Elindeki kamerası ile etrafı çekerek ilerlemeye devam etti Eflin. Burada işi bittiği için Ankara'ya geri dönüyordu. Gitmeden önce Meyra'nın yanına uğrayıp veda etmek istemişti. Havanın vermiş olduğu sakinlik ile ilerlerken kamera açısına bir adamın takılması ile duraksadı. Kamerayı gözünden çekip ileriye baktı. Hedefi uzakta olduğu için kamerayı tekrar gözüne hizalayıp hedefine yakınlaştırdı.
Askeri üniformalı birisi ilerideki askeriyenin önündeki duvara yaslanmış sigara içiyordu. Bir kaç tane fotoğrafını çekip yanına gitti.
Yüzüne ufak bir gülümseme kondurdu. "Merhaba."
Baktığı telefondan kafasını kaldırarak karşısında dikilen kadına baktı Bora. Cizre küçük bir yerdi, daha önce bu kadını hiç görmemişti. Boş boş yüzüne bakmaya devam etti. En sonunda "Kimsiniz?" diyerek oldukça kibar bir cevap vermişti.
"Fotoğrafçıyım. Uzaktan sizi görüp birkaç fotoğrafınızı çektim. Bende kalsa sorun olur mu?" Merakla karşısındaki adamın yüzüne baktı.
Bir elindeki kameraya bir kadının yüzüne baktı. "Neden çektiniz?"
"Çok fotojenik duruyordunuz bu yüzden çekmek istedim. Silmemi isterseniz silebilirim." derken bir yandan da fotoğrafları göstermeye başladı.
Bora kendine hayran kalmış ya da bu kadının iyi bir fotoğrafçı olmasına hayran kalmış olmalı ki uzunca kendine baktı. "Yetenekli bir fotoğrafçı olmalısınız. Kendimi daha önce hiç bu kadar karizmatik görmemiştim."
Ufak bir kahkaha attı Eflin. "Teşekkür ederim ve evet öylesiniz."
Şaşırmış bir şekilde karşıladı bu cevabı Bora. "Şuan bana mı yürüyorsunuz?"
"Evet ona mı yürüyorsun?" diyerek ortama giriş yapan kadına döndü Eflin. Omzunu biraz geçmiş sarı saçları, kafasındaki siyah gözlüğü ve aşırı cool giyimi ile her an bu kadına da yürüyebilirdi.
Bora bitmek üzere olan sigarasından son bir nefes çekti, söndürüp yanındaki çöpe attı. Üzerini düzeltip karşısında kollarını bağlamış bir cevap bekleyen kadına döndü. "Neva! Senin burda ne işin var?"
Eflin'den gözlerini çekerek Bora'ya odaklandı. "Sana bakmaya geldim." Oldukça açık bir cevaptı.
"Çok afedersiniz ama siz kimsiniz?" diyerek Neva'ya döndü Eflin.
"Sadece merak ettim." derken Neva'yı baştan aşağıya süzdü.
"Neyse ne, sanırım bir yere gidiyordun sana iyi günler." diyerek Bora'ya dönüp yürümesini işaret etti.
Boş bakışlar ile yanından uzaklaşan ikiliye baktı Eflin. Yaşadıklarına bir anlamı veremeyerek yürümeye devam etti. Cebinden telefonu çıkararak mesaj kutusuna girdi. En üstteki isme tıklayıp kısa bir mesaj attı.
Sonra rehberinde olan başka bir isme tıkladı. Ona da kısa bir mesaj gönderdi. Telefonu geri cebine koyup yürümeye devam etti.
****
Çalan zil ile derin bir nefes verdim. Çok şükür bugünkü derste bitmişti. Çocukların hepsi çantasını toparlayıp koşar adımlar ile sınıftan çıkmaya başladı. Resmen kaçıyorlardı. Çokta umursamadan eşyalarımı toparlayıp bahçeye çıktım. Cuma günü olduğu için istiklal marşı okunacaktı. Kendi sınıfımın önüne geçerek çocukların düzgün bir hizada olmalarını sağladım.
Arka sıraya el atmak için o yöne giderken bahçenin biraz daha ilerisinde tüm heybetiyle dikilen Ömer'i gördüm. Gerçekten delirmeme ramak kalmıştı. Her gittiğim yerde ya başıma bir asker dikiyor ya da kendisi geliyordu. Teröristler merkeze bu kadar yakınsa insanlar neden burada yaşıyordu bunu da hiçbir zaman anlamayacaktım.
Onun orada durmasına aldırış etmeden sıranın önüne geçtim. Bir yan sınıfın öğretmeni de Emre'ydi. Çocukları susturup yanıma geldi. Kafasını arka tarafa çevirdi. "Seninki gelmiş." Geri bana döndü.
Tekrar arkamı döndüm, pür dikkat bu tarafa bakıyordu. Gözüne taktiği siyah güneş gözlükleri gözlerini görmeme engel oluyordu ama sert bir şekilde baktığına emindim. "Geldiyse geldi seni ilgilendirmez, ayrıca benimki falan değil."
Nasıl der gibi yüzüme baktı. "Sevgili olduğunuz karşıda ki dağlardan belli oluyor ya da birbirinizi sevdiğiniz mi demeliyim?" Bu noktada derin bir iç çekmişti.
"Senin de bana karşı duyguların olduğu oradaki dağlardan belli oluyor." derken elimle yalandan karşıda dağ varmış gibi gösterdim.
Anlık panikle elini kolunu nereye koyacağını bilemedi. Çokta panik olası bir şey dememiştim halbuki. İlgisi olduğunu anlamamak ağır aptallık olurdu. Hele de benim gibi zeki bir kadın için komik olurdu.
"S-saçmalama ne h-hoşlanması."
"Aynen Emre ondan." diye geçiştirip önüme döndüm. Klasik müdür konuşmasını yoğun bir sıkıntı ile dinlerken gelen mesaj ile telefonu elime aldım.
Tam ona yakışır düz bir mesajdı. Ondan çıkıp diğer mesaja baktım.
Umursamadan görüldü atıp telefonu cebime attım. Çocuklara veda ederek çıkışa doğru yürümeye başladım. Ömer'in yanına gideceğimi sanıyorsanız çok yanılıyorsunuz. Arkamdan gelişi gözümden kaçmadı.
Hızlı yürümeye devam ederken benden daha hızlı bir şekilde yürüyerek önümde durdu. "Dursana, nereye gidiyorsun." derken, İbrahim Tatlıses gibi kollarını iki yana açtı.
Bu haline içimden bir kahkaha attım. "Müsaadenle evime gidiyorum." Saçımı savurarak, önüme dönüp emin adımlarla yürümeye başladım.
"Ben bırakayım seni." derken hâlâ peşimden koşuyordu.
"Lüzum yok, yolu biliyorum kendim gidebilirim."
Yazel memleketine gittiği için mecbur yürüyecektim. Asla Ömer'in arabasına binmezdim.
Arkamdan bağırma sesini duydum. "İyi sen bilirsin git bakalım."
Arkamı dönüp sevimsiz bir yüz ifadesine büründüm.
Köşeyi dönünce taksi çağırıp beklemeye başladım. Yürüyecek hâlim yoktu. Bir dediğim bir dediğimi tutmuyordu zaten, bu fikrime de pek şaşırmadım. Uzun bir bekleyişin ardından gelen taksiye binip yolu tarif ettim.
Adam sürekli dikiz aynasından bana bakıyordu. Oldukça rahatsız olmuştum. Tedirgin olduğum için telefon rehberimi açık bıraktım. Her ihtimale karşı bunu yapmamda fayda vardı.
"Buralarda yenisiniz sanırım."
Fazla sert ve kaba bir sesi vardı. Buralı olduğu belliydi ama benden düzgün Türkçesi olduğunu inkar edemeyecektim. Aynadan adama baktım, hâlâ bana bakıyordu. Arkası dönük olduğu için tam yüz hatları görünmüyordu ama buradan gördüğüm kadarıyla hafif uzun sakalları ve sesi gibi sert bakan gözleri vardı. Korkutucu gelmişti biraz.
"Evet, iş için geldim." diyerek sohbeti kısa tutmaya çalıştım.
Biranda farklı yola sapınca telaşla etrafıma baktım. "Öbür taraftan dönecektik ama, yolu karıştırdınız sanırım." Tedirgin olduğumu belli etmemeye çalışıyordum.
"Ömer Yüzbaşını tanıyorsun." diye sordu bozuk bir Türkçe ile. Farklı yola sapınca Türkçesi de farklı yerlere sapmıştı herhalde.
"E-evet tanıyorum. Siz nerden tanıyorsunuz?"
"Çok sevdiğim bir arkadaşımdır kendisi." Yüzünde çok kötü bir tebessüm vardı.
Anlam veremedim bu haline. "A öyle mi nerden tanıyorsunuz?"
"Kardeşimi öldürmüştür, ordan tanıyorum. Bende onun canını alacağım." diyerek çok kötü bir kahkaha attı.
"N-nası k-kardeşini öldürdü." Kapanan telefon ekranını açıp Ömer'in üzerine tıkladım. Uzunca çaldı, ama açan olmadı.
"Öldürmenin nesini anlamazsın sen, ne biçim öğretmensin."
Tekrar aramaya bastım çalmaya devam ederken konuşmaya devam ettim. "Ben çocuklara birinin nasıl öldürüldüğünü anlatmıyorum." Ayrıca benim öğretmen olduğumu nerden biliyordu? Takip mi ediliyordum? Okuldan her çıkan öğretmen değildi sonuçta.
Gülmeye devam etti. Göz ucuyla telefonuma baktım. Arama açılmıştı. Büyük ihtimal bana sesleniyordu ama telefonu kulağıma götüremediğim için duymuyordum. Ufaktan mesaj vermeye çalıştım.
"Hâlâ yanlış yoldayız yalnız. Sağa çeker misiniz inmek istiyorum." Aynadan ters bir bakış attı.
"Burası bahsettiğim mahalle değil bizim eve giderken benzinci falan yoktu." Hâlâ ters bakmaya devam ediyordu. Allah'ım lütfen telefonun açık olduğunu fark etmesin. Bütün bildiğim duaları okumaya başladım. Evin konumundan gittikçe uzaklaşıyorduk.
"Kimsin sen?" diye bağırdım en sonunda.
"Kapat çeneni otur güzelce." diye bağırınca öne atılıp direksiyon hakimiyetini kaybettirdim. Ölsem de umurumda değildi, başıma geleceklerden daha iyiydi. Uzun bir sallantıdan sonra yolun köşesindeki ağaçlardan birine çarparak zoraki durmuştuk.
Çarpmanın etkisi ile kafamı cama çarpmıştım, adam da kafasını direksiyona vurmuştu. Uyanmadan hemen arabadan çıkmaya çalıştım. Ana cadde üstünde olduğumuz için dikkatlice karşıya geçmeye çalıştım. Kafamı vurduğum için yoğun bir ağrı hissediyordum. Elimdeki telefonuma baktım arama kapanmıştı. Kendimi kaldırıma zoraki atıp Ömer'i tekrar aradım.
Telaşlı sesi kulağıma gelmeye başladı. "Meyra! Nerdesin. O ses neydi? Noldu? iyi misin?" diyerek bütün soruları tek nefeste peş peşe sıraladı.
Zoraki konuşmaya çalıştım. "İyiyim yani sanırım iyiyim. Şuan anlatamıycam gelip beni alır mısın?"
"Konum at." diyerek telefonu kapattı.
Konum atıp telefonu kapattım. Başım felaket ağrıyordu, beyin kanaması geçiriyor olma ihtimalim çok yüksekti.
Uzun bir süre sonra ambulans ile askeri araçları görünce bugünde yaşadığım için şükrettim. Ambulanstan iki hemşire sedye ile yanıma gelip ilk müdahaleyi yaptıktan sonra beni alıp araca götürdüler.
Arkamdan yanıma yaklaşan Ömer'in sesini duydum. "İyi misin?" Sesinde hâlâ tedirginlik vardı.
"İyiyim merak etme." derken gözlerine bakmaya devam ettim.
Ambulansa binip yanıma oturdu. Elimi elinin arasına alıp uzunca gözlerime baktı.
Kafama darbe aldığım için rüya falan gördüğümü düşündüm.
Aksi halde şuan aklım hiçbir şeyi idrak etmiyordu. Hemşire hastaneye gidene kadar uyumamam gerektiğini söylediği içinde ayrı bir savaş veriyordum. Bu savaşımı Ömer'in gözlerine bakarak devam ettirdim.
"Bir çift göze aşık olursun, sonra bütün gözlere kör."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |