10. Bölüm

7. BÖLÜM Gazap Ateşi part 1

Zehra Sezgin
valekizi

Bir girdabın içindeydim. Ondan kaçmakla, ona sığınmak arasında sıkışıp kalmış olan ruhum çoktan o gri gözlerin esiri olmuştu.

 

Dmitri’yle beraber buz gibi soğuk havada onlara bakıyorduk; Gazap ekibin şeflerine. Sabah Lena’ya toplantı var demişti. Mikhail’in gelmesi mi yoksa yeni bir görev geldiği için mi toplanıyorlardı bilmiyordum ama onların rahat tavırlarına bakılırsa bunu sıkça yaptıkları belliydi.

Arabaların kapıları aynı anda açıldı. Birinci arabadan inen ekip şefi; askeri bir forma giyinmiş bir kadındı. Ama ne kadındı; kızıl afet saçlarını savurarak güneş gözlüğünü çıkarmış, masmavi eğlenen gözlerle Dmitri’ye bakıyordu. Zarif vücudunu saran kamuflaj ona çok yakışmıştı. Sol kaşında bir piersing vardı. Keskin mavi gözleri Dmitri’nin elinin nerede olduğunu görünce piersingli kaşı havaya kalkıp kızıla yakın dudakları muzipçe kıvrıldı. Onun bu hareketine anlam verememiş dümdüz ona bakıyordum.

Korsha, onu görünce kasılı duran kuyruğunu zevkle sallanmaya başladı. Kızıl afetin yanına koşturarak gidip onun etrafında dolanan Korsha’yı şaşkın gözlerle izliyordum.

Çünkü benim biraz önce kalçamı ısırmıştı.

Arabadan ikinci inen askerle gözlerimi ona çevirdim. İri kalıplı bir adamdı. Dmitri’yi geçemezdi ama onunda Viktor’dan kalır yanı yoktu. Açık kumral saçlarını kafasının arkasında bağlamış, buradan bile belli olan yeşil gözlerini direkt üzerime çevirmişti. Hafif uzun sakallarıyla bana Vikingleri anımsatmıştı. Dmitri elini, arabadan ikinci inen askerle giydiğim kamuflaj montunun üzerinden belime biraz daha bastırmıştı.

“İvan erken geldiniz” dedi Dmitri Türkçe olarak. Yanımda her zaman benim dilimi konuşmaya dikkat ediyordu sanki. Bu ismi daha önce duyduğumu hatırladım. Bu eve ilk geldiğimde, Viktor onunla bir sıkıntı olduğunu söylemiş, Dmitri beni odasında tek başına bırakıp gitmişti.

Arabadan en son inen asker Viktoria’ydı. Onun ekip şefi olduğunu görmem; damarlarımda gezen kanımın hızla kristalleşmesine neden oldu. İnce kaşlarım anında çatıldı. Dmitri ile aralarındaki karmaşık ilişki aklıma geldiğinde Dmitri’den bir adım uzaklaşıp elinin, belimdeki temasını kestim. Onun boynunda, Viktoria’nın dudaklarının izini görmem; Dmitri’den uzak durmam için aslında yeterli bir sebepti. Bu hareketime Dmitri yüzünü bana çevirmemişti ama gür kaşlarını çatmıştı.

Vikoria; bu sefer sapsarı saçlarını sıkıca toplamış, buz mavisi gözlerini kısarak yüzüme bakmıştı. Üzerimdeki sinsi bakışları direkt Dmitri’nin bana verdiği büyük monttaydı. Zarif ve sıkı vücuduyla direkt yanımıza doğru yürümeye başladı. Diğer iki askerin hedefi ise Dmitri’nin kulübesiydi. Bize doğru gelen sadece Viktoria’ydı.

“Herkes kulübeye geçsin toplantıya hazırlanın geliyorum.” Dedi sertçe. Yanımda; benden bir adım uzakta duran Dmitri, Viktoria’nın yanımıza gelmesini keskin emriyle engellemişti.

Duraksayan vücuduyla adımları çakılan Viktoira; zarif çenesini sıkıp, buz mavisi gözlerini yüzümde gezdirdi. Ona göre kalın olan dudağımın bir ucu zevkle yukarı kalktı. Gözleri daha fazla kısılan Viktoria, sertçe burnundan bir nefes verdi.

“Nu okey. Volkov.” peki tamam Volkov.

Bana istediği zaman Türkçe konuşan Viktoria, sanırım Dmitri’ye gelince algısı kapanmıştı. Buz mavisi gözlerini kulübeye girinceye kadar üzerimde gezdirdi. Herkesin içeriye girmesiyle soğuk havada sadece ikimiz kamıştık. Korsha yine ormanlık alana doğru gitmiş ve çoktan koşmaya başlamıştı. Dmitri kaşları çatılı bir şekilde bana bakıp emirlerini vermekte hiç gecikmedi.

“Kulübeye girdiğinde doğruca yukarı gidiyorsun. İçeriden birisiyle bile göz göze gelmeyeceksin tamam mı?” dedi boğazından gelen sert bir sesle. Ona boş gözlerle baktım. Onların gizli görevlerinin umurumda olacağını mı sanıyordu?

Evet aslında benim aralarına sızan bir ajan olduğumu düşünen birisinin farklı bir şey düşüneceğini ummak fazla olurdu.

“Toplantınız umurumda bile değil.” Dedim vurdumduymaz bir sesle.

“Ben biraz daha dışarıda kalmak istiyorum” dedim kollarımı göğsümde kavuşturup. Dışarıda bu soğukta ne yapacağımı bilmiyordum ama eğer içeriye gelmezsem benden daha az şüphelenip en azından bana güvenmeye başlayabilir diye düşünüyordum.

“Hadi ya Katre Hanım” dedi hayretle. Gür kaşları alayla yukarı kalktı.

“İstiyorsan arabanın anahtarını vereyim de kaçman kolay olsun.” Dedi sesi son derecede alaylı ve imalı çıkmıştı.

Kaçmak; bu şu an hiç aklıma gelmemişti. İlk etapta kaçmayı düşünmek varken neden bana güvenmesini beklediğimi kendime sitem ederek sordum.

İçimdeki sığınak kaç kere böyle sarsılacaktı bilmiyorum. Kendime her defasında, onun sözleri benim canımı yakmamalı diye tembihliyordum ama her imasında yine kendimi ona incinirken buluyordum.

Daha fazla diretmedim gözlerimi son kez karlı ormanda gezdirip ona arkamı döndüm ve karlı zeminde ben önde o arkamda verandaya gittik. Kaygan merdivenleri çıkarken arkamdan onun iri eli, sağ kolumu tuttu.

Kaçmayacaktım ki zaten neden tutuyordu beni esiri gibi.

Ona sinir olduğum için kolumu sertçe, iri elinin arasından çektim. Bu hareketimle kaygan buz tutmuş merdivende bir an dengemi kaybettim ve ittirdiği o elin kolunu tutmam saliselik bir zaman dilimde olmuştu.

Eee be kızım dakika bir gol bir yani bari ittiğin o ele daha geç yapışsaydın.

Dmitri kısıkça homurdanmaya başlamış, benimse yanaklarım bir pancar gibi kızarmaya başlamıştı. Aslında beni kaçabileceğim için değil düşeceğim için tutmuştu. Bunu fark etmek benim daha fazla kızarmama neden oldu.

Ama yani dengesiz hareketleri çok ki, benim karışan zihnin ne yapsın.

Dmitri, son kez benim kızaran yüzüme bakıp ahşap kapıyı hızlıca açtı. Onun iri kolundan elimi çekip içeriye doğru bir adım attım. İçeriye girmemle, sıcak hava beni karşıladı. Üstümdeki montu çıkarmaya yeltendiğimde Dmitri, görüş açımı kesip,

“ Odanda çıkar” dedi üslubu sertti. Birazdan yapacakları toplantı onu Yüzbaşı moduna çoktan sokmuştu. Biraz önceki bahçede bana gururla bakan o adam gitmiş; sıkılı çenesi ve gergin omuzlarıyla avına odaklanan gri gözler geri gelmişti.

Onun sözünü dinlemeden üstümdeki kamuflaj montu tek hamlede çıkardım.

Nasıl olsa artık sıcak bir yerdeydim. Onun montuna ihtiyacım yoktu.

Yeşil gözlerimi onun ifadesiz çehresine dikip onu vestiyere astım. Dmitri’yi arkamda bırakarak, onlar gibi bende botlarımı çıkarmadan geniş hole geçtim. Arkamdan sertçe nefes verdiğini kısık bir şekilde homurdandığı işitmiştim ama ne dediğini anlamamıştım.

Mutfak alanını geçip yukarı çıkacağım zaman, mutfak masasında diğerleriyle oturan Viktoria’nın bana seslenmesiyle adımlarım sekteye uğradı.

“Katre maden misafirsin gel seni diğerleriyle tanıştırayım.” İnce sesinden dökülen hafif bozuk Türkçe kulaklarımın, Mikhail’den sonra duyduğu en kötü sesti hatta onu hatırlamak titrememe neden oldu. Tam arkamda duran Dmitri’nin de bedeninin kasıldığını hissettim.

Aslında onların toplantısını bölmeyi veya onlarla tanışmayı istemiyordum. Burada uzun kalmayacağım için onları tanımama gerek bile yoktu ama Dmitri’nin benim üzerimde kurduğu emir kipi cümlelerin tam tersini yapmak istediğim için adımlarımı hiç düşünmeden mutfağa yönelttim.

Büyük masaya, biraz önce gelen üç kişi oturmuştu. Önlerinde mavi kapaklı dört dosya vardı. Her bir dosya birinin önünde açık halde bekliyordu. Dmitri’nin yeri boş olup tam karşımda Viktoria ve adının İvan olduğunu öğrendiğim iri adam oturuyordu. Bana arkası dönük olarak oturan kızıl afet ise sadece başını çevirmiş, eğlenen koyu mavi gözlerle bana ve arkamda duran; patlamaya hazır bir volkanı andıran Dmitri’ye bakıyordu. Onun sözünü tutmamam onu kesinlikle öfkelendirmişti. Onu görmesem bile nefeslerindeki sabırsız ve sert solukları duyumsuyordum.

Dmitri’nin toplantıya sanırım başlatmasını bekliyorlardı. Viktoria’nın keskin mavi gözleri hemen yanında oturan adama döndü.

“İvan bu eve misafir geldiğini sen daha önce gördün mü?” dedi ellerini birleştirip çenesinin altına koydu. “Katre bu şerefe nail olan tek insan” dedi bana bakıp.

Ben burada bir tanıştırılma göremiyorum ama! sinsi kadın masaya ne maksatla çağırdı kim bilir?

“Viktoria” dedi arkamdan sert ve öfkeli bir ses. Bu kesinlikle küçük bir uyarıydı.

İvan’ın delici yeşil gözleri mutfağa girdiğimden beri zaten üstümdeydi.

“Seni daha önce görmedim Katre Türk müsün?” kalın sesinden dökülen kelimelere yeşil gözlerindeki ilgili merak eşlik etti. Bunu fark etmemle ondan bir adım uzak durmam gerektiğini anladım. Dmitri’ye karşı gelmek için yaptığım hamlelerimle kimsenin dikkatini çekmek istemiyordum.

“Katre benim özel misafirim ve bu konuşma burada bitmiştir.” Bana söz hakkı tanımayan Dmitri şu an burnundan soluyordu. Bu sefer onu kızdırmak istemedim. Kolumdan hafifçe tutup beni yanına çekince itiraz etmedim. Hala İvan’nın gözleri üzerimdeydi.

“Yukarı çık Katre. Ben haber verene kadar da gelme” üzerime biraz eğilip fısıldadığı sözleri bizden başkası duymamıştı. Dmitri’nin siyah kaşları çatık, omuzları gergindi. Onun, bu kulübede bunca önemli işinin arasına bir fırtına gibi dalan yeşil gözlerime bir müddet baktı.

Onların ne konuşacakları zaten umurumda değildi o yüzden onlara bir kez bile bakmadan arkamı döndüm. Bu evdeki diğer askerler sanırım bu toplantıya dahil değildi. Muhtemelen onlarda aşağıda çalışma odası olan yerde kendilerince bilgi alış-verişi yapıyorlardı.

Niko’ya, Türk bağlantılarla bir görüşme ayarlamasını istemişti, konuyu ister istemez merak ettim. Sorsam yanlış anlayacakları için bunu onlara soramazdım.

Merdivenlere kadar gelen adımlarım, Dmitri’nin dudaklarından çıkan kelimelerle yere çakıldı.

“chto my znayem o gospodine Koroleva?”

 

Bay Koroleva hakkında ne biliyoruz?

 

Donup kalan bedenim tamamen kaskatı kesilmişti. Aldığım nefes ciğerlerimde tutsak kalırken, Rusya’da kaç tane Bay Koroleva olduğunu düşünmeden edemedim. Onların aradığı isim benim sözde evlendiğim adam olma olasılığı yüzde kaçtı?

Titrek nefeslerimi verirken sırtımda hissettiğim karıncalanma ile izlendiğimi anladım, hemen toparlanıp merdivenleri yavaşça çıkmaya başladım. O kadar ağırdan alıyordum ki umursamadığım o toplantıyı şimdi delicesine merak ediyordum. Elim trabzanı sertçe sıkarken içimdeki panik dalgası her saniye arttı.

Sonunda onun odasına girip kendimi şöminenin önündeki berjere attım. Titreyen bacaklarımla yığılmadan nasıl buraya kadar geldiğime hayret ediyorum. Derin bir nefes alarak olayları daha sakin kafayla düşünmeye başladım. Buz gibi soğuk parmaklarımla saçlarımı kulaklarıma sıkıştırıp gözlerimi yanan şömineye diktim.

Dmitri’nin lideri olduğu Gazap ekibi de Rus hükümetine çalışıyordu. Nasıl oluyor da Kerem’in çaldığı çipten daha yeni haberleri oluyordu.

Dmitri ve ekibine gelen yeni görev sanırım Kerem Koroleva’ydı. Benim evde ayıldığım ilk gün Alex’in ona Albaydan yeni bir görev geldiğini söylediğini hatırlıyorum. Eğer Kerem’i araştırırlarsa beni de bulmaları an meselesiydi. Evliliğimizin gizlenmesi ve ismimin gizli tutulmasına istinaden bir gizlilik anlaşması imzalanmıştı ama Rus hükümetine bağlı Gazap ekibinin bu anlaşmaya uyacağını hiç sanmıyordum.

Onlarda Vladimir gibi bilmediğim çip hakkında bana zor bir sorgu çektirir miydi merak ettim. Ya da beni bulmalarını Vladimir ve babası mı istemişti? Onlara vadettiği bir şey mi vardı?

Zihnim o kadar karışıktı ki aradan ne kadar zaman geçtiğini kavrayamamıştım. Onların ne konuştuğunu biraz da olsa duymak için berjerden kalkıp odanın kapısına doğru yavaşça geldim. Dikkat ederek kapıyı biraz açtım. Yere eğilip başımı çıkardığımda Rusça süregelen toplantının sözleri bulunduğum yere kısıkta olsa ulaşıyordu. Anladığım kadarıyla bir daha Koroleva’dan bahsetmemişlerdi. Konuştukları kelimeleri zor takip ediyordum ama duyduğum ve anladığım kadarıyla bu karlı dağda dört kulübe vardı.

Dördüncü kulübe; İvan’nın önderliğinde olduğu ekip; ülkelerindeki uyuşturucu akışını satışını yönetip kendi lehlerine çeviriyorlardı. Rusya’da satımı ve içimini yasaklayıp dış ticarete izin veriyorlardı.

 

Üçüncü kulübe; kızıl afet yani Anna’nın önderliğindeki ekibinin görevi insan kaçakçılığı ve kadın sex işçiliğiydi. Kadın köleleri kurtarıp ülkelerine geri göndermeyi, istemeyenleri ise istihdam ettikleri bu ekip birçok ırktan insanla temas kuruyordu.

 

İkinci kulübe; Sinsinin yani Viktoria’nın ekibi; silah kaçakçılığı ile ilgilenen bu ekip kendi ülkelerin çıkarına olacak tüm sevkiyatları kontrol ediyorlardı.

 

Birinci kulübe; kaldığım kulübedeki askerler ve tüm ekibin komutanı olan Dmitri’nin kulübesiydi. Dmitri’nin ekibi son derece gizli ve önemli görevleri alıyorlardı. Bay Koroleva ve çip yeni görevleri miydi hala emin değildim.

Ortalama her kulübede dört veya beş kişilik bir ekip varsa toplam yirmiye yakın küçük bir ordu bu ıssız dağlarda konumlanmış son derece önemli görevleri buradan yürütüyorlardı.

Benim bu dört kulübeden nasıl burayı seçtiğim ise tam bir nokta atışıydı.

Aşağıya bir bahaneyle inip tekrar bir konuşma yakalamam gerekiyordu. Burada elim kolum bağlı şekilde duramazdım. Boğazımın kuruyan hırıltısı bana bu konuda hemen yardımcı oldu. Kapıdan olduğum yerde yavaşça kalkıp dikkatlice hole geldim, buradan gördüğüm kadarıyla mutfak boştu. Ne kadar zamandır kapıda onların görevlerini düşünüyorsam onları kaçırmıştım.

Ben veya Kerem hakkında bir şey öğrenip öğrenmediklerini nasıl anlayacaktım bilmiyorum. Adımlarım, merdivenden indiğim zaman gördüğüm manzarayla birden durdu.

Dmitri asker yeşili tişörtüyle açık kapıda bana geniş sırtını dönmüş, elleri ceplerinde karşısındaki sarışın kıza bakıyordu. Şaşırdığım nokta ise Viktoria ince kollarını Dmitri’nin kalın boynuna dolamıştı. Viktoria sanki onlara baktığımı hissetmiş gibi buz mavisi gözlerini yüzümde dolaştırdı. Kırmızı dudakları gideceği noktayı sanki ezbere biliyor gibi onun boynuna doğru yaklaştırıyordu.

“Dmitri çok uzun zaman oldu. Beni özlemedin mi?” dudaklarından çıkan zehirli kelimeleri benim anlamam için benim dilimde söylemişti. Dümdüz bakışlarım direkt Viktoria’nın buz mavisi gözlerindeydi. Ne zamandır kapıda olduklarını merak ettim. Sanırım toplantı bitmiş ama Viktoria ve Dmitri arasında hala sonlanmamıştı.

Hem demişti o uzun zaman oldu? Ne için uzun?

Dmitri’nin, Viktoria’ya o şekilde bakıp dokunması bile kaşlarımın hızla çatılmasına neden oldu ama Dmitri çoktan ellerini pantolonunda çıkarıp boynundaki ince kolları kendinden uzaklaştırıyordu. Viktoia’nın yüzünün halini göremeden görüşüm açım geniş bir göğüsle kesildi. Ben daha ne olduğunu anlamadan beni mutfağa çeken adam bugün ilk defa gördüğüm İvan’dı ve muhtemelen yürek yemişti. Beni köşeye çektiği zaman açık yeşil gözleri boynumdaki alyanslarda dolaşınca şaşırmaktan kendini alamadı. Muhtemelen biraz önce fark etmemişti.

“Burada zorla tutuluyorsan sana yardım edebilirim birilerinden kaçtığını biliyorum” dedi sakallı yüzünü bana yanaştırıp devam etti.

“Seni ondan kurtarabilirim” fısıltısı sessiz evde yankılandı. Beni aramaya gelen Mikhail önce onun kulübesine gitmişti. Mikhail’den kaçtığımı biliyordu. İri cüssesiyle görüş açımı tamamen kapatıyordu. Bana nasıl yardım edeceğini merak etmiştim ama yeşil gözlerindeki parıltılar bunu karşılıksız yapmayacağının mesajını veriyordu.

İri eli hala beni tuttuğu kolumda kalmış, beni mutfakta resmen sıkıştırmıştı. Daha fazla bu adamı başıma sarmak istemediğim için gardımı ona göre aldım. Zaten Dmitri beni Mikhail’e vermeyecekti. Daha fazla başıma bela istemiyordum.

“Bırak kolumu yardıma ihtiyacım yok” dedim sinirle elimi ondan çekmeye çalıştığım sıra İvan’nın arkasından hızla gelen adım seslerini koca bir gölge takip etti. Bana gereksiz yakın olan bedeni bir hışımda kenara çekti.

“Kızı duydun” dedi Dmitri beni geniş sırtının arkasına saklayarak. Sert sesi karanlık bir kuyudan geliyor gibi ürkütücüydü.

“ Eğer bir daha ellerini kızın üzerinde görürsem sonuçları ağır olur İvan. Toplantı çoktan bitti gidebilirsin” Dmitri’nin ölümcül sesi alt katta yankılandı. Yalnızca dört beş saniye süren sessizlikten sonra İvan, Yüzbaşısına itaat etti.

“Emredersiniz Efendim” diyerek gevelediği kelimeler Dmitri’nin burnundan sertçe solumasına neden oldu. Mutfaktan çıkıp dış kapıya giden adımları mırıltılı sözlerinin aksine yere oldukça sert basıyordu. Dış kapının açılıp kapanmasıyla alt katta sadece ikimiz kalmıştık. Yavaşça bana dönmesiyle gri gözlerinde minik birer hoşnutluk gördüm. Kaşları o kadar çatık değildi, kirli sakallı çehresi oldukça memnundu.

Onun bu memnunluğunun, İvan’ının yardım talebini tek hamlede reddetmiş olmamdan kaynaklandığını biliyordum. Değilse şu an bana bakan griler nefretle harmanlanmış olması gerekiyordu.

Onun önünden geçip üst dolaptan yine bardak almaya çalıştım. Bu sefer beyefendimiz hoşnut gününde olduğu için bana yardım etmek için bir adımda arkama geldi. Bir elini tezgaha koyarak üst dolaptan kolayca aldığı bardağı yine tezgaha benim önüme bıraktı ama çekilmedi.

Diğer elini de tezgaha koydu. Şimdi her iki eli tezgahta ve bende onun kıskacındaydım. Derin soluklarını başımın tepsindeki saçlarımın arasına sızıyordu. Omurgamdan aşağı sızan karıncalanma omuzlarımı bile titretmişti. Dmitri biraz daha eğilip sorduğu kısık soruyla benim hareketlerimi yanlış anladığını anladım.

“Korkuyor musun Katre” kısık sesi sağ kulağımı okşadı. Nefesi dalgalı saçlarımın arasından arsızca sağ boynuma sızdı. Gözlerim yavaşça kapanırken, derin bir nefes aldı sanki en sevdiği bir çiçeği kokluyor gibi geniş göğsü şişti. Onun bazen içtiğini görüyordum, sarhoş muydu? Şu anki hareketleri doğru değildi ama nedense doğru hissettiriyordu.

Eğer ona dönersem dudakları saçlarımın arasından boynuma değecekti. O yüzden çenemi kaldırıp omuzlarımı dikleştirdim. Bu hareketimle bana yakın olan çenesi, sağ omuzuma değdi. Arkamdaki bedeniyle neredeyse dip dibeydik. Ondan gelen sıcaklığı hissedebiliyordum.

“Hayır Volkov.” dedim derin bir nefes alıp. Kapalı gözlerimi açtım.

“Senden korkmuyorum.” Dedim sesim ona göre fısıltılı değildi. Arkamdaki bedeni kasıldı. Korkuyordum ama ondan değildi. O da bu cümlemi anlamış gibi omzumdaki çenesini sıktı. Sabah onun göğsünde korkuyla ağladığımı görmüştü. Başını omzumdan çekip beni kollarında çevirdi. Şimdi artık ona dönüktüm. Karamel saçlarım hafif dağılmış bedenim sabahtan beri yaşadıklarımla yorulmuştu.

Onun ise çenesi sertçe sıkılı, siyah kaşları ölesiye çatıktı. Omuzları gerilmiş, iri elleri hala benim ince kollarımdaydı.

“Söyle” dedi yeşil gözlerimin en derinine bakıp,

“Kimden korkuyorsun Katre” dedi tek nefeste. Başımı biraz daha kaldırıp onun donuk, gri gözlerine baktım. Gözleri, korktuğum ne varsa yıkıp yok edecek, ateşi ise her şeyi kül edecekmiş gibi bakıyordu ama korktuğum adamla anlaşmalarının olduğu adam aynıydı. O yüzden yapabileceğim bir şey yoktu, kaçmaktan başka. Gözlerimi ondan sakınarak çevirdim.

“Uykum geldi çok yoruldum” dedim sesim bu sefer kısık çıkmıştı. Gerçekten de yorulmuştum sabah ona attığım tokattan tut Mikail’in beni aramaya gelmesine kadar her şey beni yormuştu.

Yüzüme bir süre bir şey demeden baktı.

“Tamam sen geç yat, ben sonra geleceğim” dedi karanlığa bulalı sözleriyle bana öfkelendiğini biliyordum. Önümden çekilerek sıcak ellerini üzerimden uzaklaştırdı. Ona yine güvenmeyerek bir şey söylememiş olmam onu yine kızdırmıştı.

Aynı odada kaldığımızı bu sözüyle anlamıştım ama onu hiç odada görmemiştim. Oda da bir tane kanepe olması şansımaydı. Onunla aynı yatağı paylaşmak zorunda kalmayacaktım.

Beni mutfakta bırakıp adımlarının yine pencerenin yanındaki içki dolabına gittiğini onu görmesem de biliyordum. Gözlerimi kapayıp derin bir nefes aldım ve neden bana yakın olmasıyla kalbimin can çekişir gibi atmaya çabaladığını düşünmemeye çalıştım.

Bana çıkardığı bardağa su doldurup hızlıca içtim. Tüm dertlerimi yutup onları defalarca kusarak kurtulmak istedim. Loş mutfakta ne kadar oyalandığımı bilmeden geniş hole çıktım. Merdivenlere giderken onu iri bedenini bej koltukta otururken gördüm.

Uzun bacaklarını açarak oturmuş, başı koltuğun arkasına yaslı gözleri kapalıydı. Bir eli siyah asi tutamların arasında diğer eli ise kaslı bacağının üstündeki kadehi tutuyordu. Şöminenin ateşindeki bedenin bir yarısı aydınlık bir yarısı ıssız bir gece gibi karanlıktı. Alevlerin aydınlattığı sol profili can yakıcı bir şaheser gibi önüme seriliyor benim içimde anlayamadığım karmaşık duyguları ateşe veriyordu.

Karanlıkta kalan profiline baktığımda ise derince yutkunmamı ve onun karanlığından şiddetle uzak durmam gerektiğini anlatıyordu.

Gözlerim onun sert göğsünü sarmalayan asker yeşili tişörtünde gezerken derin bir nefes alarak bakışlarımı yanındaki sakince çıtırdayan odunlara çevirdim. Bugün onun da yorulduğunu ve canının sıkıldığını anlamıştım. Mikhail’in ve adamların burayı öğrenmesi iyi olmamıştı. Hem onun için hem de benim için. Kirli sakallı çehresindeki dudağının bir ucu alayla kıvrılırken,

“Gördüklerin hoşuna gitti mi?” dedi gözlerini yarım bir şekilde açarak. Uzun bacaklarını daha da yayarak oturunca sinirle soludum. Elindeki kadehi gözlerime bakarak kalın dudaklarına götürdü.

“Gitmesi mi gerekiyor? hem de benim hiç te tipim olmayan boş kas kütlenle.” Dedim sinirle. Bana pansuman yapmadan saniyeler önce “Senin, benim hiçte tipim olmayan sıska bedeninle ilgilendiğimi mi?” Söylediklerine atıfta bulunarak.

Geniş holde, benimde dudaklarımın ucu zevkle kıvrıldı. Kadehi saran uzun parmakları sözlerim biter bitmez onu sıkmaktan bembeyaz oldu. Gri gözlerinde, şöminenin ateşinden bile harlı bir ateş yandı. Arkasında yasladığı yerden bedenini biraz kaldırdı. Siyah saçları, ellerimi içine daldıracağım kadar asi ve dağınıktı. Karanlığındaki hükümdarlığı yanındaki alevleri söndürecek kadar zehirli bir sise ev sahibiydi.

“Yukarı çıkmak için beş saniyen var Katre yoksa” dedi dişlerinin arasından sertçe. Tüm bedeni gerilmiş gibi hareketsizce bana baktı.

“Yoksa” dedim inatla onunu sabrının sınırlarında bir gezintiye çıkarak.

“Yoksa Katre yanına geldiğim gibi seni altıma alır bu ahşap parkelerin üzerinde tipin olmayan kas kütlemin boş mu yoksa dolu mu olduğunu itinayla gösteririm.” Dedi dan diye.

Uygunsuz sözleri, benim irice açılan gözlerim ve dudaklarımla son bulmuştu. Afallayan bedenimle geniş holde kalakalmıştım. Öfkeyle kendimi topladım.

“küstah” dedim dişlerimin arasından kirpiklerim onun sert sözleri karşısında titredi. Onunla daha fazla laf dalaşına girmek istemediğim için arkamı döndüğüm gibi merdivenlere yöneldim.

“Ego çuvalı” dedim sessizce. Basamakları sertçe çıkıp onun olduğu odanın kapısına geldim, sertçe açıp kapattığım kapıya sırtımı dayayarak derin bir nefes almaya çalıştım.

Ne açık sözlü ukala herif bu

Dayandığım sırtımla bir müddet nefes almayı denedim. Aşağıdaki boş kas kütlesini düşünmeyi bırakıp, sakinleşmeye çalıştım.

Karnıma giren minik sızılarla malum günümün an be an yaklaştığını anladım. Yarın kesinlikle Lena ile görüşmeliydim. Bu dağ başında ondan başkası ile konuşamayacağım belliydi.

Lena’nın benim için getirdiği kıyafetlerin arasında gece için giyebileceğim bir şey aradım. Onları şimdilik Dmitri’nin dolabındaki boş bir rafa tıkıştırmıştım.

Gecelik olarak sadece beyaz saten gecelik görmek beni şaşırttı.

Deli miydi bu kız?

Koyarken ilk başta sanırım fark etmemiştim. Lena’nın bana getirdiği şekilde onları rafa tıkmıştım. Ömrümce saten bir şey giymemeye yemin ettiğim için, elim onun rafından bol siyah bir tişörte uzandı. Başka giyecek kıyafet olmadığı için, her bir hücrem sonuna kadar öfkeyle dolu bu adamın tişörtünü şu an parçalamak istiyordu ama başka seçeneğim de yoktu. Gözlerimi öfkeyle devirerek banyoya gidip işlerimi hallettim. Üzerime geçirdiğim tişört bacaklarımın da çoğunu kapatmıştı. Allah’tan dolabında bir yığın siyah tişört vardı ve ben battaniyenin altındayken ne giydiğimi fark etmezdi.

Tekrar odaya dönüp kendimi berjere atıp yanan şömineye kısaca baktım. Odunların alevler karşında nasıl yanıp yok olduğuna ve geriye külden başka bir enkaz bırakmadığına uzun uzun baktım. Hayatım bu odunlar gibi bir gün yok olup gidecekti. Geriye benden ne kalacağını merak etmeden edemedim.

Aradan ne kadar zaman geçti bilmiyorum ama gözlerime değen uykuyla oturduğum berjerden kalktım. Adımlarım yavaşça küçük kanepeyi buldu. Üzerine uzanıp turuncu battaniyeyi üzerime çektiğimde bende minicik kalmıştım. Karların usulca yağışıyla bugünün ne kadar uzun bir gün olduğunu düşündüm.

Dmitri başkası için çalıştığımı düşünüp onun için çalışmamı emretmişti. Ben buraya ait değildim. Ben onların yaptığı şeyleri yapamazdım. Benim hayatım onlara göre gayet basit ve netti. Onların dünyasından, bir an önce kendi küçük yaşantıma dönmeliydim. Düşüncelerim yavaşça parçalandığında ne kadar uykumun geldiğini anlayarak kendimi beyaz geceye bıraktım.

 

Karanlığın içindeki kısık ve kesik nefeslerim bacağımda gezen soğuk elleri hissetmemdendi. Bu dokunuşu nerede hissetsem tiksintiyle hatırlayacaktım. Dudaklarım kıpırdarken sesimin çıkıp çıkmadığını anlayamadım. Karanlık o kadar fazlaydı ki üzerime eğilen siluetten başka bir şey göremiyordum.

Bacaklarımı kendime çekip onun bu dokunuşundan kurtulmaya çalıştım. Hareketlerim o kadar yavaştı ki sanki kendimi kontrol edemiyordum. Bacaklarımda gezinen soğuk dokunuşları yukarı doğru; uyluklarıma çıkmasıyla çığlık atmaya çalıştım ama ağzımdan sadece acı bir inleme döküldü.

Sesimin bile duyulmadığı neredeydim ben? Yine o soğuk depoda o kirli yatakta mıydım? Üzerime gelen ağırlıkla artık dayanamadığım son noktadaydım. Bedenim kasılmıştı. Saç diplerim terlemiş, boğazımda koca bir yumru olmuştu. Dudaklarımdan sadece,

“Yapma lütfen” diyen fısıltı çıkmıştı bu acı fısıltıyı ben bile zor duymuştum. Üzerimdeki beden kaskatı kesildi. Kollarımdan tutup beni sertçe sarsmaya başlamasıyla korkuyla hıçkırdım.

“Yapma” kesik nefeslerimin arasından çıkan tek kelime onu durdurmaya yetecek miydi bilmiyorum ama kalbim göğsümdeki ağırlığa dayanamayıp patlayacak gibi sıkışmıştı.

“Katre uyan” dedi karanlığımdaki küçük bir ışık.

“Uyan güzelim hadi kabus görüyorsun” diyerek beni daha fazla sarsınca uyanmamam mümkün değildi. Yeşil ıslak gözlerimi açıp baktığımda şöminenin hafif sarı ışığında Dmitri’yi görmemle bir kez daha hıçkırdım. Onu sersemlemiş ve endişeli bir şekilde görmeyi beklemiyordum.

Onun Mikhail olmadığını anlamamla dudaklarımdan yalvarsa bile çıkmayacak sandığım ismi döküldü.

“Dmitri…” fısıltımda ona muhtaçlığımı o kadar fazlaydı ki bedenimin kontrolü artık bende değildi. Kollarım benden izinsiz onun kalın boynuna dolandı. Hıçkırıklarım onun kehribar kokan boynuna hapsoldu. Dmitri’nin güvenli ve çıplak göğsüne sokulan bedenimi hiç yadırgamadan karşılayan bu genç adam, beni sıkıca kucaklayıp tek hamlede kucağına çıkardı.

Bir eli açıkta kalan bacaklarımı kavramış diğer eli de karamel saçlarımla birlikte belimdeydi. Beni hiç zorlanmadan iki adımda geniş yatağına getirdiğinde ona itiraz edecek gücüm yoktu. Ben hala onun çıplak göğsünde ağlıyor o soğuk depoda yaşadıklarım yüzünden onun güvenli ve sıcak kollarına sığınıyordum.

Beni yavaşça yatağa yatırdığında bir an gideceğini sandım. Ellerim boynuna sıkıca dolanmıştı. Gidecekse bile şu an beni bırakmamış o da kendi yatağına benimle birlikte girmişti. Ben uzun süre onun göğsünde ağlarken onunda parmakları saçlarımın arasındaydı. Aradan geçen zamanla benim ağlamam biraz kesilmiş geriye onun kehribar kokusuna karışan derin iç çekmelerim kalmıştı.

Ona biraz daha yanaşıp geniş göğsüne yarı uykulu bedenimle sokulduğumda belimdeki eli kasılmıştı. Bilinçsizce ona çekildiğim her saniye bizim için tehlikeliydi ama onun güvenli ve sıcak kollarından hiç ayrılmak istemiyordum. Beni, karanlığımdan tek hamlede çıkarabilecek gibi hissettiğim eli; saçlarımı usulca okşarken dudaklarından çıkan kelimeleri yarın hatırlayıp hatırlamayacağımı merak ettim.

“Aklımı kurcalayan tek kadınsın Katre. Masum musun yoksa korkusuz bir katil mi? Karar vermemi zorlaştırıyorsun ama biraz önce aşağıda sana söylediklerim için özür dilerim” dedi kısıkça. Saçlarımı okşayan parmakları yavaşça boynuma indi.

Benim başımdan karanlık bir anı geçtiğini bilemeden ettiği sert laflardan pişman olmuştu.

Parmaklarının son rotası boynumdaki kurt dövmemdi. Yavaşça dövmemin üzerini okşayan parmakları beni derin ve huzurlu bir uykuya çağırdı.

 

YILDIZA BAS VE DİĞER BÖLÜME GEÇ

Bölüm : 27.03.2025 21:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...