
Peşime düşen gir gözler bilmiyor ki ben çoktandır ona mahkumdum. Her yerde aradığı o yeşil gözler ezelden beri onun grilerine habisti.
Uykudan yeni sıyrılan zihnimle daha gözlerimi açamamışken göğsümdeki ağırlığa anlam veremedim. Parmaklarımın arasında hissettiğim yumuşacık ipek saçlarla gözlerimi birden açtım. Görüntüye ilk giren kare Dmitri’nin asi siyah saçları oldu. Her nefes alışımda göğsümdeki başı hafifçe yukarı kalkıyor, kalbim gittikçe hızlanıyordu. İri elleri belime dolanmış bana sıkıca sarılarak uyuyordu. Sıcak nefesi göğsüme usulca yayılıyor oradaki küçük bir kıvılcımı tutuşturuyordu.
Nasıl bu halde sarmaş dolaş yattığımızı anlayamadım. Dün geceyi hatırlamaya çalışan zihnim biraz karışıktı. Anna’nın evine gittiğimizi ve Dmitri’nin kucağındaki Viktoria’ya sinir olduğumu hatırlıyorum. Bunu düşününce kaşlarım çatıldı. Sonrasını hatırlamak için hafızamı biraz zorladım. Mutfakta Anna’nın nefis çikolatalarını yediğimi hatırlıyordum. Sonrası biraz karanlık ve kargaşa doluydu. Hatırladığım son şey ise beni kusturmaya çalıştıran Dmitri’ydi. Yanaklarım utançtan kızarırken onun ilk defa katıldığı bu partide ayağına dolanmıştım.
Gözlerim üzerimdeki siyah tişörte takıldı. Bunu nasıl giydiğimi de hatırlamıyordum. Derin bir nefes alınca göğsümde huzurla uyuyan Dmitri’nin başı da yükseldi. Ellerim benden izinsiz yavaşça onun siyah asi dalgalarında dolaşmaya başladı. Avucumun içini gıdıklandığı gibi içimin derinliklerinde de hoş bir his gezindi. Bu hareketimle belimi saran kolları kasıldı.
Uyanık mıydı?
Ellerim bu düşünceyle hareketini aniden durdurdu. Onun kulağının altındaki kalbim şiddetle atmaya başladı. Eğer uyanık değilse bile kalbimin gümbürtüsüne uyanacaktı.
Birden kapı tıklatıldığı gibi açılınca yeşil gözlerimi kapattım ama geç kalmıştım. Niko yüzünde bir şeyleri başarmanın gururuyla birlikte, bizim sarmaş dolaş uyuduğumuz odaya girdi.
“Yüzbaşım Moskova görüşmesi ayarlandı. Dört gün sonra Türk bağlantılar ve diğer ülkelerle görüş..”
Bizim nasıl bir halde uyuduğumuzu gören Niko, şaşkınlıkla duraksadı onu göremiyordum ama ağzının bir karış açık olduğuna yemin edebilirdim. Kucağımdaki Dmitri başını kaldırıp Niko’ya resmen kükredi.
“Ben sana odaya gir dedim mi asker çık dışarı!” sesinin şiddeti benim göğsümde titredi. Niko aceleyle girdiği kapıyı hızlıca kapatıp bizi sessiz bir yalnızlığa bıraktı. Odada ki tek ses yanan şömine ve benim hızla alıp verdiğim nefeslerimdi. Gözlerimi açmadım. Beni uyuyor zannetmesi için hiç kıpırdamadım bile.
Dmitri bir süre kıpırdamadan durdu sonra üzerimden biraz kalktı. Ellerinin üzerine gelip yüzüme doğru yaklaştı. Burnundan verdiği nefeslerin istikameti direkt boynumdaki dövmemdi. Hareket etmeden duruyordu ama nefesleri benim boynumdaki o noktayı yakmaya başlamıştı. Altında hareketsiz durmak beni zorlamaya başladı. Gözlerimi sıkıca kapatıp dudaklarımı birbirine bastırdım. Dmitri’nin nefesleri de sıklaşmaya başladı.
Boynuma yaklaşan sık nefesleri artık çok yakındı. Göğsüm aldığım sık nefeslerle sıkça yukarı kalkıp inmeye başladı. Ellerim ise her iki yanımda yumruk olmuştu. Bedenimin, onun boynumdaki tüy gibi dokunuşuna cevap vermesi gecikmedi. Kalbimin şiddetli baskısı artmış, nefeslerim hızlanmıştı. Dudaklarının bu kısaca teması hem içimdeki volkanı tetikliyor hem de uçsuz bucaksız denizde boğuluyormuşum gibi hissettirmişti. Onun çekimine karşı koyacak güç aradım kendimde.
Dün geceye ait görüntülerde kucağındaki sarışını hatırlamam ona karşı koymakta aradığım gücü bana vermekte gecikmedi. Her iki yanımda yumruk olan ellerimi onun sert omzuna koyup onu ittirdim.
“Başka kadınlara dokunduğun ellerinle bana dokunamazsın” dedim soğukça artık gözlerimi açmıştım. Onu ittirdiğim için boynuma gömülen yüzünü bana kaldırdı ve arzuyla koyulaşan gri gözlerine şaşkınlık oturdu. Üzerimdeki bedeni kasıldı. Sanırım dün geceye ait hiçbir şey hatırlamadığımı düşünüyordu. Gözlerinin hedefi direkt yeşil gözlerimdi. Dudağının ucu alayla kıvrıldı.
“Yoksa ne olur” dedi sesi yeni uyandığı için boğuktu. Alnından dökülen asi tutamlar şu an ki serseri haline tam uyuyordu.
“Yoksa Volkov seni de öldürürüm.” dedim sertçe dudaklarımdan çıkan buz gibi soğuk kelimelere bende inanamamıştım. Konu o olunca ne yapacağımı kestiremiyordum. Öfkemin de onun hakkındaki düşüncelerimde ucu bucağı olmuyordu.
Aslında o da anlıyordu bana her yaklaştığında nefesimin bana yetmiyormuş gibi olduğunu. Kalbimin hızla koşmuşum gibi atmasını, aldığım derin nefeslerle ona çekilen bedenimi o da biliyordu. Dudaklarındaki arsız ve çapkın ifadenin başka bir açıklaması yoktu çünkü.
Sonunda üzerimden biraz daha kalkıp, “Öyle olsun bakalım” dedi. Geniş yataktan kalkıp bana kaslı sırtını dönerek şöminenin yanındaki banyoya girdi. Bense onun yatağında uzanmış bu adamın karmaşık davranışlarını çözümlüyordum. Yakışıklı bir adamdı peşinde dolanan bir sürü kadın olduğunu düşünmek zor değildi. Öyleyse neden düşmanın gönderdiğini düşündüğü ajana yaklaşıyordu. İstese diğer kadınlar zaten ona yürümeyecek direkt koşacaktı.
Sinirle bir soluk verip onun yatağından kalktım. Bu gece bu yatağa kesinlikle gelmemeliydim. Bir çözüm bulmam gerekiyordu. Bugün bolca kafein tüketirsem uyumazdım ve uyurgezerliğim yüzünden ona gitmezdim. Banyodan su sesini duymamla bende Lena’nın bana verdiği kıyafetlerden bir kot ve bu sefer renkli bir tişört alıp hemen giydim.
O duşta olduğuna göre ben aşağıdaki lavaboyu kullanacaktım mecbur. Aşağı indiğimde ekibin hepsi masada oturmuş kahvaltı ediyorlardı. Güya bu evde yemekleri ben hazırlayacaktım. Viktor’un iştahla yediği kahvaltı benim de midemi kazındırmıştı. Masaya yaklaşan bedenimi fark eden ekibin başları bana dönünce ; Alex ve Viktor bıyık altından gülmeye başladı. Neden böyle davrandıklarına anlam veremedim. Niko’nun bana dönük yüzü kızarmış ve mahcubiyetle kaplıydı.
“Katre saat epey geç olunca uyandığınızı düşünmüştüm” dedi kafasını önüne eğerek.
“Rahatsız olacağın bir durum yok Niko” dedim bende masadan birkaç peynir alarak.
“Aramızda sandığınız türde bir ilişki yok” dedim sertçe. Benim bu sözümle hepsinin kafaları bana döndü. Hayır. Arkamdaki bir yere döndü. Derince yutkundum. Arkamdaydı. Ne zaman gelmişti hiç duymamıştım. Duş aldığı için sabun ve kehribar kokusu hemen benim etrafımı sardı.
“Herkes dışarı idman var çok aksattınız” dedi arkamdaki kalın ses. Viktor ve Alex sinirle Niko’ya baktı. Sabahki Niko’nun densizliği olmasaydı sanırım bu idmanda olmayacaktı. Emri alan askerle hemen kalkıp dış kapıya yöneldiler. Üzerlerine bir şey almadan soğuk havaya bodoslama daldılar. Onlara bir miktar üzülmüştüm.
“Kahvemi verandaya getir” dedi yanımdan hızla geçip o da dış kapıya yöneldi. Üzerine geçirmiş olduğu askeri forması görüş açıma girdi. Söylediği kaba kelimelerle, davranışları hiç uymuyordu. Bir yandan bana inandığını düşünecekken dudaklarından çıkan sözlerle yerle bir oluyordum ama bir şeyden emindim buradan gitmezsem ona fena halde... düşüncelerimin devamını getiremedim. Zihnim o kelimeyi söylemeyi ısrarla reddetmişti. Ondan uzak durmak zorundaydım.
Usulca mutfağa doğru gittim anlaşmamız gereği ona hizmet etmem gerekiyordu. hizmetçin mi var? diye bağırmak istiyordum ama bana yine o anlaşmamızı hatırlatacaktı. Mikhail ölmüştü ama beni arayan zaten Vladimir’di. Mikhail onun maşasından başka bir şey değildi.
Kupaya doldurduğum kahvenin dumanı üstünde bende ahşap verandaya çıktım. Bana geniş sırtını dönmüş kısa kollu askeri tişörtün içinde yıkılmaz bir duruşla, karşısında üstsüz bir şekilde şınav çeken askerlerine bakıyordu.
Ona biraz daha adımlayıp yanına geldim. Zaten dışarısı çok soğuktu bir de üstlerini çıkarmış olan ekibe ağzım açık bakakaldım. Rüzgar saçlarımı savurunca Dmitri’nin çıplak kolunda gezindiler. Dmitri’yi daldığı düşüncelerinden çıkaran bu oldu. Yüzünü bana dönüp gri gözlerini kısaca üzerimde gezdirdi. Sağ eliyle elimdeki sıcacık kahveyi aldı.
Daha dudaklarına götürmeden söyleyeceği cümleyi biliyordum.
Bu kahve ılık yenisini getir.
“Bu kahve ılık yenisini getir.” Dedi elinde hala dumanı tüten bardağı tutarken kaç gündür ona yaptığım hizmeti tam üç tur tekrarlatıyordu. Beni bezdireceğini sanıyorsa yanılıyordu. Bana uzattığı sıcak bardağı alıp tekrar içeri, mutfağa geçtim. Bardağı tam lavaboya dökeceğim sıra aklıma hin bir fikir geldi.
Acı pul biberi içine boca ederek karıştırdım. Nasıl olsa bunu da içmeyip beni üçüncü tura sevk edecekti. Dudaklarım zevkle kıvrıldı. Ona aynı kahveyi götürecektim. Bu sefer tek farkı içinde yarısına kadar dolu olan Meksika pul biberi vardı.
İçimdeki haylaz Katre ile deyim yerindeyse seke seke ahşap, soğuk verandaya çıktım. Üzerime bugün niye tişört giydiğimi bir an sorguladım. Ben onlar gibi bu iklime alışkın değildim ama içimde bir yerlerde özlemini duyduğum o kavram beni, karlarla kaplı dağlarda gafil avlamıştı.
Dmitri kahvesini beklerken bir sigara yakmıştı. Hala askerlerine bakıyor arada onlara emir vererek yapmalarını istediği hareketleri yaptırıyordu. Buradan bile Alex ve Viktor’un homurtularını duyuyordum. Dmitri benim geldiğimi anlamış kısaca başını bana çevirmişti. Titreyen omuzlarımı görünce hemen acılı kahvesini ellerimin arasından alıp dudaklarına yanaştırmıştı.
Gözlerim irice açılıp dişlerim alt dudağıma gitti.
Onu içecekti. Tanrım. Bana bir kez daha bu kahve ılık yenisini getir demesi gerekmiyor muydu?
Panikleyen vücudum ve hızla atan kalbimle olacakları bekledim. Dudaklarına yanaştırdığı kupadan büyük bir yudum almasıyla tüm bedeni kasıldı. Birden dışarı püskürttüğü acılı kahve karşında şınav çeken askerleri bir an duraksadı.
Şiddetli öksürükleri ile bana dönen yüzü kıpkırmızıydı. Gri gözleri kızgın bir boğa gibi yüzümde dolaştı.
“Katreee” dedi boğazından hırıltıyla. Şimdi tüm bedeni bana dönüktü. Benimse dişlerim dudağımda, yüzüm bana yapacaklarından dolayı endişeyle gerilmişti.
Arkaya attığım bir adımla hemen o arayı kapatan adımı bizi birbirimizden uzaklaştırmadı. Elindeki sigarasını yere atarken,
“İçine Meksika biberi mi koydun?” Dedi sinirle köpürerek. Dudakları ve kirli sakallı boynu içtiği acılı kahveden dolayı kızarmıştı. Tanrım şu an çok yanıyor olmalıydı.
Arkada şınav çeken Viktor kendini tutamayıp güldüğünde Dmitri ona dönmeden bana bakarak konuştu
“Viktor üç yüz tur daha çekeceksin.” Dedi sertçe. Şu an o kadar kızgındı ki patlayacak bir volkanı andırıyordu.
“Ben” dedim ne diyeceğimi bilememiştim. Yaramazlık yaparken yakalanmışım gibi yüzüm mahcubiyetle kızardı.
“Genelde beni üç kere kahve için gönderirsin ben o yüzden …” dedim ama sesim sonlara doğru kısılmış ses tellerim resmen boğazıma kaçmıştı.
Gri gözlerinin kapatıp bir iki saniye sonra geri açtı. Omuzları gerilmiş iri kollarında damarlar belirginleşmişti.
“Senin üşüdüğünü sanıp son kez gitme diye içtim ama hata etmişim” dedi dişlerinin arasından onun sözlerini duyunca bir an pişman olmuştum ama ben nereden bilebilirdim ki bana olan davranışlarındaki dengesizlik ona nasıl yaklaşacağımı resmen şaşırıyordum. Siyah asi tutamlarının olduğu başını sertçe hareket ettirip,
“Adamlarımın yanına in” dedi. Kararsız davranma zamanı değildi. Karşımdaki adam şu sinir küpüydü. Botlarımı giyip bende tişört ve kot ikilisiyle üstsüz şınav çeken adamlarının yanına indim bakışlarından anladığım kadarıyla hepsi eğleniyordu. Karlı soğuk havada şınav çekiyor olmaları sıkça yaptıkları bir spordu sanırım bir an bile titrememişlerdi. Beyaz zemine inmemle koca kurdu Korsha kuyruğunu sallayarak hemen yanıma geldi.
Dmitri çatık kaşları ile bir bana bir de kendi kurduna baktı. Benimse ellerim kucağımda masum bakışlarım Dmitri’nin sert çehresindeydi. Kafkasya’nın soğuğunda ne diyeceğini merakla bekledim.
“Kulübenin etrafında üç tur atıp gel Katre “dedi adamlarınla konuşurken ki ses tonunu kullanmıştı. Neyse ki sadece koşacaktım. Şınav çek dese düşüp bayılırdım herhalde.
Kosha emri benden önce anlayıp yanımdan hızla uzaklaşıp kulübenin köşesine doğru koşmaya başladı. Kendin kaşındın Katre dedim mırıldanarak. Ona son bir kez baktım. Belki kararından bu soğuk havada vazgeçmiştir diye ama o bir sigara daha yakmış alev çıkan ağzından şimdi duman çıkarak karlı dağlara gözlerini çevirmiş bana bakışlarını bir kez bile değdirmemişti.
Korsa ileride kulübenin köşesinde durup bana bakarak derince uludu. Akıllı kurt beni çağırıyordu. Dmitri’den gözlerimi çekip yavaşça bende kurdun yanına doğru koştum. Kulübe konum olarak bayağı yer kapladığı için birinci turu atmam uzun sürmüştü. Etrafta karlı dağ ve beyaz ormandan başka bir şey yoktu. Sonunda tekrar kulübenin önüne geldiğimde nefes nefese kalmıştım. Ellerimi dizlerime koyup biraz eğilince uzun saçlarım önüme doğru savruldu.
“Dinlenmek yok hadi Katre Hanım” dedi eğlenen bir sesle sanki imasında daha neler yapacağım barındırıyor gibiydi ve tam da düşündüğüm gibi olmuştu.
Karlı bahçeyi üç tur koştuktan sonra cezam bitti sanmıştım ama eve geçip bana bir yığın daha iş sıraladığı zaman kan beynime sıçramıştı. Bir iki defa itiraz edecek olmuştum ama gri donuk gözleri ve öfkeli çehresine sesimi çıkaramadım. Bana evi üç kez temizletmişti. Yaptığım çorbayı üç kez tekrar yaptırmıştı ve bu sadece bugün değil tam iki gün sürmüştü. Bir daha Meksika biberini duymak görmek dahi istemiyordum.
Gündüzleri o kadar yoruluyordum ki gece onun odasında yattığım küçük kanepede resmen sızıyordum. Lakin uyandığım zaman kendimi her zaman Dmitri’nin yatağında buluyordum. Sabah uyandığım zaman o olmuyordu ama yataktaki kendine has o kokusu gece yanımda yattığını gösteriyordu. Akşamları o kadar yorgun yatıyordum ki gece nasıl oluyor da onun yatağına kalkmak için enerjiyi buluyordum anlamıyordum.
Bugünde yattığım küçük kanepede karlı geceye bakarken buradan nasıl çıkıp ülkeme döneceğimi tekrar tekrar düşünüyordum. Yürüyerek elimi kolumu sallayarak çıksam bile bu dağ başından donmadan bir şehir merkezi bulamam imkansızdı. Niko, Moskova görüşmesi var demişti yanlış anlamadıysam eğer beni de alıp Moskova’ya giderlerse orada kaçmak için bir şansım olabilirdi. Gözlerimi kapattığım karlı gece beni sıcacık kollarına aldı.
***
Uykumun derin sularından sıyrılmak o kadar zordu ki ama duyduğum sesle gözlerim birden açıldı. Hala geceydi dışarıda başlayan uğultulu tipi bir an beni korkuttu, geldiğimden beri bu kadar şiddetli bir fırtına görmemiştim. Banyodan gelen tıkırtıyla koltuktan sırtımı kaldırıp geniş yatağa baktım. Dmitri, siyah saten yorganı beline kadar çekmiş, sırtı bana dönük uyuyordu. Odanın loş karanlığında bile kaslı sırtındaki kurşun izi belli oluyordu.
Banyodan tekrar takırtı gelmesiyle koltuktan kalktım, uğuldayan pencereyi geçip Dmitri’nin yattığı geniş yatağın yanına gelip panikle banyo kapısına baktım. Dışarıda fırtına artmış uğultulu ses beni titretmişti. Yatak başlığına doğru biraz eğilip ona seslendim.
“Volkov” dedim kısıkça. Sesim korkuyla biraz titremişti. Dışarıdaki rüzgar arttıkça banyodaki takırtılarda artıyordu.
Beni duymadığı için onun kaslı geniş omzunu dürttüm
“Volkov” dedim biraz daha sesli söyleyince yavaşça yatakta bana döndü. Suratınki memnun ifadeyi anlayamadım sanırım güzel bir rüyanın içinden uyandırmıştım. Gözlerini kısıkça açarak yorganı tek eliyle açtı.
“Gel bakalım küçük tilki kokum olmadan uyuyamıyorsun değil mi? ama bugün geç kaldın” dedi boğukça çıkan sesi yumuşacıktı.
“Eğer sen gelmeseydin ben gelecektim seni almaya” diyerek beni yatağa davet etti. Söylediklerine şaşıran bedenim öylece kaldı. Ağzım bir karış açılıp, kaşlarım havalanmıştı.
“Ne diyorsun sen Volkov?” dedim söylediklerine şaşırarak. Benim sözlerimi duymasıyla gri gözleri açıldı.
“Yebat” kahretsin “Uyanık mısın sen?” dedi afallayarak yatakta biraz doğruldu. Bu hareketiyle göğsündeki ve karnındaki kasları itinayla dalgalandı. Gözlerimi, onun bana şaşırarak bakan gözlerine çıkardım.
“Elbette ki uyanığım aksi halde senin yatağına neden geleyim?” dedim biraz önce duyduklarımla zihnim biraz bulanmıştı. Onun neden uyandırdığımı dışarıdan gelen yüksek uğultuyu tekrar duyunca hatırladım.
“Neden geldin o zaman?” dedi gözleri kısaca üzerimde dolaştı bir şeyimin olmadığını anlayınca siyah kaşı havaya kalkarak benden bir cevap bekledi.
“Banyodan biri var sanırım bende o sese uyandım.” Dedim biraz çekingen bir sesle gözlerim banyo kapısı ve Dmitri’nin üzerinde bir iki kere dolaştı. Dmitri derin bir nefes verip onu boşuna uyandırmışım gibi homurdandı.
“Fırtınalı gecelerde havalandırmadan gelen ses o burası ahşap bir yapı herhalde ses gelecek “ dedi bilmiş bir ifadeyle. Ben hala onun yatağının dibinde ona biraz eğilmiş yüzüne bakıyordum. Benim gözlerime daha dikkatli bakıp, yatağı gösterdi.
“Yanıma yatmak için biraz klişe bir bahane seçmişsin” dedi arsız sözlerini bitirdiği gibi dudakları zevkle kıvrıldı. Suratındaki çapkın ifadeye yumruk atmak istedim.
“Asla” dedim sertçe “Asla kendi isteğimle yatağına gelmem” Sinirle arkamı dönüp bende homurdanarak küçük kanepeye gidip turuncu battaniyeyi kafama kadar çektim. Ne arsız adamdı bu. Benim kesinlikle bu soruna çözüm bulmam gerekiyordu. Kesinlikle.
Fırtınanın gürültüsünde uyumakta zorlanan bedenim uykuya dalmakta güçlük çekiyor ciğerlerim ısrarla o kehribar kokusunu solumak istiyordu; en özel kaynağından. Dudaklarımı ısırıp gözlerimi sıkıca kapadım ve kimsesiz uykunun beni almasını sabırsızca bekledim.
***
Sabah yine gözlerimi açtığımda onun geniş yatağıydım. Ben ona arsız derken kendi arsızlığıma afalladım. Hala onun yatağına nasıl gelirdim. Allahtan şimdi burada değildi. Değilse yüzüne bakamayacak kadar gururum kırılmıştı.
Aşağıda benim için bugün kim bilir neyi üç defa yaptıracaktı. Bugün üçüncü gündü ve yaptığı işkencenin son günü olduğunu düşünüyordum. Yorgun bedenimle kalkıp onun kendince bana uyguladığı cezaya kendimi hazırladım.
Dolaptan lena’nın bana verdiği siyah bir kot ve asker yeşili kazağı üzerime geçirip aşağı indim. Dmitri tek başına masada oturmuş sigara içiyordu. Üzerinde siyah tişörtü ve askeri pantolonu vardı. Her halinden gergin olduğunu anlayabiliyordum. Sigarayı sanki savaşması gereken bir düşmanı gibi görüp onu neredeyse ciğerlerine tıkacaktı. Benim geldiğimi anlayınca elindeki sigarayı sertçe küllüğe bastırdı.
“Aç mısın?” dedi düz bir sesle. Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Doğru mu duydum ben diye biraz düşündüm. Aslında bu soruyu anlaşmamız gereği benim ona sormam gerekiyordu. Yüzüme ciddiyetle bakmaya devam edince benden cevap beklediğini anladım.
“Hayır” dedim kısıkça. Evet deseydim kahvaltı mı hazırlayacaktı yani.
Yok daha neler Katrecim o kadar da değil.
“O zaman dışarı gel sana yumruk nasıl atılır onu göstereceğim” dedi bana arkasını dönerek. En son yumruğu yüzüme yemiş biri olarak adımlarım hiç hareketlenmedi. Ahşap kapıya varan bedeni benden bir hareket görmeyince sadece başını çevirdi.
“Gelip kendim mi getireyim seni?” dedi muzipçe sesindeki eğlenen tınıyı duyunca bir an içimden evet demek geldi. Ama onun beni bahçeye çıkarma stilini bildiğim için başımı iki yanıma sallayıp onun yanına doğru gittim.
Kapıyı açıp ahşap verandaya çıkan adımları beni beklediği için yavaştı. Hemen botlarımı giyip bende onu takip ettim. Karlı zemine o önde ben arkada indik. Gözlerim beyaz bahçede Korsha’yı aramıştı. Sanki neye baktığımı anlamış gibi Dmitri cevap verdi.
“Diğerleri ile koşuda şu an” dedi karşıma geçip. Bende asker yeşili kazağımın kollarını biraz sıvayıp onun talimatlarını bekledim.
“Ellerini yumruk yap ve dirseklerinden bükerek kaldır” dedi sesi biraz gergindi.
Hemen talimatları dinleyip yumruklarımı yüzüme çıkardım. Bana çatık kaşları ile bakınca küçük yumruklarımı biraz indirdim.
“Bacaklarını biraz aç” dedi sesi bu sefer boğuk çıkmıştı.
Bacaklarımı omuz hizasında açıp yeşil gözlerimi kaşımda avuçlarını bana açmış adama diktim.
“Vur bakalım” dedi. Onun açık avucuna vurmam gerekiyordu sanırım, sağ yumruğumu sağlamlaştırıp gözlerimi kapattım. Tam vuracağım zaman,
“Gözlerini aç vururken de kapatma Katre” dedi. Sabırsızca derin bir nefes alıp söyleyeceklerimi yuttum. Çok biliyordu beyefendiler.
Bu sefer gözlerimi açık tutarak sağ yumruğumu onun sol açık avucuna getirerek hızlıca vurdum. Yani bana göre hızlıydı. Yumruğum onun sıcak avucu tarafından kaplandı
“Dalga mı geçiyorsun daha hızlı vur Katre” dedi benden bu kadar düşük bir performans beklemediği bana bakan şaşkın çehresinden ve sesinden belliydi.
“Ee hızlıydı zaten daha ne kadar hızlı olacak ki?” dedim masumca. Gece onu uyandırdığım için miydi bu idman düşünmeden edemedim.
“Ağzın değil elin çalışsın” dedi sertçe.
Bu sefer sol yumruğumu sıkıca hazırlayıp onun sağ avucuna tüm gücümle vurdum. Yeşil gözlerim hemen onun gri gözlerine baktı. Attığım yumruktan hoşnut olduğunu gördüğüm parıltılar ordaydı.
“Sol yumruğun daha iyi” dedi hoşnut bir sesle. Benimse dudaklarım her iki yanına zevkle kıvrıldı.
“Sevinme hemen iyi dediysek sağ elinden iyi dedik çalışmamız lazım daha” dedi hemen mutluluğuma gölge düşürdü.
Aradan geçen iki saatin sonunda artık tüm bedenim yorulmuştu. Dmitri ise kılını bile kıpırdatmadan karşımda hala benden yumruk atmamı bekliyordu. Daha fazla dayanamayıp karlı zemine bedenimi attım. Sırtüstü uzandığım soğuk kar bir an beni titretti ama ağrıyan sırtıma iyi gelmişti. Dmitri ise tepemde dikilmiş,
“Hadi Katre mola yok” diyerek beni kaldırmaya teşvik etmişti.
“Feriştahı gelse kakmam ben” dedim uzandığım karlı zeminden. Dmitri ne söylediğimi anlamamış kaşları çatık bana bakıyordu. Üç yıl Türkiye’de görev yapmak; feriştahı tanımaya yetmemişti demek ki.
Tam bu arada uzandığım karlı zemine hızla koşan Korsha’yı gördüm kulaklarını dikmiş buz mavisi gözleri direk benim uzandığım bedenim üzerindeydi. Onun benim üstüme gelmesiyle hızla bir çığlık atıp ellerimi yüzüme çıkardım. Tamam seviyordum ama şu an beni ısıracak gibi koşmuştu.
Isıracak gibi koşmak nedir Katre
Korsha üzerime ön patilerini koyarak yüzümü yalamaya yeltenince patileri beni gıdıklandırdı, onun bu heyecanlı haline daha fazla dayanamadım kıkırtılarım onun sallanan kuyruğunu daha fazla hareketlendirdi. Başımı biraz kaldırıp oturur bir pozisyona geçtim. Kulaklarının arkasını kaşımamla o da bacaklarıma uzandı.
“Yüzbaşım yüzünüzden gülümseme eksik olmuyor” dedi Viktor imalı bir sesle. Nefes nefese koşudan gelmişlerdi.
Dmitri’ye baktığımda; kurdu ve bana bakan gözleri parlak bir gri olmuş, dudakları beyaz dişlerini gösterircesine iki yanına kıvrılmıştı. Viktor’un sesi ile gülümseyen yüzünü toplayıp karanlık bakışlarını direkt adamına çevirdi.
“Gereksiz konuşma asker” dedi bana yönelirken.
Korsha sonundan üzerimden kalkınca bende ayağa kalkacakken Dmitri bana iri elini uzattı. Onun sıcak elini hiç düşünmeden tutup ayağa kalktım. Geri kalan ekipte koşudan gelmiş hepimiz ahşap kulübeye girmiştik.
***
Aradan saatler geçmiş artık akşam olmuştu. Bedenimin bugün onunla çalıştığımız için her kası ayrı ağrıyordu. Allahtan bugün bana hiçbir şeyi üç tur yaptırmamış sanırım yorgun bedenime acımıştı. Defalarca yumruk atmaktan ellerimin üstü kızarmıştı.
Şimdi onun odasında yorgunca berjere oturmuş gece karanlığında yanan şömineye bakıyordum. Alevler o kadar güçlüydü ki odunların yanıp kül olmaktan başka çaresi yok gibiydi. Elimde, günlerdir toparladığım evde bulduğum orta uzunluktaki ip vardı. Artık uyurgezerlik sorunumu çözmem gerekiyordu.
Onunla uyumaya çok alışmıştım ben istemesem dahi geceleri onu kokusuna gidiyordum bana geçen gece böyle söylediğinde kabul etmek istememiştim ama ondan gelen kendine has kokusu ve kehribarlar resmen beni kendine esir etmişti.
Sadece bu da değil eğer onunla uyumaya, yatmaya devam edersem daha fazlasını isteyeceğimi biliyordum. Onun beni kucaklayıp sarmalamasını, sert göğsüne çekip nefesinin saçlarıma sızmasını beni bu kadar ona bağlayacağını bilmiyordum. Hatta arsızca beni sevmesini istediğimi fark ettiğimde burnum sızladı. İçimdeki küçük Katre’nin de babasının kendisini sevmesini istediğini hatırlamamla nefes alamadım. Gözlerim buğulu şekilde yanan odunlara tekrar dönünce boğazımdaki yumruyu indirmekte zorlandım.
Dmitri benim gibi duyguları ile hareket eden bir adam değildi. Buna bir son vermezsem sonunda kırılan yine ben olacaktım.
Gözlerimi yavaşça kapattım. Anılar, izinsizce göğsümde sıkıca kilitlediğim kapıdan sızıp zihnime girdi. Hatırladıklarımla elimdeki ipi biraz daha sıktım. Senen Hanım ve babamla kaldığım evde başlayan uyurgezerlik problemimi kökünden çözmek isteyen Senem Hanımın acımasız fikrini bir gün kendime uygulayacağımı hiç düşünmezdim. Gözlerimi tekrar açıp yanan alevlere baktım. Elimdeki iple küçük koltuğa gittim. Ayak bileğime sıkıca bağladığım ipi oturduğum koltuğun ahşap ayağına sıkıca bağlayıp üzerime turuncu battaniyeyi örttüm.
Yüzümü turuncu ve kızıl alevlere dönerek gözlerimi kapadım ama geçmişi düşünmeden edemedim. Küçük Katre’nin; gece babasının ve Senem Hanımla kaldığı yatak odasına habersizce gidişi boğazımdaki yumruyu taşlaştırıp orada bıraktı. Derin uykunun kollarında yataktan yukarı çıkıp babama sarılmak istemiştim ama onun yerine Senem Hanımın kucağına çıkınca keskin bir çığlık sesi gelmişti kulağıma.
Ne işin var burada senin diyerek attığı tokat, yataktan birden düşmeme neden olmuştu.
Derin uykudan sıyrılıp nerede olduğumu anlayınca; sessizce küçük yeşil gözlerimden yaşlar dökülmüştü. Yanağımda derin bir sızıyla onların odasından çıkarken babam bir kez olsun bana dönüp bakmamıştı. Biliyordum ki uyanıktı. Senem Hanımın çığlığına endişeyle dönen yüzünü hayal meyal hatırlıyordum.
Bu bir hafta böyle devam etmişti kapıyı kilitleseler dahi o kapıyı şiddetle vurduğumu kızaran parmaklarımdan anlamıştım. Sanırım çıkardığım seslere tahammülleri artık bitmişti.
Bana nefretle bakan babama gece sarılmak için her gidişim şimdi Dmtiri’nin evinde anılarımı tekrar tekrar yaşamama neden oluyordu. O da benden nefret ediyor ve ben yine onun yatağına kıvrılmaktan geri durmuyordum. Gururumu zedeleyen bu davranışıma Senem Hanımın bulduğu çözümle el koymuştum.
Çözüm dediysem durumu çözmemişti ama onların odasına gidemediğim her dakika ip ayağımı acıtmış ve deli gibi bağırmıştım bütün gece böyle başlayıp Senem Hanımın küçük Katre’ye attığı tokatla sonlanıyordu ve sabah ne zaman canı isterse o zaman ipi çıkarmaya geliyordu. Böyle devam eden günler artık karanlıkta yataktan kalkmaya korkan küçük bir kız çocuğuna evrildi.
Derin bir nefes alıp kehribar kokan odanın havasını ciğerime çektim biliyordum ki beni sakinleştiren bu koku bir gün nefes alırken canımı acıtacaktı. Bunu birkaç kez yapınca gevşeyen bedenim şöminenin çıtırtısında derin bir uykuya daldı.
***
Üşüyen bedenim hafifçe titredi. Karanlığa açılan gözlerim beni Senem hanımınla yaşadığım evde; kendi küçük odama açıldı. Üstümdeki eski yırtık battaniyeyi atıp ayağa kalmak isteyen bedenim acı doluydu. Bugünde o tokadın geleceğini bile bile babama sarılmak istemem; annemi çok özlüyor olmamdandı. Beni tamamen yabancı birine emanet eden adama bir türlü kızamıyordum. Ayağa kalkan bedenim birkaç adım atmasıyla tökezleyerek yere düştü. Zihnimi bulandıran karanlıkta, sesler arttı.
Dizlerimin üstündeydim başım önüme eğilmiş, saçlarım yüzümü gizlemişti. Karanlıktaki elimin biri ayağımdaki ipi sıkıca tuttu.
Önüme hızla gelen iri silüet yoğun küfürlerin arasından üzerime eğildi. Kokusu babama benzemiyordu ama biliyordum ki o babamdı. Buğulu gözlerim karanlıkta onun karanlıktaki yüzüne çıktı. Başımı sol omzuma eğip ayak bileğimdeki ipi çektim. Onun gözleri bileğimdeki ipi görünce bedeni kaskatı kesildi. Bana biraz daha yaklaşıp omuzlarımdan nazikçe bedenimi tuttu.
“Neden baba?” dedim bilinçsizce “Neden sana sarılmamı istemiyorsun ben senin küçük kızın değil miyim?” dedim kırgınlıkla sorduğum soruyla gözlerim dolmuştu. Karşımdaki iri bedenin dişlerini sıktığını sertçe çıkan sesten anlamıştım. Beni tek hamlede kucağına alan adam başını boynuma gömdü.
“Katre” diyen sesi yumuşacıktı ama ses babama ait değildi. Kaşlarım çatılıp zihnim bu karmaşadan hızla sıyrıldı. Onun kim olduğunu anlayan bedenim gerildi. Bir kabustan uyanırken ona sığındığımı bilmeden şimdi ellerim onu itmeye başladı.
“Yapma Katre savaşma artık kendinle” dedi kulağımı okşayan yumuşacık sesi onun kuşatmasına direnen kalelerimi bir bir yıktı. Savaşmaya çalışan içimdeki her hücrem onun sesiyle emire itaat etti. Onun kucağına sokulan küçük bedenimi hemen kaldırıp ayağımdaki ipi hiç zorlanmadan çıkardı.
Beni kendi yatağına yatırıp kucağına çekmesiyle kehribarlar sızlayan burnuma girip beni sakinleştirmeye başladı.
“Kollarım sana her zaman açık Katre. Kim olursan ol düşmanım bile olsan sana her zaman sımsıkı sarılacağımı bil.”
Dmitri’nin söyledikleri ile sıkışan kalbim ferahladı. Huzurun adresi olan geniş göğsü beni sıkıca sardı. Bana bunları gerçekten söylüyor muydu yoksa sadece kucağındaki kızı sakinleştirmek için öylesine mi konuşuyordu emin olamadım.
Ona biraz daha sokulan bedenim muhtemelen yarın pişman olacaktı ama onun güçlü kollarının arasında olmak o kadar iyi hissettiriyordu ki saçlarımda gezinen parmaklarıyla uykuya dalmam uzun sürmedi.
***
Sabah onu görmek isteyerek açılan gözlerim hüsranla karşılaştı. Yatağın diğer tarafı boş ve soğuktu. Gece onun sıcaklığına alışan bedenim şimdi isyan ediyordu. Yavaşça yataktan kalktım. Bakışlarım elbise dolabındaki aynaya denk düştü. Saçlarım dağılmış gözlerim şişmişti. Lena’nın bana verdiği pembe ayıcıklı takımın içinde tabiri caizse bir ergen gibi görünüyordum. Dudaklarımdan verdiğim uzun nefesle yüzümün önündeki saçlar uçuştu.
Birden aklıma gelen şeyle ayağa kalkmam bir oldu bugün Moskova’da Türk bağlantılarla görüşme vardı. Yatağın yanındaki küçük komodine baktığımda saatin bayağı ilerlediğini gördüm. Hemen odadaki banyoda yüzüme soğuk su çarpıp benim onlarla Moskova’ya nasıl gideceğimi düşünmeye başladım. Kesinlikle bende gitmeliydim. Kaza yapmadan önceki kaçış planımı burada devreye sokmam gerekiyordu. Banyodan hızla çıktım.
Odanın kapısı nazikçe tıklatılınca gelenin Dmitri değil de başka birisi olduğunu anlamıştım. Kapıya giden adımlarım aceleciydi. Kapıyı açmamla Lena ve kızıl afet Anna karşımda; yüzlerinde gülümseme ile bana bakıyorlardı. Lena üzerimdeki kıyafetlere tatlı bakışlar gönderirken Anna’nın pirsing olan kaşı havaya kalkıp gözleri yok artık dercesine üzerimde gezindi.
Anna’nın üzerime attığı keskin bakışlarla bende gözlerimi üzerimde gezdirdim. Pembe ayıcıklı tişört ve şorttan oluşan takım bence gece yatmak için uygundu. Bir yandan da kapıdan çekildim ki içeriye girsinler. Lena bu odaya daha önce girmişti. Hemen rahat tavırlarla benim geceleri yatmayı bir türlü beceremediğim gri koltuğa gitti.
Anna sanki bu odaya ilk defa geliyormuş gibi hareketleri temkinliydi. Üzerine giydiği siyah kargo pantolonu ve siyah boğazlı kısa kazağı ince belini öne çıkarmış göbeğindeki elmas gibi parlayan ikinci piercingi gözler önüne sermişti. Ona o kadar yakışmıştı ki bir an düşüncelerim bende böyle bir şeyin nasıl duracağına evrilmişti. Ben daha kulaklarımı deldirmemiş insandım ve sanırım göbeğimi kesinlikle deldiremezdim.
Onu gizlice inceleyen bakışlarım Anna’nın karanlık giyimine tam tersi duran Lena’ya çevrildi. Altında giydiği eskitme ve yırtık Jean onu yaşından daha genç göstermişti. Üzerinde derin v yaka tozpembe yumuşacık kazak iri mavimsi gözleriyle bir renk cümbüşü yaratmıştı.
Ben onları incelerken Lena yerdeki ipi alıp elinde sallayarak, “Dmitri’nin farklı fantezileri olduğun bilmiyordum.” dedi ince sesine hafif şaşkınlık karışmıştı. Bense duyduklarımı ilk başta anlamamıştım bile.
“Nasıl yani?” diyen saf hallerime Lena’nın şen kahkahası eşlik etti. Anna ise kızıl kafasıyla yatağı gösterip,
“Hadi ama anlarsın ya” demesiyle yüzüm pancar gibi kızardı. Resmen donup kaldım.
“Dmitri ile o tür bir ilişkimiz yok ve olamazda ben evli bir kadınım ” dedim sesim biraz pürüzlü çıkmıştı. Evli olduğumu bir daha neden belirtmiştim bilmiyorum. Anna’nın bana gösterdiği yatağın her iki tarafı kırış kırış ve siyah yorgan bayağı dağınık kalmıştı. Yanlış anlamaları sanırım doğaldı.
“Benim partimde sizi mutfakta öyle görünce yanlış anladım belki de” dedi. Anna, sesine ben de pek yanılmam iması eklemiş düşünceli mavi gözleri alyanslarımda gezinmişti. Konuyu kapatmak isteyen bedenim gergindi. Ellerim terlemiş boğazım gıcıklanmıştı.
“Siz neden gelmiştiniz?” dedim birden sanki kendi evimdi ve gelenlere hesap soruyordum. Zaten ayakta olan Anna sorumla kapının önüne getirdiği büyük poşetleri bulunduğumuz odaya getirdi.
“Birazdan Moskova’ya göreve gideceğiz. Komutan kendimizi ve seni hazırlamamızı, kuralları açıkça söylememizi istedi.” Lena’nın uzun soluklu açıklamasına hayretle baktım beni de götüreceklerdi. İçimdeki sevince neden bir burukluk eklenmişti bilmiyorum ama şu an tek odaklanmam gereken şey Moskova’da hemen bir açık bulup onlardan sıyrılmam gerektiğiydi.
Kapımızın ikinci kere tıklatılmasına şaşkınca baktım. Lena gelenin kim olduğunu biliyor gibi adımları sekerek kapıyı açmaya gitti. Viktor tüm heybetiyle Lena’nın mavimsi gözlerine hayranlıkla baktı. Onların ilişkilerine her zaman imrenerek baktığımı yeni fark ediyordum. Viktor, elinde koca bir sandviç tabağı ile gelmişti ve bu görüntü ağzımı sulandırmıştı.
Lena, Viktor’un dudaklarına sulu bir öpücük kondurunca onlarda olan gözlerimi hemen çekip önüme dönüp berjere oturdum. Anna tam karşımda gri koltukta oturmuş dikkatle benim pembeleşen yanaklarıma bakıyordu. Kızıla kaçan ince kaşları çatılmış mavi gözleri yanaklarım ve alyanslarım arasında mekik dokumuştu resmen.
Lena sonunda sevgilisinden ayrılıp yanımıza gelmesiyle sandviç tabağına resmen atladık. Onların arasında kendimi yabancı hissetmem gerekiyordu ama sanki hep hayatımda var olmuş gibilerdi. Bu ortama yavaşça baktığımda; Lena geniş gülümsemesiyle Anna’ya Viktor hakkında söyleniyor, Anna’da bir abla edasıyla elindeki sandiviçle ona yapması gereken taktikleri söylüyordu. Akşama belki de Moskova’da kaçacaktım ama onların arasında şu an olmakta olduğum Katre’yi çok benimsemiştim. Daldığım düşüncelerden Lena’nın sesiyle çıktım.
Lena sonunda bana dönüp görevleri ve kuralları sıralamaya başladı
“Kural bir kimseye gerçek ismiyle hitap etmek yok herkesin görev sırasında takma adı veya mahlası olacak.”
“ Kural iki kesinlik bir şey içmek ve ya yemek yasak. Bu gidecek olduğumuz etkinlikte bir suikast olacağının haberini aldık. Bu iki kuraldan sonrası sana özelmiş.”
“Operasyonun hepsi senin pek az bildiğini söylediğin ama ezbere bildiğin dil üzerinden yani Rusça olacakmış.”
lena kısa bir duraksamadan sonra bana bakarak devam etti.
“Gerçekten Dilimizi biliyor muydun?”, masum sorusu onları kandırdığım için içimde bir anlığına pişmanlık yeşerdi buralara ne kadar zor şartlarda geldiğimi hatırlayınca omuzlarımı dikleştirip konuştum.
“Evet dilinizi biliyor ve konuşuyorum. Sizi tanımıyorum o yüzden kendimi korumak zorundaydım” kuru çıkan sesim Lena hiç aldırmadı. İri gözleri anlayışla parladı ve samimi bir sesle konuştu.
“Biz kötü değiliz sana zarar vermeyiz emin ol Katre.” dudakları her iki yanına kıvrılıp devam etti.
“son iki kural sadece senin içinmiş; soru sormak ve kulaklığını çıkarmak yokmuş” derken Dmitri’nin son emrinin saçmalığı karşısında dudaklarım bir miktar açık kaldı.
YILDIZA BAS VE DEVAM ET
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.3k Okunma |
2.83k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |