
NEFRET VE BEDELLERİ
Dmitri VOLKOV
25 Kasım Moskova- Rusya
Albay Hector’un adamı beni havaalanından alıp güvenli bölgeye götürürken dikiz aynasından gözlerimiz kesişti ve bana bakan yüzü korkuyla kasıldı. Esmer teni bembeyaz olmaya başlarken, dar alnı boncuk boncuk ter olmaya başlamıştı. Direksiyonu tutan parmaklarının boğumları beyaza bürünürken sessiz bir nefes almaya çalıştı.
Bu genç adamın beni Albaya götürdüğü her seferinde yüzünde aynı korku oluyordu. Soğuk namım her zaman ki gibi bende önce gelip herkesi hizaya sokuyor, üzerime gelecek olan o gereksiz bakışları anında yok ediyordu.
Arka koltukta derince soluduğum sigaranın arasında Albaya teslim edeceğim görevi tekrar gözden geçirdim. Anna; ekibimin en eski ve zeki üyesi. Verilen her görevi başarıyla bitiriyor, geride ne bir iz ne de bizi açık edecek bir şey bırakıyordu. Onun yaptığı her işle gurur duyuyordum. Rusya’da kaçırılan kızları ve köleleştirilen çocuklara yaptığı operasyonlar ve istihdam gerçekten takdire şayandı.
Sigarayı dudaklarımdan çektiğim an dudaklarımın gururla kıvrılmalarına engel olamadım. Ekimdeki tüm ekip şefleri alanlarında en iyisiydi. Sadece İvan, hariç. Çoğu zaman pervasızca hareket ediyordu. O Albayın yeğeni olmasa Gazap Birliği’ne bile almazdım. Çıktığı her görevde illaki bana bir sorun çıkarıyordu.
Araba ormanlık bir alanda durunca geldiğimizi anladım. Ben evrakları düzenlerken genç adam kapımı açtı. Ciğerlerime son kez çektiğim sigarayı arabadan inerken karşımda titreyen adamın gözlerine bakarak karlı zemine attım.
Gri gözlerimle göz göze gelince titremesi arttı ve üst dudağında hafifçe ter birikti. İşe yeni başlayan adamı daha fazla korkutmak istemediğim için ona daha fazla bakıp germek istemedim. Üzerimdeki kamuflaj montumum yakalarını hızla kaldırarak rüzgarlı havanın tadını çıkardım ve ormanın içindeki küçük malikaneye doğru yürüdüm.
Yarı İtalyan olmama rağmen Rusya’nın soğuk iklimi her zaman beni yansıtmıştır.
Buz gibi, ıssız karanlık bir geceyi andıran gri gözlerim, insanların bir daha bakmak istemeyeceği kadar soğuk bir cehennemin ev sahibiydi.
Ben bir savaşçıydım.
Emirlere sadık, duygularını çoktan gömmüş, kalbini sadece görev aşkıyla mühürlemiş bir adam.
Ve bir daha ihanetin tadını almamak için tüm kadınlara yemin etmiş bir askerim.
Karşımdaki malikaneye son bir kez bakıp omuzlarım dikleştirdim. Çelik kapıya vardığımda beni karşılayan nöbetçi asker, gözlerime baktığı anda hizaya geçti.
“Yüzbaşım, Albay sizi bekliyor.”
Sert ve net çıkan sesine yalnızca başımla küçük bir selam vererek merdivenlere yöneldim.
Loş ve karanlık koridorun sonundaki kapıya ulaştığımda, genç bir asker öne atılıp hemen kapıyı açtı ve beni içeri davet etti. Bu odaya her girişimde damarlarımdaki Rus kanı hemen harekete geçiyor ona karşı hayranlığım daha çok artıyordu.
Albay Hector…
Geniş camın önünde bana arkası dönük halde duruyordu. Uzun boyu ve iri cüssesi ile Sovyet disiplinin ete kemiğe bürünmüş hali gibiydi.
Saçlarına düşen beyazlar yılların izini taşıyor, omuzundaki sayısız apoletler yüzlerce savaşı kazandım diye bağırıyordu resmen.
“Albayım” diyerek selam verdiğim an buz mavisi bakışlarını camdan ayırıp bana çevirdi. Onun gözleri ile göz göze geldiğim an içimdeki gurur artarken sert bir sesle konuştu.
“Yüzbaşı Dmitri” dedi tok sesi odaya yayıldı. Karşımdaki koltuğuna otururken benimde oturmam için eliyle kısa bir işaret verdi. Elimdeki dosyayı masaya bırakıp ona uzattığım an kısık bakışları yüzümde dolaştı.
“Dmitri her zaman böylesin… Sadece işine odaklasın evlat” bana karşı olan sıcak konuşmasını hala yadırgıyordum çünkü yıllar önce yanlış kadına güvenip operasyonu batırdığım için ben ve ekibimi ülkemden uzaklaştırmıştı. Tam üç yıl boyunca Türkiye görevine sürmüştü ama şimdi beni neredeyse oğlu gibi görüyor benimle iş dışında da görüşmek istediğini her fırsatta söylüyordu.
Onun asıl niyetini bildiğim için sıkıntılı bir nefes aldım.
Milena…
Tek kızını benimle evlendirmek istiyordu. Geçen yıl bunun konusunu açınca ufak çaplı bir şaşkınlık geçirmiştim ama Albaya söylediğim sözleri daha dün gibi hatırlıyorum.
Hayatıma bir kadın almak son yapacağım işler arasında bile değil Albayım
O yüzden iş dışındaki konuşmalara pek dahil olmak istemez onun üst düzey davetlerinden hep kaçınırdım.
Göğsümü şişiren bir nefes alıp onun beni kıskaç altına alan mavi gözlerine baktım.
“İşimiz bu Albayım dosyaları getirdim. Gazap ekibim, verdiğiniz görevleri başarıyla yerine getirdi.” onunla başka bir şey konuşmak istemediğimi anladığı için gür kaşları anında çatılarak o da benim gibi derin bir nefes aldı ve masanın üzerindeki votka dolu şişeden iki kadeh doldurdu. Buz mavisi gözlerinde karanlık bir fırtına geçerken sert bir nefes verdi.
Bugün onda farklı bir şey vardı. Zaten sert olan yüzü daha da asıktı. Bu onunla kızını konuşmak istemediğim için değildi. Normalde getirdiğim dosyaları hemen incelemeye başlar, operasyonun kritiğini yapardı. Ama şimdi gözü o dosyaları göremeyecek kadar kör bir kasırga hakimdi.
Onu görev başında içki içerken sadece bir kere görmüştüm o da benim yıllar önceki hatam yüzünden ekibimdeki hasarları raporlayıp getirdiğim zamandı.
Albayı, karşımda yine resmiyeti bırakıp içmeye ne zorluyor bilmiyordum ama bedenim onun yapacağı konuşma için tetikte beklemeye başladı. Kadehin birini benim önüme koyarken diğer eliyle boğazındaki kravatı biraz gevşetti.
İçim farklı bir sıkıntıyla doldu. Söyleyecekleri benim üzerimde ağır bir katman oluştururken kadehinden büyük bir yudum aldı.
“Sana çok özel bir görev vereceğim Dmitri” kalın sesindeki pürüzler içimdeki sıkıntının daha fazla büyümesine neden oldu, bu defa farklıydı hissediyordum ama görev her şeyden üstündü. Onun sıkı disiplini bana her zaman bunu öğretmişti. Gözlerimi kısarak hemen benden istediği cevabı verdim.
“Elbette Albayım sizi dinliyorum” oturduğum koltukta omuzlarımı dikleştirerek onu bu kadar zorlayan göreve odaklandım. Albay tam söze başlayacağı anda aklına ne geldiyse hemen sağında ki çekmeceden küçük bir cihaz çıkarıp masanın ortasına koydu.
Bu bir jammerdi; sinyal kesici.
Bu oda da her zaman bizim konuşmaları ve görevleri takip eden küçük böcekler vardı ve Rus hükümeti ile askeriye arasında hızlı bağlantıları sağlıyordu.
Jammeri çalıştırıp aktif edince söyleyeceklerinin sadece ikimizin arasında geçecek bir konuşma olduğunu anladım. Kaşlarım çatılırken neden Rus Hükümetinden gizli bir konuşma yapacağımızı anlamaya çalıştım.
Bize neden kayıt altına alınmayan bir görev veriyordu?
“Bu görev gördüğün kadarıyla gizi bir görev Volkov. Sen ve ekibinden başkasına güvenmem imkansız.” Buz mavisi gözleri gözlerime bir ok gibi saplandı.
“Bu görevi sen başaramazsan kimse başaramaz Yüzbaşı. Artık duygularınla hareket etmeyi bıraktığını biliyorum. Ekibinin şimdiye kadar yaptığı başarılı operasyonları için hükümetimiz her zaman yanınızdaydı biliyorsun” kalın sesindeki pürüzler artarken kadehinden büyük bir yudum daha aldı.
“Bu görevin özelliği ne peki neden hükümetten gizli bir görevde olacağız? ” Albayın yüzü sorumla gerilirken gür kaşları biraz çatıldı. Onu sorgulamam hoşuna gitmemişti. Kadehi saran iri parmaklarının beyazlamasından bunu anlamıştım ama geri adım atmak doğamda yoktu.
“Beni sorguluyor musun Yüzbaşı?” sert sesi odada çelik gibi yankılandı. Derin bir nefes aldım. Onu tabi ki de sorgulamıyordum ama hükümetten gizli bir operasyona gireceksek her şeyi bilmeliydim. Ekibimi ikinci bir kere karanlığa sürüklememek için her şeyi bilmeliydim.
“Kusura bakmayın Albayım ama hükümetten gizli bir görev olacaksa tüm detayları bilmeliyim.” Onun sert çehresi yavaşça kırılırken buz mavisi gözlerinde gurur pırıltıları dolaştı ve dudağının bir ucu yukarıya kıvrıldı
“Sana bakınca gençliğimi görüyorum evlat. İlerde çok yükseklere geleceğin aşikar” onun gururlu sesi göğsümü kabartırken mesleğime olan tutkum ve görev bilincim daha fazla içime işliyordu. Öyle ki derinlere gömdüğüm geçmiş bile şu an gölge edemiyordu. Beni öven sözlerinden sonra yüzü ciddileşti ve konuşmaya devam etti.
“Bu görevde gizlilik esas, sana vereceğim kısıtlı bilgi hükümetin eline geçmemeli eğer hükümetin eline geçerse hele ki yanlış bir adamın eline geçerse Rus hükümetine ihanet etmesi kaçınılmaz olur. O yüzden bir tek sana güvenim sonsuz, bu görevi bir tek sen bana getirebilirsin.”
Onun sadece bana güveniyor olması gururumu okşarken ekibimdeki pervasız yeğenini düşündüm. İvan, Albay Hector’un tek yeğeni ve ekibimde sorun çıkaran tek kişiydi. Düşüncelerimi anlamış gibi hemen devreye girerek bu soruna el koydu.
“İvan benim kontrolüm altında sana sorun çıkarmayacaktır. Eğer öyle bile olsa onu diğer askerlerinden ayrı tutmana gerek yok. Herkes hak ettiği yerde.” cümlesini bitirirken yine İvan’ı ekibimden almayacağını anlamıştım. Sıkıntılı bir nefes verdim. Ekibimdeki her adamımı severdim ama İvan farklıydı; çok hırslı ve sınırları zorlayan zor bir adamdı.
“Ne yapmamızı istiyorsunuz Albayım?” sözlerimi bitirdiğim an sanki bu anı sabırsızca bekliyor gibi hemen yan taraftaki çekmeceden masanın üzerine kırmızı mühürlü kağıt bir dosya çıkardı.
“İçindeki bilgiler oldukça kısıtlı Yüzbaşı ama bu işi çözeceğinizden hiç şüphem yok” dosyayı bana uzatınca ayağa kalkıp onu almak için hareketlendim, ben tam dosyayı ondan alacakken elini biraz geri çekti ve buz mavisi gözleri direkt gözlerime çıktı.
“Aradığımız adam… Şu an ölü” tok sesini duyduğum an kaşlarım hızla çatıldı.
Ne demek aradığımız adam şu an ölü?
“Bana ölmeden öncesiyle ilgili ayrıntılı bir rapor hazırlamanı istiyorum ve geride kim kaldıysa onlar hakkında da rapora ihtiyacım var.” Sert sesi ciddiyetini korurken kırmızı mühürlü dosyayı bana tekrar uzattı. Verilen bu görevin diğer görevlerden oldukça farklı olduğunu çoktan anlamıştım. Bana ölü bir adamı araştırmamı ve onun en yakınları hakkında rapor hazırlamamı istiyordu. Albay bu görev için oldukça gergindi ama bir yandan da gözlerinde anlayamadığım pırıltılar dolaşıyordu.
Elimin arasında tuttuğum bu mühürlü dosyayı aldığım gibi ayaklandım ve ona askeri bir selam vererek kapıya doğru gittim. Ben tam çıkacağım zaman Albayın tok sesi odaya yankılandı.
“Sana güveniyorum evlat bu görevin gizliliği Rusya’nın ve dünyanın geleceği için çok önemli”
“Emredersiniz Albayım” sözlerim onun kadar tok çıkınca sert yüzü aydınlandı ve dudağının bir ucu tekrar kıvrıldı. Elimde tuttuğum mühürlü dosyayı kamuflaj ceketimin iç cebine koyup beni dışarıda bekleyen buz gibi havaya kendimi attım.
Soğuk hava ciğerlerimde izini bırakırken Albayın adamı benim çıktığımı fark etti ve hemen jeepin arka kapısını açarak beni içeri davet etti. Gözlerime yine bakmaktan kaçınarak kapımı kapatırken sert soluklarım nikotin diye bağırıyordu ve maalesef paketim bitmişti.
Boğazımda yanan bir istekle, “her zaman ki eve” dedim. Sesim gereğinden fazla sert çıkmıştı. Sigara içemediğim her saniye içimde kabaran isteği ve öfkeyi yok saymak mümkün değildi. Dikiz aynasından gözlerimiz birleşince Albayın yeni adamı gözlerini hızla kaçırarak boğazını rahatsızca temizledi.
“Efendim sigara isterseniz eğer..” cümlesini soğuk bakışlarımdan dolayı tamamlayamamıştı. Şu an kendimi zaten zor tutuyordum ve bu sigara teklifi gri gözlerimi resmen karartmıştı.
“Hayır prensip olarak kimsenin sigarasını ve içkisini içmem” şu an ne kadarda sigara içmek istiyor olsam da bunu yapamazdım. Sert sesime bir daha gözleri dikiz aynasına dönmedi ve yol boyunca bir daha benimle konuşmadı.
Rusya’nın hayalet Yüzbaşısı olmak kolay değildi ve bunun gereklilikleri hayatımı olduğundan daha fazla zorlaştırıyordu. Hayatım boyunca birçok düşman edinmiştim ve hala ediniyordum, bu düşmanlar hayatımı kast etmekten ve benim zaafımı kullanmaktan çok zevk aldıklarını biliyordum. Çünkü bunu bizzat denemiş ve görmüştüm. O yüzden tedbiri elden hiç bırakmıyordum. Gardımı indirdiğim an düşman bana bir adım daha yaklaşıyordu.
Aslında insanı öldüren düşmanı değil zafiyetiydi. Zaaf öyle bir şeydi ki insanı yavaşça zehirliyor, gözlerinin içine baka baka sinsice seni öldürüyordu. Sırtımdaki kurşun izi yıllar öncesine aitti ama sızısı her an benimleydi. O sızı bana bir daha asla bir kadına güvenmemeyi ve sevmemeyi, nefretin acı tadıyla öğretmişti.
Marina, yoğun ve kasvetli hayatıma giren tek kadın ve dünya üzerinde bana ihanet eden tek varlık. Ne kadarda ihanetin bedelini ödese de sırtımda bıraktığı varlığı hiç geçmeyecekti.
Düşüncelerim yine o kadına doğru evrilmeye başlamışken Albayın adamı arabayı yavaşlatarak iki katlı evin en alt katındaki garajına soktu. Arabanın camları siyah ve kurşungeçirmez olduğu için bu eve nasıl geldiğimi kimse bilmez ve görmezdi.
Moskova’nın alakasız bir sokağında, iki katlı orta büyüklükte bir evdi ve yine alakasız bir isme kayıtlıydı. Jeep’in kapısını o inmeden açtım ve soğuk bakışlarımı tekrar ona çevirmeden bana tahsis edilen eve girdim.
İlk yaptığım üst kattaki odama çıkıp dolabımdan bir paket açılmamış sigara almak oldu. İlk nefesi içime çektiğim gibi öfke bedenimdeki gezintisini bıraktı ve onun yerine nikotin damarlarıma sızdı. İkinci ve üçüncü nefesi hızla içime çekerken soğuk bakışlarım pencereden dışarıdaki yan evde dolaştı. Her zamanki gibi yaşlı ve meraklı Sofya’nın gözleri bulunduğum penceredeydi. Komşularım fazlasıyla meraklıydı. Camlarım özel yapımdı bu sayede onlar beni göremezken ben onları çok net görüyordum.
Sigaramı hızla bitirip üzerimdeki kamuflajı çıkardım, dolabımdaki sayısız siyah takım elbiseden bir tanesini alıp hemen giydim. Aynaya bakınca gördüğüm görüntüden oldukça memnundum.
Sakalsız yüzüm gayet soğuk ve duygusuzdu. Saçlarımda bu görüntüyü asi tutamları ile tamamlıyor yine üzerime gelecek o gereksiz bakışlara set çekiyordu.
Şimdi Mr.Vasiliev olma zamanıydı. Zengin ve umursamaz oteller zincirinin sahibi Mr. Vasiliev benim ikinci kimliğimdi. Böylece Moskova’nın elit mekanlarında dolaşıyor, Rusya’nın hayalet askeri olduğumu rahatça kamufle ediyordum. Bu maskenin ardında hareket etmek, bana gölgelerde özgürlük sağlıyordu.
Elimdeki dosyayı siyah ceketin iç cebine katarak alt kattaki özel garaja gittim. Her zamanki yerinde beni bekleyen siyah Porsche’nin mat rengi loş ışıkta parlayarak titredi. Motorun güçlü sesini duyduğumda dudaklarımda ufak bir kıvrılma ile Moskova’da ki otelimin yolunu tuttum.
Yol boyunca aklımda olan tek şey Albay’ın bana verdiği görevdi. Bu sefer farklıydı. Bu sefer Albayın gözlerinde farklı bir şey vardı. Ona olan bağlılığımı ve sadakatimi o da biliyordu ve bu görev için özellikle Gazap Birliğini; benim birliğimi seçmişti.
Otelin önüne geldiğim an genç vale yerinde rahatsızca kıpırdandı ve hemen indiğim araca yöneldi.
“Hoş geldiniz Mr. Vasiliev aracınızı hemen alıyorum Efendim.”
“Acele etmene gerek yok Dante” sert sesimden ismini duyunca mavi gözleri titredi ve genç yüzü hafiften kızarmaya başladı. Ona ismiyle seslenmemi beklemiyordu ama prensip gereği çalışanlarımın hepsinin isimlerini, nasıl bir hayat yaşadıklarını ve hayatlarındaki en önemli şeyleri bilirdim.
Kanser tedavisi gören bir babası olduğunu ve önümüzdeki ay kız arkadaşına evlenme teklifi edeceğini biliyordum ama dışarıdan bakıldığı zaman kimseyle ilgilenmeyen ve umursamayan zengin bir işadamı profilim vardı.
Adımlarımı resepsiyonun önündeki asansöre yönlendirdim. Bu arada danışmadaki kız ayağa fırlayıp beni selamladı.
“Otelinize hoş geldiniz Efendim odanıza her zamankinden mi göndereyim?” Sarışın kız dikkatimi çekmek için biraz fazla yüksek sesli konuşmuş ve o sesini gereğinden fazla neşeli tutmaya çalışmıştı. Soğuk gri bakışlarımı gelen asansörden hiç ayırmadan ona cevap verdim.
“Evet İsabel” tok çıkan sesime inat onu görmesem de içli bir nefes aldığını duymuştum. Asansörün kapısı kapanırken bile büyük mavi gözlerini geniş sırtımda hissetmiştim ama ben onun aksine aklımda sadece cebimdeki mühürlü dosya vardı. Görev her zaman ihtiyaçlarımdan önce gelirdi.
Sonunda en üst kattaki odama geldiğimde derin bir nefes aldım, burayı seviyordum. Siyah ceketimi çıkarıp onu yatağın üstüne atar atmaz bir sigara yakarak geniş camdan Moskova sokaklarını izledim.
Gün yavaşça batarken şehrin ayrı bir havası ve ayrı bir burukluğu oluyordu. Herkes işini bitirip ailesinin yanına giderken sokaklarda eşsiz tatlı bir telaş vardı. Tıpkı bir zamanlar benimde içimde olduğu gibi.
Bu telaşın hala bende hissettirdikleri aynıydı. Bir zamanlar aile olmayı çok istemiştim ama asla o noktaya gelememiştim.
O kadın yüzünden baba olmaktan bile vazgeçmiştim artık.
Derin düşüncelerimin arasında ikinci yaktığım sigaram bile bitmiş ucunda uzun bir kül oluşmuştu. İzmariti yanımdaki küllüğe bastırıp sırayla gömleğimin düğmelerini çözdüm dışarısı soğuk olmasına rağmen otelin içi fazla ılıktı. Bu ılıklık bile bana fazla geliyordu. Sanırım uzun bir süre Kafkas dağlarında görev yapmaktan dolayı soğuk beni daha çok cezbediyordu.
Kapı önce iki kere sonra da bir kere tıklatıldığı zaman odama bakan garsonun geldiğini anladım ve kapıyı açmak için yavaşça adımladım. Sadece benim odama özel bir şifreleme vardı ve ben daha kapıyı açmadan kimin geleceğini biliyordum.
Kapıyı açınca karşımda her zaman ki sevimli duruşu ile beni selamlayan Darya vardı. Kısa kumral saçları ve iri mavi gözleri ile bana her zaman kız kardeşim Eleni’yi hatırlatan küçük sevimli bir duruşu vardı. İsmi de ailemin evinde yıllardır çalışan emektar kadınla aynı olunca ona kanım hemen ısınmış, onun durumunu hiç düşünmeden küçük Darya’yı işe almıştım.
“Masama getir Darya” soğuk çıkan sesime artık alışmıştı ne istediğimi ve ne istemediğimi aşağıdaki danışmada duran İsabel’den daha çabuk kavramıştı.
“Peki Efendim” kısık sesi ile benim arkamdan gelip istediğim içkileri masaya bıraktı. Ona yandan bir bakış atınca içki tepsisindeki kadehler birbirine çarptı.
“Bir sorun var mı Darya?” neyi sorduğumu biliyordu ve hemen minnet dolu yüzünü bana çevirdi.
“Hayır efendim sayenizde hiçbir sorunum yok.”
“Sevindim eğer bir sıkıntın olursa bana nasıl ulaşacağını biliyorsun değil mi?” boşalan tepsiyi kucağına bastırıp derin bir nefes aldı ve mavi gözleri mahcubiyetle parladı.
“Biliyorum Efendim teşekkür ederim.”
“Tamam gerisini ben hallederim sen gidebilirsin Darya ” sözlerim biter bitmez lafımı ikiletmeden hemen girdiği kapıdan çıkıp beni yalnız bıraktı. Onu bulduğumda küçük bir kızdı ve uyuşturucu bağımlısı bir ailede büyümek zorunda kalmıştı. Ailesine parayı yetiştirebilmek için her şeyi yapıyordu, buna hırsızlıkta dahil.
Onu gördüğüm an kız kardeşim Eleni aklıma gelmişti, ona bir şans vermek istedim ve bu şansı o da en iyi şekilde kullandı. Ailesini uyuşturucu batağından çıkarıp onlara da bir iş ayarladım ve ailesi de Darya üzerinden geçinmeyi bıraktı ama o bağımlılıktan sanırım kolay kolay kurtulamayacaklardı. Arada bir Darya’yı rahatsız ettiklerini öğrendiğim zaman onları acımasız bir şekilde tehdit etmiştim sanırım işe yaramıştı.
Düşüncelerim yatağın üstündeki dosyayı görünce hemen kesildiler ve içimde bu görevle ilgili tarifsiz bir merak oluştu. Hızla gömleği üzerimden atıp yatağımdan dosyayı aldım ve kendimi berjere bıraktım. Albayın gizlilik üzerine yaptığı konuşma aklıma gelirken kırmızı mührün olduğu dosyayı hiç beklemeden açtım.
Masanın üzerine dağılan evrakları gördüğüm an sert bir nefes vermeme neden oldu. Birkaç isim, küçük bir bilgi ve bulanık görüntüler. Bu samanlıkta iğne aramak gibi bir şeydi. Sadece üç beş kelime ile benden istediği şey çok fazlaydı.
Albay benden, çifte ajanlık yapan Bay Koroleva’yı ve hayatındaki insanları araştırmamı istemişti ama adamın net bir fotoğrafı bile yoktu. Kısık bir küfür dudaklarımdan çıkarken elim Darya’nın getirdiği kapalı votka şişesine gitti. Kendime hızla buzsuz bir kadeh doldururken Bay Koroleva’nın Türkiye’deki suikastinin detaylarını okumaya başladım.
Karısının gözleri önünde infaz edildi.
Başlığı okuduğum gibi içki boğazımda kaldı çünkü Bay Koroleva’nın evliliğine ait hiçbir şey yoktu. Ne resim ne davetiye ne de karısının adı.
Bay Koroleva’nın evli olduğunu düşünmemiştim.
Gözlerim dosyada daha aşağılara kayınca bunun nedenini anladım, Özel güvenlikli bir anlaşma ile kadının kimliği ve görüntüsü sonsuza kadar saklanacak bir sözleşme ile saklanmıştı.
Gür kaşlarım çatılırken Albayın Rus hükümetini neden bu göreve dahil etmediğini düşündüm. Rus hükümeti, Türk hükümeti ile görüşüp kadın hakkında bize daha fazla bilgi verebilirdi. Albayın kalın ve tok sesi zihnimde tekrar yankılandı.
Görev son derecede gizli Yüzbaşı senden başkasına güvenemem. Rusya’nın ve dünyanın geleceği için…
Çenemi sertçe birbirine bastırarak elimdeki dosyayı masaya fırlattım. Bu kadar kısıtlı bilgi ile Albay’ın benden beklediği imkansızdı. Hemen ekibimdeki en genç askerimi aradım. Niko telefonu birinci çalışta açtı.
“Asker sana göndereceğim maildeki bilgileri hemen araştır yarın üsse geldiğim zaman bana geniş bir rapor hazırla.”
“Emredersiniz Yüzbaşım” ciddi sesini duyduğum an dudağımın bir ucu saliselik kıvrıldı. En genç askerimdi ama en azimli ve en sadığı da oydu. Onun birliğe ilk gelişi ve ilk idmanımızı hatırladığımda dudaklarım her iki yanına kıvrıldı.
Niko birliği geldiği an Viktor tarafından zorlu bir karşılamaya maruz kalmıştı. Daha ilk günden Vikor’dan güçlü bir yumruk yiyen Niko’nun okyanus mavisi gözlerinde oluşan hırsı ve azmi ilk o zaman görmüştüm. Benimle de bir idmana giren Niko asla pes etmemişti. Yere serildiği her an ayağa kalkmasını bilmiş ve genç yüzü ciddiyetle kaplanmıştı. O gün bayağı hırpalanmıştı ama asla mızmızlık edip vazgeçmemişti.
Düşüncelerim kapımın narince tıklatılması ile kesildi. Kaşlarım anında çatılırken hemen belimdeki silaha uzandım ve kapıya ağır adımlarla yürüdüm. Gelen kişi otelimdeki çalışanlarım değildi. Bana özel olan şifre kullanılmamıştı. Kapıma kimin geldiğini merak ederek yavaşça kapıyı açtım.
Karşımda Albayın kızı Milena’yı görmemle şaşkınlık damarlarıma hücum etti.
Ne işi vardı burada?
Şaşkınlığı üzerimden hemen atıp karşımdaki küçük kıza odaklandım. Üstünde kalçasını güç bela kapatan minik siyah bir elbise vardı. Uzun boyu, açık teni ve üzerindeki elbise ile yaşıtlarından biraz daha büyük görünüyordu. Bir elini saldığı kızıl saçlarının arasına geçirip ağır makyajlı yüzünü yüzüme kaldırdı.
Kapıyı açtığımdan beri zaten arzu dolu bakışları benim üstsüz göğsümdeydi. Sonunda kendini toparlamaya çalışmıştı ama kızaran yanaklarını ve büyük yutkunuşunu gizlememişti. Onu incelediğimi sanması ile aptal cesareti arttı ve kırmızı dudaklarına şuh bir gülümseme ekledi.
“Merhaba… beni içeri davet etmeyecek misin?” ince sesiyle soruduğu soru havada asılı kalırken elimdeki silahı belime yerleştirdim. Şu an karşımdaki kız biraz alkol almıştı, hafifçe yeşil gözlerinin içi kızarmıştı ve benim kapıma bu halde gelmesi onun kesinlikle alkol cesaretine sığındığını gösteriyordu.
Albayın kızının buraya; odama gelerek yapmaya çalıştığı şeyi az çok anlamıştım ama hayatımda hiçbir zaman küçük kızlara ilgi duymazdım. Karşımdaki kız yirmi yaşına yeni girmiş olmalıydı ve benden yedi yaş küçüktü.
“Burada ne işin var Milena?” tok çıkan sesimle dudağındaki hadsiz kıvrılma yok oldu ama yeşil gözlerindeki arzu hala oradaydı ve pes edecek gibi durmuyordu. Küçük çenesini kaldırıp bir elini kapıya koydu
“Seninle konuşmam gereken bir konu var.”
“Meşgulüm Milena” sözlerimle ince kaşları çatıldı. Kısa, sert bir nefes verirken beyaz dişlerini alt dudağına geçirdi. Şu an kafasında milyon tane neden aradığına emindim.
Onun gitmeyeceğini anladığımda kapıyı kapatmak için hareketlendim. Küçük alkollü bir kızın şımarıklarıyla uğraşamayacak kadar yorgundum. Üstüne birde Albayın verdiği gizli görev eklenince zihnim karmakarışık olmuştu.
“Ama bu… babamla ilgili Dmitri” sözleriyle kapatmaya yeltendiğim kapıyı bırakıp burnumdan derin bir nefes aldım. bir süre yeşil gözlerindeki bulanık cesaretine baktım.
“Volkov. Milena, bana Volkov demen gerektiğini kaç kere söyledim” yüzündeki ukala ifade bozguna uğrarken kapıdan bir adım çekilip içeri girmesi için ona alan açtım.
Adımı sadece ailem ve en yakınlarım kullanırdı. Diğer herkes için ben Volkov’dum. Sadece Alex bazen böyle seslenirdi o da eski günleri hatırlayıp bana takılmak için yapardı.
Milena, oturduğum masaya kısaca bakıp sonra bana döndü. Gözleri vücudumda gezerken küçük bir iç çekiş kulaklarıma geldi. Bu kızda gerçekten anlamıyordu, onu geçen ay açıkça reddettiğimi bildiği halde yine denemek için kapıma gelmişti. Eğer karşımdaki Aalbayın kızı olmasaydı ona gerçekten yapacağımı çok iyi biliyordum.
Ona elimle karşımdaki berjeri gösterip kendimde karşısındakine oturdum. Masadaki evrakları hemen toplayıp onları dosyaya geri koyarken Milena’da çok rahat bir şekilde masanın üstündeki sek votkadan ikimize de servis etti. Zaten şu an damarlarında yeterince alkol vardı.
“Evet Milena, babanla ilgili benimle konuşmak istediğin nedir?” hemen konuya girmemle beyaz yüzü asıldı ve gereğinde fazla boyalı dudakları büzüldü. Gözlerinden karanlık bir gölge geçerken manidar bir sesle konuştu.
“Sende aynı babam gibisin Volkov. Sadece iş odaklısın” kadehi tek hamlede kafasına dikince sinirle çenemi sıktım. Aptal sarhoş bir kızla yeterince oyalanmıştım.
“Yeter Milena” uzanıp elindeki kadehi aldım ve sertçe masaya bıraktım. Şu an uğraşmam gereken bir dosya varken ben Albayın sarhoş kızıyla meşguldüm. Derin bir nefes alırken parmaklarımla burun kemerimi sıktım sakinleşmezsem hoş şeyler olmayacaktı. Bu arada Milena birden ayaklanıp direkt kucağıma geldi.
İlk başta düştüğünü sanmıştım ama arzu dolu bayık gözleri ve titreyen elleri yavaşça üzerimde gezinmeye başladı. Hemen onun bileklerini tutup ellerini üzerimden çektim. Milena soru dolu gözlerle bana bakmaya başladı.
“O kadın yüzünden mi?” onu neden istemediğimi anlamaya çalışıyordu. “O yüzden mi beni istemiyorsun?" şu an sadece Milena’ya alkollü olduğu için katlanıyordum değilse bana ihanet eden kadının varlığının bile geçtiği yerde karşımdaki kızı yerle bir ederdim.
“Ben asla sana ihanet etmezdim.” dedi ince sesiyle. Artık kadınların boş vaatlerine inanmamayı çoktan öğrenmiştim. Sırtımdaki izde bunun çirkin bir kanıtıydı.
“Milena,” dedim sertçe. Benim sert çıkan sesime kırgın yeşil gözleri, soğuk gri gözlerime çıktı.
“Hayatımda ne senin gibi küçük kızlara ne da başka bir kadına yer yok. Bu kadar eğlence yeter” ben ayağa kalkınca mecbur o da üzerimden kalkmak zorunda kaldı. Hemen Dante’yi arayarak onu odama çağırdım. Milena, yanımda tekrar reddedilmenin hüznünü yaşarken ona üzülecek bir tarafım yoktu çünkü benim duygularım yıllar önce ölmüştü ve geride sadece nefret kalmıştı.
Dante hemen kapıma geldiğinde oldukça heyecanlı olduğunu kapımı özel bir şifre ile vuran elinden anlamıştım. Onu özellikle arayıp neden çağırdığımı merak ediyordu. Kapıyı açtığım zaman tam tahmin ettiğim gibi Dante heyecanla bana bakıyordu. Gözleri biraz büyümüş dudakları gerginlikten düzleşmişti.
“Buyrun Bay Vasiliev” gözleri yavaşça yanımdaki kıza kayarken onun şaşkınlığını anlıyordum bu odaya daha önce hiçbir kız gelmemişti hele ki alkollü bir şekilde asla.
“Dante, hanımefendiyi evine bıraktığından emin ol” Milena yanımdan yavaş adımlarla Dante’ye ilerledi. Gördüğüm kadarıyla bu sefer onu gerçekten istemediğimi anlamıştı. İnce omuzları çökmüş kızıl saçları üzgün yüzünü gizlemişti. Dante, ona yardım etmek için kolunu tutacağı zaman Milena ona tiz bir sesle bağırıp öfkeli gözlerini Dante’ye dikti.
“Bırak beni kendim gidebilirim.” Milena önden ilerlerken Dante şaşkınlıkla bana baktı. Şu an öfkeli ve kırgın bir kadınla nasıl mücadele edeceğini sanırım bilmiyordu. Ona başımla kısa bir işaret verince Dante hızla Milena’nın peşinden gitti.
Üzerimden biraz yükün kalkması ile kapıyı kapatarak masadaki kapattığım dosyayı aldım. Zaten içinde inceleyeceğim bir şey kalmamıştı Bay ve Bayan Koroleva’ya ait ne resim vardı ne somut başka bir bilgi. Milena’nın buraya gelmesiyle de iyice tadım kaçtığı için daha fazla burada kalmak istemedim. Kendimi hemen Kafkas dağlarındaki operasyon üssüne atmak istiyordum.
Hemen jetimi hazırlamalarını söyledim. Evrakların hepsini aldığım zaman otelimden hızla ayrılarak kendimi beyaz geceye bıraktım.
Kabardey- balkar Kafkas dağları
Buraya her gelişimde içim aynı huzurla doluyordu. Göğsümde anlayamadığım bir ferahlık oluyor nefretim derimin altına saklanıyordu. Karlı dağların arasındaki kulübemi görünce zihnimdeki karışıklık anından yok oldu. Neden burada olduğumuzu, ne yaptığımızı ve kime hizmet ettiğimizi asla unutmuyordum ve bu benim en büyük motivasyon kaynağımdı.
Jeep’in güçlü motor sesine ayaklanan Korsha hızla ahşap kulübenin çitlerine doğru koşmaya başladı. Beni her gelişimde aynı heyecan ve gururla karşılayan sadık kurdum benim her şeyimdi. Arabayı kulübenin arkasındaki gizli korluğa koyup hemen kapımı açtım.
Korsha’nın heyecanlı uluyuşları geceyi yararken ön patilerini üzerime atlayıp beni neşeyle karşıladı. Sadece kurdumun yanında gülümsemem serbest kalıyor, üzerimdeki zırhı sadece onun yanında çıkarıyordum.
“Oğlum özledin mi?” elim onun siyah postunda gezerken buz mavisi gözleri parıldadı. Bir yandan kulübeye yürüyor bir yandan onunla sohbet ediyorduk.
“Nasıl ben yokken bir yaramazlık oldu mu?” gözleri benim yüzümü bulurken kısaca uludu. Beni nasıl anlıyordu bilmiyordum ama verdiği tepkiler yüzümde tekrar bir gülümseme oluşturdu. Kalın postunu son bir kez daha okşayıp kulübeye girdim.
Beni ilk karşılayan Alex’ti.
“Yüzbaşı Volkov hoş geldiniz?” alaylı yüzü benim donuk grilerimi görünce bile değişmedi. Askerlerimden sadece Alex benimle bu şekilde dalga geçip eğlenebilirdi. Diğerlerinin yüzündeki alaylı ifadenin dağılması sadece bir bakışıma bakardı.
“Yorgunum Alex” sesimdeki pürüzleri fark eder etmez alaylı yüzü dağıldı ve gür kaşları çatıldı. Bende bir sıkıntı olduğunu anında anlamıştı. Orman yeşili gözleri sorularla doldu.
“Bu sefer ki görev çok farklı” kamuflajımı çıkarıp şöminenin önündeki berjere giderken Viktor ve Niko çalışma odasından çıktı.
“Hoş geldiniz Yüzbaşım” Niko, parlak mavi gözlerini yüzüme dikerek şen sesiyle konuştu. Bu çocuktaki hayat enerjisine hayrandım ve azmine.
“Dmitri hoş geldin” ve tabi ki Vikor’un vurdumduymaz ve yaramaz hallerine. Ekibimdeki en iri adamdı. Bir yumruğu beni yere seremezdi ama diğer herkesi nakavt edeceğinden emindim.
“Sorun ne patron?” Viktor’da yüzümdeki sıkıntıyı görmüş ve ister istemez merak etmişti. Cebimden bir sigara çıkarırken bugün ne kadar az içtiğim aklıma geldi. Ben derin bir nefesi özlemle içime çekerken askerlerimde karşımda yerlerini almıştı.
“Albay yeni bir görev verdi.” Hepsinin yüzüne tek tek bakıp devam ettim.
“Bu sefer farklı daha önceki hiçbir görevimize benzemiyor” dirseklerimi dizlerime dayayarak sigaramdan derin bir nefes daha çektim.
“Nasıl bir görev Dmitri ” Alex’te konuyu merak ederek biraz öne eğildi. Ben tam dudaklarımı açıp konuşacağım zaman dışarıdan keskin bir çığlık duyuldu. Elimdeki sigarayı hemen yanımdaki şömineye atıp silahıma uzandım. Adamlarımda hemen silahlarına davranıp çoktan konum almaya başladılar.
“Bu ses neydi?” Niko’nun sorusu hepimizin zihninde aynı cevabı verdi.
Bir kadının korku dolu çığlığı
Ben hemen kulübenin kapısına giderken ikinci bir çığlık beyaz geceyi resmen ikiye böldü. Göğsüm anlamsızca sıkışırken hemen kapıyı açtım. Neyin nesiydi bu his. Çatılı kaşlarımla etrafı taradığımda onu çitin hemen dışında yerde gördüm. iki adamımı da alıp çıkarken Alex keskin nişanı ile her zamanki yerinde; pençenin önünde kaldı.
Sadık kurdum Korsha’nın patilerinin altında genç bir kız yatıyordu. Silahımla hemen yanlarına koşarken Korsha’ya keskin bir emir verdim.
“Korsha bırak kızı” tek emrimle kurdum geri çekildi. Yerde uzun saçlı, her yeri kan revan içinde yaralı bir kız yatıyordu.
Soluk yüzündeki renk bembeyaz olmuş, dudakları neredeyse bir ölününki kadar morarmıştı. Onun hala yaşayıp yaşamadığını anlamak için yanına diz çöküp parmağımı kanlı boynuna bastırdım ve dudaklarından çıkacak küçük bir soluk bekledim. Çelimsiz göğsünde minik yüzeysel bir hareket görmemle parmağıma çok yavaş atan nabzı geldi.
“Yaşıyor mu patron?” Viktor bir yandan yaralı kıza bakarken bir yandan da Niko ile karlı ormanı gözlemeye başladılar.
Onu yavaşça dikkat ederek kucağıma aldım, kafasının arkasını fena çarpmıştı kan damlaları hızla yere düşüyordu. Kızın yaralı başı halsizce göğsüme düştü. Tam kalbimin üstüne gelen kanlı yüzü içimde anlamsız bir kederin kapılarını açtı. Bir yandan hızla yürürken bir yandan da emirlerimi sıraladım.
“Evet ama nabızlar çok yavaş Lena’ya haber ver derhal kulübeme gelsin ve siz de ormanı tarayın Viktor. Kar tüm izleri yok etmeden bana bu kızın neden burada olduğunu açıklayacak bir şey bul.” Operasyon üssümüz gizli koordinatlarla haritalarda bile gözükmezken bu kızın buraya gelmesinin tek bir nedeni vardı. Düşmanlarım yine benim için bir ajan göndermişlerdi. Nasıl yapmışlardı bilmiyorum ama ikinci bir kere onların oyununa geleceğimi sanıyorlarsa yanılıyorlardı.
Kucağımdaki kızın bunca kanın ve yarasının içinde burnuma narin hoş bir koku geldi. Kaşlarım çatılırken bana nedensizce uzun zaman önce gittiğim Türkiye görevimi aklıma getirdi. Portakal çiçeğinin o mest edici kokusu beni hazırlıksız yakalamıştı. Bu kara kışta bile bana bahar rüzgarını getimişti.
Başımı iki yanıma sallayarak adımlarımı hızlandırdım. Bu kızın sadece kokusuyla bile bana hatırlamamam gereken zamanları hatırlatmıştı, nedensizce nefret derimin altından yüzeye çıktı ve onun beyaz yüzüne ve morarmış dudaklarına baktım.
“Kimsin sen?”
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.3k Okunma |
2.83k Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |