

Hayatımın hiçbir evresinde; Onun karanlığına ait olduğum kadar kendimi birine ait hissetmedim. Şimdi Kafkas Dağlarının karlı ormanında, onun karanlık dünyasındaki gri gözlerinin merkezindeydim.
Ben onun gri gözlerine bakarken; karlı ormanın arasında adamın biri bugün benim adımı bağırarak ölmüştü. Ne yapacağımı bilmiyordum. Öldürdüğü adamın Vladimir’in adamı olduğunu bilecek kadar bu karmaşık olayların içinde kalmıştım. Beyaz gecede savaşıp yolum tesadüfen bu adamın kulübesine düşünce bir an her şeyden kurtulduğumu sanmış ve fena yanılmıştım. Bu kırılamaz döngü beni çok yıpratmıştı ama savaşmadan da bırakmayacaktım.
Ben ne söylersem söyleyeyim sanırım o asla inanmayacaktı. Bana olan şüpheci bakışları en ufak bir rüzgarda fırtınaya çevrilecek kadar kuvvetliydi ama denemekten vazgeçmeyecektim. Onun asıl düşmanı ben değildim. Bana böyle bakmasını gerektirecek hiçbir şey yapmamıştım.
“Bana ne zaman inanacaksın Volkov” dedim fısıltıyla. Hala onun kucağındaydım. Gözleri kısaca dudaklarıma değip yine gözlerime çıktı. Bileğimdeki elini hafifçe sıkarak yüzünü bana biraz daha yaklaştırdı. Aramızda sadece bir nefeslik mesafe vardı.
“Bana gerçekleri anlatana kadar” dedi gözlerini yüzümde dolaştırarak devam etti.
“Buraya benim için geldiğini söyleyene kadar” dedi o da benim gibi kısık ama boğuk bir sesle.
Gerçeklerin içinde bile buraya tesadüfen geldiğimi kabullenemeyen bir adam vardı. Ben o gerçeklere ulaşmaya o kadar uzaktım ki sanki bilmediğim karanlık bir labirentteydim. Nereye gidersem gideyim sert ve aşılmaz duvarlar vardı. Onun için gelmemiştim ama onun gri gözlerinde kaybolmuştum.
Aslında her şey boynumdan sarkan alyansların sahibine çıkıyordu ve ben buna nasıl son vereceğimi bilmiyordum ve bilmemek çaresizliğimin ateşine benzin dökmüşçesine beni yakıyordu.
Ona karşı direnmekten yorulduğumu fark etmemle omuzlarımdaki yükü biraz atıp onun bana ifadesizce bakan grilerine tutundum.
“Bazı gerçeklerden ölesiye korkuyorum Volkov” dedim onu kucağında mırıldanarak. Onun gri gözlerine bakan kirpiklerim dahi titremişti. Bu ona gardımı indirdiğim ilk andı. Duygularımı açtığım bu sessiz anda, yaralı olan taraftaki elini belime getirdi. Belimi sıkıca saran elinin altında titredim. Kalbim hızla atarken söylediği tek cümle benim bir cam gibi parçalanmama ve o kırıkların beni hızla geçmişe götürmesine neden oldu.
“Ben yanındayken korkmana gerek yok. Artık ben varım Katre.” Dedi sahiplenircesine.
Benim beynimdeyse yankılanan tek ses Mert’in bana annemim mezarından dönerken arabada söylediği kelimeler doldu.
Ben yanınızdayken hiçbir şeyden korkmanıza gerek yok artık ben varım Alara Hanım.
Mert’in bana ihanetiyle devam eden karanlık labirentteki serüvenim beni nefessiz bırakıp kalbimin sıkıntıyla atmasına neden oldu. Mert’in geçmişten gelen sesi; benim karanlık labirentten adeta saçlarımdan sürüklenerek çıkmama neden oldu.
İçimdeki bir yerin sızlamasıyla burada onun kucağında ne yaptığımı anlamayarak gözlerimi bir iki defa hızlıca kırpıp sızlayan yüreğime ve sıkışan kalbime çare aradım.
Dmitri’ye nasıl inanırdım. Ona koşulsuz güvendiğim Kerem ve en yakın korumam bile beni hiç düşünmeden kullanmışken hem de.
Hemen onun kucağından hızla hareketlenip belimi saran sıcak ellerini üzerimden çektim veya ittim. Yeşil gözlerimdeki amansız öfkeyle onun kucağından birden kalktım. Gözlerimi; onun bu hareketime afallayan kirli sakallı çehresine diktim.
Hemen kendini topladı. Şaşkınlığı üzerinden atınca; gür, siyah kaşları çatıldı. Yüzü yaptığım hareketle hızla gölgelenerek, çıplak omuzları gerildi.
“Bunu en son duyduğum adam beni saatler sonra sattı.” Dedim sıkılı dişlerimin arasından. Kerem’le başlayan bu amansız yolculuğum Mert’in hain ihanetiyle devam etmişti hem de ben yanınızdayım dedikten saatler sonra.
“Sana inanacağımı mı sanıyorsun” dedim hayal kırıklığınla karışık öfkeli bir sesle. Öfkem ondan daha çok kendimeydi aslında. Başıma gelen her şeyin sorumlusu insanlara çabuk inanan tarafımdı ve ben artık bundan nefret ediyordum.
O da, benim öfkeli yüzüme bakıp ellerini yatağa yaslayarak biraz geriye gitti. Gözleri dümdüz benim yüzümde gezindi. Yüzünde ki takındığı umursamaz maskeden ne düşündüğünü çözemiyordum. Bu söylediğim sanki çok normalmiş gibi dudağının bir köşesi alayla yukarı kalktı. Kalın ve boğuk sesinden dökülenlerle nefes alamadım.
“Bir gün sonra karım diyeceğim kadın beni; seni seviyorum dedikten saatler sonra sırtımdan vurdu.” Dedi alayla. “Her manada” dedi sırtındaki kurşun izini hatırlatırcasına. Kısaca es verip devam etti.
“O yüzden bana gerçekleri anlatmadığın hiçbir bahane umurumda değil Katre. Gel ve başladığın işi bitir.” Diyerek başıyla yaralı kolunu gösterdi. Sesi koyu bir öfkeye ev sahibiydi.
Ona anlatmadığım tüm gerçekler için umurumda değil demişti. Yaşadıklarımın hiçbiri umurunda değildi.
Kerem’in hayatıma girmesi, bratva tarafından kaçırılıp bilmediğim çip yüzünden işkence görmem, onlardan kaçmak isterken yolumun o gri gözlere çıkması ve benim geçmişte o gri gözlerle tek iyi bir anımın olmaması.
Hiçbir şey umurunda değildi ve onun umurunda olmayışı neden benim içimdeki küçük kızın yeşil gözlerini ıslatıyordu?
Küçük Katre’nin babasına küstüğü gibi benimde karşımda; ihanetin tadını almış adama küsmek istemem normal miydi?
Dmitri yatakta tekrar doğrularak ona gitmemi bekledi. Ben derin düşüncelere dalmışken onun dudaklarından Marina ile ilgili ilk defa bu kadar açıklayıcı bir cümle duyduğumu fark ettim. Gerekmedikçe ne kendisi ne de kimseye bu konuyu açtırmıyordu.
İkimizde yaralıydık hangimizin yarası daha derindi bilmiyorum ama tekrar acı çekmekten korkan iki yabancı kalp bizimleydi.
Derin bir nefes alıp yavaşça ona gitti. Yine uzun bacaklarının arasına yerleştim. Bana söylediği talimatları sırayla yerine getirmeye ve ona pansuman yapmaya çalıştım. Tüm bunlar olurken aklımdaki tek ses onun dudaklarından çıkan karım diyeceğim kadın cümlesiydi. Defalarca yankılanan bu ses içimde anlayamadığım kapıları açıp içimde bir zelzele yarattı.
Onun bakışları bana bir kez bile değmeden dışarıda lapa lapa yağan karda gezindi. Yarası biraz derindi, sağlıkçı değildim ama sanki dikiş atılması gerekiyor gibi duruyordu. Ne yapacağımı bilmeyerek biraz duraksadım. Bir şey demeyeceğini anladığımda en son üzerini kapatıp sardığım zaman pansumanı bitmişti.
Ona pansuman yaparken bir kez bile yüzünü bana çevirmemişti. İçimdeki ağlayan kız çocuğuna kulaklarımı tıkayıp onu gri gözlerini bir kez daha görmek için onu bacaklarının arasında biraz bekledim ama sert bakışları ve kasılı çenesini camdan hiç çekmedi.
Derince yutkunup bakışlarımı onun kirli sakallı çehresinden çektim. Pansuman malzemelerini teker teker toplayıp onu, yatağın ucunda bırakarak banyoya ilerledim. Soğuk suyun altında ellerimdeki onun kanını temizleyerek biraz oyalandım. Aynada gördüğüm yeşil gözlerim karmakarışıktı. Ona küsmek ve onu anlamak arasında sıkışıp kalmıştım.
Neden o da beni anlamıyordu.
Ellerimi lavaboya dayayarak derin bir nefes aldım. Bu evde kaldıkça ruhum onun gri gözlerinde habis gibi hissediyordum. Onun karanlığına gittikçe daha çok bulanıyordum.
Daha fazla oyalanmadan çıktım. Ben çıktığımda Dmitri sırtını yatak başlığına dayamış yatağa uzanmıştı. Bir eli; yukarı doğru kıvırdığı dizinde, diğer eli de dudağına yaklaştırdığı sigarayı tutuyordu.
“Acıktım.” dedi sigara dumanın arasından. Ona boş gözlerle baktım.
Ne yapmamı istiyordu yirmi dört saat ona hizmet etmemi falan mı?
“Yani” dedim kendimi tutamayarak. Kendi içimde konuşurken kendimi sanırım biraz fazla gazlamıştım ama söylediğim kelimenin arkasında durarak omuzlarımı dikleştirdim.
“ Ne demek yani? Sana acıktığımı söyledim.” Dedi şaşırarak. Kaşlarını çatıp dudaklarından beyaz dumanı yavaşça çıkardı.
“Yirmi dört sana hizmet edemem öyle değil mi?” dedim bende ona karşılık olarak sağ kaşımı kaldırdım.
Elindeki sigarayı sinirle çekti, ucundaki kırmızılık uzun bir süre yandı.
“Anlaşmamızı hatırlıyorsun değil mi Katre. Her saat, her dakika, her saniye hizmetimde olacağını kabul etmiştin” dedi bilmiş bir sesle.
Bu aklımdan bir an çıkmıştı, zihnim o kadar karmaşıktı ki yaptığımız; tümü onun lehine olan anlaşmayı bir an unutmuştum. Derin bir nefes alıp yumruk olan ellerimi açtım. Dediğini yapmak için hareketleneceğim zaman onun sert sözleri ile yutkunamadım.
“Burası senin babanın evindeki prenses hayatına benzemez Katre. Önceki hayatını mumla arayacağından emin olabilirsin” dedi hızlıca.
Biraz önce onun beni korumak isteyen sözlerini reddettiğim için bana öfkesini kusuyordu ama bilmiyordu ki geçmişte küçük Katre ile babasının hep soğuk ve acı anıları vardı. Babası kral değil kendisi de prenses değildi. Babası; nedensizce onun kalbini söküp almak isteyen bir avcıydı, kendisi de; kalbini alacağını bile bile o avcıyı seven küçük bir kızdı.
Duyduklarımla yüzümde öyle bir ifade oluştu ki onu saklamakta güçlük çektim. Anılar zihnimde parça parça gezerken yanaklarımın içini sertçe ısırdım. Metalik tat dilimin üstüne yayılınca acıyla yutkunmak zorunda kaldım.
Geçmişte özlem duyacağım bir çocukluğum olamamıştı. Her defasında sanki bilerek beni geçmişimle vurmak isteyen bu adam bana gönderilen bir cezaydı sanki. Ona incindiğimi belli etmek istemiyordum ama yeşil gözlerimden geçen hüzün saklayamayacağım kadar taşmıştı içimden.
Bana bakan alaylı çehresi hızla kırılıp parçalandı. Boynunda aşağı yavaşça ilerleyen yutkunuşu benim geçmişimde ters bir şeylerin olduğunu niteler gibi ağır ve sesliydi. Söylediği şeylerden sanki pişman olmuş gibi çatılı kaşlarının altındaki gri gözlerini hızla kapatıp çenesini olabildiğince sıktı.
Gözlerini geri açıp tam bir şey diyeceği sıra gözlerimi hızla onun yüzünden çektim. Onun dudaklarından beni kıracak tek bir kelime dahi duymaya gücüm kalmamıştı. Adımlarım hızlı ve sertti. Kapıyı tek hamlede açıp çıktım. Merdivenlerden aşağı nasıl inip mutfağa nasıl geçtiğimi anlayamamıştım.
Mermer tezgaha ellerimi koyup derin bir nefes aldım. İçimden taşan hüznü nefesim titreyerek geri yollamaya çalıştım. Tam bu arada salondaki seslerle yalnız olmadığımı fark etmem bir oldu. Geniş salondan gelen Niko ve Alex’in sesiyle dikkatimi yukarıdaki karanlık adamdan çekip onlara verdim.
Konuşmalarından anladığım kadarıyla bugünkü operasyonlarının kritiğini yapıyorlardı. Öyle ki onlar da kendi konuşmalarına dalmış, beni fark etmemişlerdi. Biraz daha köşeye gidip onları dinlemek isteyen tarafıma engel olamadım.
Alex : “Dün sabah kızı aramak için gelen adam yine ormandaydı. Viktor ve Katre idman yaparken gelen silah sesini, zaten senin araştırmanı istemişti.”
Niko: “Kalabalıklar mıydı? Neden benimde gelmemi istemedi? Yüzbaşımı korurdum. Ben olsam belki yaralanmazdı.” Alex’in sinirli homurtuları buraya kadar geldi.
Alex: “Fazla kalabalık değillerdi sorun onların çok ve ya az olmasında değildi Niko” dedi sertçe. “O adamın, Komutana söylediklerindeydi.”
Dmitri’ye ne söylediğini merak ediyordum. Onun gibi profesyonel bir yüzbaşının nasıl dikkatini dağıldığını ister istemez bende merak etmiştim.
Alex: “Dmitri, Mike denen adamı vuracağı zaman adamın söylediği cümle beni bile öfkelendirip bir an hareketsiz bıraktı.” Sesindeki öfkeyi buradan bile hissettim.
Niko: “Ne dedi adam?” dedi sabırsızca.
Alex konuşmadan önce derin bir nefes aldı.
Alex: “Katre de senin dokunuşlarından korkuyla bağırıyor mu? deyince Dmitri bir an duraksadı. Sanki zaman durdu bir heykel gibi kalakaldı. O sırada ben, diğerleriyle uğraşırken adam da bundan faydalanıp onu kolundan yaraladı.”
Niko: “Nasıl yani adam Katre’nin burada olduğunu anlamış mı?”
Alex: “Evet muhtemelen kızı almaya geliyorlarmış ama sonu Dmitri’nin elinden oldu. Dmitri, öfkeyle başını adamın burnuna gömünce adam boş bir çuval gibi yere yığıldı. Dmitri tüm şarjörü onun kasıklarına boşaltana kadar da durmadı. Dmtiri’ye adamın öldüğüne ikna etmem için bir el de başına sıkmam gerekmişti. Onu daha önce bu kadar öfkeli görmemiştim sanki gözlerinde sonsuz bir nefret ateşi yanmıştı. Adamı öldürürken bile gözlerindeki ateş hiç soğumadı.”
Elim şaşkınla açılan ağzıma gitti. Mikhail ölmüştü hem de Dmitri’nin elinde; korkunç bir şekilde. Bir iki saniye ne düşüneceğimi bilemedim. Mikhail’in ölmesine üzülen bir tarafım yoktu ama ben asıl bundan sonra olacaklardan korkuyordum.
Vladimir de burada olduğumu biliyor muydu? Yoksa o hala Moskova’da babasının işleriyle mi uğraşıyordu?
Mikhail’in patronuna ne kadarını anlattığını bilmiyordum ama karanlık ve hazin bir sona yaklaştığımı biliyordum. Şaşkınlıkla elimi tezgaha koymamla üzerindeki bıçak gürültü bir şekilde ayaklarımın önüne düştü. Sese hemen tepki veren ikili konuşmayı kesip hızla mutfağa doğru gelmeye başladılar.
Hemen kendimi toparlayıp yerdeki bıçağı aldım, ben arkamı dönüp dolapları açarken içeriye gelen ikilinin sadece adım seslerini duyuyordum. Başımı arkama çevirdiğimde masumca,
“Tencereyi bulamadım” dedim. Niko ve Alex’in yüzlerindeki gerginlik tek cümlemde dağıldı. Onları duyup kendi dillerini anladığımı düşünmediler. Alex, yanıma gelip alt dolaptan orta boy bir tencere verdi.
“Ne yapacaksın?” dedi biraz önceki sert ve öfkeli sesinin aksine benimle konuşması sakindi.
“Çorba” dedim hızlıca onları dinlerken yakalanmamanın verdiği rahatlıkla tencereyi yavaşça ocağa koydum.
“Eğer istediğiniz başka bir şey varsa onu da yapabilirim” dedim yeşil gözlerimi onların üzerinde gezdirerek. Niko hemen öne atılıp,
“Bugün Anna’da eğlence var o yüzden sadece çorba yeter” dedi sevinçle gülerek.
Alex’e baktığımda orman yeşili gözlerinden bir hüzün geçti.
“Evet Anna hazırladıklarını yemediğimizde biraz öfkelenir” dedi muzip bir tonda. Sesi Anna derken özlem doluydu sanki. Kirli sakallarının arasındaki dudağı ne hatırladıysa muzipçe kıvrıldı.
“Tamam o zaman sadece çorba yapıyorum” dedim artık malzemelerin yerine alışkın olduğum için mercimek çorbası için tüm gerekli malzemeleri çıkardım.
“Katre biz hazır olunca geliriz ” diyerek Alex ve Niko beni mutfakta yalnız bırakarak alt katta merdivenin altındaki en sondaki odaya gittiler.
Çalışma odasının orası olduğunu tahmin ediyordum. O odaya mutlaka bir ara girip teyzemin hemşiresi Sevil’den bir haber olup olmadığına bakmam gerekiyordu. Bir türlü vakit bulamamak benim teyzemi daha çok düşünmeme neden oluyordu.
Aklıma kazıdığım notla çorbamı yapmaya geçtim. Teyzem hasta olduğunda bu çorbadan çok yapmış, artık bu işte uzmanlaşmıştım. Tencereyi ocağa koyup bakışlarımı mutfaktaki küçük camdan dışarı çevirdim. Hava ikindini geçmiş gün yavaşça batıyordu. Merdivende duyduğum şen kahkaha ve adım seslerine döndüm.
Lena, Viktor’un güçlü omuzlarından aşağı sarkmış sanki bir miktar kaçırılıyor gibiydi. Viktor, beni görmesiyle ela gözlerinin birini çapkınca kırptı ve omzundaki sevgilisini işaret etti.
“Onu kaçırıyorum hadi görüşürüz Katre” diyerek önümden hızla geçti. Lena’nın küçük çığlıklarına eşlik eden kıkırtıları benimde gülümsememi sağladı. Başı aşağıda olduğu için kısacık saçları bir diken gibi havalanmıştı.
Kapıdan çıkarken, “Senin için kıyafet bıraktım bizim odamıza” dedi kapı kapanmadan önce “Akşama mutlaka gel Katre” dediğini zor işitmiştim. Akşama nasıl gidecektim bilmiyorum. Her saat, her dakika, her saniye hizmet etmem gereken büyük bir ego çuvalı vardı.
Çorbayı kapatmak için ocağa gittiğimde kendime hemen bir kase doldurup masada tek başıma içtim. Çorba o kadar sıcaktı ki ağzım yanmıştı. Hemen yediklerimi toplayıp diğerleri için kaselere çorba koyduğum sıra Niko ve Alex çalışma odasından çıkıp mutfağa geldiler. Onların arkasından kokuya Dmitri geldi. Sonunda üstüne beyaz bir gömlek geçirmiş sanki her an bir yere gidecek gibi saçlarını özenle taramıştı.
Masaya geçen üçlüye kaselerini vermek için masaya doğru gittim. Önce Alex ve Niko’ya verdiğim çorbanın eşsiz kokusuna gözlerini kapatıp derin bir nefes aldılar. Ekmekleri Alex masaya geçerken götürmüştü zaten. Ne düşünceli adam.
En son Dmitri’nin çorbasını önüne koydum. Kesin çok sıcak olmuş deyip beni üç sefer uğraştıracak diye düşünürken bileğime dolanan sıcak parmakları uzaklaşan bedenimi durdurdu. Kaşlarımı hafif çatarak onun ifadesiz çehresine baktım.
“Gel hadi sende otur” dedi yumuşacık sesiyle. Ne olmuştu ona kafasına taş mı düşmüştü? Beni masadan kovduğunu unutmuş muydu?
Keşke bu ses tonuyla daha önce konuşsaydı. Hani beni masadan kovmadan önce yani.
“Dün masadan kovduğu kadını bugün yine aynı masaya davet mi ediyorsun?” dedim alayla. Diğerleri benim cümlemle içtiği çorbalara kısa bir es verdiler.
“Olamaz mı?” dedi hafif pişman olmuş bir sesle gri gözlerinden hızla geçen gölgeler onun ne düşündüğünü anlamamı zorlaştırıyordu ama pişman gibi bir hali vardı.
“Ben tokum size afiyet olsun” dedim bileğimi çekerek tenimi saran sıcak parmaklarını kayıp masaya düştü.
“Merak etme Volkov. Benim babamın evinde gördüğüm cehennem senin evinde gördüğüm cehennemden kat be kat daha yakıcı yani beni asla yıldıramazsın” dedim.
Sert sözlerim masaya bir bomba gibi düştü. Diğerleri yemeği bırakıp Dmitri’nin gözlerine bakmaya başladı. Sıcak çorba onlara resmen zehir olmuştu. Hızla arkamı dönüp o üçlüyü mutfakta bıraktım ben merdivenlere giderken, Dmitri’ye biraz yüklendiklerini duyabiliyordum.
Hedefim hemen Lena ve Viktor’un odası oldu. Kapıyı açmamla Dmitri’nin odasına benzer bir oda karşıladı beni yalnız tek farkı buradaki eşyaların çoğu pembe, kırmızı ve turkuaz renkti. Lena’nın renkli kişiliği burayı sıcacık bir yuva yapmıştı.
Hemen sağda duran kutuyu alıp odadan çıktım. Daha fazla onların özel alanlarına bakmak istemedim. Dmitri’nin odasına hızla gidip kutuyu her gece uyuduğum küçük kanepeye bıraktım ve gözlerimi karlı manzaraya çevirdim.
Ona neden babamdan bahsettim ki ona neydi benim çocukluğumdan.
Gözlerinde ikinci kere gördüğüm pişman parıltılarını ilk defa ona tokat attığım zaman görmüştüm. Sınırları o da bende fazlasıyla aşmıştık.
Bugün istese de istemese de Anna’nın evine gidecektim. Yavaşça kutuyu açıp Lena’nın benim için bıraktığı elbise, bot ve beyaz kürke baktım. İçinde birde küçük bir ruj vardı. Bordo rengi ruja hayretle baktım. Bu kız tam deliydi. Elbiseyi ince askılarından tutup kaldırdığımda çok şık ve kaliteli olduğunu gördüm.
Hemen banyoya gidip kısa bir duş aldım. Dmitri’nin uzun bir süre yukarı çıkacağını sanmıyordum ama yine de elbiseyi yanımda götürdüm. Banyoda giydiğim elbise tam üzerime göreydi. Elbisenin askılar omuzlarımdan ince bir şerit halinde iniyor göğsümün v şeklinde dökümlü durmasını sağlıyorlardı. Vücudumu ikici bir deri gibi saran siyah elbise dizlerimin bayağı üzerinde bitiyordu. Biraz kısa gibiydi ama Lena bunu verdiyse diğerleri de buna benzer giyiniyor demekti.
Mesela kim? Viktoria.
Katrecim nereden çıktı şimdi o sinsi sarışın
Düşüncelerimin arasından çıktığımda arkamı döndüm.
Nemli saçlarımı yukarıdan toplamak istiyordum ama sırtımdaki hafif dekolteden iki tane kırbacın keskin izi oldukça belli oluyordu o yüzden saçlarımı ilk defa özenle kurutup dalga dalga sırtımı örtmesine izin verdim. Tamamen işim bittiğinde aynadaki yüzüm bayağı parlaktı.
Sadece dudaklarım bu görüntüye birazcık sönük kalmıştı. Elimde Lena’nın kutuya bıraktığı küçük ruj vardı. Çok fazla ruj süren biri olamamakla birlikte bu rengin abartıya kaçacağına adım kadar emindim. O yüzden ince bir kat sürüp onu yedirdiğimde bile dudaklarım koyu bir bordo rengine büründü.
Boynumdaki kurt dövmem açıkta kaldığı için oldukça dikkat çekiyordu. Elim Kerem için yaptırdığım dövmenin üzerinde dolaştı. Onu zamansız hatırlamak beynimin bana bir oyunuydu. Onu bir daha görmeyecek olmamla birlikte elim boynumdaki alyanslarımızda dolaştı.
Neden beni seçtin Kerem?
Gözlerimi kendimde kaçırarak banyodan çıktım.
Hava çoktan kararmıştı. Lena’nın benim için bıraktığı yüksek topuklu uzun botları kutudan çıkardım, pek kıyafete uygun değildi ama dışarıdaki karı düşünce bunun doğru bir seçim olduğunu anladım. Üzerime en son beyaz kürkü geçirip kapıyı açtım. Motor sesi duymamıştım umarım Alex ve Niko beni bırakıp gitmemiştir yoksa fena rezil olurdum.
Bayağı açık olan bacak dekoltemle topuklarımın üstünde sertçe yürüyerek merdivenleri indim. Salona girmemle; ayakta bekleyen üç tane adam şaşkınca bana baktı.
Dmitri beni görünce içtiği sigarasının dumanını boğazına kaçırıp öksürmeye başladı bir elini göğsüne vurup dumanı çıkarmaya çalışıyordu. Alex ve Niko ise içtiği kadehteki içkiyi birbirlerinin yüzüne püskürtmüşlerdi. Bende onların bu hareketlerine şaşkınca bakmaya başladım.
Dmitri sonunda hemen elindeki sigarasını önünde cayır cayır yanan şömineye atıp üzerimdeki gözlerini hiç çekmeden konuştu. Hayır. Gözleri üzerimde değil direkt bordo rengine bürünen dudaklarımdaydı.
“Nereye?” dedi şaşırarak boğuk bir sesle.
Bu bizim dilimizde; sen hayırdır? Demekti.
Bende gayet normal bir şey söylüyormuşum gibi konuştum.
“Anna’nın evine davetliyim” dedim alnımdaki perçemleri düzelterek. Biraz gerilmiştim ne tepki vereceğini bilmiyorum.
Hayır biliyorsun Katre izin vermeyecekti.
Dmitri sadece üç saniye düşündü ve adamlarına dönmeden, “Siz kendiniz gidin” dedi kararlı bir sesle. Katre’yi de alın demedi. Ağırca yutkundum. Bütün hazırlığım hevesim boşa geçmişti. Aslında boşuna heveslenip hazırlanmıştım. Kendimi her zaman aynı hazin sona kendim yaşatıyordum.
Tam arkamı döneceğim zaman onun yumuşacık sesini duydum.
“Katre’yi ben getiririm.” dedi. Ona tekrar dönen yüzüm bu sefer şaşkındı. Alex ve Niko’nun yüzünde de aynı şaşkınlığı gördüm.
“Sende mi geleceksin Yüzbaşım?” dedi Niko hayretle. Okyanus mavisi gözleri irice açıldı, sakalsız yüzüyle şu an oldukça komik görünüyordu.
“Evet benim ekibimin operasyon başarısı değil mi? Neden bu kadar şaşırdınız?” dedi Dmitri sonunda gözlerini üzerimden çekerek.
Hayır. Dudaklarımdan çekerek.
Alex de şaşırarak araya girdi.
“Yani… daha önce hiç gelmeyince..” diye başladığı sözlere Dmitri’nin burnundan sertçe nefesini vermesiyle devamını getiremedi.
“Siz şimdi gidin biz birazdan geliriz” dedi tekrar gözlerini üzerime çevirerek bu sefer odak noktası boynumdan sarkan alyanslarım olmuştu. Kaşları hafifçe çatıldı. Çenesini sıktığını buradan bile fark ediyordum.
“Tamamdır Yüzbaşım” dedi Niko hevesle. İlk defa eğlencelerine katılacak olan komutanlarını aralarında görmekten bayağı bir heyecanlıydı.
Bana izin verip vermeyeceğini düşünmekten Alex ve Niko’nun ne giydiğine dikkat edememiştim. Niko’yu ilk defa kumaş pantolun ve beyaz gömlekle görüyordum. Üstten iki düğmesi açık olan gömlek Niko’yu biraz serseri bir genç gibi göstermişti. Aynı Kerem gibi lacivert bir takım giyinmiş olan Niko’nun Kereme olan benzerliği şimdi daha netti.
Alex her zamanki mavi gömlek yerine siyah tercih etmiş. Orman yeşili gözleri bu eğlence için oldukça sabırsızdı. Kumral uzun saçlarını özenle taramış. Uzun olan kirli sakallarını biraz kısaltmıştı.
“Orada görüşürüz Katre” diyerek uzaklaşan ikili ahşap kapıyı açıp kapatınca Dmitri şöminenin önünde beklemeye devam etti. Yeşil gözlerim şöminenin turuncu alevinde onun uzun ve yapılı bedenini incelemeden edemedi. Üzerindeki beyaz gömlek geniş omuzlarını öyle bir sarmış ki insanda ona dokunma isteği uyandırıyordu.
Boğazını temizleyince gözlerimi hemen izlenmekten hoşnut duran kirli sakallı yüzüne çıkardım. Gri gözleri siyah kirpiklerinin arasında bir elmas gibi parlıyordu. Ona fena yakalanmıştım. Yutkunamadım. Dudağının bir ucu kıvrılırken,
“Yanıma gel” dedi. Biliyordum ki ona itaat eden mantığımdan önce kontrol edilemez bedenimdi. Botlarımdan çıkan tok seslerin eşliğinde karşısına geldiğimde yüzünde ona sorun çıkarmadan dediğini yaptırmanın yüzsüzlüğü vardı.
Bana biraz daha yaklaşıp, üzerime eğildi. İki elini de boynuma uzatınca ben gayri ihtiyari geri çekileceğim sıra,
“Korkma” dedi boğukça. Sıcacık parmakları ensemde kolyemin klipsini buldu. Ne yapacağını anladığımda başımı yukarı kaldırıp onun bana yakın duran yüzüne baktım ama görebildiğim tek şey beyaz gömleğin içindeki kalın boynu ve sert çenesiydi.
“O kolyeyi çıkarmadan seni hiçbir yere götürmem Katre” fısıltısı sol kulağımın üstünü okşadı. Bir müddet benim cevabımı bekledi. Ondan gelen kehribar kokusuyla çoktan sarhoş olmuştum. Başımı kısaca aşağı yukarı salladım. Kısa onayımda sonra çözülen kolyemi iri elinin arasına alıp bende bir adım uzaklaştı. Siyah pantolonun cebine atarken ince kaşlarım çatıldı.
“Eve gelince geri veririm” dedi açıklama yaparken. Boynumda kolyem olmayınca kendimi çıplak gibi hissetmiştim. Onun beğeni dolu bakışları bu seferde direkt benim boynumdaydı.
Ona, benim dilimde kurt diye sesleniyorlardı. Volkov. Yani onun soyadının anlamı kurttu. Onun lakabı olan kurt benim direk şah damarımın üzerinde nakışlıydı. Nabzımın hızla attığı yerde bir tek o vardı. Derin bir nefes alıp onun bakışlarından kaçındım. Onun karanlığından kaçınmam gerektiğini biliyordum ama bir mıknatıs gibi ona çekilmekten kendimi de alamıyordum.
Bana eliyle önden buyur işareti yaparak beni dış kapıya yönlendirdi. Ona arkamı dönüp kapıya giderken onun iri sıcak eli hemen belime çıktı. Acele etmeden. Sanki her zaman yeri orasıymış gibi tavırları rahattı. Üzerine siyah kadife bir ceket giyip ahşap kapıyı bana açınca, Kafkas dağlarının soğuk esintisi yüzümü okşadı. Bu soğuğa alıştığımı hissettiğimde istemsizce titredim.
Başka nelere alışmıştım diye düşünmeden edemedim. Alıştığım şeyler bir bir zihnime dolunca yutkunamadım.
Onun, taze çamların arasından sızan kehribar kokusuna, bazen uykularımda hissettiğim saçlarımın arasında dolaşan parmaklarına, Aferin kızıma diyen ses tonuna. Neden bu kadar aklımın her köşesini doldurmuştu.
Adımlarım karlı zeminde tökezleyince Dmitri sıcacık elini benim soğuk parmaklarıma doladı. O an kalbim sıkıştı. Adımlarım sekteye uğramadan beni biraz çekip yürümeye devam etti. Ona baktığımda çoktan bana arkasını dönmüş o önde ben arkada yavaşça onun jeep’inin bulunduğu yere gidiyorduk.
Korsha sanırım ortalıkta yoktu değilse kuyruğunu sallayarak çoktan üzerimize atlamıştı. Bordo rengi dudaklarımdan kısa bir gülümseme geçti. Jeep’in yanına çoktan gelmiştik. Dmitri karşımda benim gülümseyen dudaklarıma kaşları çatık bakıyordu.
Ay ışığında onun gri gözlerine baktığımda yavaşça nefret tohumları belirmeye başladığını gördüm.
Ne yapmıştım yine ben?
Yüzünden geçen ifade aklıma tek bir şey getirdi.
Yüzümdeki gülümsemeyi yanlış yorumlamıştı. Onun, benim elimi tutup bana yakınlaştığını düşündüğüm için gülümsediğimi sanan çehresi bir an biliyordum der gibi karardı. Ben sadece onun yaramaz kurdunu düşündüğüm için gülümsemiştim. Havadan nem kapıp şüphelendiğini unutmuştum bir an için.
Elimi sertçe elinden çekip göğsümde birleştirdim. Bende kaşlarımı çatıp onun kibirli çehresine öfkeyle baktım. Hiçbir şey demeden kapımı açıp benim içeri geçmemi bekledi. Ona beş saniye daha bakıp yüksek arabaya dikkatlice bindim. Kapımı sertçe kapatıp diğer tarafa gitti.
Dengesiz adam
Keşke binmeseydim. Kehribar kokusu arabanın içinde her alandaydı. Dalga dalga yayılan kokuya hafif odunsu bir parfüm daha eşlik ediyordu. Kapıyı açıp tek hamlede yanıma oturan Dmitri arabaya zor sığmıştı. Yanında küçücük kalan bedenimin her bir hücresi kasılmıştı. Hemen emniyet kemerine uzandım. Tekrar olası bir kaza geçirmek istemiyordum.
Dmitri’nin gri gözleri kısaca, arabaya binmeye çalışırken ki açılan bacaklarıma kaydı.
Dudaklarını oynatarak homurdandığı anladım. Rusçasından duyabildiğim kelime sadece Lena olmuştu ama sesi öyle koyuydu ki Lena’nın benim için elbise tercihini sanırım hiç beğenmemişti.
“Yüzünü bana çevir” sertçe konuşan Dmitri’ye baktığımda elinde saten parlak kravata benzer bir kumaş tuttuğunu gördüm.
Ona kravat bağlamamı falan mı isteyecekti acaba?
Benim saf düşüncelerime inat, saten kumaşı gözlerime getirdi. Bir an afallayan yüzle ağzım açık ona baktım.
Ne yapacaktı onu?
Başımı biraz oynatacağım sıra onun bana güvenmeyen sesiyle duydum.
“Diğer kulübelerin yerini sana öylece göstermeyecektim herhalde” dedi iması yok artık o kadar da değil der gibiydi. Bu adam gerçekten beni sınıyordu. Evde kalıp sıkılmak istemediğim için onun sözlerine uymaktan başka seçeneğim olmadığını fark ettim. O yüzden sadece kısaca başımı salladım.
Kumaşın yumuşak dokusu yeşil gözlerimi kaparken son gördüğüm; onun bordo dudaklarıma bakan gri gözleriydi. Elleri başımın arkasından kumaşı bağlarken bana yaklaşan bedeninde kehribarların arasında odunsu bir parfüm kokusu yayıldı. Arabasının içinden aldığım kokuyla aynıydı onu ilk defa parfüm kullandığını görmüştüm.
Neden bu kadar özenmişti ki Viktoria da orada olacağı için miydi bu hazırlığı?
Sabırsızca nefeslenip, “Bitmedi daha” diyen sesim gergindi. Onu ve Viktoria’yı düşünmek sesimi dahi geriyordu. Ellerini başımın arkasından çekip benden biraz uzaklaştı.
Artık tamamen görüşüm karanlıktı. Karanlığı hiç sevmeyen küçük Katre için yaralar yavaşça açılıyordu ve sızıları hala dün gibi aynıydı. Senem Hanım küçük Katrenin, her annesini görmek istiyorum diye ağlayışlarını duymamak için karanlık kilere kapattığı günleri, hızla zihnimin en uzağına attım.
Arkama yaslanıp başımı deri koltuğa dayadım. Bugün geçmişi düşünmek istemiyordum. Aynı şekilde geleceği de. Bugün sadece eğlenmek istiyordum.
Dmitri gözlerimi bağlayalı yaklaşık bir dakika olmuş ama arabayı daha çalıştırmamıştı. Başımı ona çevireceğim sıra motor gürültü bir şekilde çalıştı. Demir zincirli tekerler karlı zeminde hareket etmişti. Yaklaşık bir beş dakika sonra radyonun cızırtılarına hoş bir müzik yayıldı. Kulaklarıma tüy gibi dokunan melodiyi duyunca şaşırmadan edemedim.
Hayat tesadüfleri sever miydi?
İzimri’deki üniversite de bir gün kafede oturmuş ders arasında kısa notlar çıkarmaya çalışıyordum. Birlikte ödev projemiz olan Hakan telefonundan açtığı müziği; onu iki gün önce terk eden Hevin’e duyurmaya çalışıyordu. Yan masada oturan Hevin ise bu durumdan hiç hoşnut olmamış, kızıl saçlarını sinirle savurarak Hakan’ın olduğu yerden hızla uzaklaşmıştı. Geriye kalbi kırık çapkın bir Hakan ve Azeri asıllı ikizlerin söylediği bu Rus ayrılık şarkısı kalmıştı.
Vechera…
O zaman melodisi çok hoşuma gittiği için şarkıyı neredeyse ezberlemiştim.
Şimdi de karanlıktan kaçmak için mırıldandığım Rusça kelimeler kısıkça dudaklarımdan onun kehribar kokusuna karıştı. Müziğin sesinden dolayı sesimi duyacağını sanmıyordum. Bana göre sadece dudaklarım oynuyordu.
v khrushchevke my vdvoyem i tesno kofe vypito.
Küçük apartman dairemizde beraber kahve içmiştik
i vse chto vizhu: motylek i dym ot sigaret,
Tek gördüğüm kelebek ile sigara dumanı
potusknevshiye tsvety, v kotorykh zapakh tvoy.
Kokunla solmuş çiçekler
ty ostavila mne ikh,
O çiçekleri bana bıraktın
ty ostavila mne ikh.
Onları bana bıraktın
Hayatımdan kanlı bir ölümle çıkan Kerem’i ve ondan geriye kalan solmuş kırmızı laleleri düşünmeden edemedim.
Hızlı ve virajlı yollarda nereye gittiğimi bilmeden yaklaşık on beş dakikadır görmesem bile hala karlı ormandaydık. Onun iri ve sıcak elini ritim tutan bacağımda hissedince irkildim.
“Dikkatimi dağıtıyorsun” dedi boğukça. Nefesi yüzüme oldukça yakındı.
Önüne bakmadan mı sürüyor bu adam?
Göremiyordum ama bacağımdaki elini soğuk elimle ittirip biraz daha cama döndüm. Biraz önce sanki bilerek onu yakınlaşmışım gibi düşünmesine sinir olmuştum. Bu hareketime burnundan sertçe nefes verip gaza daha fazla yüklendi. Yaklaşık bir on dakika sonra jeep yavaşlayıp durunca hiç tanımadığım insanların arasına gireceğim için göğsüm sıkışmış ellerim terlemişti. Buraya gelme fikrinden sanırım pişman olmuştum.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.3k Okunma |
2.83k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |