11. Bölüm

11. Bölüm

Kübraa
vanessa_y

11.Bölüm

 

Öyle durumlar vardır ki, ağlayamadığımız için güleriz.

-Aziz Nesin

 

🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️

 

O ses neydi?

 

Tekrar o ses geldi ve tekrar, ses gittikçe daha çok gelmeye başladı. Sanki çok şiddetli bir şekilde bir cisme vurunca çıkan ses gibiydi.

 

Sesin geldiği koridora doğru temkinle yürümeye başladım.

 

İçimden bir ses, 'sen kendini korku filmi başrolü sandır herhalde Çilen geri dön' diyordu ama galiba kaşınıyordum ve merak ediyordum.

 

Aklıma merak ediyorum deyince Benay'ın dediği fazlasıyla imanlı olan o cümle geldi 'Fala merak göte...' neyse işte böyle diyordu.

 

Burası kullanılmıyordu ve silahım yanımdaydı zaten.

 

Koridordaki kapıların hepsi camdandı bu yüzden içerisi gözüküyordu ve etrafta kimse yoktu. Biraz daha ilerlediğimde koridor ikiye ayrılıyordu, durdum ve sesin nereden geldiğini anlamaya çalıştım.

 

Galiba... Sağ taraftan geliyordu.

 

Sağ taraftaki koridoru seçip oradan ilerledim. Evet, kesinlikle ses bu taraftan geliyordu çünkü ilerledikçe ses artmaya başlamıştı. Koridorun sonuna gelince diğerlerine göre daha büyük bir kapı vardı. Kapı camdan olmasına rağmen içerisi çok gözükmüyordu çünkü kapı odanın biraz gerisindeydi yani girişte küçük bir koridor vardı.

 

Kapıyı yavaş ve ses çıkartmadan açıp içeri girdim. Kapın önündeki küçük koridorun arkasına görünmeyecek şekilde saklanarak odayı daha net gördüm, bu oda koridordaki odalardan farkı daha genişti ve bu odanın duvarları benim odamda olduğu gibi camdandı. Odada bir kaç tane koşu bandı, dumbbell, barfiks çubuğu, kettelebell, pull-up bar gibi spor aletleri vardı. Odanın ortasında kocaman bir dövüş ringi vardı. Kafamı biraz daha çevirdiğimde sesin kaynağını gördüm ama böyle bir şey beklemiyordum.

 

Arkası dönük bir adam bütün sinirini kum torbasından çıkarmak istermiş gibi vuruyordu hatta artık nasıl vuruyorsa torbanın altından kum akıyordu. O kadar şiddetli vuruyordu ki, her vuruşunda insan irkilme ihtiyacı hissediyordu. Altında sporcu şortu, üstünde hiçbir şey yoktu, kol ve sırt kasları fazlasıyla belirgindi, yer yer kabuk bağlamış ve baya eskiden olduğu belli olan yara izleri vardı.

 

Arkası dönük olduğu için yüzünü göremiyordum fakat bence askerlerden biriydi ve baya odaklanmış gibi duruyordu.

 

Bir anda durdu, kafasını hafifçe çevirip, "Manzaran nasıl? Beğendin herhalde kızıl kafa?" dedi.

 

Barın?

 

Beni nasıl görmüştü?

 

Vücudunu da bana doğru dönünce bütün vücudu, özellikle karın kaslarını gözler önüne sermişti Barın...

 

Arel... Arel haklıymış...

 

Ne sormuştu?

 

"Ne?" dedim anlamayarak.

 

"Manzaran diyorum baya güzel herhalde?" dedi.

 

"Iıı... Şey ben..."

 

Neden gelmiştim buraya?

 

"Dışarda yağmur yağıyordu da-" dermiştim ki lafımı kesip, "Belli sırılsıklam olmuşsun. Gelsene niye orda bekliyorsun." dedi.

 

Zaten onu bölmüştüm kalmasam daha iyi olurdu sanki.

 

"Ben rahatsız etmeyeyim seni, sen devam et benim yüzümden böldün zaten yağmur dinince gideceğim." dedim.

 

Kaşlarını biraz çatıp, "Ne rahatsızlığı? Senden mi? Yoo niye rahatsız olayım ki? hem bu yağmurun hemen dineceğini sanmıyorum." dedi ve yerdeki su şişesini alıp içti. Adem elması...

 

Yavaşça yanına doğru yürürken sadece gözlerine bakıyordum çünkü resmen yarı çıplaktı!

 

"Buranın kullanılmadığını söylemiştin? Ama buradasın?" dedim merakla.

 

"Diğer spor salonu kalabalık oluyor, kalabalıktan çok hoşlanmıyorum, o yüzden genelde burada spor yapıyorum." dedi dolapların olduğu kısma yürürken.

 

Bir dolabın kapağını açıp bir şey alacakken durdu ve bana baktı.

 

"Sırıl sıklam olmuşsun, biraz daha öyle kalırsan kesin hasta olursun. İstersen sana kendi kıyafetlerimden verebilirim, yağmur dinene kadar seninkiler kurumuş olur." dedi.

 

Haklıydı biraz daha böyle kalırsam kesin hasta olurdum.

 

"Olur aslında." dedim.

 

Açtığı dolaptan birkaç kıyafet alıp bana verdi.

 

Odanın içindeki diğer kapıyı gösterip, "Orada giyinebilirsin içerde çamaşır ve kurutma makinesi de var." dedi.

 

Neden bu kadar iyi davranıyordu? Genelde bana iyi davranan insanlar genelde sırtımdan bıçaklardı. Barın da onlardan mıydı? Yoksa sadece gerçekten iyi birisi miydi? Bu ayrımı yapmak zordu. En iyisi amcama sormaktı.

 

Anlamak ister gibi yüzüne baktım, ona baktığımı fark edince kaşlarını çattı.

 

Gösterdiği yere girdim, burası giyinme odası gibi bir yerdi. Giyinme kabinlerinden birine girip verdiği lacivert tişörtü kafamdan geçirip giyerken güzel ve tanıdık bir koku doldu burnuma. Giydiğimde sanki çuval giymiş gibi olmuştu, içinde kaybolmuşum resmen.

 

Verdiği gri eşofmanı da giydim, bu da acayip büyük olmuştu ama Allah'tan beli ipliydi.

 

Bu adam dinozor muydu? Bu kadar büyük kıyafetlerin içine nasıl sığıyordu?

 

Tişörtü eşofmanın içine koyup eşofmanın paçalarını katlayınca daha iyi olmuştu sanki ve kıyafetleri cidden çok güzel kokuyordu. Aslında Barın'da böyle kokuyordu.

 

Adamı kokladın yani?

 

Saçmalama yanlışlıkla kokusu burnuma geldi!

 

Verdiği havluyla da biraz saçlarımın nemini almıştım.

 

Çıkarttığım kıyafetleri kurutma makinasına attım.

 

Yandaki aynadan kendime baktım gerçekten çuval giymiş gibi duruyordum, bu halime bakıp gülerken birkaç fotoğrafımı çektim.

 

İçeriye yeniden girdiğimde Barın'ı bıraktığım yere yani dolapların önüne baktım ama orada yoktu.

 

"Bir an hiç çıkmayacaksın sandım."

 

Sesin geldiği yere baktım, giyinme odasına en uzak olan yerde elindeki telefonuna bakıyordu, üstüne siyah bir tişört giymişti, telefondan kafasını kaldırmadan bana doğru geldi.

 

Yanıma gelince telefondaki işi bitmiş olacak ki telefonunu cebine koyup bana baktı. Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırmış bana bakıyordu.

 

"Çok yakışmış." nemli saçlarıma bakıp, "Kırmızı balık, guluk guluk." dedi.

 

Kırmızı balık mı? Her seferinde takacak başka bir isim buluyordu pis kutup ayısı.

 

Kaşlarımı çatıp uzun zamandır söylemek istediğim şeyi söyledim, "Seni o sorgu odasında gördüğüm günden beri acayip dövesim var." dedim.

 

Tepkisine baktım fakat o, güldü!

 

Evet! Güldü, acaba psikolojik sorunları mı vardı? Çünkü normal birine 'seni dövmek istiyorum' desem güleceğini sanmıyordum.

 

"Sen döveceksen olur." dedi ruh hastası manyak.

 

"Sana bir şey sormak istiyorum." dedi ciddiyetle, " Eray amca bana bir keresinde birinden bahsetti, kendi elleri ile büyütüp özenle yetiştirdiğini, özellikle yakın dövüşte kendisini bile geçecek şekilde geliştirdiğini, en son da bahsettiği kişinin şu an savcı olduğunu ve umarım bir gün karşılaşırsınız dedi." derin bir nefes alıp devam etti, "Karşılaştık sonunda galiba... O gün o adamı nasıl dövdüğünü gördüm iyi birinden eğitim aldığın belli. Terörist veya eğitim olmadığı sürece bir kadına asla el kaldırmam." odanın ortasındaki dövüş ringini göstererek, "Ne dersin?" dedi elini uzatırken.

 

Aslında hem kafa dağıtmak hem de onu dövmek iyi bir fikirdi.

 

Dudağımın bir kenarı kıvrıldı, uzattığı elini tutup, "Olur yüzbaşım ama ayağım alışırsa hep benimle uğraşmak zorunda kalırsın." dedim.

 

"Sizinle uğraşmak eğlenceli olacak desenize savcım." dedi.

 

Gözleri, hareleri, hareketleri çok tanıdık ve güzeldi...

 

Barın'a baktıkça geçmişindeki o adama ihanet ediyormuş gibi hissediyordum.

 

Ve benim o adama çok ihtiyaçım vardı, çok özlemiştim... Kokusunu... Verdiği güveni... Benim Ay kızım deyişini... Çok özlemiştim, ama istesem de gelemezdi çünkü o...

 

Cümlenin devamı kalbimde şiddetli depremler oluşturuyor ve ben o depremde enkazın altında kalıyordum...

 

Bu gerçek her aklıma geldiği zamanki gibi suratıma kanata kanata çarptı.

 

Elimi elektrik çarpmış gibi hızla çektim. Bana anlamsızca ve sorgulayıcı bir şeklide bakıyordu. Ne yaptığımı fark edince toparlamak adına, "Hadi! Sabaha kadar burada mı bekleyeceğiz? Seni dövmek için sabırsızlanıyorum." dedim nasıl çıktığını anlamadığım heyecanlı bir sesle. Dövüş rindinin iplerini geçtiğimde o da arkamdan gelip karşıma geçti.

 

İki elimi yumruk haline getirip yüzümün önünde tuttum başlamasını bekledim. Başlamayacağımı anlayınca, yumruk yaptığı elini yüzüme doğru savurdu, yumruk atacağını anlayınca eğildim, eğilirken karnına sert bir yumruk attım.

 

Attığım yumruktan hiç etkilenmemişti ya da öyle göstermeye çalışıyordu. Bacağına tekme atacakken bacağımı tutup çekti, son anda dengemi sağlayıp düşmekten kurtuldum ama karnıma attığı yumruklardan kurtulamamıştım.

 

Yarım saat sonra...

 

Çok yorulmuştum... Ama tek yorulan ben değildim, ikimizde kan ter içinde kalmıştık ama ikimizde asla pes etmiyorduk.

 

Allah'ın cezası herif pestilimi çıkarmıştı!

 

İki bacağının arasına attım sert tekmeyle iki büklüm olmuştu, saçımın intikamını almıştım. Fırsattan istifade ederek bir karnına bir yüzüne bir sürü yumruk attım.

 

Yerdeydi ama galiba dudağını patlatmış olabilirdim biraz...

 

Gülerek, "Yerde tozlarla yakın arkadaş oldunuz herhalde yüzbaşım?" dedim gözlerimi kapatıp derin nefes alırken.

 

Nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde bir anda kendimi Barın'ın omuzlarının üstüne, tek eliyle ayaklarımı, diğer eliyle ellerimi tutarken buldum, dudaklarımdaki çığlığa engel olamadım.

 

"Tabi boyun kısa olunca gökdelene çıkmış gibi oldun." dedi gülerek.

 

Öyle bir tutmuştu ki hiçbir şey yapamıyordum.

 

"Bırak." diye bağırmak dışında tabi.

 

"Barın bırak beni!" dedim, hayvan herif artık nasıl tutuyorsa hareket dahi edemiyordum.

 

"Ne oldu az önce artist artist konuşuyordun?" dedi onu döverken söylediklerimi kast ederek.

 

Masum bir sesle, "Ne demişimkine?" dedim.

 

Beni taklit etmek için sesini incelterek, "Hadi ama Barın çok yavaşsın. Kim seni asker yaptı ya? Boş zamanlarında gel yumruk atmayı öğreteyim. Baston lazımsa söyle alayım sana. Kaplumbağalarla akrabasın galiba?..." dedi.

 

Sesini incelttiği için sesi acayip komik çıkmıştı, kahkaha attım. Sırf sinir olsun diye onları söylemiştim yoksa yumrukları kaya gibiydi ve vurduğu yerler hâlâ acıyordu.

 

Ama birazcık! hak etmiş olabilirim.

 

"Ben," devam ettim, "Dediklerinin hâlâ arkasındayım." deyip kolunu ısırdım bir yandan da tekme atmaya çalıştım ama hareket dahi edemiyordum.

 

Adam asker Çilen ne bekliyorsun? İki ısırıkla yere düşmesini mi?

 

Ama o askerse bende savcıydım, insanların zayıf noktaların bilen bir savcıydım. Teşekkürler amca bana bunları öğrettiğin için.

 

Sırtındaki ve ensesindeki zayıf noktalarına aynı anda ensesine çok şiddetli olmayacak şekilde vurdum. Canının acıdığını ağzından çıkan inlemeyle anladım.

 

Çok hareket ettiğim için hem beni düşünmemeye hem de kendini benden korumaya çalışıyordu.

 

Tek elimi kurtarmayı başarmıştım!

 

"Kızıl panda, dur düşeceksin!" dediğini duydum.

 

Kurtardığım elimle saçlarını kavrayıp çektim bir yandan da kahkaha attım.

 

Biraz zorlanarak da olsa ayağımın birini de kurtarmıştım. Kurtardığım ayağımla Barın'ın belinin biraz yukarısındaki zayıf noktasına vurduğumda istediğim olmuştu, yere düşerken Barın'ın yüksek ve endişeli bir sesle, "Çilen!" dediğini duydum. Düştüğüm yerde kafamın arkasında hissettiğim elle gözerimi açtım, Barın elini kafamın arkasına koymuş, elaları endişeyle bana bakıyordu. Resmen üstüme çıkmıştı ama ağırlığını üstüme vermiyordu.

 

Bana ilk kez Çilen demişti.

 

"İsmimi biliyormuşsun." dedim şaşkın çıkan sesimle.

 

Sanki fazlasıyla yakın değilmişiz gibi biraz daha eğildi.

 

Ela gözleri hâlâ endişeyle bana bakıyordu.

 

"Gözlerin-" derken telefonumun sesi yankılandı.

 

Hay ben arayan kişinin ne güzel soru soracaktım ya!

 

Barın geri çekilmişti, o geri çekilince bende telefonumun yanına gidip arayan kişiye baktım.

 

Son Dedikodu Bükücü... Arıyor...

 

Saate baktım,

 

14.46

 

Ben Arel'i tamamen unutmuştum...

 

Arel her gün saat iki gibi odama gelir karargahta öğrendiği dedikoduları anlatırdı. Kesin şu an odamın önünde ağaç olmuştu çocukcağız.

 

Bekletmeden hemen telefonu açtım.

 

"Arel ben seni tamamen unutmuşum ya, üzgünüm." dedim.

 

"Ne unutması?" dedi anlamayarak.

 

"Odamın önünde beni beklemiyor musun şu an?" dedim.

 

"Yoo, yarım gün nöbetçiyim ben bu gün lojmanda, o yüzden gelemedim ama yeni bir dediko- ay pardon, bilgi aktarımı öğrendim!" dedi mutlu bir sesle.

 

"Nöbetteyken bile dedikodu- ay pardon bir bilgi aktarımı mı öğrendin?" dedim gülerek.

 

"Evet ne sandın Çilsiz Çilen mükemmel bir varlığım ben ve siz bunu çekemiyorsunuz." dedi egoist bir tavırla, "Neyse anlatıyorum bu Merve var ya Merve..."

 

🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️

 

Elimdeki küçük ilk yardım çantasıyla Barın'ın odasının önüne geldim.

 

Yara açtıysam o yarayı iyileştirecek olanda ben olmaydım.

 

Kapıyı iki kere tıktıklayıp bekledim, içerden gelen 'gel' sesiyle kapıyı açıp içeri girdim.

 

Masasında oturup önündeki dosyaya bakan ela gözlerini bana çevirdi.

 

Kaşlarını çatıp, "Bir sorun mu var?" dedi.

 

Masasının önündeki ikili koltuğa otururken, "Kaşını ve dudağını ben patlattım, iyileştirende ben olmalıyım çünkü ben yaptım ve yaptığım için pişman falan değilim." dedim.

 

Güldü, "Yaptığım için pişmanım diyeceksin sandım korktum bir an, kafana ne düştü diye düşünmeye başlamıştım gerçi hâlâ öyle düşünüyorum ne yapacaksın yarama kezzap falan mı süreceksin?." dedi pislik şizofren.

 

Kaşlarımı çatıp, "Ne kadar nankör ve şizofren bir insansın, iyilik yaramıyor sana da, yapmıyorum git kime yaptırıyorsan yaptır." dedim ayağa kalkarken ama belki kendine yapar diye sehpanın üstüne koydum ilk yardım çantasını.

 

O da ayağa kalkıp yanıma geldi, "Tamam tamam kızıl panda hemen sinirleniyorsun sende." dedi koltuğa otururken.

 

"Çok ısrar ettin pansuman yapayım bari." dedim yanına otururken.

 

Sehpanın üstüne koyduğum ilk yardım çantasından gazlı bezi çıkarıp ona döndüm dikkatle beni izliyordu.

 

Gazlı bezi patlattığım dudağına yaklaştırıp yavaşça sürdüm yarası çok kötü gözüküyordu, istemsizce yüzümü buruşturdum.

 

Canı acıyor muydu?

 

"Acımıyor kızıl alt tarafı dudağım patladı bir şey yok." dedi.

 

İçim acıya acıya, "Çok zor değil mi asker olmak? Şehit olmaktan korkmuyor musun?" diye sordum yara bandını dudağına yapıştırırken.

 

"Zor, ama bu vatan için değer. Şehit olmak benim için korku değil aksine gurur olur, mutluluk olur, şeref olur... Ama asla korku olmaz." dedi gururlu bir sesle.

 

"Peki ailen? Üzülmezler mi arkandan?" dedim gazlı bezle kaşını temizlerken.

 

O an durduğunu hissettim, "Babam," dedi durdun ama gururlu bir sesle, "Ben küçükken şehit oldu, çok hatırlamıyorum bile onu sadece fotoğraflardan falan işte. O sıralar benden küçük bir kızla tanıştım ve bana 'Şehitler ölmez göğe yükselirler, yani baban seni görüyor, duyuyor ve yine her zaman olduğu gibi yanında oluyor sadece bedenen yanında değil, sana üzülme diyemem veya üzülmeni istemezdi gibi aptalca cümleler kurmayacağım asla, ama unutma ki seni görüyor.' demişti işte o zaman asker olmaya karar verdim." dedi gülümseyerek.

 

Elimdeki gazlı bezle donakaldım.

 

Bu cümle... Bu cümle bana çok tanıdık geliyordu...

 

🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️

 

Karargahta işlerim bitmişi. Aleyna'nın dosyasını teslim etmiştim, pazartesi günü yani iki gün sonra mahkemesi vardı.

 

Bu dosyada elimden geleni yapmıştım ama içimde bir sıkıntı vardı.

 

Yarın hafta sonu olmasına çok mutluydum çünkü bu hafta cidden çok yorulmuştum sadece yatmak, uyumak, tekrar yatmak ve tekrar uyumak istiyordum.

 

Lojmandan içeri girerken kimlik ve araba kontrolü için durdum ve Arel buralarda mı diye bakarken, "Savcım askeri kartınızı verir misiniz rica etsem?" dedi ondan beklemediğim bir saygıyla yanıma gelen Arel.

 

Aslında ben istemiştim bana gerekmedikçe savcım demeyebilirsiniz demiştim ama Arel dışımda kimse ismimle seslenmiyordu, ha bir de Barın dışında, ne kadar kızsam da hoşuma gitmiyor değildi ama bezen cidden sinirimi bozuyordu.

 

İstediğim şey beni küçük görmeleri değildi sadece küçükken olduğu gibi kimsenin zoraki saygısını istemiyordum. Zaten Arel ve Barın durması gerektiği yeri biliyorlardı mesela biz bizeyken ismimle - Barın genelde kızıl kafa veya kızıl panda dese de- başkasının yanında savcım diyorlardı.

 

"Tabi teğmenim." dedim kartı çıkartıp verirken.

 

Üstünde askeri kamuflaj kafasında askeri kaskı vardı.

 

Kartımı uzatıp, "Tamamdır savcım." dedi. Fısıldayarak devam etti, "Akşam gelsene sıkılıyorum burada tek başıma. Aras şerefsizi hastaneden rapor aldığı için gelmedi beni yanlız bıraktı içerdeki herifle. Hem Kaner binbaşım falan da gelecek?" dedi mağdur bir sesle.

 

"Tamam gelirim akşam." dedim kısa keserek çünkü arkamdan bir araba daha gelmişi.

 

Evimin olduğu binaya doğru sürdüm, binanın araba park yerleri tamamen doluydu bu yüzden yan binanın park yerlerinden boş bir yere park ederken tanıdık bir araba da yanıma park etti.

 

Arabadan eşyalarımı alıp inerken yan taraftaki araçtan da, benim karşı binamda oturduklarını öğrendiğim, Barın, Pars, Balca ve hasta gibi gözüken Aras çıktı.

 

Arel'in söylediğine göre, Aras'la Arel, Balca'yla Pars ve Barın da tek yaşıyormuş.

 

Onlara ufak bir baş selamı vererek kendi binama girip eve çıkım.

 

Kapıyı açıp içeri girerken kapıda bekleyen Armut reçelini gördüm yine. Evin çoğu yerinde yatağı olduğu halde o hep kapının önünde bekliyordu.

 

Galiba biraz dışarı çıkarsam ona iyi gelebilirdi.

 

Biraz bir şeyler atıştırdıktan sonra hem Armut reçeli'ni gezdirmek için hem Arel'in yanına gitmek için hazırlanmaya başladım.

 

Üstüme tek kolu ve göbeğinin bir kısmı açık bir bluz, altıma koyu mavi geniş paça bir kot pantolon giydim. Bunaldığım için saçlarım dağınık bir topuz haline getirdim. Altın renginde bir kaç takı taktım.

Elimde Armut reçeliyle aşağı indiğimde yüzüme çok soğuk sayılmayacak bir rüzgar çarptı. Armut reçeli hasta olmasın diye çantamın kenarına bağladığım bandanayı etrafına rahatsız etmeyecek şekilde sarıp çantama nefes alabileceğik şekilde koydum.

 

Arel'in yananına eli boş gitmemek için marketten abur cubur alıp nizamiye'ye doğru yürüdüm.

 

(NOT: Bilmeyenler için nizamiye lojmanların giriş kapısında nöbet tutan askerlerin olduğu yer.)

 

Arel, galiba iyi biriydi şu ana kadar bir yanlışı olmamıştı. Ona yavaş yavaş ısınmaya ve güvenmeye başlamıştım. Sürekli yaptığı hareketlerden ve tutamadığı dilinden dolayı ceza alan, her yerde ve her koşulda konuşacak bir şey bulan ve hazır cevap biriydi, ama kalbinin temiz olduğu belliydi.

 

Arel'in saf ve mutlu bir enerjisi vardı, timdekileri kızdırmayı seviyordu. Bana biraz Benay'ı hatırlatıyordu ama muhtemelen Benay'la tanışsalar kavga ederlerdi.

 

Benay, benim kardeşim hatta kardeşimden bile daha yakın olduğum, canımın bir parçası haline gelmiş biriydi benim için ama kıskanınca içinden bir Hulk çıkıyordu.

 

Nizamiye'ye geldiğimde bir arabanın kimlik kontrolünü yapan Arel'i gördüm, araba gittikten sonra beni gördü, dudaklarında tatlı bir tebessüm oluştu, bende tebessüm edip yanına gittim.

 

"Naber?" dedim sanki öğlen iki saat bilgi aktarımı yapan biz değilmişiz gibi.

 

Coşkulu bir sesle, "Çilsiz Çilen! İyidir senden?" dedi.

 

"İyi bende, bak sana kimi getirdim." dedim Armut reçelini göstererek.

 

Armut reçelini eline alım biraz sevdi ve sonra fermuarlı askeri montunun cebine koydu.

 

Sonunda beni hatırlamış olacak ki, " Gel arka tarafa gidelim oradalar." dedi nöbetçiler için yapılan küçük kulübenin arkasını göstererek. Onu takip ettim.

 

Arka tarafa yürürken Arel, "İyi oldu geldiğin içerde beni anlayan bir Allah'ın kulu yok." dedi annesine şikayet eden çocuk edasıyla.

 

Arka tarafa geldiğimizde çimlik geniş bir alan karşıladı bizi, ikili ve minderli sandalyelerle büyük sayılacak bir yuvarlak oluşturmuşlardı, ortaya ateş yakmışlardı. Çimlerin arasında yer yer renkli ışıklar vardı.

 

Ve burası biraz kalabalıktı. Alev timinin diğer üyeleri, Kaner, Cansu, karargahta gördüğüm ve hiç görmediğim birkaç kişi vardı. Derin bir sohbet içinde gibilerdi.

 

Biz gelince herkesin gözü bizi, hayır beni bulmuştu. Cansu yine nefretle ve 'bunun ne işi var burada' dermiş gibi bakıyordu. Onu takmadım.

 

Arel beni gösterip mutlu bir sesle, "Tanımayanlar için karargahımızın tek mükemmel savcısı-" derken üstünde takım elbise olan bir adamla göz göze gelince, "Ay yanlışlıkla tek dedim dilim bir anda sürşüverdi, mükemmel savcılarımızdan biri olan Çilsiz- ay pardon Çilen." dedi konuşmayı beceremeyerek.

 

Sadece Barın ve Kaner'in yanı boştu. Kaner'in yanına oturmak için giderken Arel oturdu ben de mecburen yan sandalyedeki Barın'ın yanına oturdum, çantamı ve telefonumu sandalyenin yanına koydum. Sağ tarafımda oturan Haktan abiye küçük bir baş selamı verdim ve yeme gelmesini bekledim. Hadi bakalım başlıyoruz. Üstünde takım elbise olan adamın telefonu çalınca ayağa kalkıp bahçenin diğer köşesine gitti.

 

Arel beni tanımadığım kişilerle tanıştırmaya başladı birkaç kişiyle tanıştırdıktan sonra sıra açık kahverengi saçları ve mavi gözleri olan adama geldi tahminen aynı yaşlardaydık, Arel, "Caner üsteğmenim." dedi.

 

Adının Caner olduğunu öğrendiğim kişi, "Memnun oldum savcım, ilk defa bu kadar güzel ve genç kadın savcı görüyorum iyi ki geldiniz gözümüz gönlümüz açıldı vallahi." dedi beni süzerken.

 

 

🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️

 

🕯️Bölümm sonuu🪄🤍

 

🌕Barın (♥️) hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

🕯️Oylarınızı ve benim için değerli yorumlarınızı bekliyorummm

 

🌕Sizi çooooook seviyorummm canımın en içleriii💞 kocaman öpüyorummm😽 bir sonraki bölümde görüşmek üzereee

 

                                    

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 01.03.2025 13:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...