26. Bölüm

L.V

Vindamiatrix black
vindamiatrix

Harry ayaklarının toprağa hızla çarptığını hissetti; yaralı bacağı bükülünce öne doğru düştü. Eli sonunda Üçbüyücü Kupası'nı bırakmıştı. Başını kaldırdı.

"Neredeyiz?" dedi. Cedric bilmiyorum anlamında başını salladı. Ayağa kalktı, Harry'yi de kaldırdı. Çevrelerine baktılar.

Hogwarts arazisinin tamamen dışına çıkmışlardı. Besbelli kilometrelerce- belki de yüzlerce kilometre- yol almışlardı, çünkü şatoyu çevreleyen dağlar bile gitmişti. Onun yerine yabani otların bürüdüğü, karanlık bir mezarlıkta duruyorlardı; sağ taraflarındaki büyük bir porsuk ağacının gerisinde küçük bir kilisenin siyah dış hatları seçiliyordu. Sol taraflarında bir tepe yükseliyordu.

Harry tepenin yamacında güzel, eski bir evin dış hatlarını hayal meyal seçebiliyordu. Cedric önce yerdeki Üçbüyücü Kupası'na, sonra da Harry'e baktı. "Kimse sana Kupa'nın bir anahtar olduğunu söyledi mi?" diye sordu. "Hayır." dedi Harry. Mezarlığı gözden geçiriyordu. Tamamen sessiz, biraz da tekinsizdi. "Bu da görevin bir parçası mı yani?" "Bilmiyorum." dedi Cedric. Sesi biraz tedirgin çıkıyordu. "Asaları çıkaralım mı?" "Evet." dedi Harry. O teklif etmeden Cedric'in bunu teklif etmesine sevinmişti. Asalarını çıkardılar. Harry çevresine bakınıp duruyordu.

Bir kez daha gözlendikleri yolundaki o tuhaf duyguya kapılmıştı. Birden, "Birisi geliyor." dedi. Gözlerini kısarak karanlığın içine bakıp, bir silüetin mezarların arasından yaklaşmasını izlediler. Harry, yaklaşanın yüzünü

seçemiyordu ama yürüyüşünden ve kollarının duruş şeklinden bir şey taşıdığını anladı. Her kimse kısa boyluydu ve üstündeki pelerin kukuletasını gizliyordu. Ve- birkaç metre daha yakına geldi, aralarındaki mesafe giderek kapanıyordu- Harry gelenin kollarındaki şeyin bir bebeğe benzediğini gördü... Yoksa sarıp sarmalanmış bir cüppe miydi sadece? Harry asasını biraz indirdi, gözleri yanındaki Cedric'e kaydı. Cedric de ona soran gözlerle baktı. İkisi de yaklaşan kişiyi izlemeye devam ettiler.

Gelen kişi onlardan sadece birkaç metre ötedeki yüksek bir mermer taşının başında durdu. Harry, Cedric ve kısa boylu kişi bir iki saniye öylece birbirlerine baktılar. Sonra birden Harry'nin yara izine kıvrandırıcı bir acı saplandı. Hayatında yaşamadığı türden bir acıydı bu; ellerini yüzüne götürürken asası parmaklarının ucundan kayıp düştü; dizleri boşaldı; yerdeydi ve hiçbir şey göremiyordu, başı her an ortadan ikiye ayrılacakmış gibiydi. Uzaktan başının üstünde bir yerden tiz, soğuk bir ses duydu: "Fazlalıktan kurtul."

 


Bir hışırtı ve hemen ardından gecenin karanlığına haykıran ama ne dediği anlaşılmayan ikinci bir ses... Kırmızı bir ışık patlaması Harry'nin göz kapaklarının içine işleyip gözlerini kamaştırdı. Hemen sonra yanı başına, yere ağır bir şeyin düştüğünü duydu. Yara izinin acısı öyle bir düzeye varmıştı ki nefes almakta bile güçlük çekiyordu. Harry, göreceklerinden korkarak sızlayan gözlerini açtı. Cedric, yanı başında, kolları ve bacakları iki yana açılmış yatıyordu. Harry kısa bir an onun öldüğünü sandı. Ama sonra göğüs kafesinin sonsuz bir yavaşlıkta inip kalkmaya devam ettiğini fark etti.

Ve henüz zihni ne olduğunu kavrayamadan tutulup ayağa kaldırıldığını hissetti. Pelerinli, kısa boylu adam yükünü bırakmış, asasını ışıklandırmış, Harry'yi mezar taşına doğru sürüklüyordu. Harry, itilip mezar taşına çarpmadan önce, üstünde yazan ismi titrek asa ışığında gördü.

TOM RİDDLE. Pelerinli adam şimdi Harry'e sıkı sıkı dolanan ipler oluşturuyor, onu boynundan ayak bileklerine kadar mezar taşına bağlıyordu. Harry kukuletanın içinden kesik kesik soluk sesleri duyuyordu. Mücadele edince adam ona vurdu- ona vuran elinin bir parmağı eksikti. Ve Harry kukuletanın altındaki adamın kim olduğunu anladı: Kılkuyruk. "Sen!" dedi soluksuzca. "Sen Azkaban'daydın! Nasıl?" Ama ipleri oluşturmayı bitirmiş olan Kılkuyruyruk cevap vermedi; ipler yeterince sıkı mı diye yoklamakla meşguldü, parmakları kontrol edilemez bir şekilde titriyor, düğümlerin üzerinde beceriksizce geziniyordu.

Harry'nin mezar taşına bir santim bile kıpırdayamayacak kadar sıkı bağlandığından emin olduktan sonra, Kılkuyruk cüppesinin içinden siyah bir kumaş parçası çıkarıp hoyratça onun ağzına tıkadı; sonra, tek kelime bile etmeden Harry'ye arkasını dönüp aceleyle uzaklaştı.

Harry, ses çıkaramıyordu, Kılkuyruk'un nereye gittiğini de göremiyordu; başını çevirip mezar taşının çevresinde ne olduğuna bakamıyordu; sadece tam önünü görebiliyordu. Cedric altı yedi metre ileride yatıyordu. Ondan biraz daha ileride, yıldızların ışığında parıldayan Üçbüyücü Kupası duruyordu. Harry'nin asası Cedric'in ayaklarının dibinde, yerdeydi.

Harry'nin bebek sandığı cüppe yığını yakında mezarın ayakucundaydı. Huysuz huysuz kıpırdanıyormuş gibi görünüyordu. Harry onu izledi ve yara izi yeniden acımaya başladı... birden o sarmalanmış cüppenin içinde ne olduğunu bilmek istenmediğine karar verdi... açılmasını istemiyordu... Ayaklarının dibinden bir ses geldiğini duyuyordu.

Aşağı baktı ve devasa bir yılanın çimlerin üzerinde süründüğünü, kendisinin bağlı olduğu mezar taşının çevresinde döndüğünü gördü. Kılkuyruk'un hızlı hızlı, hırıltılı soluğu yine duyulmaya başlamıştı. Sanki ağır bir şeyi yerde iteklemeye çalışıyormuş gibiydi. Sonra yine Harry'nin görüş mesafesine girdi ve Harry onun taştan bir kazanı mezarın ayakucuna doğru gittiğini gördü.

Kazan, içinden gelen şıpırtıya bakılırsa suya benzeyen bir şeyle doluydu ve Harry'nin kullanmış olduğu bütün kazanlardan büyüktü. İçine yetişkin bir adamın sığabileceği kadar geniş bir bombesi vardı. Bohça haline getirilmiş cüppenin içindeki şey serbest kalmak istercesine daha da inatla kıpırdanıyordu. Şimdi Kılkuyruk kazanın dibine çökmüş, elindeki asayla bir şey yapıyordu.

Birden kazanın altında çatırdayan alevler belirdi. Büyük yılan sürünerek uzaklaşıp karanlığa karıştı. Kazanın içindeki sıvı çok çabuk ısınıyora benziyordu.

Yüzeyi kaynamakla kalmadı, yanıyormuş gibi alevli kıvılcımlar çıkarmaya başladı. Buhar giderek artıyor, ateşle ilgilenen Kılkuyruk'un hatlarını bulanıklaştırıyordu. Cüppenin altındaki kıpırtılar daha da şiddetlendi. Ve Harry yine o tiz, soğuk sesi duydu. "Acele et!" Şimdi suyun yüzeyinin tamamı kıvılcımlarla aydınlanmıştı. Elmasla bezeli gibi görünüyordu.

"Hazır, efendimiz." "Şimdi." dedi soğuk ses. Kılkuyruk yerdeki cüppeyi açtı ve içindeki şeyi gözler önüne serdi. Harry bir çığlık koyverdi ama ağzına tıkanmış maddeden dolayı sesi çıkmadı. Kılkuyruk bir taşı çevirmişti de altından çirkin, yapış yapış ve kör bir şey çıkmıştı sanki- ama bu ondan daha kötüydü, yüz kat daha kötüydü.

Kılkuyruk'un buraya kollarında taşıdığı şeyin biçimi, çömelmiş bir insan çocuğunun biçimiydi ama Harry hayatında çocuğa bu kadar benzemeyen başka bir şey görmemişti. Saçsızdı, pullu gibiydi, koyu, çiğ, kırmızımsı bir siyah renkteydi. Kolları ve bacakları ince ve güçsüz görünüyordu. Yüzü ise- yaşayan hiçbir çocuğun böyle bir yüzü olmamıştır- yamyassıydı ve parıldayan kırmızı gözleri vardı.

Neredeyse yardıma muhtaç görünüyordu; incecik kollarını kaldırıp Kılkuyruk'un boynuna doladı, Kılkuyruk da onu kaldırdı. Bunu yaparken kukuletası düştü ve Harry ateşin ışığında, yaratığı kazanın kenarına taşıyan Kılkuyruk'un halsiz, solgun yüzündeki tiksinti dolu ifadeyi gördü. Sonra Kılkuyruk, yaratığı kazanın içine bıraktı; bir cızırtı çıktı ve yaratık yüzeyin altına batıp kayboldu. Harry onun çelimsiz bedeninin hafif ve tok bir sesle dibe vurduğunu duydu.

N'olur boğulsun, diye düşündü Harry. Yara izinin acısı artık tahammül eşiğini çok çok geçmişti. Lütfen... boğulsun... Kılkuyruk konuşmaya başlamıştı. Sesi titriyordu;

korkudan aklını kaçırmak üzereymiş gibiydi. Asasını kaldırdı, gözlerini kapadı ve gecenin karanlığına konuştu: "Babanın bilmeden verilen kemiği, oğlunu yenileyeceksin!"

Harry'nin ayaklarının dibindeki mezarın yüzeyi çatırdadı. Harry, dehşete düşmüş halde, Kılkuyruk'un emriyle ince bir toz şeridin havaya yükselişini ve kazanın içine yumuşak bir şekilde düşüşünü izledi. Suyun elmas gibi yüzeyi yarıldı ve cızırdadı; her tarafa kıvılcımlar saçtı ve parlak, zehir gibi bir maviye döndü. Kılkuyruk şimdi inliyordu. Pelerininin içinden uzun, ince, parlak bir gümüş hançer çıkardı. Korku dolu hıçkırıklarla ağlayarak konuşmaya başladı: "Hizmetkârın gö-gönüllü olarak verilen eti efendini dirilteceksin." Sağ elini öne doğru uzattı- eksik parmaklı elini.

Sol eliyle hançeri sıkı sıkı tuttu ve yukarı doğru savurdu. Harry, Kılkuyruk'un ne yapmak üzere olduğunu yapmadan hemen önce anladı- gözlerini sımsıkı kapadı ama geceyi yaran çığlığın, Harry'yi sanki kendisi de hançerlenmiş gibi deşen çığlığın kulaklarına erişmesini engelleyemedi. Bir şeyin yere düştüğünü, Kılkuyruk'un acıyla hızlı hızlı soluk aldığını duydu. Sonra iğrenç bir şıpırtı duyuldu, kazana bir şey atılmıştı sanki. Harry bakmaya dayanamıyordu... ama iksir alev gibi bir kırmızı renk almıştı; Harry'nin kapalı göz bebeklerinin içine işliyordu. Kılkuyruk acıyla hızlı hızlı soluyor, inliyordu.

Soluğunu yüzünde hissedene kadar, Harry, Kılkuyruk'un onun önüne gelmiş olduğunu anlamadı. "Düşmanın... zorla alınmış... ka-kanı... hasmını hayata döndüreceksin." Harry engel olmak için hiçbir şey yapamazdı, çok sıkı bağlanmıştı... Gözlerini kısıp yere bakarak, onu saran iplerle çaresizce mücadele ederken, Kılkuyruk'un geriye kalan elindeki parlak gümüş hançeri gördü. Hançerin ucunun sağ kolunun dirsek çukuruna girdiğini, kanının yırtılmış cüppesinin kolundan aşağı aktığını hissetti. Hâlâ acıyla hızlı hızlı soluyan Kılkuyruk cebinden küçük bir cam şişe çıkardı ve onu Harry'nin kesiğine dayayarak içine bir damla kan doldurdu.

Harry'nin kanıyla sendeleye sendeleye kazanın başına gitti. Kanı kazanın içine döktü. Sıvı anında göz kamaştırıcı bir beyaza döndü. İşini bitirmiş olan Kılkuyruk kazanın yanına, dizlerinin üstüne yığıldı, sonra yana devrildi. Yerde yatmış, kolunun kanayan kesik yerini özenle koruyor, ağlıyor, sızlıyordu. Kazan hafifçe kaynıyor, elmas rengi kıvılcımlarını her tarafa saçıyordu. Öylesine göz kamaştırıcı bir parlaklığı vardı ki başka her şey simsiyah görünüyordu. Hiçbir şey olmadı... N'olur boğulmuş olsun, diye düşündü Harry, lütfen ters gitmiş olsun... Sonra birden kıvılcımlar dindi. Onun yerine kazandan kalın, beyaz bir buhar dalgası yükselip Harry'nin önündeki her şeyi sildi. Ne Kılkuyruk'u ne Cedric'i görebiliyordu, havadaki buhardan başka hiçbir şeyi göremiyordu... ters gitti, diye düşündü... boğuldu... lütfen... lütfen ölmüş olsun...

Ama sonra buz gibi bir dehşetle, önündeki sisin arasından, uzun boylu ve iskelet gibi sıska bir adamın karanlık silüetinin kazanın içinden yavaşça yükseldiğini gördü. "Cüppemi giydir." dedi tiz, soğuk bir ses buharın arkasından. Kılkuyruk, sızlanıp inleyerek, eli koparılmış kolunu koruyarak koştu ve yerdeki siyah cüppeyi aldı.

Ayağa kalktı, yukarı uzandı ve cüppeyi tek eliyle efendisinin başından aşağı geçirdi. Sıska adam kazanın içinden çıktı, gözlerini Harry'e dikmişti... Harry de üç yıldır kabuslarına giren yüze baktı. Bir kurukafadan da beyaz bir ten; iri iri açılmış, öfkeli, kırmızı gözler; delik niyetine iki ince yarık bulunan bir yılanınki gibi yassı bir burun... Lord Voldemort hayata dönmüştü.

_____________________
İşler iyice kızışıcak.
Diğer bölümde büyük bir sürpriz var

1430 kelime😧

Bölüm : 11.12.2024 18:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...