
Kar tanelerini görüyor musun? Her biri diğerinden farklı bizim anılarımız onlarda saklı.
Zifiri karanlığın içinde yürüyordum ruhum karanlığa alışkındı ancak yürüdüğüm yolda binlerce kez düştüm tekrar ayağa kalkıp yürümeye devam ettim zaman ise su misali akıp giderken düşen takvim yaprakları ruhum kadar cansızdı önüme düşen bir yaprağı elime aldım 24 Ocaktı.
Aniden kar yağmaya başladı etrafıma bakındım neredeydim böyle? Yürüdüğümü dahi fark etmeden adımlarım durdu o esnada arkamdan ezilen kar sesleri geldi hızla sesin geldiği yere dönüp baktığımda kocaman bir Noel ağacı duruyordu üzeri çeşit çeşit süsler ile bezenmişti elimde sıcak kahve olan bir karton bardak vardı karşımda ise kıymetlisini yitirmiş gibi etrafa bakan bir adam kaşlarımı çattım neyini kaybetmişti ki delirmiş gibi etrafına bakınıp duruyordu anlam vermememiştim.
Konuşmak için ağzımı açtığım sırada sadece dudaklarım oynamıştı sesim çıkmamıştı parmaklarımı hızla boğazıma götürdü neden sesim çıkmıyordu? Bu kez yüksek sesle adını haykırdım ancak değişen hiçbir şey yoktu adam etrafa bakmaya devam ediyordu. Yürümeye yeltendim ama nafile adımlarım yere mıhlanmıştı sanki tek bir adım dahi atamadım bakışlarımı yerden çektim karşıya baktığım an gözlerime baktı o an adımlamak için çırpınan bedenim donup kalmıştı bakışlarında birçok şey gördüm ancak yalnızca bir tanesi içimde parça koparmaya yetmişti.
Yere eğdim bakışlarımı bilmesin istedim, görmesin dedim kendi kendime tekrar kaşlarımı çattım istemsizce, adımlarım bu kez geriledi yerde gördüğüm şeyle şaşkına dönmüştüm kar içerisinde taç yapraklarının en dip yerlerinden koyu pembe şekilde başlayıp uçlara gelinceye dek açılan rengiyle Açelya çiçeği ayak uçlarımdaydı kafamı kaldırıp karşımda olan kişiye baktığımda onun artık yerdine olmadığını gördüm.
Etrafımda dönüp başka yerde olup olmadığına baktım sessiz ve karanlıktı var olan Noel ağacı ise artık yoktu ardında kalan tek kesilmiş bir gövdeydi bu benzetme canımı fazlasıyla yakmıştı gözlerimi açıp kapamamla aniden kar fırtınası tenime çivi kadar sert şekilde kar tanelerini bana yöneltiyordu çığlık duydum korkudan irkildim benim çığlığım…
🌙
Derin nefes alarak olduğum yerde donup kaldım etrafıma bakındım evdeydim elim boğazıma gitti fısıltıdan ibaret “Kabustu. Sadece kabus Vera…” kendimi telkin eden bir sesle, içimde ki ses ‘Kabuslar gerçekleşir…’ aniden onu susturmak adına uyandığım yerden kalktım hızlı hareket ettiğimden olsa gerek başım dönmüştü destek almak adına yatak başlığına tutundum.
Gözlerimi kapadım etrafın döndüğünü hissediyordum, elim ayağım boşalmış gibi güçsüz ve halsizdi yaklaşık iki dakika öylece kaldıktan sonra sonunda gözlerimi açtım etrafa baktım karanlıktı telefonum çaldı parlayan ekrana baktığımda ekranda gördüğüm isimle kısa süre bakıştık.
En sonunda telefonu elime alıp açma tuşunu kaydırıp telefonu kulağıma götürdüm karşıdan içten bir sesle “Vera.” derin bir erkek sesi, nefesimi bıraktım “Efendim, Ronald.” Sesimde olan yorgunluğu gizlemeye gerek dahi duymadım ama o bunu pek önemsemiyor gibi devam etti “Sabah aradım ancak telefonuma geri dönmedin.” Gözlerimi devirdim arkadaştık ama o farklı bir gözle görüp davranıyordu.
Net bir şekilde “Yeni bir dava içerisindeyim zamanım yoktu.” Ayrıca bırak zamanı akıl dengem dahi yerinde değildi en son başkomisere yaptığı hata yüzünden fırça attığım aklıma geldiğinde kan tekrar beynime sıçradı.
***
Sertçe kapattığım başkomiser odasının cam olan kapısı kırılma noktasına gelmişti korkudan oturduğu yerde sıçrayan başkomiser bana korku gözlerle bakıyordu dişlerimin arasında “Sen neye dayanak sorgu odasında bulunan kişiye tutuklama emrini verdin başkomiser bana cevap ver!” Sesim fazla yüksek olacak ki etrafta olan hep kapı sesini hem de bağırmamı duymuştu.
Bunu zerre umursamadan üzerine yürüdüm gözlerimi açıp gözlerine bakarak tek tek “Sana. Bir. Soru. Sordum.” sesim fazla ürkütücüydü bakışlarımın ise ondan kalır bir tarafı yoktu yutkunduğunu işittim “Sayın savcı…” sağ kaşımı kaldırdım “Evet?” Sesim buz kadar soğuk etkim ateş kadar yüksekti.
Eli ayağı birbirine dolandı “Bize bir ihbar geldi sabah erken saatlerde Lev Kuznetsov'un öldürüldüğü an da.” Alnından şakağına doğru ter damlası kayıp gitti yüzü korkudan çekilmiş beyaz bir hal almıştı ona tek bir adım attım topuklu ayakkabımın sesi oda da yankılandığı zaman onun şakağından ter damlası yeri boyladı.
Çenemi dikleştirdim o ise gözlerime bakmak için kafasını kaldırdı ve titreyen sesle devam etti “Bize gelen ihbar da Lev Kuznetsov’un öldürüldüğünü oğlunun ise odadan hızla çıkarak oradan ayrı-” elimi havaya kaldırdım anında sustu “Başkomiser kariyerinin bitmesi tek bir cümleme bakar. Eğer işini layığı ile yaparsan devam ederiz.” Omzunda toz varmış gibi silkelefim “Ha! Ama yok diyorsan…” kulağına eğildim donuk bir sesle “O zaman işini daha iyi yapacak birini koyacaklarını garanti ederim.” Ondan uzaklaştım.
Yüzüne baktığım biraz önce beyaz olan yüzü şimdi kırmızı renge bürünmüştü “Bu seni ilk ve son uyarışıam eğer ki bir daha benim davam da böyle bir hata ile karşılaşır işte o zaman kalemini kırarım.” Geriye adım attım arkamı dönüp ilerlerken “Bay Kuznetsov’u serbest bırakın.” dedim net bir sesle aniden adımlarım durdu “Ayrıca başkomiser.” Kafamı yan çevirip ona baktım “İhbar eden kişiyi bulup buraya getir ve kamera kayıtlarını dikkatli izle.” Son defa ters şekilde baktığımda oradan ayrıldım.
Ardımda kalan saklı gerçekler kapının ardında kalan adamla bir kez daha örtülüdü.
***
Dişlerimi sıktım öfkem içimde kaynamaya başlıyordu Ronald'ın dingin sesi karşıdan yankılandı “Anlaşılan seni bugün fazla öfke içerisinde bırakmışlar.” Tuttum nefesi verdim yorgun sesle “Evet.” Derin nefes aldığını duydum kısa süre bekledi “Akşamı unutmadın değil mi?” İçimden gitmek gelmiyordu bugün olanları düşünmem gerekti ama bu yemek için bir hafta öncesinden ona söz vermiştim “Saat kaç gibi burada olursun?” Karşıdan düşündüğünü belli eden mırıldanmalar duydum.
Sakin ve dingin sesi “Saat sekizde orada olurum.” Kol saatime baktım, saat akşam yediye çeyrek vardı oturduğum yerden kalktım “Tamam, o halde geldiğin an beni ara ben aşağıya ineyim.” dedim. Derin sesi mutluluğunu saklamadan “Tamam.” ardından devam etti “Görüşürüz.” sadece onayladığımı belli eden ses çıkardım.
Ona görüşürüz diyemedim geçmiş kalbime tekrar hançer sapladı biraz daha içime içime kanadım kanadım ağlamamak adına tırnaklarımı avuç içlerime batırdım, acım hüznümü bastırdı zihnimde belli belirsiz anılar canlandı kafasını yana yatırmış küçük bir beden ellerini önünde birleştirmiş parmaklarını izleyerek üzüntülü sesiyle “Tekrar geleceksin değil mi?” diye sordu bana önünde eğildim yüzüne bakamadım ama gelecektim ona gülümseyerek “Seni asla terk etmem biliyorsun.” Gözünden bir damla minik suratında akıp düştü.
Yutkundum içimden bir parça koptu yüzüne uzandıp yüzünde iz bırakıp giden gözyaşını sildim “Gelirken sana ne getirmememi istersin?” Gözlerini kaldırıp bu kez bana baktı “Ne istersem mi?” Biraz önce ki hüzünlü sesi yitip gitmişti onun yerine heyecan vardı gülümsedim ve kafamı salladım “Ne istersen.” Boynuma sarıldı “Bunun için düşünemem gerek…” boynumdan uzaklaştı yanağıma hızla öpücük bıraktı, onu kendime çekip sıkıca sarıldım saçlarına üst üste öpücük bıraktım şen kahkahası etrafa yayılmıştı.
Kollarımın arasında kıpırdandı Geri çekildiğimde “O zaman görüşürüz …” son kelimesini duyamadım ama gülümseyerek “Görüşürüz.” dedim onun bana bırakıp gitti hatırların birine.
Zehirli olan şeyler bedenimi sarmadan önce içimde olan o masumluğu aradım ama onlar kanlar içinde yok olalı uzun zaman oluyordu. Derin soluğum ruhum kadar ağır geldi omuzlarım çöktü acı geçmez. Zaman iyileştirmez zaman acıyı hep hatırlatır bu da daha fazla çökmeye sebep olur.
Beni ne iyileştirir bilmem bildiğim tek şey keskin hareler beni okyanusunda öldürdüğü.
***
Hareketlerim oldukça yavaş ve içtensizlikteydi. Üzerimde siyah dantelli bir elbise giymiştim, saçlarımı kendi haline bıraktım sadece gözlerimin önüne düşen perçemlerimi şekil verdim ve son olarak yüzüm de olan makyajı tazeledim gözlerimin kenarlarına tekrar kesin şekilde siyah far uygulayarak eyeliner görünümü verdim ardından kirpiklerimin üzerinden tekrar maskara geçtim ve koyu kahve tonlarda ruj sürdüm.
Ayna da kendime baktım uzun süre “İstediğin yer, olmak istemediğin gerçek.” Dedim kendi kendime sesim cılızdı, zayıflığım kendimeydi öfkem ve nefretim ise iki kişiye aitti. Yutkundum siyah gözlerim ayna karşısında titriyorlardı daha fazla dayanamadım ayağa kalktım aynalardan nefret ederdim.
Hızla kendime sırtımı döndüm ayakkabı dolabıma yürüdüm karşıma çıkan ilk siyah topuklu ayakkabıyı alıp giydim 1.70 boyum artık 1.82 olmuştu. İlk adımı attım tok sesi parkede yankılandı o esnada telefonum çaldı sesine yaklaştım elime aldığımda karşıdan Ronald'ın sesini duydum “Geldim, seni aşağıda bekliyorum.” Sessizce nefes aldım soğuk şekilde “İniyorum.” en kısa şekilde söyledim.
Telefonu kapattım ve uzun siyah kabanımı üzerime giyip çantamı da alıp odamdan çıktım tek tek merdivenleri indim sadece benim adım seslerim evde birinin yaşadığını gösteriyordu aslında bir nevi doğru da sayılırdı ama bilinmeyen bir şey daha vardı ki bu evde yaşayan benin aslında bedeni canlıydı ruhu öleli üç yıl olmuştu.
Işıklar sönmezdi evimde bunun da bir nedeni vardı ama kendime hatırlatmak istemedim, adımlarım dış kapıya ulaştığında çelik kapı koluna dokunduğum çıkmadan son defa baktım evin içerisine sadece benim bildiğim o cümleyi kurdum “Sen karanlıksın, sen ışığı sönmüş…” devam edemedim dilimi ısırdım kapıyı açtım gecenin karanlığı ve sert soğukluğu yüzüme hatta saç diplerime kadar hissettirdi.
Nefesimi verdim buğ olup göğe yükseldi ardından korna sesi duydum bahçenin dışına park edilmişti oraya yürüdüm içine sinen ben yok olmuştu saniyeler içerisinde, adımlarım kendimden emindi çenem her zaman olduğu gibi tekrar havadaydı bakışlarım ise karşımda olan arabada.
Adımlarım ağaçtan düşen yapraklar kadar ölü, soğuk kadar keskindi. Aracın kapısını açıp içeri girip oturdum içerisi sıcaktı ona ait olan sandal ağacı kokusu arabanın içerisine dolmuştu bu kokuyu sevdiğim söylenemez fazla ağırdı.
Sesini duydum “Hoşgeldin.” ona döndüm oldukça özenli hazırlanmıştı üzerine siyah bir takım vardı içine beyaz bir gömlek giymişti saçlarını özenle yapmış ve geriye taramıştı mesafeli bir sesle “Hoşbuldum.” dedim. Aramıza mesafe koymak her seferinde benim işimidi o ise yıkmaya çalışıyordu ama boşuna olduğunu ikimiz de biliyorduk.
Karşısında neşeli olan o kişi en sonunda kökünden koparılnca fark etti hep sevdiği gökyüzünün en koyu mavisinden vazgeçtiğin...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
