
Arabanın içindeki sessizlik konuşacak kelimelerin olmayışından değil, yaşadıkları şaşkınlıktandı. Maskelerinin altında açık kalan ağızlarıyla, durmuş hayatı seyrederken Şule'nin kulakları çınlamaya başladı. Basınç gözlerini karartıyordu.
Terkedilmiş sokaklara bakarken yaşadıklarının bir kâbustan ibaret olduğunu düşünmek istiyordu. Aldığı her nefes maskenin içinde geri burnuna dolarken gözleri karardı. Uzanıp önündeki cama tutundu. Ani bir fren sesi İstanbul semalarında yankılandı.
Göktürk panikle dönüp Şule'ye baktı. Şule kusmaya çalışıyordu. Göktürk arabayı durdurmuştu. Şule'ye dönüp "Şule! Şule!" diye bağırsa da sesler o kadar uzaktan geliyordu ki; Şule son kalan enerjisiyle, dönüp Göktürk'e baktı.
Gözlerindeki yorgunluk ve korku bir süre sonra kapanan göz kapaklarının ardında kalmıştı. Göktürk panikle emniyet kemerini çözüp Şule'ye doğru uzandı. Bedeni emniyet kemerinden sarkan kızın kafasını geriye doğru itip yanaklarına hafifçe vurmaya başladı. Maskesini indirdi.
Şule kesik kesik nefesler alıp veriyordu. Göktürk paniklediyse de serin kanlılığını korumaya çalışıyordu. Arka koltuktaki su şişesine uzandı. Kapağını açıp hızlıca Şule'nin yüzünü ıslattı. Adeta yüzünden kan çekilmişti. Göktürk camları açmak için yeltendiyse de bunu yapamadı.
Şule'nin kemerini çözdü. Ellerini yanına koydu ve koltuğu biraz geriye yatırdı. Yüzüne biraz daha su çarptıktan sonra Şule, sayıklayarak gözlerini açtı. Göktürk elleriyle yüzünü kapatırken direksiyona yaslandı. Tüm bu olanlara bir açıklama arar gibiydi. Şule kendine geldiğinde acı dolu bir tınıyla "Göktürk" diye seslendi.
Göktürk, hızlıca kafasını çevirip Şule'ye baktı. "Şule! İyi misin?" diye sordu. Şule gözlerini kapatıp açtı. Yaslamış olduğu kafasını sağa çevirip dışarıya baktı. Her şey durmuştu. Zaman durmuştu sanki. O trafik, o gürültü gitmişti. Gözünden sessizce bir damla yaş aktı. "Şimdi ne olacak?" diye sordu.
Göktürk, köprünün üzerindeki yığılmış araçlara bakıyordu. Buradan daha fazla devam edemezlerdi. Göktürk "Bilmiyorum." dedi. "Geri dönelim." diye öneride bulundu. Şule kafasını iki yana salladı. "Ben dönmeyeceğim. Evime gitmek istiyorum." dedi. Göktürk, "İmkanı yok, arabayla devam edemeyiz." dedi. Şule omuzlarını silkti. "Biliyorum. Yürüyeceğim." dedi ısrarcı bir tonla.
Göktürk tam bir şey söylemek için ağzını açmıştı ki Şule atıldı. "Göktürk, her şey için teşekkür ederim ama gitmek istiyorum. Sen istersen geri dönebilirsin." dedi. Göktürk kesik kesik gülerek, "Şaka mı yapıyorsun? Tabii ki de seni yalnız bırakmayacağım." dedi. Şule kafasını çevirip Göktürk'e baktı ve yarım yamalak bir gülücük yolladı.
Derin bir nefes aldı. Eliyle ıslanmış saçlarını geriye iterek bileğindeki tokayla hızlıca topladı. "Hadi gidelim o halde." dedi. Göktürk kafasını salladı. Şule maskesini taktı. Arabadan indiler. Hafif esen rüzgar yüzlerine çarpıyordu.
Şule, araba yığınlarının arasından geçerek köprünün tırabzanlarına geldi. Önünde uzanan görkemli Boğaz'a baktı. Hiç bir zaman böyle boynu bükük duracağını tahmin edemezdi. O kadar sessiz, o kadar üzgün duruyordu ki, bir süre öylece izledi. Boğazın yanına kurulmuş yalılara baktı.
Acı dolu bir gülümseme belirdi suratında. Rüzgar hafif hafif esmeye devam ediyordu. Etraftaki tek ses rüzgarın uğultusu ve yetim kalan martıların acı ötüşleriydi. Göktürk elini Şule'nin omzuna koydu. "Hadi Şule gidelim." dedi. Şule parmaklarıyla gözyaşlarını sildikten sonra köprünün kenarından yürümeye başladılar. Güneş ışıklarını yavaş yavaş çekip de göğü kırmızıya boyamaya başlarken köprüden indiler.
Gidecek çok yolları vardı. Göktürk sağa sola bakındı. Şule durmadan yürümeye devam ediyordu. Yaklaşık bir saat yürüdükten sonra önlerinde uzanan bayıra geldiler. Şule köşedeki kaldırıma oturdu. Göktürk ise soluk soluğa kalmıştı.
Koca İstanbul'da sadece iki kişinin kaldığını düşünmek bile delirmesine yetebilirdi. Göktürk "Birileri olmalı. Yardım edecek ya da bir şeyler bilen birilerini bulmalıyız." dedi. Şule "Nereye gidebiliriz ki?" diye sordu. Göktürk dudaklarını büzdü. Kafasını kaşıdı. "Belki de insanlar hâlâ evlerindedir. Bir çıkan biz varızdır." dedi Şule.
Göktürk tek kaşını kaldırdı. "Olabilir"dedi. "o halde birinin kapısını çalalım, belki bir şey bilen birileri çıkar." diye ekledi. Şule kafasını salladı. Karşılarında duran apartmana baktılar. Göktürk arnavut kaldırımlı yolun karşısına geçip apartmanın girişine geldi. Rastgele bir zile bastı.
Biraz bekledi. Cevap gelmemişti. Bir kere daha bastı. Yine cevap yoktu. Bu defa başka bir dairenin ziline bastı. Bekledi. Cevap gelmemişti. Kafasını kaşıdı. Son bir kez şansını denedi. Başka bir zile daha bastı. Yine cevap yoktu. Hayal kırıklığına uğramıştı. Arkasını dönüp Şule'ye doğru yürürken "Dzzt" diye bir ses duydu.
Hızlıca kafasını çevirdi. Biri giriş kapısını açmıştı. Şule ayağa kalktı hızlıca Göktürk'ün yanına geldi. Göktürk az önce zillere bastığı apartmanın girişinde duruyordu. Giriş kapısını itti fakat açılmadı.
Şaşırdı. Bir daha itti. Yine açılmadı. Sinirlendi. Hızlıca kapıya vurmaya başladı. O sırada tekrardan aynı ses duyuldu. Göktürk vurmayı kesti. Kafasını kaldırdı. Bir kez daha duyuldu. Hızlıca çıktı. Ses bitişikteki apartmandan geliyordu. Hızlıca koşarak kapıyı itti ve açılan kapıdan içeri girdiler.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 613 Okunma |
172 Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |