yaptın ama yine de teşekkür ederim” dedi. Kalın sesinden dökülen kelimelere şaşırdım.

“Evet Alexei kendim için yaptım” dedim tüm bencilliğimle. Orman yeşili gözleri bu cevabıma hiç şaşırmadı.

“Bana sadece Alex demen yeterli” dedi tıpkı diğerlerinin ona seslendiği gibi benimde öyle söylememi istemişti. Onun bana adımları her zaman nazik olmuştu. Benimse yaptığım bencil bir konuşmaydı.

“Peki Alex” dedim gülümsemeye çalışıp. Alex, ellerini kollarımdan indirmiş köşedeki kahve makinasında kahve hazırlamaya geçmişti.

“Çay var mı Alex” dedim hızlıca. Sözlerime şaşırdığını bana dönen yüzünden anlamıştım. Yüzü biraz mahcubiyetle gölgelendi, elinin birini ensesine atıp konuşmaya başladı.

“Bu evde kimse çay içmez Katre” dedi mahcup bir sesle. Şaşırmıştım, yeşil gözlerim dün Türk kahvesi bile görmüştü nasıl çay olmazdı.

“Hayret Türk kahvesinin olduğu yerde çayın olmaması tuhaf geldi.” Dedim kendi kendime mırıldanmıştım.

“Lena’nın olduğu her yerde Türk kahvesi olur.” Tezgaya yaslanarak söylediği sözleri gülümseme neden oldu. Ellerimle saçlarımı arkaya atıp onları kulaklarımın arkasına sıkıştırdım.

Dmitri beyler yaklaşık on dakikaya kahvaltı istemişlerdi ama saat nerdeyse öğlen olmuştu ne biçim bir askeri düzeni vardı bunun benim bu işe bir el atmam lazımdı.

Hayırdır Katre’cim? sen ve askeri düzen ne alaka?

“Alex sen sadece malzemeleri göster ben gerisini yaparım” hızlıca söylediğim cümle onun bedenini de harekete geçirdi. Hemen buzdolabına gidip bana birkaç malzeme çıkardı. Onlara kendi usulümce kahvaltı hazırlayacaktım. Teyzem hastalandığından beri zaten bu tür işleri ben yapıyordum. Elim oldukça yatkındı ama bana zorla emretmesi içimdeki boyun eğmez kızı tetikliyordu.

Çıkan malzemelerden sanırım menemen yapacaktım. Alex domatesleri soymaya geçeceği sıra,

“ Ben yaparım Alex onu duymadın mı? Benim yüzümden ceza almanı istemem.” Dedim panikle.

Orman yeşili gözleri eğlenerek bana döndü,

“Ben alışkının boş ver” dedi kalın sesinden muziplik akıyordu. Dmtiri ile en yakın; yani alt üst ilişkisi pek olmayan tek o görünüyordu. Bir de alt üst ilişkisi olmayan şu sarışın kız Viktoria’ydı. Dmitri’nin boynunda gördüğüm ona ait ruj izi onların farklı bir ilişkilerinin olduğunu düşündürüyordu.

Şimdi Viktoria’da nereden çıktı?

“O zaman sen diğer kahvaltılıkları masaya çıkar, bende bunları yapayım” dedim iş bölümü yaparak. Düşüncelerimle yaptıklarım tamamen tersti. Alex benim söylediklerimi yaparak dolaptan birkaç malzemeyi masaya çıkarmaya başlamıştı. Benden menemen için soğanları doğrayıp onları kavurdum, sırası ile biber ve soyduğum domatesleri koydum.

Un ve yumurta, peynir ve biraz yeşillikle yaptığım kaşık dökmesini de tavaya küçük küçük dökünce biraz soluklanmak için başımı kaldırdım. Alex ellerini göğsünde birleştirmiş, tezgaha yaslanmıştı. Onun şaşıran bakışlarıyla bana baktığını görünce,

“Neden öyle bakıyorsun?” dedim bir yandan menemene yumurtaları kırıyordum. Elim hızlıydı.

“Senin şu; sizin tabirinizle çıtkırıldım kızlardan olduğunu sanmıştım” dedi direkt. Dobra itirafına ince kaşlarımı kaldırdım. Şu çıtkırıldım kızlar kimse kesinlikle ben değildim ve hiçte öyle olamamıştım. Hayat bana hep zor ve engebeli bir yol sunmuştu.

“Benim isteyip te yapamadığım bir iş henüz yok Alex” dedim. Şen sesime bende şaşırdım. Bir yandan tavadaki peynirli hamurları kızartıyordum. Alex’in bana cevap vermemesi üzerine tabağa aldığım hamurlarla Alex’ e döndüm. Yüzümde hala gülümseme vardı. Alex’in bedeni gerilmişti. Bakışları direkt bizi izleyen üçüncü bir gözdeydi.

Bende yüzümü üçüncü kişiyi görmek için çevirdiğimde geniş holde tüm heybetiyle duran Dmitri’yi görmemle şaşırmadan edemedim.

Şaşırdığım kısım onu görmem değildi üzerindekilerdi.

Dmitri’yi ilk defa askeri bir kamuflajın içinde görüyordum. Asker yeşili tişörtü; geniş ve kaslı bedenini tamamen sarmalamıştı. Altına giydiği kamuflaj bol cepli pantolonu ise bacaklarını daha uzun ve iri göstermişti. Onu böyle bir üniformanın içinde görmem onun bir yüzbaşı olduğunu hatırlamama neden oluyordu. Rusya’nın meşhur hayalet askeri Volkov’u.

Üzerindekiler Dmitre’ye bir miktar yakışmıştı işte.

Bölüm : 20.03.2025 20:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...