
Clark gözlerini yavaş yavaş açarken, buğulu görüntüler netleşmeye başlıyordu. Düşmenin etkisiyle kafasını çarpmış ve vücudunda sıyrıklar oluşmuştu. Dişlerini sıkarak dizini tuttu. Kot pantolonunun dizi yırtılmıştı. Yattığı yerden doğruldu, ağır adımlarla ayağa kaldı. Elini istemsizce alnına götürdü. Dişlerini sıkıp sızladı. Parmak uçlarına kan bulaşmıştı.
Sendeleyerek az ilerideki bisikletine doğru yürüdü. Bisikletini kaldırıp destek aldı. İleride birbirine girmiş bir sürü arabayı gördü. Yol adeta kapanmıştı. Açık kapılardan sarkan bedenler, kırık camlar, metal yığınları. Clark, gördüklerinin bir rüya yada çarpmanın etkisiyle oluşan bir halüsinasyon olduğunu düşünmek istiyordu. Değildi. Her şey gün gibi ortadaydı. Bisikletinden destek alarak, ilerledi.
Arabalar adeta birbirini yutmuş gibi görünüyordu. Clark karnının kasıldığını hisseti. Şiddetli bir şekilde, kusma isteği geldi. Elini dayadığı buz mavisi bir Toyoto Aqua'nın yanına istifra etti. Derin bir nefes aldı. Benzin kokusuna karışan kan kokusu daha fazla kusmasına neden oldu. Nefes alış verişi hızlanmaya, kalbi daha hızlı atmaya başlamıştı. Gözlerinin karardığını hissediyordu. Alnından akan terler, iri dudaklarına indiğinde, dilindeki tuzun tadını fark etti. Gitmeliydi buradan, uzaklaşmalıydı.
Gördüğü manzarayı asla unutamayacaktı. Kıyamet günü bu olmalıydı. Sokaklar bomboş, şehir terkedilmiş, ya da terkedilmeye çalışılmıştı. Peki ne olmuştu bir anda? O an Clark'ın aklına neden evden çıktığı geldi. Hızlıca cebinden telefonunu çıkarttı. Düşmenin etkisiyle, telefonunun camı çatlamıştı. Refleks olarak parmağını ekrana götürdüğünde, kırık cam parçaları parmağını kesti. Hızlıca parmağını çekip ağzına götürdü. "Siktir, siktir, siktir!" dedi sinirle. Yarısı kaybolmuş ekranın sağ üst köşesinde sinyal olmadığını gördü. Öfkeyle telefonu yere attı. İki kere asfaltta seken telefon parçalara ayrıldı.
Hızlıca eliyle pantolonunun ceplerini yokladı. Küçük bir kağıt parçasını çıkardı. Kargacık burgacık el yazısıyla yazdığı adrese baktı. Çok uzak değildi. Yürüyerek on beş dakikada orada olabilirdi, yine de bisikletini aldı. Pedala abandığında, dizindeki acı daha da arttı. Dişlerini sıkarak pedalı çevirmeye devam etti.
Yollar cesetlerle doluydu. Clark, kokuya daha fazla dayanamayıp ani bir frenle durdu ve üzerindeki t-shirtü çıkarıp burnunun etrafına doladı. Hayatının birkaç gün içerisinde nasıl değiştiğini düşünüyordu. Sadece hayatının değil, tüm dünyanın değiştiğini düşünüyordu. Sanki, bisikleti duvara doğru hızla sürüp duvara toslarsa, sıçrayarak kabustan uyanacakmış gibi hissediyordu. Bu düşünce ona her ne kadar mantıklı gelse de, kolundaki acı ve tepede sırtını yakan güneş, yaşadığı gerçeğini yüzüne acı bir tokat gibi vuruyordu. Çaresiz hissediyordu. Korkuyordu. Korkunun en ucundaydı. Yine de kendini güçlü hissediyordu.
Yerdeki bedenlere çarpmamaya çalışarak bisikletiyle zig zag çizerek ana caddeden çıktı. Ara sokağa girdiğinde ise farklı bir durum yoktu. Bir anda sessizliğin içerisinde bir hışırtı duydu. Durup kafasını havaya kaldırdı. Sesin nereden geldiğini anlamaya çalışıyordu. Belki birileri hâlâ hayattaydı. Bir süre bekledi. Sessizlik olmuştu.
Tam pedala basacağı anda devrilen bir teneke sesi duydu. Kafasını çevirip baktı. Ara sokaktaki çöplüğün içinden bir konserve kutusu yuvarlanarak caddeye doğru gidiyordu. Clark kaşlarını çattı. Ardından poşet sesleri duyuldu. Clark tedirgin olmuştu. Belki biri çöpü karıştırıyordur. Diye düşündü. Bisikletinin direksiyonunu o yöne çevireceği sırada sokağın arasından bir köpek çıkageldi. Clark gözlerini kocaman açıp şaşkınlıkla baktı. Köpeğin tasması, zayıflıktan neredeyse düşecek gibi duruyordu.
Köpek Clark'a doğru gelmeye başladığında, Clark ürktü. Az önce çevirdiği direksiyonu yavaş yavaş diğer tarafa çevirmeye başladı. Köpek dişlerini gösterirken, adımlarını hızlandırdı. Clark yavaş ve dikkatli bir şekilde ayağını pedala koydu. Köpek hızlandığı an Clark pedala bastı ve var gücüyle çevirmeye başladı. Köpek havlayarak arkasından koşarken, bir anda ara sokaklardan başka köpekler de çıkmaya başladı. Clark'ın kalbi bir maraton koşucusu kadar hızlı atıyordu.
Görüşü daralmıştı. Arkasında belki yirmi, belki de otuz tane köpek vardı. Ara ara arkasına bakıyordu . Köpekler git gide daha da hızlanıyordu. Sağa dönüp iki katlı beyaz evlerin olduğu aradan hızlıca geçti. Oradan sağa döndü ve Rongotai caddesinin eğimli yokuşunda bisikleti iyice hızlandırdı. Köpekler iyice yorulmuş olacak ki, bir çoğu takibi bırakırken, inatçı birkaç tanesi kovalamaya devam ediyordu.
Clark, hızlı kararlar vererek, kağıttaki adrese gitmeye devam ediyordu. Yol biraz daha uzamıştı belki ama köpekleri atlatabilirse nerede olduğunu kestirebilirdi. Clark, aniden önüne atlayan köpeği ezmemek için direksiyonu sola kırdığında Troy caddesinde buldu kendini. Bundan sonrası kolaydı. Pedal çevirmekten bacakları ağrımıştı ama burada durursa emindi ki bu köpekler onu parçalara ayırırdı. Biraz daha dayanması gerektiğini biliyordu.
İlerledikçe peşine başka köpekler daha takılmaya başladı. Clark, adresteki sokağa giriş yaptı. İlk gördüğü kapı numarasına baktıktan sonra, hızlıca kaçıncı evin önünde durması gerektiği hesapladı. Birkaç yüz metre ileride sağdaki tek katlı evlerin olduğu yerde bisikleti atarcasına indi. Peşi sıra dizilmiş kahverengi çitlerin üstünden atlayarak köpekleri atlattı.
Hemen önündeki yarısı krem rengi tuğla, yarısı Amerikan siding kaplı evin yan tarafına doğru yuvarlandı. Köpekler çitlerin diğer tarafında zıplayıp havlarken, Clark derin bir nefes aldı. Kalbi göğüs kafesinden çıkacakmışçasına atıyordu. Ayağa kalktı. Hızlı olmalıydı.
Sol tarafa doğru yürürken köpeklerden biri çiti geçmeyi başarmıştı. Clark, dizindeki acıya rağmen koşmaya başladı. Evin kapısına geldiğinde köpekle arasında neredeyse otuz metre vardı. Clark, kapının kolunu hızlıca çevirerek kendini içeri attı ve kapıyı kapadı.
"Clark?" dedi bir ses şaşkınlıkla. Clark, yerde yatarken kafasını çevirip arkasına baktı. "William" dedi şaşkınlıkla. Köpekler kapının diğer tarafında havlamaya devam ederlerken, William, Clark'ı yerden kaldırıp sarıldı. Neredeyse ağlayacaktı. Clark'ın kalbi, William'ın göğsünde atıyordu. William "Tamam, geçti. Sakinleş" diye Clark'ı telkin etmeye çalışıyordu. Clark, bacakları titreyerek ilerideki koltuğa doğru yürüdü. Oturdu.
O sırada mutfaktan Rachelle çıka geldi, elinde tuttuğu bir bardak suyu Clark'a uzattı. "Rachelle!" dedi Clark, kafasını kaldırıp gözgöze geldiğinde. Yüzüne bir gülümseme oturmuştu. Suyu bir dikişte içtikten sonra, "Burada ne işiniz var?" diye sordu. Yutkundu. Rachelle ve William birbirlerine baktıktan sonra, William derin bir nefes aldı. "Kimberly'den haber alamayınca" dedi duraksadı. Clark kafasını hafifçe sağa eğerek tek kaşını kaldırdı. "Kimberly nerede?" diye sordu Clark. William kafasını eğdi. "Maalesef artık yaşamıyor." dedi. Rachelle, elini William'ın omzuna koyarak sıvazladı. "Ama nasıl? Nasıl oldu?" diye sordu Clark, sesi titriyordu.
Elinde tuttuğu bardağı düşürmemek için yere koydu. "Virüs." dedi Rachelle. "Diğer herkes gibi o da virüse dayanamadı.". "Peki şimdi nerede?" diye sordu Clark. William eliyle arka odayı işaret ederek "Geldiğimizde onu odasında ölmüş olarak bulduk." dedi. Clark elleriyle yüzünü kapadı. "Peki şimdi ne yapacağız?" diye sordu. Rachelle ellerini iki yana açıp omuzlarını yukarı kaldırıp indirdi. "Sokaklar başıboş köpeklerle dolu, yollar kapalı." dedi Clark, hâlâ yaşadıklarının bir kabus olduğunu umarak.
Hava kararmaya başlamıştı. Güneş son ışıklarını geniş pencereden çekerken, William oturduğu yerden ayağa kalktı. "Toparlanın gidiyoruz." dedi. Clark ve Rachelle ani bir hareketle kafalarını çevirip William'a baktılar. "N-nereye?" diye sordu Rachelle şaşırmış bir şekilde. William pencereden dışarıya bakarken "burada kalıp ölmeyi beklemeyeceğiz heralde. Askeriyeye gidiyoruz." diye yanıtladı.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 613 Okunma |
172 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |