31. Bölüm

Kerem KOROLEVA

Zehra Sezgin
valekizi

Kerem KOROLEVA

 

Seçimler ve Bedelleri

 

24.02.2024 Ural Dağları (mezhgorye, kapalı şehir) – Rusya

Gözlerimin gördüğü her yer yine aynıydı; kar ve soğuk sanki beyaz bir cehennemdi. Yarı Rus olmama rağmen hiçbir zaman kendimi bu soğuk iklime ait hissetmemiştim. Babam Stepan Koroleva beni her zaman kendi soğuk topraklarında büyütmüştü ama ben asla buraya ait olmamıştım. Damarlarımda akan yarı Türk kanı annem sayesindeydi ve beni her zaman vatanıma hasret bırakmıştı.

Annem Aylin’i zamansız kaybetmemse bu özleme resmen benzin döküp ateşe vermişti. Neyse ki işim sayesinde Türkiye’ye sık sık uğruyordum. Ne zaman Türkiye’ye gitsem annemin mezarına uğramadan kesinlikle ülkeden çıkmazdım.

Sigaradan son bir nefes daha çektiğimde kaşımdaki beyaz, buz dolu manzaraya baktım. Gün yavaşça batıyor, Ural Dağlarını boğuk bir kızıllığa boğuyordu. Birazdan hava karardığında Rusya’nın en büyük çetesini yöneten; Konstantin kod adlı adamın gizli ihanetini yakalayıp onları iş üzerinde basacaktım. Katarlı bir iş adamı olan; Fahad Al-Nassar ile nükleer bir silah ticareti yapılacaktı.

Konstantin resmen bir kabus gibi Rus hükümetinin üstüne çökmüş, ülkeyi zor bir duruma sokmuştu ve bu beladan kurtulmak için yine her zaman ki beni seçmişlerdi. Çünkü benim tüm ülkelere giriş iznim vardı ve o ülkelerin çoğunda yüksek mevkilerde işim vardı.

Katar’da da önemli bir diplomattım ve bu gizli alış verişi; güzel, narin bir kuş ben onu öpücüklere boğarken kulağıma fısıldamıştı ve o kuş, birazdan avlayacağım adamın küçük karısı; Luwla Al-Nassar’dı.

Bu iş için aylardır Katar’daydım ve ince ince düğümleyerek ördüğüm ipi sonunda kökünden kesecektim. Bu Rusya için yaptığım son görevdi. Bunu daha buradaki üstlerimle konuşmamıştım ama artık çifte ajanlık yapmaktan sıkılmış ve bunalmıştım. Çoğu kişi benim Türkiye’ye ihanet ettiğimi düşünüyordu ama gerçekte olaylar tabi ki de bambaşkaydı.

Ben hiçbir zaman damarlarımdaki kana ihanet etmedim, etmem de sadece Rusya’nın benden istediği gizli bilgileri, Türkiye lehine çevirip onlara veriyordum ve Rusya’nın da çoğu zaman böyle kirli işlerini yapıyordum. O yüzden kimse benden şüphelenmiyordu.

Derin bir nefes alarak dürbünümle etrafı taradım. Rusya’nın meşhur hayalet Yüzbaşısı Volkov’un da böyle dağlarda bir üssünün olduğunu biliyordum ama konumu gizliydi ve neredeyse Rus hükümeti bile yerini bilmiyordu. Sadece Sovyet disiplinine sıkı sıkı bağlı olan Albay Hector’un bu koordinatlara erişimi vardı.

 

Düşüncelerimin arasında gezinirken sigaram çokta bitmişti. Karların üzerinde söndürdüğüm izmariti kalın kaşemin iç cebine attım ve yeni bir tane daha yaktım. Anlaşılan bu gece karlı dağların arasında kalıcıydım. Dürbünümle tekrar gizli geçitlerini kontrol ettiğimde hala hiçbir hareketlilik yoktu.

Sigaramdan derin nefesler alırken dürbünümle arkamdaki alanı taramayı da ihmal etmedim. Karlı orman buğulu bir akşama hazırlanırken ileride gördüğüm hareketlilikle gür kaşlarım çatıldı ve omurgamda soğuk bir ürperti gezindi.

Yaralı bir adam neredeyse sürünerek benim olduğum tarafa doğru geliyordu. Ne olduğunu anlamak için gözlerimi daha fazla kısarak yaralı adama tekrar baktım.

Yüzündeki bembeyaz ifadeden anladığım kadarıyla çok korkmuş ve şok olmuş bir şekilde ilerliyordu. Sık sık arkasına bakıyor, karnından akan kanları tek eliyle kapatmaya çalışıyordu.

Kısık bir küfür dudaklarımdan çıkarken arkamı dönüp asıl yapmam gereken göreve odaklanmaya çalıştım. Gizli geçidin önünde daha hiçbir hareket yoktu. Bu yüzden arkamı dönüp yaralı adama bakmaya devam ettim. Bu geçen sürede oldukça yakınıma gelmişti ve hala korkuyla arkasına bakıyordu. O beni daha fark etmemişti ama ben müdahale etmezsem eğer bu lanet adam yüzünden aylardır üzerinde çalıştığım planım bozulacaktı.

Hızlıca dudaklarımdan bitmemiş olan sigarayı çekip izmaritini yine cebime attım ve silahımı çıkarıp temkinli bir şekilde yaralı adamın yığıldığı yere doğru gittim. Ayağımdaki kalın postallar sayesinde zorlanmadan yanına gitmiştim ama adam neredeyse yarı baygın yatıyordu.

Beni fark eder etmez baygın gözlerini açtı ve korkudan irileşen mavi gözleri görüş açıma girdi. Açık teni kızılı yakın saçları ve birbirine karışmış bıyık ve sakallarıyla bir an bende tanıdık bir görüntü oluşturdu.

Bir elini hala kanayan karnına bastırıyor, diğer elini de yumruk yapmış, sanki çok acı çekiyor gibi o elini karlı zemine vuruyordu. Gibisi fazlaydı kanlar içinde yatan adam fazlasıyla acı çekiyordu.

Karşımdaki adam ben ne yaparsam yapayım birazdan ölecekti o kadar kan kaybetmişti ki yüzü bir kağıt gibi beyaza dönerken dudakları hafifçe kıpırdandı ama hiçbir ses çıkmadı.

“Kimsin sen?” bir yandan ona soru sorarken bir yandan da silahımla etrafı taramaya devam ettim. Bir adam yaralanmışsa onun işini bitirmek için kesinlikle başkaları da gelirdi. O yüzden üzerine biraz daha eğilip bana vereceği cevabı söylemesi için omuzlarından kavradım ve onu biraz sarstım.

“Hey… sana diyorum adın ne?” sert Rusçam karlı ormanda yankılanırken baygın gözleri biraz daha açıldı ve kısık bir sesle konuştu.

“Lucas…Lukas Krüger” kaba Alman aksanlı Rusça’sını duyduğum an kafamda şimşekler çaktı ve onun kim olduğunu anladım.

Onun adını duymuştum. Karşımda ölmek üzere olan adam, yıllar önce kaybolan Alman bilim adamıydı. Hem Alman basınında hem de Türk basınında geniş yer edinmişti.

Alanında en iyisiydi. Ürettiği mikro çipler sayesinde milli savunmada resmen çığır açmıştı. Hatta Türkiye ile yapılacak ittifakta bizim İHA ve SİHA larımız için ayrı, özel bir çip geliştirmek istediğini söylemişti.

Onu burada; Ural dağlarının en izbe yerinde görmeyi beklemediği için oldukça şaşırmıştım ama ona ne olduğunu hemen kavradım.

Kaçırılmıştı ve yaralıydı muhtemelen birazdan da ölecekti. Şaşkınlıkla dudaklarımdan Türkçe kelimeler döküldü.

“Seni tanıyorum Lucas” dediğim an mavi gözleri yüzümün her bir noktasında gezindi ve yumruk ola elini bana doğru uzatmaya çalıştı.

“Yok et” dedi kısık bir sesle. Ona tam neyi diyeceğim sıra ileriden gelen güçlü kar motoru ve köpeklerin sesi aramıza girdi. Bulunduğum yerde hemen hareketlenip bir elimle onun yarasına tampon yaparken diğer elimle karlı tepenin arakasına nişan aldım.

Ilık kan avucuma akarken onun kısık ve acılı sesini bir kez daha duydum.

“Onu yok et” bakışlarımı bana doğru uzattığı eline indirince gür kaşlarım çatıldı.

Ne diyordu bu adam

“Kıpırdama Lucas. Yaran çok derin kimden kaçıyorsun?” motor sesleri artarken elimin altındaki adam titredi ve yumruk olan eli yavaşça yaralı karnına düştü.

“Çipi yok et…. Yoksa…. büyük bir savaş ….çıkacak” kuruyan dudaklarından cümleler zorlukla dökülürken mavi gözlerindeki ışık giderek yok oluyordu. Avucumu daha fazla karnına bastırdım ve son bir çare ona seslendim.

“Lukas bana bak.” ben ona seslenirken onun ruhu çoktan göklere süzülmüştü. Mavi gözleri neferini yitirmiş gibi kimsesiz kalırken tepenin üzerinden tam beş tane kar motoru ve üç tane iri köpek göründü.

Hiç düşünmeden onların üzerine ateş ettim. Buraya geliş amacım başkaydı ama ellerimin altında acımasızca ölen adamın intikamını almam lazımdı. Ben onlara ateş edince üç tanesi çoktan öldürmüştüm. Kar motorlarına takılan köpeklere ben müdahale etmeden motorun altında kalıp çoktan yaralanmışlardı.

Benim ateş etmemle onlarda bana kurşun yağdırmaya başladı. Bulunduğum konumdan kalkıp hemen bir ağacın arkasına gizlendim. Tam tekrar ateş edeceğim sıra omzumda keksin bir acı hissettim.

“Siktir…” acı beni daha fazla öfkelendirince belimden ikinci bir silah daha çıkarıp üzerlerine ateş etmeye başladım. Dördüncü adamda ölüp düşünce hedefimde sadece beşinci adam kalmıştı.

Silahımı nişan alıp ona ateş ettiğim sıra bana fazlasıyla yakınlaşmıştı. Kurşun onun ani manevrası yüzünden kalbine değil, omzuna gelmişti ve kar motorunu ani bir frenle durdurmuştu. Onun kar maskeli yüzü benim açık yüzüm de dolaştı ve hiç düşünmeden geri giderek geldiği yöne doğru sürmeye başladı.

Ona ne kadar ateş edersem edeyim ani manevraları ile benim gazabımdan kurtulmuştu ve maalesef ki yüzümü görmüştü. Hemen acıyan omzuma küçük bir kumaş parçası dolayıp Lukas’ın ölü bedeninin yanına gittim. Cansız gözleri gökyüzüne çevrilmiş, yumruk olan eli sımsıkı bir şekilde karnın üstünde aynı pozisyonda duruyordu.

Daha fazla oyalanmadan cansız bedeninin yanına diz çöküp yumruk olan elini açmaya çalıştım. Öyle sıkı kavramıştı ki ben bile açarken zorlanmıştım. Elini açtığım an avucundaki minik çipi görmemle nefesim kesildi.

Gerçekten de çip elindeydi ve benden son isteği onu yok etmemdi. Biliyordum ki bu çip dünya üzerinde en önemli şeydi. Lucas’ı ve başarabildiklerini bildiğim için onu hemen cebime atıp ayaklandım.

Lucas’ı kaçıranlar yüzümü görmüştü ve birazdan daha fazla adamla peşime düşmeleri kaçınılmazdı. O yüzden buradan hemen gitmem gerekiyordu ama burada bitirmem gereken başka bir görevim daha vardı ve o görev bu çip yüzünden sekteye uğramıştı. Dürbünümle dağlık mağaranın girişine baktığımda tam da tahmin ettiğim şey oluyordu.

Kaçıyorlardı.

Silah seslerini duydukları an görüşmeleri kesilmiş ve buradan uzaklaşmaya başlamışlardı. Elimi sıkıntıyla saçlarımın arasından geçirirken kısık olmayan küfürlerim beyaz ormana dağıldı. Bu iş için aylarımı vermiştim ve Konstantin çoktan kaçmıştı.

Derin bir nefes alıp sakinleşmeye çalıştım. Ellerimin arasındaki çip tüm görevlerimden daha tehlikeli ve ölümcüldü o yüzden kendimi hemen toplayıp yola koyuldum.

Lucas’ın ölü bedenini maalesef ki gömecek vaktim yoktu. Peşimdeki adamların ne kadar güçlü ve tehlikeli olduğunu anlamıştım. Üzerimdeki çip için hiç düşünmeden üçüncü dünya savaşı çıkaracak türden adamlardı.

Hemen güvenli bölgedeki helikopterimin yanına doğru giderek Moskova’ya doğru yola çıkmaya hazırlandım.

 

Moskova- Rusya

 

Ural dağlarından döneli üç gün olmuştu. Üstlerime yarım bıraktığım görevle ilgili hiçbir bilgi vermeden günlerce hatta saatlerce masamın üzerindeki minik çipi düşünüyordum. O kadar sıkıntılı bir süreydi ki içtiğim yirmi paket nikotin bile beni rahatlatmamıştı ama hala içmeye devam ediyordum. Masamdaki kadehe sert bir içki doldururken artık ne yapacağımı biliyordum. Biliyordum ama içimde beni yiyip bitiren bir sıkıntı vardı.

Onu yok edemezdim. Çip çok tehlikeliydi ama bir gün… belki bir gün vatanım; Türkiye’nin ihtiyacı olursa diye onu saklayacaktım. Lucas son yolculuğuna giderken benden onu yok etmemi istemişti ama bunu yapmayacaktım.

Bu canıma mal olsa bile onu yok etmeyecektim.

Sigaramın yoğun dumanı arasında parmaklarım masamın üzerine yazılı olan harita dolaştı ve sonunda Rusya’nın doğusundaki izbe, dağlık bir bölgede durdu.

Çipi, karlı dağların arasına götürecek, soğuk ve buz dolu kaderine teslim edecektim ve yerini benden başka kimse bilmeyecekti. Kadehimden büyük bir yudum alıp içkiyi bitirirken koordinatlarını kısaca not aldım. Tam hazırlıklara başlayacağım sıra Türkiye’de kullandığım hattım çaldı.

Telefonum ısrarla çaldığı için beni Türkiye’den kimin aradığına baktım. Ekranda o ismi gördüğüm zaman gür kaşlarım çatıldı ve bedenim istemeden gerildi.

Arayan yıllardır görüşmediğim abimdi.

Kağan Koroleva. Aramızda kan bağı dışında başka hiçbir bağ yoktu. O yüzden onu boş verip hazırlıklarımı bitirdim. Beni neden aradığı umurumda bile değildi. Çünkü annemiz, abim yüzünden ölmüştü ve ondan nefret ediyordum. Bu gizli bilgiyi sadece biz biliyorduk, dışarıdan kimse olayı böyle bilmiyordu.

Uzun ve sıkıntılı süren bir uçuşun ardından sonunda Rusya’nın doğusunda karlı tepelerin arasındaydım. Soğuk ve keskin buzun hakim olduğu mezarlığa adımlarım giderken içimdeki sıkıntı büyüdükçe büyüdü.

Kimsenin olmadığı lanet bir mezarlığa çipi saklayıp hemen Türkiye’ye dönmem gerekiyordu. Lucas’ı kaçıran adamların Rusya’nın her yerinde didik didik beni aradığını biliyordum. Üç gün boyunca evden çıkmadığım için şanslıydım.

Çipi karanlık ve rutubetli şapelin içine gizledikten sonra bile üzerimdeki yük kalkmadı. Bedenim gerilmiş ve kaskatı olmuştu. Bir an doğru şeyi yapıp yapmadığımı düşündüm. Lucas, çipi kaçıran adamlara vermemek pahasına ölmüştü ve ben şu an onu yok etmemekle yeni bir savaşın kapısını açık bırakıyordum ama böylesine değerli ve eşsiz bir şeyi de yok etmek aptallıktı. Sadece doğru zamanın gelmesi gerekiyordu. Kim bilir belki de o zaman hiç gelmezdi.

Daha fazla düşünmek istemediğim için mezarlıktan çıkıp derin bir nefes aldım ve Türkiye’deki sağ kolum olan serseri adamı aradım. Telefonumu üçüncü çalışta anca açan Alper nefes nefeseydi.

Ne yapıyordu bu serseri?

“Patron uzun zaman oldu ha” sıkça verdiği nefes sesine kısık ince bir kadın sesi eşlik etti.

Hadi ama.

“Yine mi kadın peşindesin Alper? ” burnumdan sert bir nefes vererek devam ettim.

“Seni en son bıraktığımda da bir kadının yatağındaydın. Şimdi de.” bu adam nasıl benim sağ kolumdu Allah aşkına diye düşünürken onun benim için yaptıkları aklıma geldi ve onun bu halini bu seferde görmezden geldim.

“Hayır patron sandığın gibi değil, spordayım” yalanını sikeyim senin hala kulağıma kadının ince ve kısık inlemesi geliyordu. Bari kadının üstünden çekilseydin.

Soğuk ve buz dolu derin bir nefes alarak kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

“Artık beraberiz Alper, ben gelene kadar keyfini çıkar. Sonra nasıl olsa pestilini çıkaracağım.”

“Nasıl yani?” sesindeki şaşırmayı anlıyordum. Ülkeme gelmeyeli ve omuz omuza iş yapmayalı uzun bir zaman olmuştu.

“Hazırlıkları yap. Türkiye’ye geliyorum, bana hemen güvenli bir ev ve en sağlam adamlarını ayarla.”

“Tamamdır patron, ne zaman geliyorsun?” arkadan pantolonun kemer sesi gelirken sanırım benim yüzümden işi yarıda kesmişti. Çünkü kadının mızıklayan ve onaylamayan sesi bana kadar ulaşıyordu ama tüm bunların içinde Alper’in kalın sesinden sevinç ve gurur ikisi de net seçiliyordu.

“Akşama oradayım geldiğimde eksik istemiyorum. Her şeyi sana atacağım sahte kimliğime göre satın al.”

“Seninle yeniden yan yana çalışacağıma sevindim patron.”

Telefonu kapatırken bir sigara daha yakıp ciğerlerime hızlıca çektim. Keskin mavi gözlerimle mezarın üstündeki isme dikkatle baktım ve o ismi zihnime tekrar tekrar not ettim. Şimdi direkt Rusya defterini kapatıp ülkem; Türkiye’ye gitmek için yola koyulabilirdim.

 

***

 

Antalya- Türkiye

 

Hava alanın puslu havasında beni sabırsızca bekleyen Alper’i görünce bende onunla birlikte gülümsedim. Onu özlemiştim.

Hızlı adımlarla bana doğru gelince kahve gözlerindeki parıltılar yaramaz bir hal aldı ve onunla sertçe tokalaşarak omuz omuza sarıldık.

En güvendiğim ve en yetenekli adamımdı. Türkiye operasyonlarım ve daha nicelerinde hep birlikte yol almıştık. Artık aramızda patron-işçi ilişkisinden çok bir dostluk ilişkisi oluşmuştu.

Benim Türkiye için neler yaptığımı bilen tek adamdı. Çifte ajan olmadığımı Türkiye’nin çıkarlarını düşündüğümü bilen tek kişi.

“Vatanına hoş geldin patron.” Gür sesi kalabalık alanda yayılırken dudaklarım muzipçe kıvrıldı. Bana kaç defa Kerem diyebilirsin dediğim halde sürekli patron diyordu ve yıllardır bunu değiştirememiştim.

Bende bir elimi onun sert omzuna koyup kahve gözlerine baktım.

“Hoş buldum Alper” dediğim an dışarıda bu kılıkla çok durmak istemediğimi anladı ve beni hemen karşıdaki siyah camların olduğu Jeep’e doğru yönlendirdi. Alper yaklaşık benim boylarımda; bir doksan civarıydı ama kalıplı adamdı. Benimde omuzlarım genişti ama onunkisi biraz devasa bir boyuttu. Sürücü koltuğuna geçtiği anda bile yerine zor sığmıştı.

“Eee… yeni bir gelişme var mı?” kafamdaki şapkamı ve gözlüğümü çıkarırken Alper arabayı çalıştırmak yerine bana bakmaya başladı. Yüzümdeki sahte bıyığı da çıkarınca bende ona döndüm.

Bir sorun vardı.

“Kağan bey aradı sana ulaşamamış.” dedi yüzündeki sıkıntılı ifadeyi biran bile saklamadan bana baktı

“Sen ne dedin peki?” tok çıkan sesimle bu konudan pek hoşlanmadığımı anlamıştı. Zaten abimle hiçbir zaman anlaşamıyorduk, Alper’de bunu biliyordu ama neden anlaşamadığımızı bilmiyordu. O yüzden yine de bir umut y abimle konuşacağımı ümit ediyordu.

“Bay Koroleva’yı hiç görmediğimi ve yerini bilmediğimi ama senin yaşadığını söyledim.”

“İyi yapmışsın. Hadi gidelim artık memleketimi özledim.” Konuyu bir daha açmayacağını bildiğim için kafamı arkama yaslayıp denizin tuzlu kokusunu içime çektim.

Antalya benim içimde bir başkaydı. Gözlerimle aynı renk olan hırçın dalgaları seviyordum, nemli kokusunu hafifçe esen meltemi seviyordum ve en önemlisi annemim doğduğu ve öldüğü topraklara ben resmen aşıktım.

“Yarın akşam çıkıyor muyuz patron?” Alper son gaz arabayı deniz kenarındaki yeni evime sürerken gün yavaşça batmış, geriye karanlık bir kızıllık kalmıştı.

“Elbette Antalya’nın gece kulüplerine hasret kaldım. Özellikle içki ve müziklerine” dedim yarım ağız.

Alper direksiyondaki bakışlarını bana çevirdi ve göğsünü titreten bir kahkaha atarken konuştu.

“Peki ya kadınları?” gevşek konuşmasına neredeyse gözlerimi devirecektim. Araba yavaşlayarak evim olduğunu tahmin ettiğim küçük malikanenin önünde durdu.

“İradem hiçbir zaman senin ki kadar zayıf olmadı” dedim alayla. Ben arabanın kapısını kapatırken Alper’in kısık sandığı homurtularını duyuyordum. Arabanın camını açınca ona yandan bir bakış attım.

“Yakala patron.”

Evin anahtarını bana fırlattığı an uzun boyum sayesinde zorlanmadan yakalamıştım. Ben kapımı açarken Alper’de kendi evine doğru yola koyuldu ya da başka kadının kollarına doğru. Dudaklarımda silik bir gülümseme belirirken yeni evimi hiç incelemedim, adımlarım doğruca üst katta olduğunu tahmin ettiğim geniş banyoya doğru gitti.

Üzerimdekileri hemen çıkarıp kendimi soğuk suyun içine attım. Rusya’da alıştığım ve sevdiğim tek şey soğuk suya girmekti. Bedenimi ve kaslarımı oldukça dinç tutuyordu.

Duştan çıkıp altıma sadece lacivert kumaş bir pantolon giyip kendime sert bir içki doldurdum. Adımlarım geniş camın önünde dururken parmaklarımın arasındaki kadehten büyük bir yudum aldım. Göğsümün içindeki sıkıntı, çipi ve olacakları düşünmeye başlamamla daha da büyüyerek beni zihnimde karanlık bir sokağa soktu.

Çipi Lucas’tan alırken yüzümü görmüşlerdi ve beni çok geçmeden bulacaklarını biliyordum. Türkiye’ye gelerek bu zamanı sadece biraz uzatmıştım. Düşüncelerimin arasında gezerken aklıma gelen fikirle kanım buz tuttu. Çip uğruna yapabileceklerim beni kısa bir an korkuttu.

Masum, kimsesiz, yardıma muhtaç bir kızı hedef gösterip pekala aradan çekilebilirdim. Kız hem yem hem de yeni dünya düzeni için anahtar olabilirdi.

Sorun şuydu ki böyle bir kızı nasıl bulacaktım.

Dudaklarıma tekrar yanaştırdığım kadehin boş olması ile gür kaşları çatıldı. Daha çok içmek istiyordum ama yeni evimde bir şişeden fazlası yoktu. Saate baktığımda gece yarısını çoktan geçmiş olduğunu gördüm. Sanırım dışarı çıkmak için yarını beklemeyecektim.

Üzerime beyaz gömlek ve lacivert takımın ceketini de giyip dışarıda beni bekleyen gece mavisi BMV’ye doğru adımladım. Ben duştayken yeni adamlarımdan birisi bu lüks arabayı getirmişti. Hiç düşünmeden motoru çalıştırıp bana en yakın gece kulübüne gittim.

Vale ben arabada iner inmez hemen yanıma gelerek arabayı otoparka çekmek için hareketlendi. Genç adama güçlü bir bahşiş bırakıp müziğin yoğun geldiği kapıdan içeri adımımı attım. Uzun boyum, yarı Rus ırkının karışımı olan kemikli yüzüm ve hafif kaslı bedenim sayesinde kadınların bakışları hep üzerimde olmuştur.

Şimdi de olduğu gibi. Kadınların moda dedikleri zırvalıklara uygun, yarı çıplak elbise ve yoğun makyajlı yüzleri geride bırakıp doğrudan barmenin yanına gittim. En sert ve en özel içkisini sorduğum an barmenin hafif kirli sakallı yüzü zengin bir müşteriyi görmenin ışıltısıyla parladı.

Bende bu imajıma gerekeni yaparak ona yüklü bir bahşiş bıraktım.

Barmen kısa sürede kadehi önümü koyunca içimdeki istek arşa tırmandı ve kadehi tek dikişte mideme gönderdim. Boğazımda bir alev patlamışçasına genzim yandı ve gözlerim sulandı. Barmene hemen ikincisini hazırlamasını söyledim. Bu şimdiye kadar ki içtiğim en güzel ve sert içkiydi.

Ben dördüncü kadehi içerken kollarımın arasında zevkle dans eden kadına baktım. Mavi gözlerindeki parıltılar, bedenim için değil muhakkak param içindi. Artık kadınların ne istediğini biliyordum. Bedenim için mi yoksa param için mi benimle birlikte olduklarını biliyordum.

Sarı saçlarını savururken minyon elleri de göğsümden omuzlarıma doğru çıktı. Belini saran ellerimi ondan uzaklaştırarak dans pistinden uzaklaştım. Şu an istediğim sex değil sadece nikotindi. Gece kulübünün arka kapısından çıkıp hafif rutubetli duvara yaslandım ve ciğerlerime derin bir nefes çektim. Antalya’nın ılık havası saçlarımın arasına sızarken cebimden çıkardığım sigarayı dudaklarımın arasına koydum.

Daha sigaradan ikinci çektiğim nefesle kapının arkasında bir hareketlilik oldu. Biraz daha kuytu bir kenara çekilirken kapı açılıp içeriden iki tane garson kız çıktı ve akabinde boğuk ince bir hıçkırık sesi kulaklarıma ulaştı. Kaşlarım hafif çatılırken gözlerim istemsizce kızların üstünde dolaştı. Arkası dönük kızın mini siyah eteği, beyaz gömleği ve uzun bacakları ile resmen podyumdan fırlamış gibiydi. Düşüncelerim kızların birinden boğuk bir hıçkırık daha duyunca kesildi.

Sanırım bana arkası dönük garson kız ağlıyordu çünkü narin ve kıvrımlı bedeni o hıçkırdıkça ince omuzları sarsılıyor tepeden bağladığı karamel uzun saçları dalgalanıyordu. Karşıdaki kızın onu sakinleştirmeye çalışan sesine nerdeyse tepki veremeyecek kadar gözyaşlarına boğuluyordu. Sorunu neyse onun canını fazlasıyla yakıyor olmalıydı.

Hafif kilolu olan kız, elini ağlayan kızın omzuna koyarak ince, pürüzlü bir sesle konuştu.

“Teyzene yardım edecek kimse yok mu?”

Ağlayan kız, hıçkırıkların arasından başını kaldırıp diğer kızın yüzüne bakarak konuştu.

“Hayır Besra kimsem yok” küçük, çaresiz bir inleme firar etti dudaklarından ve sonra devam etti.

“Bu hayatta sadece teyzem ve ben varım. O da şimdi hastanede ölümü bekliyor” cümlesi biter bitmez minik elleriyle gözyaşlarını silmeye çabaladı.

“Canım dur hemen ölüm falan aklına getirme böyle şeyleri. Bak ne diyeceğim biraz birikimim var. Belki işine yarar ha ne dersin?”

Ağlayan kızın hıçkırıkları daha fazla artarken kelimler dudağından boğuk bir uğultu gibi geceye karıştı.

“Sağol Besra, senin de o paraya ihtiyacı var, kabul edemem zaten tedavisi milyon dolarları buluyor. Ne yapacağımı bilmiyorum… bildiğim tek şey teyzem için her şeyi yapacağım. Annem gibi onu da kaybetmek istemiyorum.”

Ağlayan kızın narin hıçkırıkları kesilince hemen arka kapıdan içeri girdiler.

Bense elimdeki sigarayı son bir kez daha içime çekip onu gecenin karanlığına fırlattım. Kızın çaresizce bir yardım bekliyor olması içimde tarifsiz bir heyecan oluşturdu. Dudaklarım zevke kıvrılırken aklıma gele buz gibi planı devreye koydum.

O narin, çaresiz ve üzgün kızın beyaz atlı prensi olacak ona yardım edecektim. Tabi karşılığında da benim çip için belirlediğim koordinatları üzerinde taşıyacaktı. Planımı ilmek ilmek işleyecektim ve bana asla hayır diyemeyecekti.

Saatin kaç olduğunu umursamadan direkt Alper’i aradım bu sefer ikinci çalışta telefonumu açan adamımın uykulu sesini duydum.

“Bir sorun mu var patron?” kumaşın hışırtısından anladığım kadarıyla yataktan kalkıp üzerini giyinmeye başlamıştı.

“Hayır, ama sana ismini vereceğim gece kulübündeki çalışan garson kızların adlarını ve hayatlarını araştırmanı istiyorum.”

Kısa bir duraksamanın ardından kısık bir homurtu eşliğinde kumaş sesleri tekrar kulağıma geldi.

“Güya kadınları özlememiştin, güya zayıf iradeli değildin. Kulüptesin demi bekleyemedin yarını.” şu an onu görmesem de yüzünde ukala büyük bir sırıtış olduğuna yemin edebilirim.

“Öyle değil bana başka bir şey için lazım” sesimin tok ve kesin çıkmasından dolayı Alper’de kızı o sebeple aramadığımı anladı.

“Peki ne için o zaman?” meraklı sesine cevap vermedim. Bu çip öyle tehlikeliydi ki ne Alper’i ne de yıllardır görüşmediğim abim ve karısını riske atamazdım. Eğer bilmezlerse yaşamaları daha kolaydı.

“Lazım işte… orasını karıştırma. Karamel uzun saçlı, kıvrımlı bir bedeni var. Yarın akşam raporu evime getir.”

Telefonu kapatırken Alper’in kaba homurtusu geceye karıştı.

“Bir de iradeliyim der kızın kıvrımlarına kadar incelemiş, sen de az değilsin”

Dudağımda ukala bir sırıtışla telefonu cebime atıp tekrar yüksek sesli müziğin içine kendimi attım. Kalabalıktaki yarı çıplak bedenleri yarıp kendimi yine barmenin önüne geldim.

Dans ettiğim sarışın kız sabırsızca beni bekliyor, mavi gözleri bu sefer şehvetle üzerimde dolaşıyordu. Sanırım fazla içmişti ve beni istiyordu. Barmen ben daha siparişimi vermeden istediğim içkiyi önüme koydu. Sarışın kızın elleri yine üzerimde dolaşmaya başlayınca bu sefer kayıtsız kalmak istemedim. Benimde ellerim kızın belini sararken dudaklarım ince boynuna yavaşça gömüldü.

Alper sanırım haklıydı. Ukala piç…

Hiç aklımda yokken garson kızın narin ve kıvrımlı bedeni gözlerimi kapattığım anda zihnime sızdı. Ben geceyi geçirmek için sarışın kızla çıkarken bile aklımda hala garson kızın hüzünlü bir melodiyi andıran sesi vardı.

 

Ve Kerem bilmiyordu ki kurban olarak seçtiği kıza aşık olup Katre’yi hedef yaptığı için deliler gibi pişman olacağını.

Ve bir gün onun için öleceğini…

Bölüm : 20.07.2025 23:00 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...