
8.Bölüm
Her fırtına hayatımızı bozmak için gelmez, bazıları yolumuzu temizlemek içindir.
-Paulo Coelho
🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️
Barın, "Sahiplenicek misin? dedi.
Kafamı sallayıp "Evet, bırakabileceğimi sanmıyorum. İyi ki bulduk, en azından senin gibi suratsız değil ve çok tatlı yola da renk kattı." dedim.
"Ultra ötesi yakışıklı yüzüme laf edemezsin, kızıl kız, Allah özene bözene yaratmış." dedi.
Ona yandan bakış attıp, "Ego yığını." dedim.
Hiç üstüne alınmayıp, "Adını ne koyacaksın?" dedi.
Bunu düşünmemiştim, ne koysam acaba...
Aklıma gelen şeyle, "Buldum! Armut reçeli." dedim sevinçle.
"Neden? " diye sordu.
"Küçükken 'my little pony' diye bir çizgi film vardı çok severdim sürekli onu izledim. Ordaki karakterlerden en sevdiğim midilli 'Armut reçeliydi' , hatta bütün karakterlerin küçük figürlerini bulur koleksiyon yapmıştım bir tek o armut reçeli figürünü çok aradım ama bulamadım çünkü üretimi durmuştu. Hatta o koleksiyonu hâlâ saklıyorum." dedim.

(Bilmeyenler için, My littel pony'deki Armut reçelini 🤍)
"Çok anlamlı bir isim (!) ve o saçma çizgi filmi ablam da izliyordu hatta hâlâ izliyor, ne anlıyorsunuz o saçma çizgi filmden anlamıyorum. Şahsen kedi olsam ve o isim bana koyulsaydı intihar ederdim." dedi dalga geçerek.
Ablasıyla tanışmamız gereken konular vardı.
Ne anlarsın ki sen?
"Sensin saçma.", Armut reçeline bakım, "Duyma bunları anneciğim kötü örnek oluyor sana." dedim.
Armut reçeline baktım maviş maviş gözleriyle beni izliyordu.
"Geldik." deyince karşıya baktım fakat kesinlikle böyle bir şey görmeyi beklemiyordum.
Büyük camdan bir oda gibi bir yer vardı, tavanı bile camdandı, içeriye baktım bir köşede büyük dikdörtgen bir masa, masanın yanında; şömine, büyük bir semaver ve küçük bir kaç dolap vardı. Odanın diğer tarafında koltuklar ve televizyon vardı, koltukların arkasında kalan yerede puflar koyulmuş, ışıklandırma ve dekorasyonu kim yaptıysa çok güzel olmuştu ve bu camdan odadan deniz gözüküyordu. Masada yaklaşık yirmi, koltuk ve puflarda bir kaç kişi vardı.
Burası çok güzeldi...
Oraya doğru yürürken Barın, "Sen gelmeden bir kaç gün önce büyük bir operasyon oldu bu yüzden çoğu tim izinde, bazıları da görevde şu an içerde dört tim var." dedi.
Barın kapıyı açıp girmemi bekledi, içeri girdim arkamdan o da geldi. İçerdeki herkesin gözleri bizi bulmuş ve herkes ayağa kalkmıştı.
Sakin ol Çilen! Sakin ol sadece küçük bir tanışma.
Masanın yanına gittik, Barın, "Karargahımızın yeni savcısı Çime-" derken 'Çimen' diyeceğini anlayıp lafını kestim " Çilen Yamaç." dedim Barın'a kötü kötü bakarak.
Zaten gergindim, elimin tersiyle bir tane çakasim geliyordu.
Odadaki bir kadın asker dışında bazıları normal bir şekilde bakıyordu, bazıları gülümseyerek, fakat o kız kaşlarını çatmış, gözlerindeki saf nefretle bir bana bir Barın'a bakıyordu.
Hayır niye böyle bakıyordu ki?
Masaya oturup tanışmaya başladık. Sorguda tanıştığım askerler Alev timinden yani Barın'ın timindeydiler. Alev timinden tanışmadığım tek kişi Areldi onunlada tanışmıştık, onunda teğmen olduğu öğrenmiştim, baya eğlenceli biriydi ve nasıl olduğunu anlamadığım bir şekilde baya samimi olmuş, iyi anlaşmıştık, aslında birkaç kişi dışında çoğu kişiyle iyi anlaşmıştık ama Arelle baya samimi olmuştuk.
Masadaki herkesle tanıştım bana nefretle bakan o kadın dışında, sıra o kadına gelince ona baktım, dip boyası gelmiş sarı saçlı, saf bir nefretle bakan koyu kahverengi gözleri ve yüzünde acayip kusan bir makyaj vardı.
Galiba makyaj yapmayı bilmiyordu... Her neyse bizi alakadar etmezdi sonuçta ama boynuyla yüzü arasında dağlar kadar ton farkı vardı... Galiba burun kontürünü dağıtmayı unutmuştu... Ama bizi alakadar etmezdi...
"Cansu, teğmen Cansu Satılmış." dedi beni nefretle süzerek.
Bu kadın niye benden nefret ediyormuş gibi bakıyordu?
Ona anlamsızca ve biraz kaşlarımı çatarak bakarken bulmuştum ki Arel'in koluya hafifçe koluma vurmasıyla yüzümdeki ifadeyi samimiyetsiz bir gülümsemeye çevirerek baktım Cansu'ya.
Elinde Armut reçelini seven Arel, her tanıştığım kişide yaptığı gibi o kişi hakkında düşüncelerini. Aslında doğruyu söylemek gerekirse... Dedikodusunu yapıyordu.
Hafifçe kulağıma eğilerek kimseye belli etmeden, sadece benim duyabileceğim bir ses tonuyla konuşmaya başladı, "Bu çakma sarı yelloz kafa iki hafta önce geldi ve bildiğin benim yakışıklı kas yığını koca bebeğime yürüyor hayır... Koşuyor hayır hayır... Bildiğin ışınlanıyor." dedi sahte sistemli bir sesle.
Kaşlarımı çatıp, " Senin yakışıklı kas yığını koca bebeğin?" dedim.
Cilveli bir sesle, "Barın yüzbaşım." dedi.
Kendimi gülmemek hatta kahkaha atmamak için çok zor tutuyordum.
Aras, "Arel, helvan neyli olsun kardeşim? Barın yüzbaşım sabahtan beri seni izliyor anladı. Bu sefer kesin öldün." dedi gülerek.
Kahkaha atmak üzereydim, Arel gözlerini kocaman açıp, "Sakın gülme, Barın yüzbaşım buraya bakıyor zaten anladı bir de sen gülersen kesin ağzıma s/çar." dedi.
Kafamı kaldırıp Barın'a baktım galiba kendine çay doldurmak için ayağa kalkmış, Arel'e bakıyordu. Tekrar Arel'e baktım ve sürat ifadesini görmemle kendimi tutamayıp güldüm. Ben gülünce yüzü daha komik bir hal aldı, gülerken bir yandan, " Özür dilerim, gerçekten kendimi tutamadım. dedim.
Gülmeyi zar zor durdurmuştum ki Arel'in telefonuna bakıp yutkunduğunu gördüm.
Bana dönüp "Komutanım benim canımı çıkartıcak bir ton ceze vermiş en iyisi gidip tuvaleti yıkamakla başlayayım." dedi masum bir sesle.
Aras kahkaha attıp, "Hak ettin." dedi. Elindeki telefona bildirim gelmesiyle telefona baktı ve o da yutkundu, Arel'e, "Cumartesi günü nöbet pazar günü mesai cezası yazmış mı sana da?" dedi.
Arel kafasını sallayıp "Sana da ceza vermiş deme?" dedi gülerek. Aras, "Kardeşim ben seni yanlız bırakmamak için geliyorum yoksa ceza almadım." dedi fakat çok kendi isteğiyle yapıyormuş gibi durmuyordu. Arel "Aynen koçum kesin öyledir." dedi.
Biraz üzülmüştüm aslında, benim yüzümden mi ceza alıyorlardı?
Balca gülerek, "Yine mi ceza aldınız? Gerçi şaşırmadım her zamanki aptallığınız, spor salonuna da el atın orasıda kirlenmişti." dedi.
Barın'ın yüksek sesiyle refleksle ona döndüm daha doğrusu herkes ona bakıyordu çünkü baya yüksek ve sinirli bir sesle karşısındaki Cansu'yu azarlıyordu. "Haddini bil Cansu! Bu seni hiç alakadar etmez! Hakkında konuştuğun kişi de ben de senin rütbe olarak üstünüm! Konuşmalarına dikkat et benimle öyle arkadaşınla konuşur gibi konuşamazsın benim canımı sıkma! Bir kez daha olursa dilekçe vermekten çekinmem!" dedi sert bir sesle.
Şu ana kadar en sert halini gördüğümü sanıyorum fakat şu an çok korkunç ve fazlasıyla sert bir şekilde Cansu'ya bakıyordu, kızın gözleri dolmuştu. Aslında Barın içeri girdiğimizden beri böyle sertti, dışarda benimle konuşan kişiyle alakası bile yoktu.
Bir şey demek ve dememek arasında kaldım. Sonuçta Barın askerdi ve onu komutanı olarak uyarmıştı ama kız gerçekten çok üzgün bakıyordu.
Arel anlamış olmalı ki, " Karışma bance çünkü yüzbaşım öyle her şeye kızmaz, kızdıysa geçerli bir nedeni vardı. O kız insanın sabrını gerçekten çok sınıyor." dedi.
Galiba karışmamalıydım.
Barın elinde doldurduğu çay ve içinde beyaz bir sıvı olan kapla yerine yani yanımdaki sandalyeye oturdu. Elindeki, çayı kendi önüne, içinde beyaz sıvı olan kabı benim önüme koydu. Ona anlamsızca baktım.
Arel'in elindeki Armut reçelini alıdı, getirdiği beyaz şeyin önüne koyup içereceken elini tuttum, "O ne?" dedim.
"İnternetten baktım bu yaştaki kedilere normal süt verilmiyormuş, suyla karıştırıp verin diyordu öyle yaptım." dedi.
Az önce kızan adamla bu adam aynı kişi olamazdı, az önce korkunç bakan gözleri şimdi şevkatle bakıyordu.
Buranın revirinde çalışan kişi Armut reçeline bakmış, önemli bir rahatsızlığı olmadığını ama yine de veterinere götürmem gerektiğini söylemişti.
"Elini çekmeyi düşünüyor musun?" deyince kendime geldim, elimi çekmedim "Ne maulm içine başka bir şey koymadığın?" dedim.
Bana anormal bir şeye bakar gibi baktı, "Kızım sen şizofren mısın? Niye yapayım öyle bir şey manyak mıyım ben?" dedi.
Ben nerden senin kızın oluyorum?
Ben herkese güvenebilen biri değildim çok zor güveniyordum ve onunla daha yeni tanışmıştık. Bence, Güvenmek, gözü kapalı cehennemde gezmek gibiydi.
"Nerden bileceğim yapmadığını? Ya içtikten sonra bir şey olursa?" dedim.
Uysal bir sesle, "O zaman şöyle yapalım içtikten sonra bir şey olursa gel sık kafama. Gerçi bir şey olursa muhtemelen öyle yaparsın." dedi.
Evet koçum bir sıkıntı mı var?
Elimi çektim, "Tamam." dedim.
"Bana olan güvenin gözlerimi yaşarttı." dedi alayla.
🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️
Barın ordan sonra birkaç yeri daha göstermişti ki Ayaz beni arayıp kamera görüntüleriyle birlikte yola çıktığını söylemesiyle ana binaya doğru yürüyorduk fakat bu yol beni getirdiği yol değildi, "Burdan gelmedik?" dedim.
"Sen biraz daha gezmiş ol ve biraz daha sinirin yatışsın diye seni uzun yoldan getirdim, ordan yirmi dakika burdan beş dakika sürüyor." dedi.
Boşu boşuna o kadar yürümüştük ama Armut reçelini bulduğumuz aklıma gelince bir şey demedim.
"Arel ve Aras'a benim yüzümden mi ceza verdin?" dedim.
"Hayır, bayadır ceza verecektim ama sürekli bir şekilde kurtuldular içimde kalmıştı, bahane oldun yani. O ikisi hiç rahat durmuyor sürekli ceza alıcak bir şeyler yapıyorlar ve alıştıklar zaten." dedi.
"Asker olsaydım komutanım olmanı istemezdim, zevkine ceza veren pisliğin tekisin." dedim.
"Burda görebileceğin en yumuşak davranan ve en yakışıklı komutan benim kızıl kafa." dedi.
Ona yandan bakıp göz devirdim ama dudaklarımda minik bir tebessüm vardı.
Binadan içeri girmiş asansörlere doğru yürüyorduk. Armut reçelini taşımaktan kolum ağrımıştı, çok ağır değildi ama sürekli taşıdığım için kolum ağrımıştı.
Barın bunu fark etmiş olmalı ki, "Ver bana." deyip bir şey söylememe veya yapmama fırsat vermeden elimden aldı.
Asansörle yedinci kata çıktık. Barın'ı takip ettim, koridorun ortalarındaki bir odanın kapısını önünde durdu. Cebinden çıkardığı bir anahtarla kapıyı açtı.
İçeri girdiğimizde odayı inceledim, kapının karşısındaki duvarında bitişik L şeklinde krem renginde masa vardı, masanın bitişiğindeki duvar cam duvardı, denizin bütün güzelliğini gözler önüne seriyordu ve daha ferah gösteriyordu. Masanın önünde dört tane yuvarlak tekli koltuklar karşılıklı koyulmuştu. Masanın karşısındaki duvarda büyük siyah bir kitaplık ve içinde dosyaları vardı. Kapının olduğu duvara monte edilmiş kavhe barı vardı, kahve barının önünde, karşılıklı ve ortalarında siyah yuvarlak sehpa olan gri renk iki kişilik koltuklar vardı. Cam duvarda bir tane daha kapı vardı fakat kapalı olduğu için nereye açıldığını bilmiyorum.
Çok güzel ve ferah bir odaydı.
Barın, "Yandaki oda benim odam, ilk başta bu oda ve benim odam arasında duvar yoktu yani tek odaydı çok büyük olunca araya duvar ördüler," cam duvardaki kapıyı gösterdi, "balkon ortak ama istersen veya rahatsız olursan kullanmam veya araya duvar falan yaptırırız." dedi.
Ben rahatsız olmayayım diye balkonu kullanmayacağını mi söylemişti?
"Benim için sorun yok." dedim.
"Gel sana balkonu da göstereyim." dedi.
Balkona girdiğimde kahverengi ve krem rengi ağırlıklı cam balkon karşıladı beni. Dekorasyon ve ışıklandırmayı kim yaptıysa çok güzel yapmıştı. Galiba bu balkondan çıkmayacaktım.
Barın, " Ben düzenledim burayı, beğendin mi?" dedi.
O mu yapmıştı burayı?!
Gerçekten şaşırmıştım ama belli etmedim ve gıcıklık olsun diye, "Hayır, çok kötü olmuş." dedim.
Bana döndü ve burnuma baktı.
Burnumda bir şey mi vardı?
" Yüzümde bir şey mi var?" dedim.
"Burnun uzuyor." dedi.
"Ne?!" dedim kaşlarımı çatarak.
"Yalan söylediğin için pinokyo gibi burnun uzuyor." dedi.
Yalan söylemiyordum...
Elimle 'azıcık' işareti yaparak, "Birazcık ama birazcık güzel olmuş olabilir ama birazcık." dedim.
Konuşunca gözlerime bakıyordu ama şu an hâlâ burnuma bakıyordu.
"Off tamam ya çok güzel olmuş. Oldu mu?" dedim.
" Aferin kızıl panda, hep böyle doğruyu söyle, gerçi yalan söyleyince fazlasıyla belli oluyor." dedi.
" Barın." dedim gülümseyerek. Yutkunmuştu.
Ona doğru bir adım atıp, "Benim." dedim.
Bir adım daha atıp "Adım. " dedim.
Bir adım daha atıp, " Çilen, benim adım Çilen." dedim.
Adım atarken bu kadar yakınına geleceğimi fark etmiştim ama şu an resmen dibine girmiştim
Geriye gideceken, Barın belimi tuttup gitmemi engelledi. Kafamı kaldırıp gözlerine baktığımda ilk defa ela gözlerini bu kadar yakından görüyordum.
Gözleri... Çok güzel ve çok tanıdıkdı...
Dudaklarını aramasıyla gözlerim dolgun dudaklarını buldu. Tam bir şey söyleyeceken balkonun kapısının açılmasıyla direk geri çekildim. İçeriye anlamsızca ikimize bakan Ayaz girdi.
Galiba görmemişti.
"Savcım, ben kapıyı çaldım ama yoktunuz içerde, çok havasız olunca girdim." diye bir açıklama yaptı.
"Gel Ayaz." dedim, içeri girdi.
Göz ucuyla Barın'a baktım az önceki yumuşak ifadesi yerini sert ve çatık kaşlara bırakmış Ayaz'a bakıyordu.
Ayaz'ı göstererek, "Ayaz, benim kalemim." dedim.
Ayaz'a baktım, muhtemelen Barın öyle baktığı için kaşlarını çatarak Barın'a bakıyordu. Barın'ı göstererek, "Barın, Alev timinde yüzbaşı." dedim.
Neden birbirlerine öyle bakıyorlardı?
İkisi de ellerini uzatıp tokalaştılar. Daha fazla bu gergin ortamda bulunmak istemediğim için, "İkimizde memnun olduğunuza göre, hadi Ayaz yürü dosyalara bakalım." dedim, Barın'ın elinden Armut reçelini alırken, "Gezdirdiğiniz için teşekkür ederim yüzbaşım." dedim. "Rica ederim savcı hanım her zaman." dedi.
Ayazla birlikte odama geçtik masama otudum o da balkondan aldığı bir sandalyeyi masanın yanına çekmişti. Ayaz'dan biraz bilgi almış biraz da dava hakkı konuşmuştuk.
Getirdiği bilgisayardan görüntüleri açtı, görüntüye önce Selim sonrada Faruk girdi galiba yangın merdivenlerden aşağı iniyorlardı . Selim "Hayatım bak Faruk abiyle birlikteyiz. İş yerindeyiz." diyip etrafı çekerken biraz aralık metal kapının arkasından bir kadın gözüktü ikisi de görmüş olucak ki ses çıkartmadılar kamera kapıya doğru biraz daha yaklaşmıştı, kadın daha net gözüküyordu, uzun sarı düz saçlarına sokaktak lambasının ışığı vuruyor, üzerinde askılı toz pembe bir bluz, altında beyaz pileli bir etek vardı ve ayağını oynatıp duruyordu sanki birini bekliyor gibiydi. Biraz daha dikkatli bakınca kim olduğunu anladım.
Aleyna...
Faruk fısıldayarak, " Karıya bak lan taş gibi." dedi. Selim'de fısıldayarak, "Bu saatte ne işi var burda bu karının?" dedi. Faruk fısıldayarak, "Ne işi olacak s*kilmek istiyor s*rtük, eteğe bak, yürü yarıdım edelim." dedi.
Elim yumruk haline geldi.
O sırada Aleyna'nın olduğu odaya Akif ve Akif'in taşıdığı kör kütük sarhoş olduğu fazlasıyla belli olan Baran girdi.
Akif, ayakkabılarına iple büyük karton gibi bir şeyler bağlamıştı, muhtemelen ayak izi çıkmama için yapmıştı şerefsiz, ellerine eldiven takmış Baran'ı tutmadığı elinde büyük bir bıcak vardı.Akif Baran'ı yere fırlattı, zaten fazlasıyla sarhoş olan Baran yere düşmesiyle muhtemelen bayılmıştı.
Aleyna yüksek bir sesle, "Ne yapıyorsun Akif? Gel seni Baran'la barıştırıcam dedin sana güvenip geldim bu hali ne?" dedi. Akif, "Kes lan or*sbu onu benimle yatarken niye düşünmedin?" dedi.
Biraz kavga ettiler ama Akif'in sinirlendiği belli oluyordu. Bir anda gelip elindeki bıçakla, Aleyna'ya hiç dokunmadan sadece bıçağı boynunda kaydırarak boynunu kesti.
Aleyna'nın üstü ve sarı saçları kendi kanına bulanmış ve yere düşmüştü.
Akif, Aleyna'nın yere düşüşünü izlerken kahkaha attı ve yavaşça ordan uzaklaştı.
Güvenmek, gözü kapalı cehennemde dolaşırken şeytana yakalanmak gibiydi...
🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️
Barın'ın ağzından ...
🕯️⚖️🪄🐚✨🦪☄️
🪄Bölüm sonu ballarımmm 💫💗
Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayın🪄🤍
Seviliyorsunuz✨😽
💓Bir sonraki bölümde görüşmek üzere 🪄 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |