4. Bölüm

4.BÖLÜM

Vespera
vesperaa__

Namlusunun ucunu hedefe kitlemiş, ateş etmek için doğru zamanı bekliyordu Ömer.

Bu durumdan oldukça sıkılmış olan Alper gözünü hedeften çekerek Ömer'e döndü. "Komutanım şu şerefsizleri ne zaman indireceğiz." Geri hedefe odaklandı. "Ben çok sıkılmaya başladım."

"Doğru zamanı bekliyoruz." diye oldukça net bir cevap vermişti Ömer.

Timin her biri bir noktada avını yakalamak için bekleyen aslanlar gibi sabırla bekliyorlardı. İçerideki teröristlerin sayısı oldukça çoktu. Ama bu iş onlar için oldukça kolaydı.

Onlar bilinmeyenlerdi. Onlar ölümün sevgilileriydi. Onlar kim miydi?

Onlar Şafak Timi 'ydi.

Yüzbaşı Ömer KILIÇ
Üsteğmen Bora Demir KARADAĞ
Teğmen Gökhan AKCAN
Astsubay Başçavuş Alper KAYA
Astsubay Başçavuş Atakan ÖZER
Astsubay Üstçavuş Cihan KAYA
Astsubay Üstçavuş Gökay ÖZTÜRK
Astsubay Kıdemli Çavuş Mert BOZKURT

Vatanı uğruna korkusuzca savaşan yiğitlerlerdi onlar. Asla bilinmeyen, görünmeyen Bordo Bereli'ydiler. Öyle heybetlilerdi ki düşman görse korkup kaçırdı.

Şuanda hepsinin gözü karşılarındaki evin içinde gırgır şamata yaparak gülen eğlenen bir avuç teröristin üzerindeydi. Hiçbir şeyden haberleri yoktu ki zaten Bordo Bereli'lerin amacı da buydu. Sessizsice içlerine sızıp işlerini halletmek. Öylede oldu.

Ömer kulağındaki kulaklıktan "Şafak şunların işini bitirelim. Atış serbest." diyerek emri verdi.

Alper bu duruma oldukça keyiflenmişti. Dudakları iki yana kıvrıldı ve olduğu yerden çıktı. Timin bir kısmı sağdan, bir kısmı soldan eve sızıp hainlerin icabına bakmıştı.

Bir görevin daha sonuna gelmenin vermiş olduğu rahatlama ile derin bir oh çekti Atakan. "Yapıyoruz biz bu sporu ya valla."

"Katılıyorum hacım." diyerek ekledi Alper.

Herkesin sağ olduğuna emin olmak için şöyle bir süzdü hepsini Ömer. Sağlam olduklarını görünce tebessüm etti.

"Ne o komutanım yine gözlerinizi bizden alamıyorsunuz." dedi Atakan.

Oldukça sert bir bakış attı Ömer. "Zevzeklik yapma lan."

"Olum adam bizi düşünüyor diye bakıyor." diye ekledi Cihan.

"Yok bence bize aşık." dedi Alper.

Sırıttı Atakan. "Bu çocuğun benim kafadan olmasına bayılıyorum ya." Elini Alper'in ensesine attı.

"Eyvallah ciğerim." diyerek o da Atakan'ın sırtına dostça iki kere vurdu.

Bora telsizinden merkeze haber vermekle meşguldü. "Merkez burda işimiz bitti. Helikopteri bekliyoruz."

Telsizin ucundan hemen ses geldi. "Anlaşıldı Şafak."

Hepsi indikleri noktaya yürümeye başladı. Herkes bir şeyler konuşurken Ömer oldukça düşünceli bir şekilde yürümeye devam etti. Yanına hemen Bora geldi. Ömer gibi oldukça ciddi bir o kadar da karizma bir adamdı Bora. 3 numara saçı ve haddinden fazla dev cüssesi ile ortalığı yakup kavuruyordu. Tabiri caizse demir gibi adamdı.
En yakın arkadaşını bu şekilde sessiz görmek pek hoşuna gitmemişti.2

"Komutanım, nedir bu sessizliğinizin sırrı." diyerek ortamdaki sessizliği bozdu Bora.

Dönüp arkadaşına baktı Ömer. Sonra önüne bakmaya devam etti. "Yok bir şey Demir."

"Demir dediğine göre var bir şey."

Ömer, genelde Demir ismini kullanmayı tercih ediyordu. Özellikle canı bir şeye sıkıldığı ya da çok düşünceli olduğu zamanlar daha sık kullanıyordu bu ismi.

"Yok dedik ya lan." diye bağırdı Ömer.

"Aklımı aldınız komutanım, niye bağırıyorsunuz." diye araya girdi Atakan.

Yediği ters bakışla ağzına gizli bir fermuar çekerek ucunu da ağaçların arasına atmış gibi yaptı.

Normalde de gergin ve sinirli biriydi fakat bu aralar daha bi sinirliydi. Yıllar sonra Meyra'yı görmenin vermiş olduğu bir gerginlik olabilirdi. Ama o bunu asla kabullenmiyordu.

Sıra sıra Helikoptere binerek yerlerine oturdular. Askeriyeye doğru yol aldılar. Vardıklarında sanki uzaydan inmiş gibi ayak bastılar Türk topraklarına. Hemen yanlarında Hasan Albay vardı. Evladı gibi sevdigi, bu yiğitleri her operasyondan döndüklerinde bizzat kendisi karşılıyordu.

"Hoş geldin Şafak." Oldukça gür bir sesi vardı.

"Sağol!" diyerek daha gür bir sesle karşılık verdiler.

Hasan Albay tebessüm ederek gidip dinlemeleri için eliyle içeri geçin işareti yaptı.

Ömer genelde askeriye de kalıyordu fakat şuan ailesinin evine gidip orda dinlenmek ve annesinin mükemmel yemeklerini yemek daha makuldü. Tek gitmek istemediği için Bora'yı da yanına aldı. Oldukça yorgun oldukları için merdivenleri yavaş adımlarla çıktılar. Evin kapısına vardıklarında zili çaldı Ömer.

Anında açılmıştı kapı. Sanki geleceğinden haberdarmış gibi kapıda bekliyordu annesi. Önünde tebessüm ederek bakan annesini görünce o da gülümsedi hemen. Ayakkabılarını çıkarıp içeri girdiler.

"Hoş geldiniz evladım." diyerek önce oğluna sarıldı Ceyda. Sonra ikinci evladı gibi gördüğü Bora'ya dönerek ona da sarıldı. "Geçin şöyle ayakta kaldınız." diyerek salonu işaret etti.

İçeriye girdiler. Salonun hemen ucunda, cam kenarını önünde duran tekli koltukta oturan İbrahim'in yanına giderek elini öptüler.

"Vay aslanlarım gelmiş. Hoş geldiniz." diyerek sevgiyle karşıladı ikisini de.

"Hoş bulduk İbrahim amca." diyerek karşılık verdi Bora.

"Aç mısınız bir şeyler hazırlayım mı size?" diyerek lafa daldı Ceyda.

"Seninki de soru hanım. Görevden gelmiş çocuklar açtır tabi. Hazırla sen. Bizde çocuklarla yiyelim."

Kafa sallayarak mutfağa gitti Ceyda.

Her zamanki heyecanıyla çocuklara döndü İbrahim. "Görev nasıldı anlatın bakalım." Her görevden döndüklerinde aynı soruyu sorardı.

"Çok zorlandık ama hallettik baba." derken sırıtmakla meşguldü Ömer.

"Aynen ömrümün en zor göreviydi." diyerek daha çok güldü Bora.

"Ah ah ben olacaktım orda hepsinin a-" Ceyda elinde tabaklarla içeri girip İbrahim'e ters bir bakış atıp öksürünce adamcağız lafın geri kalanını yutmak zorunda kalmıştı.

Bora ve Ömer bu duruma çok keyiflenip gülerken, "Ne gülüyorsunuz lan." diyen İbrahim'in sesiyle gülüşleri solmuştu.

Tabakları masaya yerleştirirken, " Ne bağırıyorsun çocuklara." diye söylenmeye başladı Ceyda.

İbrahim buna cevap veremedi. Hanımının lafının üstüne laf söylenmemesi gerektiğini bildiği için sustu. Onun yerine sinirini, kocaman bir adam olmasına rağmen Ömer'den çıkardı.

Eliyle oğlunu dürttü. "Kalk lan git annene yardım et." Ellerini dizlerine vurarak "Ah ah şimdi bir gelinim olacaktı." diyerek içlendi.

Ömer yerinden ayaklanırken babasına ne diyor bu adam der gibi baktı.

İbrahim kafasını kaldırıp bu bakışa cevap verdi. "Ne öyle bakıyorsun lan. Evlensen fena mı olur. Kaç yaşına gelmişsin artık git şu evden."

"Beni bu kadar çok istemediğini bilmiyordum baba, sağol." diyerek mutfağa annesinin yanına gitti.

"29 yaşına gelmiş hâlâ trip atıyor hayvan herif."

"Aman İbrahim amca sakin ol. Belli ki istemiyor evlenmeyi." dedi Bora.

"Hep sen gaz veriyorsun buna demi. Körler sağırlar birbirini ağırlar." diyerek daha çok ağıt yakmaya başladı. Torun sevmek onunda hakkıydı.

"Estağfurullah ne gaz vermesi, katiyen böyle bir şey yapmadım." diyerek kendini savundu Bora.

He he aynen der gibi kafasını salladı İbrahim. Küçükken Meyra'yı alsaydı şuan böyle bir sorunu olmayacaktı. Ama neyseki yıllar sonra ayağına kadar geri gelmişti. Bu işi yarım bırakmaya hiç niyeti yoktu.

Ceyda'nın "Hadi sofraya gelin" çağrısıyla herkes yerine oturdu.

"Anne sofrada neden 6 tabak var? 4 kişiyiz biz." dedi Ömer.

"Ayyy ben size demeyi unuttum." dedi heyecanla Ceyda. Sonra devam etti. "Meyra ve arkadaşı da gelecek."

"Aaaa hanım ne iyi etmişsin valla." Ceyda'dan daha çok heyecanlanmıştı İbrahim.

"Ne gerek vardı ki. Hem biz yorgunuz yatarız birazdan." Pek memnun olmamış gibiydi Ömer. Ama içten içe Meyra'yı tekrar görmeyi istiyordu.

"Oğlum sen salak mısın?" diye bir soru sordu İbrahim.

"Ne alakası var şimdi?" diyerek soruya soruyla karşılık verdi Ömer.

"Sofraya geleceklerine göre biz de karşılaşmış olacağız komutanım. İbrahim amca onu diyor." diyerek cevap verdi Bora.

"Sağol ben bunu anlayamamıştım."

"Anlayamadın ki açıklama yapıyor çocuk." dedi İbrahim.

"Ay yeter!" diyerek lafa daldı Ceyda. "Oturun yemeğinizi yiyin."

Kapının çalmasıyla Ceyda hemen koşarak açmaya gitti. Gelenleri görünce gülmeden edemedi. "Hoş geldiniz kızım."

"Hoş bulduk." dedi Meyra. "Eskiden de böyle mis gibi kokardı ev, şimdi de aynı." diyerek eve girdi.

Küçük bir tebessüm belirdi Ceyda'nın yüzünde. "Kaynanan da seviyormuş." diyerek sofrayı gösterdi.

Tebessüm ederek salona doğru girdi. Önce İbrahim amcasına selam verip elini öptü.

Meyra'yı görünce gözleri parlamıştı İbrahim'in. "Berhudar ol evladım. Ne iyi yaptınız da geldiniz."

Gülümsedi. "Sağol İbrahim amcacım." Eliyle Neva'yı işaret etti. "Arkadaşım Neva." Sonra İbrahim ve Ceyda'yı gösterdi. "Bunlarda İbrahim amca ve Ceyda teyze. Bahsetmiştim sana."

"Memnun oldum." diyerek gülümsedi Neva.

"Biz de dış kapının dış mandalı." diye lafa girdi Ömer.

Aaa çok ayıp der gibi baktı Ceyda.

Yoo değil der gibi baktı Ömer.

"Buda çocukluktan arkadaşım Ömer." diye ekledi. Yanındaki kişiyi ilk defa görüyordu. "Bu da..." diyerek Ömer'e baktı.

"Silah arkadaşım. Bora." diyerek tanıttı.

Şaşırmış bir ifade ile adama baktı Neva. "Siz... Siz hastaneye gelen askersiniz." diyerek şaşkınlığını taze tutmaya devam etti.

"Evet. O benim."

"Aaa tanışıyor musunuz." diyerek Meyra daha da şaşırdı.

"Şırnak, hele ki Cizre küçük yer kızım. Böyle tesadüfler olur." dedi İbrahim.

"Eee tanışma faslına bittiyse yemek yiyebilir miyiz artık?" Küçük bir çocuk gibi huysuzlanmaya başlamıştı Ömer. Ayrıca karşısında duran hattinden fazla güzellik yüzünden başına ağrılar girmişti.

Onu gördükten sonra göreve gitmek koymuştu biraz. Ama neyse ki görevde aklına gelmemişti. Yoksa Meyra, bu gri gözleri, bakımlı cildi, kahverengi saçları ile başına bela olacaktı. En iyisi unutup uzaklaşmaktı. Ama bu biraz zor olacak gibiydi.

Yemek faslından sonra sıra çay faslına gelmişti. Çay bardaklarının olduğu tepsiyi mutfaktan alıp geldi Neva. Arkasından da tatlıların olduğu tabağı getirdi Meyra.

Neva, Bora'ya çayını verirken yüzüne bakmadan edemedi. Bu bakışa karşılıkta aldı. Hemen gözlerini kaçırdı. Bora'nın hemen yanında oturan Ömer, hayırdır bakışı atıp alttan alttan güldü. Bu bakışa karşılık ters bir bakış attı Bora. Aynı muhabbet Meyra tatlı tabaklarını sehpaya bırakırken de yaşanmıştı. İbrahim, bu manzara karşısında çayını keyifle yudumladı.

"Vay be demek öğretmen oldun Meyra kızım öyle mi?" diyerek derin bir iç çekti İbrahim.

"Evet İbrahim amca öyle oldum."

"Küçükken de Ömer'le öğretmencilik oynamak isterdin. Güzel zamanlardı." Tekrar derin bir iç çekti.

Ortam baya cenaze evi gibi olunca sessizliği Neva bozdu. "Şey ben çaylarınızı tazeleyim o zaman." diyerek çaydanlığı getirmeye gitti.

Arkasından Bora, "Ben de bir su içeyim." diyerek ayaklandı.

Tam mutfaktan çıkacakken karşısında dikilen dev beden ile duraksadı Neva. "Napıyosun be! Çaydanlığı devirecektim."

"Attığın dikişte iyi geldi."

Aval aval baktı Neva."Ne?"

Kafasıyla kolunu işaret etti. "Dikiş diyorum" tekrar Neva'ya döndü. "İyi geldi. Hemen geçti."

Göz devirmekle meşguldü Neva. "Dikişin amacı bu zaten. Şimdi önümden çekilirsen çay koyacağım." diyerek elindeki çaydanlığı havaya kaldırarak gösterdi.

Kapının önünden çekilerek geçmesi için yer verdi. Neva içeriye girdikten sonra arkasından Bora girip yerine oturdu.

Dönüp arkadaşına baktı Ömer. "Suyu yeniden mi ürettin kardeşim."

"Ne alakası var lan."

"Suyu içmen biraz uzun sürdü." derken imalı imalı bakmakla meşguldü. "Ayrıca lan derken? Karşında üssün var kendine gel."

"Estağfurullah komutanım öyle demek istemedim." Seninle sonra görüşücez bakışı attı Bora.

"Ay biz artık kalkalım." diyerek konuyu değiştirdi Neva.

"Aynen geç oldu." diyerek Meyra'da bu durumu onayladı.

"Biraz daha otursaydınız kızım. Hatta isterseniz burda da kalabilirsiniz." İbrahim'in yıllar sonra dostunun en değer verdiği varlığı ile karşılaşınca onu bırakmak istemiyordu.

Bu sıcak teklife karşılık tebessüm etti Meyra. "Teşekkür ederiz İbrahim amcacım. Yarın iş var malum gidelim biz."

"E sizi ben bırakayım o zaman." diyerek lafa daldı Bora.

"Sen burda kalsaydın oğlum." dedi Ceyda.

"Sağol Ceyda teyze, askeriye de işler var zaten gideyim ben de."

Peki siz bilirsiniz der gibi omuzlarını kaldırıp indirdi.

Hepsi gittikten sonra Ömer yorgunluğun vermiş olduğu çöküş ile zoraki odaya gitti. Yavaşça kapıyı açıp içeriye girdi. Küçüklüğünden beri odada değişen tek şey mobilyaları olmuştu. Karşısında onun boyuna göre bir yatak hemen yanında gardırop vardı. Yatağın diğer yanında ise çalışma masası ve sandalye bulunuyordu.

Sandalyeyi çekip oturdu. Masada duran fotoğraflara baktı. Annesi küçüklük fotoğraflarını çerçeveletip birkaçını odasına koymuştu. Tebessüm ederek fotoğraflara bakarken bir anda tebessümü soldu. Eline aldığı çerçeve içindeki fotoğrafa baktı. Kendisi yüz üstü yatmış onun üstünde de Meyra vardı. Neşeyle gülüyorlardı. Bu küçük kızın büyüyüp bu hale gelmesini aklı bir türlü almıyordu.

Günlerdir kalbinde bir sızı vardı ama ne olduğunu bir türlü anlayamıyordu. Stresten olduğunu düşünüyordu ama yanılıyordu. Belki de yıllardır özlem duyduğu kişiyi karşısında görmek kalbine oldukça ağır gelmişti.

Hem ne demiş Victor Hugo, "Hasret özlenenden uzak mı kalmaktır? Özlenen yakındayken hicran duyulmaz mı?"

Bölüm : 05.11.2024 21:50 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...