Kendimden emin adımlarla hedefime doğru yürümeye başladım. Hava çok soğuktu fakat hızlı ve tempolu bir şekilde yürüdüğüm için bu soğuk şuan bana pek işlemiyordu. Ellerim cebimde, gözüme kadar çektiğim atkım ile yürümeye devam ettim. Arkamdan geldiğini duyduğum motor yanımda durunca irkilmiştim. Bir sapığım eksikti diye düşünürken kaskın altındaki sima oldukça tanıdıktı. Emre'nin burda ne işi vardı? Beni her yerde bulması pek hoş değildi, belki de Cizre küçük bir yer olduğu için sürekli denk geliyoruzdur. Ama az önce kafamda kurduğum senaryo gerçek olabilirdi belki de Emre sapıktır.
Çok cool bir şekilde kaskını çıkarıp koluna taktı. "Nereye gidiyorsun?" diye sordu.
Boş boş baktım. Ona neydi benim nereye gideceğimden. Anlaşılan benden çok yüz bulmuştu. Hemen cevabımı yapıştırdım. "Cehennemin dibine."
"Yanlış bir şey mi sordum? Kusura bakma. Bu soğukta yürüme diye sormuştum."
İyilik meleği sanki. Yüzümü ekşittim. "Yok sağol, yürüyerek gidebilirim." Yürümeye devam ettim. Bugün ters tarafımdan uyandığımı söylemem gerek yoktu sanırım. Birazda içinde bulunduğum bu karmaşık duygulardandı bu öfkemin sebebi. Sorarım şimdi size ey ahali ne olacak benim bu halim?
Emre motoru çalıştırıp bu sefer yanımda gitmeye başladı. Sesimi çıkarmadan daha hızlı adımlarla yürüyerek hedefime ulaşmıştım. Emre'de aynı saniyelerde yanımda durdu. Taktığı tüm eşyalarını çıkarıp motora yerleştirdi. Aynı yöne doğru gidiyorduk. Bu binada oturuyor olması tesadüf falan olamazdı. Tamam Cizre'ye küçük bir yer dedikte bu kadar tesadüflerin yaşanabileceği kadar küçük değildi bence. İlçeyi birazdan cebime de sokabilirdim. Olduğum yerde durup Emre'ye döndüm.
Binaya baktım. "Burada mı oturuyorsun." Tekrar ona döndüm.
Kafasını olumsuz bir şekilde salladı. "Hayır, sen geldin diye geldim."
Derin bir nefes çekip bir de ya sabır çektim. Senin benle derdin ne olum moduna girecekken yanıma yaklaşan Gamze abla ile hanım hanımcık modunda kalmaya devam ettim.
Gülümseyerek bana baktı Gamze abla. "Merhaba Meyra hocam nasılsınız?"
Yüzümde oluşan tebessüm ile ben de ona baktım. "İyiyim teşekkür ederim. Ayrıca bana hocam demene gerek yok ismimi söylemen yeterli."
"Tamam, öyle yapalım o zaman." dedi.
Bu kadın gerçekten çok sanatsal giyiniyordu. Her gördüğüm de hayran kalıyordum. Giyim için ondan ders almalıydım bence. Duyduğuma göre de kendisi sanatla ilgilenen bir kadınmış, vallahi helal olsundu yani. Gökhan abi oldukça şanslı bir beydi derken arkadan kızı Leyla ile ortama giriş yaptı.
Kafasıyla bize selam verip eşine döndü. "Girelim mi artık, hava çok soğuk."
"Sanırım aynı yere geldik, sizde girin içeri." dedi Gamze abla. Çok elit bir havası vardı. Oturup saatlerce bu kadını övebilirdim.
Neyse ki kendimi tutmaya başararak yürümeye başladım. Emre'nin de yanımda yürüdüğünü fark edince duraksayıp ona döndüm. "Sen git artık." dedim oldukça kibar bir şekilde.
"Bende bir geçmiş olsun deseydim."
Biri bana git, gelme dese koşarak ortamı terk ederim. Bu adamdaki özgüven ne böyle.
"Sonra geçmiş olsun dersin." Tebessüm ederek yanından ayrıldım.
Binaya girip asansör aradım. Yoktu. Lojmanlara asansör şart gerçekten 8. Katta oturmak ne demek Allah aşkına, genç yaşımda yaşlı teyzeler gibi nefes nefese kalmıştım. Neyse ki kara sonunda görünmüştü. Ceyda teyzenin yine muazzam sevinci ile içeriye girdik. Tam kapıyı kapatacakken arkadan biri nikahı basmış "hayır siz kardeşsiniz" diyen eleman gibi bağırmıştı.
"Durun kapatmayın." dedi nefes nefese bir sesle.
"Umay! Senin burda ne işin var?" diye kafasını kapıdan dışarıyı çıkardı Gamze abla.
"Abime bende geleceğim demiştim, hayır dedi." Ayakkabısının bağcığını çözüyordu bir yandan. "Allah'tan ev yakındı yürüyerek geldim." dedi.
Tahmin ettiğim kadarıyla abim dediği kişi Gökhan abiydi. Gelme demesinin sebebini çok merak etmiştim. Çok büyük dedikodular beni bekliyordu. Kolundan tutup kız noldu her şeyi anlat diyesim vardı fakat yine tuttum kendimi. Her şeyi içime atmak kaderimdi sanırım.
"Abin çok kızacak Umay. Niye geldin."
"Of abartma yenge, hem evde çok sıkılıyorum rahat bırakın biraz beni." derken içeri girdi.
Bana bakıp gülümsedi. Bu tatlı gülümsemesine karşılık verdim. Üstün tahmin yetilerime göre 24, taş çatlasın 25 yaşlarında çok tatlı bir kızdı.
Çok şükür kapı girişinden uzaklaşıp içeri teşrif etmiştik. Hasta ziyaretine mi düğün evine mi gelmiştik anlayamamıştım. Salona giriş yaptım. Bütün tim ekibi kurulmuş sohbet muhabbet ediyordu, köşe de oturan Sezgi ve onun yanında tanımadığım bir kız vardı. Neva işteydi, Yazel'de onunla birlikte geleceğini söylediği için ben çıkıp gelmiştim. Herkese selam verip, masadan sandalye çekip oturdum.
Hasta dışında herkes salondaydı, neredeydi bu çocuk? Ellerimi dizimin üstünde kenetleyip baş parmaklarımı birbiri etrafında döndürmeye başladım.
Herkes sohbet ederken fırsattan istifade içeriye gittim. Ömer'in odası olduğunu düşündüğüm kapının önüne gelince duraksadım. Kapıyı çalmak için elimi kaldırdım fakat düşüncelerim yüzünden elim havada kaldı. Gören olursa yanlış anlayabilirdi. İçeri geri gidip çay servisi yapmak daha iyi bir fikirdi. Anlık kapı açılınca düşüncelerimden sıyrılıp karşımda dikilen bedene baktım, beden bana baktı.
Yeni uyanmış sesi ile "Meyra." dedi.
Benden biraz uzun olduğu için gözlerimi gövdesinden çekerek kehribar rengi gözlerine odakladım.
"Şey yanına gelip bir bakmak istedim." diyerek gerekli açıklamayı yaptım.
"Neden kapıda dikiliyorsun? Girseydin içeri."
Girmeme fırsat mı verdin be adam.
"Tam girecekken kapıyı açtın." Yutkundum. "Ondan şey edemedim."
Dudağı hafifçe yana kıvrıldı. "Ney edemedin?"
"Şey işte..." derken doğru kelimeyi bulmaya çalışıyordum. Ya da yalan söylemekte pek başarılı değildim. Bunu kendi ağzıyla da onaylamış oldu.
"Yalan söylemeyi hiç beceremiyorsun." derken hâlâ sırıtıyordu. Neye gülüyordu bu kadar? Her şeye gülüp duruyordu zaten, görevler kafa yapmış çocukta yazık vallahi.
Yanımda geçip içeriye gitti. Ben de hemen arkasından gittim. Salona girdiğimizde ortamda muazzam bir tartışma vardı. Gökhan abi anlamsız bir şekilde Gökay'a bağırmakla meşguldü.
"Lan oğlum yok sana kız falan yürü git işine." Sinirden domatese dönmüş vaziyetteydeydi.
"Abi çocuk kötü biri olsa anlıycam da değil. Ne olsun istiyorsun, rahat bırak gençleri." diyerek konuya muazzam bir dalış yaptı Ömer.
Umay, Gökhan abinin yanına pısmış bir şekilde oturuyordu. Yazık Gökay'da timde en küçükleri olduğu için laf üstüne laf söyleyemiyordu. Şuan ikisinin de kolundan tutup sizi karı koca ilan ettim dememek için zor tutuyordum kendimi.
"Komutanım çok haklı Gökhan abi, rahat bıraksana çocukları." derken bir yandan da tabağındaki tatlıyı yemekle meşguldü Atakan.
"Sen sus lan." diyerek daha çok yükseldi. En sonunda işe İbrahim amca dahil oldu.
Yanında oturan Gökhan abiye döndü. "Evladım neden böyle yapıyorsun? Gençler birbirini seviyor belli ki. Bırak da rahat etsinler." derken gözlerini Umay ve Gökay'da gezdirip tekrar Gökhan abiye döndü.
"Yok abi o işler öyle olmuyor." derken hâlâ çok ciddi bir vaziyette Gökay'a bakıyordu.
"Seni gayet iyi anlıyorum, benim de bir kız kardeşim var. Zamanında ben de vermekte çok zorlanmıştım ama onun mutluluğuna şahit olduğun zaman sen daha çok mutlu oluyorsun." derken oldukça duygu dolu konuşmuştu. Ne gerek vardı şimdi bu kadar duygusallığa İbrahim amcacım.
Gökhan abi bir yanında oturan kardeşine baktı, sonra karşısında oturan Gökay'a baktı. Derin bir iç çekti. "Bu konuyu biraz düşünmem lazım." dedi.
Bu sanırım onun evetiydi, çünkü ortamda ki herkes bir mutlu olmuştu. Çok garip duygu geçişleri yaşanıyordu şuan. Çayımı tazelemek için mutfağa giderken çalan kapıyla yönümü o tarafa çevirdim. Yazel ve Neva gelmişti. Onları içeri buyur edip bir bardakta onlara hazırladım.
Gökhan abinin sinirden sonra ortam yumuşamıştı şükür. Biran beni bile dövecek sanmıştım. Bordo bere adam yani her şeyi yapabilirdi. Keyifle çayımı yudumlamaya devam ediyordum ben, dünya yansa umurumda olmaz modundaydım şuan.
Bize doğru bakan gözleri fark edince o yöne baktım. Bora neden bana bakıyordu diye düşünürken yanımda oturan Neva'ya döndüm. Ona bakıyordu ama Neva Bora'ya bakmıyordu. Gözlerini birbirlerinden kaçırıyorlardı. Bunu anlamak için biraz salak olmak gerekirdi çok şükür salak değildim. Yandan Neva'nın koluna vurdum. Bu ikilinin de başında kavak yelleri esmeye başlamıştı. Benim ne zaman başımda bir şeyler esmeye başlayacaktı? Hayat çok kırıcıydı gerçekten.
Ömer oturduğu yerden ayaklanınca Ceyda teyze anlık panik ile oğlunun yanına koştu. "Aman oğlum kalkma sen otur. Ne istiyorsun ben getireyim." Fazla panik bir kadındı.
"Telefonum oda da kalmış anne alırım ben otur sen." derken ben de onları izlemekle meşguldüm.
Telefonu önce sen kapat muhabbetine son vermek için yerimden ayaklandım. "İkiniz de oturun ben getiririm." dedim. Sanki savaşa gider gibi salondan çıktım. Kafamda mehter marşı çalıyordu.
Odaya girip gözümle telefonu aradım. Başucunda ki komodinin üzerinde duruyordu. Telefonu alıp odadan çıkacakken yanından geçtiğim çalışma masasının üzerinde duran resimler dikkatimi çekti. Durup onlara bakmaya başladım.
Bir çerçevenin içinde Ceyda teyze, İbrahim amca ve kucağında Ömer vardı. Başka bir çerçevede Ömer'in askeri okuldaki halleri vardı. Bu hallerine şahitlik etmeyi çok isterdim ama bazen yapacak hiçbir şeyiniz olmuyor. Bunu da yerine koyup başka bir çerçeveyi aldım elime. Tebessüm ile baktım resimdeki bu minik Ömer ve Meyra'ya.
Yanımda duran bedene döndüm. Uzunca süre gri gözlerimi kehribar rengi gözlerine kenetledim. Gözlerini benden ayırmayışı oldukça can sıkıcıydı. "Evet öyleydi." diye ekledim.
"İstersen sende durabilir." derken hâlâ gözlerimin içine bakıyordu.
"Aynısı bende de var bu da sende kalsın." derken elimde tuttuğum çerçeveyi geri yerine koydum. Diğer elimdeki telefonunu da ona uzattım. Tam çıkacakken, "Neden kaçıyorsun benden?" demesiyle olduğum yerde kaldım.
"Neden kaçayım senden?" derken yüzümü ona dönmüştüm.
O kadar belli oluyor mu ya demeyi tercih ederdim ama karşılıksız kalmaktan korktuğum için bunu da içime attım.
"Evet arkadaş olarak seviyorum." Bu yalana karşı şeytan şok olmuştur.
Dalga geçer gibi güldü. "Yalan söylemeyi beceremediğini söylemiş miydim?"
"Ya uğraşmak istiyorsam?" Bir adım attı. Ben bir adım geriledim. "O zaman ne yapacaksın?" Yüzündeki ciddi ifade beni gereksiz bir şekilde korkutmuştu ama ayrı da bir hava katıyordu adama.
"Ben yıllarca uğraştım, pek bir şey olmuyor yüzbaşım." derken oldukça ciddiydim.
"Öyle." derken içeri dalan Alper ile ikimizde ona döndük.
"Komutanım çok pardon böldüm. Biz gidiyoruz da haber vereyim dedim." derken göz ucuyla bana baktı.
"İyi yaptın aferin sana." Sinir yumağı modunu açmıştı sonunda. Ben de nerde kaldı diyordum.
"Sağolun komutanım." dedi Alper. Bir askere göre fazla şakacı ve çapkındı.
"Lan oğlum yürü git." derken eliyle köpek kovalar gibi kovaladı Alper'i.
Hiçbir şey olmamış gibi odadan çıktık. Herkes hol de toplanmıştı. Kızlarda beni kapıda bekliyorlardı, sağolsunlar kalkıyoruz diye haber verme gereksinimi duymamışlardı. Montumu giyip çantamı aldıktan sonra karşımda bekleyen Ceyda teyze ve İbrahim amcaya sarıldıktan sonra kapıdan çıktım.
"Görüşürüz." diyen sesi oldukça imalıydı. Kahvaltı da yürek mi yedin yiğidim nerden geliyor bu özgüven.
Arkamı dönüp samimiyetsiz bir şekilde sırıttım. İki şekil yaptı diye düşecek değildik. "Aynen görüşürüz." dedim.
Yıllar sonra bu şekilde karşılaşmak pek hoş olmamıştı zira benim kafamda böyle bir buluşma yoktu. Olana da katlanıyorduk işte. Uzaktan sevip, içimde taşımakta benim kaderimdi.
Hem ne demiş Özdemir Asaf:
"Ve bazen hayattır sevmek.
Birini çok uzaktayken bile,
yüreğinde taşıyabilmek."
Okur Yorumları | Yorum Ekle |