
(Low - Lullaby)
Yeni daldığım huzursuz uykudan kapının tıklama sesiyle uyandım. Ablam kapımı aralamış, içeri gelmek için izin vermemi bekliyordu.
"Pardon uyuduğunu tahmin edemedim, gideyim de uyu."
Tam kapıyı kapatacaktı ki yataktan doğrulup onu içeriye davet ettim. Odanın kapısını kapattıktan sonra yatağın ucuna oturdu. Gözleri yüzümde dolanıyordu, en son elmacık kemiğimin üstünde durdu.
"Ne oldu buraya? Kavga mı ettin sen?"
Sesinden endişelendiğini anlayınca hafif tebessüm ettim. Tebessüm etmeme kaşlarını çatarak karşılık verdi.
"Niye gülüyorsun oğlum? Komik bir şey mi dedik Allah Allah? Sen kolay kolay kavga edecek biri değilsin neden kavga ettin?"
Azarlar bir şekilde konuşması hoşuma gitti. İnsanın değer verdiği biri tarafından düşünülmesi güzeldi.
"Sokakta şerefsizin teki bir kızı sıkıştırmış. O herifi hırpaladım biraz. Kanıma dokundu o kızı öyle görünce tutamadım kendimi."
Ablamın sinirli bakışları söylediklerimden sonra hüzünle çevrelenmişti. Bu konulara normalden daha fazla hassas olduğunu biliyordum. Bildiğim kadarıyla başına böyle bir olay gelmemişti ama duyduğunda bile kendi yaşamış gibi üzülürdü güzel yürekli ablam.
"Madem kavgaya karıştın iyice dövseydin bari. İdam edeceksin böylelerini yaşamayı hak etmiyorlar ya." dedi.
"Merak etme abla hırsımı alana kadar dövdüm için rahat olsun."
Dünyalar tatlısı bir insandı. Bazen nasıl böyle ayrı kişilikler olduğumuzu düşünürdüm. Beliz annemle babama çok düşkündü. Prenses gibi büyümese de annemler sevgilerini hiç esirgememişlerdi. O da bu sevgiyi görüp şımarmamış, kendi halinde, olgun, ayakları yere basan güçlü biri haline gelmişti. Çocukları çok sevdiği için sınıf öğretmeni olmuştu. Benim aksime hala hayattan umudu vardı. Bu umutla gelecek nesillerdeki çocukların hayatına bir iz bırakabilme ümidiyle bu mesleğe yönelmişti. Ona sahip olduğum için çok şanslıydım.
Beliz'in arkasında ayakta dikilmiş, ifadesiz bir şekilde bizi izleyen "o"nu gördüm.
Sessiz bir bakışma geçti aramızda, hayır şimdi Beliz'in yanında değil.
"Sen iyi misin?"
Ablamın sorusuyla beraber daldığım düşüncelerden uzaklaştım. Gülümseyerek cevap verdim.
"İyiyim ablam, asıl sen iyi misin?"
"İyiyim nasıl olayım. Gerçekten iyi misin? Dalgın görünüyorsun bu aralar."
Sorusuyla beraber düşündüm. Gerçekten iyi miydim? Her gün okula gidip geliyordum, ekonomik olarak çok rahat olamasam da idare ediyordum. Zaten son senemdi, mezun olduktan sonra kendi işimi yapmamla beraber daha fazlasını kazanacaktım. Peki sonra? Sınava gir, üniversite kazan, mezun ol, işe gir, biriyle tanış, evlen, çocuk yap, onu büyüt.. Peki sonra? Neden hepimiz kodlanmış gibi hayatın bu döngüsünü yaşayıp gidiyorduk? İstemediğim bu hayatı kazanmak için bu çabalamam niye? Mesleğimi yaptıktan sonra bir sürü insanın hayatına iyi gelecektim evet ama bana iyi gelen şey ne? Burak'a ne iyi gelir bu hayatta? Hangi şey Burak'ı hayata tutundurur? "Evet ya ben bu hayattayım ve bu hayat yaşamaya değer." dedirtir? Ot gibi yaşayıp giden birisi olmamıştım hiçbir zaman bu. Bu dünyadan alabileceğim ne varsa almaya çalışmış, kendimi yetiştirmeye çalışmıştım. Neden peki? Bu şekilde böyle bir hasta zihinle yaşamak bana ne kazandırdı? İyi bir insan olmaya çalışarak yıllarımı geçirmeme rağmen neden kafamı yastığa koyduğumda gönül rahatlığıyla uyuyamıyordum? Hayatımın çevremdeki herkes için anlamlı, kıymetli olup benim gözümdeki bu anlamsızlığı niye hiç azalmıyordu? Niye bir şekilde hayatın katlanılabilir olduğu düşüncesine kapılamıyordum? Bilemiyorum.
"Burak?"
Ablamın sesiyle beraber irkilerek ona baktım. Yine yapmıştım işte.
"İyiyim abla ya dersler bu ara biraz fazla yoğun ona kafam takılıyor biraz."
"Emin misin? Canını sıkan bir şey varsa konuşabiliriz."
Düşüncesine gülümsedim. Her ne olursa olsun onun varlığı vardı işte. Bunu sorması bile bazen yetiyordu. Çünkü biliyorum kendi canıma kıymak istesem annem babamdan çok ablam kahrolur, kolay kolay toparlayamazdı.
"Gerçekten bir şey yok Beliz. Aynı şeyler işte sen beni merak etme."
Ablam gülümseyip ayağa kalktı, sanırım beni daha fazla rahatsız etmek istemiyordu. Çıkmadan önce hep yaptığı gibi saçlarımı karıştırdı.
"Eşek sıpasına bak. Büyümüş de ablasına sen beni merak etme diyor. 80 yaşına da gelsem ben seni merak edeceğim çünkü sen benim biricik eşek sıpamsın."
Saçlarımın üzerine öpücük bırakıp gitmeden bir kez daha okşadı saçlarımı.
"O kızarıklığa krem sür morarmasın."
Odadan çıkmadan evvel bunu söyledi. Sürmeyeceğimi ikimiz de biliyorduk. Uyku tutmayacağını bildiğimden kitaplığıma gidip ara ara okuduğum o kitabı aldım yine. Genç Werther'in Acıları. Şöyle diyordu okuduğum yerde:
"Tanrı biliyor ya! Çoğu zaman bir daha uyanmama isteğiyle, hatta bazen bir daha uyanmama umuduyla yatıyorum yatağıma; sabah gözlerimi açıp da güneşi gördüğümde içerliyorum. Ah, keşke huysuz biri olsaydım da suçu havaya, öbür insanlara ya da başarısız girişimlerime atabilseydim, o zaman bu isteksizliğimin dayanılmaz yükü, yarı yarıya hafiflemiş olurdu. Vay halime! Fazlasıyla hissediyorum ki, bütün suç yalnızca bende-hayır, suç değil bu- bütün mutlulukların kaynağı kendi içimde gizliydi bir zamanlar, şimdi ise bütün kederimin kaynağı gizli içimde, işte o kadar."
Bu kitabı her okuduğumda kendimden bir parça buluyordum. Benim de kederimin kaynağı içimde, aklımdaydı. Kendime depresif biri diyemezdim ama yatkındım. Hayata bir anlam bulamayışım çoğu zaman yaşama hevesinden koparırdı beni. İntihar etmeyi hiç ciddi ciddi düşünmedim. Bu çok inançlı olduğum için veya geride kalanların bensiz ne yapacağını düşündüğüm için değil. Bu hayata savaşmaya gelmiştim ben. Kendimle savaştım, çevremdekilerle savaştım, ailemin problemleriyle savaştım, hiçbir şeyi unutmayan zihnimle savaştım. Savaşmaktan korkmak bana yakışmazdı bu yüzden intihar etmeyi düşünmedim hiç. Savaşmayı bırakıp canıma kıysam sanki kendime ayıp edermişim gibi. Bazen öyle güzel kamufle ediyorum ki bu düşüncelerimi çoğu zaman ailem de dahil olmak üzere yorgun bir savaşçı olduğumu göremiyor. Dışarıdan sert mizaçlı dursam da ailenin ikinci kalesiyim. Dinlemeyi severim çözemeyeceğim şeyin olmadığını bildiğimden. Çevremdekiler de bunu bildiği için bana gelir zaten. O kadar akla gelmeyecek şeylerden şakalar yaparım ki bazen, yaptığım şakalar günlerce konuşulur, tekrar yapılıp gülünür. Dışarıdan oldukça komik, efendi, saygılı, iyi bir insan olmaya çalışır biri gibi dursam da her dakika zihnimle savaş halindeyim. Bazen kılıcımı toprağa saplayıp ona tutunup dinlenen bir savaşçıyı görüyorum kendimi zihnimde. Omuzları yorgunluktan çökmüş, kollarında bacaklarında kesikler var, üstü başı toz içinde.. Ama o yorgunluğa değmiş çünkü kazanmış. Güne gözümü her açtığımda o zihnimdeki savaşçı başlıyor savaşmaya, gün ne zaman biter gözlerimi kaparsam da kılıcına yaslanıp dinleniyor. Ben uyanmama dileğiyle uyuyorum, o ise uyuduğum vakitte daha da güçlenip sabah yine savaşacağım düşüncesiyle dinleniyor.
Gördüğüm kabustan uyanıp sıkıntıyla yüzümü ovaladım. Komodinin üstündeki saate baktığımda 05.41 olduğunu gördüm. Uyumaya çalışsam uyuyamayacaktım ve uyuyamadığım için kendime sinir olacaktım. Hem uyuyabileceğimi de sanmıyordum zaten. Masaüstü bilgisayarımın başına geçip post rock müzik eşliğinde tumblr hesabımda gezmeye başladım. Aktif olarak kullandığım tek sosyal medya hesabım buydu. İnstagram çok gösteriş yeri gibi geliyor bana. Hem oradaki insanların sahte hayatlarını görmeye dayanamıyordum. Takip ettiğim birkaç shitpost sayfası hariç vaktimi harcadığım bir yer değildi. Tumblr'da ise senelerdir nezih bir arkadaş tayfam var. Senelerdir beraberiz sık sık olmasa da bazen halimizi hatrımızı sorarız. Bir kere hepsiyle yüz yüze görüşmüştük, onun harici yüz yüze bir iletişimimiz olmamıştı. Lise zamanlarımda açmıştım bu hesabımı. İlk telefonumu 11. sınıftayken almıştım ve o zamandan beri de bu hesabımı kullanıyordum. Kendimce bir kitlem vardı. Benim estetik zevkime göre paylaştığım postları, bana benzer insanların da beğenmesi hoşuma gidiyordu. Tumblr'da takılarak saati 06.30 yaptıktan sonra bilgisayarı kapatıp, gardırobumdan eşyalarımı alıp duşa gittim. Kısa bir duşun ardından aynada kendime baktım yine uzun uzun.
"Yaşadığın düşünce yoğunluğundan dolayı burada olduğum doğru ama bana gerçek olmadığımı söyleyemezsin. Ben, senim Burak. İnkar etmen hiçbir şeyi değiştirmeyecek."
Dün yaşadığım şeyleri getirdim aklıma. O'nu. Sahi yaşadığım şeyi nasıl açıklayacaktım kendime? Kanlı canlı bir şekilde karşımda duruyordum. İnkar edemeyeceğim bir şekilde yanılsama gibi değildi. Nasıl olurdu bu? Zihnimin duvarları bu yaşadıklarımı anlamlandırabilmek için çatırdıyordu sanki. Başıma giren ağrıyla birlikte aynada kendimi izlemeye son verdim. Düşünme oğlum Burak, düşünme.. Odaya gidip üstümü giyinip, çantama gerekli şeyleri attıktan sonra mutfağa geçtim. Annem kahvaltı sofrasını hazırlıyordu.
"Günaydın Bahar sultan." diye seslendim anneme.
"Günaydın deli oğlan. Hadi kalk ablanı uyandır kahvaltımızı yapalım. Baban da gelir şimdi."
"Tamam annem" diyip oturduğum sandalyeden kalktım. Ablamın odasına geldiğimde ilk önce uyanmış olduğunu düşünüp kapıyı tıklattım. Ses gelmediğinde kapıyı açtım, uyuyordu hala hanımefendi.
"Beliz uyan hadi kahvaltı yapacağız."
Hiç kıpırdamadan uyumaya devam ediyordu. Yanına gidip omzundan dürttüm.
"Kızım kalksana saat 7'yi geçti geç kalacaksın okula."
"Tamam sen git geliyorum ben de birazdan."
Beliz'i uyandırdıktan sonra mutfağa geri döndüm. Babam da sofraya geçmişti. Babamın karşısına oturup kahvaltımı yapmaya başladım.
"Günaydın baba."
Günaydın oğlum." dedi bir yandan da kahvaltısını ediyordu. Kısa bir süre sonra ablam da gelmişti hep beraber kahvaltımızı etmeye başladık.
"Oğlum bak bakayım bir sen bana."
Annemin seslenmesiyle beraber ona döndüm "ne oldu?" der gibi göz kırpmıştım.
"Senin suratında niye kızarıklık var oğlum, kavgaya mı karıştın sen?"
Annemin bunu demesiyle masadaki tüm gözler bana dönmüştü.
"Önemli bir şey değil anne ya dün eve dönerken ara sokağın birinde şerefsizin biri bir kızı sıkıştırmış. Kızın halini görünce dayanamadım gittim hırpaladım biraz, o sıra o da bana vurdu bir kere. Önemli bir şey değil yani, acımıyor zaten." dedim.
Masadaki herkesin tadı kaçmıştı. Az buz bir konu değildi. Günde görüp, işitmediğimiz kaç olay yaşanıyordu bu İstanbul'un sokaklarında.
"İyi yapmışsın oğlum ellerine sağlık da ya yanında bıçak falan taşıyor olsaydı, sana zarar verseydi o zaman ne olacaktı?" dedi babam.
"Hiçbir şey olmamış gibi duymamazlıktan gelemezdim baba. Hem öyle bir durum yaşanacaksa zaten böyle bir şeye karışmadan da başıma gelebilir. İstanbul'da böyle insan çok." dedim
"Allah korusun deme oğlum öyle şeyler. Allah böyle musibetlerden korusun seni, hepimizi." dedi annem.
"Amin annecim amin. Geç kalıyorum ben derse akşam görüşürüz." diyip çantamı alıp evden çıktım.
Bugün sabahtan dersimin olmamasına rağmen erken çıkmıştım evden. Evde durdukça hem dün yaşadığım olaylar hem de kafamda dur durak bilmeyen düşünceler işgal edip duruyordu zihnimi. Kulaklıklarımı takıp otobüs durağında beklemeye başladım. Çalan şarkıya içimden eşlik ederken otobüs de gelmişti zaten. Uzun bir yolculuğun ardından okula varmıştım nihayet. Levent'e okulda olup olmadığına dair bir mesaj attıktan sonra okulun yakınlarındaki bir kafeye oturup kahve sipariş ettim. Siparişim gelene kadar da Tumblr'da bizim nezih tayfanın attığı mesajları okuyordum. O sırada Levent'ten mesaj gelmişti. Okulun yakınlarında olduğunu ve yanında birkaç arkadaşının daha olduğunu söyleyen bir mesaj atmıştı. Nerede olduğumu söyleyip onların gelmesini bekledim. Levent'in arkadaşlarını sevmezdim ama bir iki saat mecbur katlanacaktım artık. Yaklaşık on beş dakika sonra Levent ve iki kişi daha gelmişti. İsimleri Gökhan ve Cenk'ti. Bir iki sefer aynı ortamda bulunmuştuk. Selamlaştıktan sonra masaya oturdular.
"Dün gittiğimiz mekan ne iyiydi be Levent ya, Keşke sen de gelseydin Gökhan fena eğlendik dün gece." dedi Cenk.
"Bu ara pederin gözüne gözükmemeye çalışıyorum kanka en son olan olaylardan sonra geceleri dışarı çıkmama laf ediyor." dedi Gökhan.
Sessizce olanı biteni dinliyordum. Bana uymayan arkadaş çevrelerinde daha önce tabii ki bulunmuştum ama içten içe bunu istemediğimi, bu muhabbetlerin bana ters geldiğini zihnim sanki haykırıyordu.
"Ne oldu ki?" diye bir soru yöneltti Levent.
"Ya kanka benim takıldığım bir kız vardı ya Aslı, sana yolladığı fotoğrafları da göstermiştim." diyip iğrenç bir gülümsemeyle ara verdi cümlelerine. "Neyse işte ben bu kızdan çok sıkıldım, ciddi ilişki istemediğimi de söylemiştim bu beni sürekli daraltmaya başladı. Ben o sıra başka kızlarla da görüşüyorum tabi. Sonra biz bir tanesiyle gece dışarıya çıktık, Aslı bunu öğrenmiş nereden öğrendiyse. Kıza ulaşmış, sevgili olduğumuzu söylemiş, tartışmışlar bayağı kızla. Sonra beni aradı nasıl beni aldatırsın dedi. Ben de seni aldatmam için önce sevgili olmamız lazım biz sevgili değildik ki dedim. Nasıl iğrenç bir insan olduğunu herkese anlatacağım falan dedi bana. "
Gökhanın'ın arkasında "o" dikiliyordu. Kollarını göğsünde birleştirmiş, bir yandan beni izleyip bir yandan konuşulanları dinliyordu.
Derin bir nefes alıp, kahvemi yudumlayarak Gökhan'ı dinlemeye devam ettim.
"Ortak çevremize beni kötülemeye başlamış. Ben de geri durmadım tabi o benim damarıma bir basarsa ben bin kere basarım. Bana attığı bütün fotoğrafları ortak çevremize attım kıza piçlik olsun diye."
Gökhan'ın söylediklerinden sonra "o"na bakma ihtiyacı hissetmiştim. Gözünü bile kırpmadan beni izliyordu.
"Neyse işte sonra kızın ailesi davacı olmuş bayağı onunla uğraştık. Peder bol sıfırlı bir çekle aklanmamı sağladı ama diline düştük bir kere. O yüzden gözüne batmamaya çalışıyorum şu an." diyip gevşek gevşek sırıttı arkadaşlarına.
İçimde biriken öfke resmen kanımı kaynatıyordu ve azıcık bile bir mimik oynatırsam Gökhan'ın üstüne saldırırım diye hiçbir kasımı oynatmamaya çalışıyordum. Sadece Gökhan'ın o şerefsiz suratını izledim. İstesem de unutamayacağım yüzüne kilitlendim dakikalarca. Unutma gibi bir lüksüm yok zaten ama yine de unutmayacağımdan emin olayım diye. Sakinleşmek için "o"na baktım. Bu konuşulanlara tepkisini merak etmiştim. Sadece onaylamaz bir şekilde başını sallamıştı. Sonrasında da yok oldu.
Gözümün önünde sallanan elle kendime geldim.
"Hoop birader nereye daldın öyle." Gökhan bana seslenip gevşek gevşek sırıtmaya devam ediyordu. Levent'le o arada gergin bir bakışma yaşadık. Her ne kadar ortamlarımız ayrı olsa da Levent'in de bu yaşananları normal karşıladığını düşünmüyordum. Ama arkadaşına laf edecek biri de değildi. Gökhan'a ben de vaaz verecek değildim. Anlamayacak insanlar için nefesimi tüketmeye gerek yoktu.
"Dalmışım öyle farkında değilim. Kusura bakmayın beyler, benim derse gitmem gerekiyor. Afiyet olsun size." diyerek kimsenin bir şey demesine fırsat vermeden kasaya gidip hesabımı ödedim. İki gündür olan şeyler zihnimde dönüyordu bir yandan. Okula giderken "o"nun gelişini düşünüp duruyordum.
Gelmesinin boşuna olmadığını biliyorum. Kendi hayatımda aldığım kararlar hiçbir zaman öylesine kararlar olmamıştı. Onun da öylesine gelmediğinin farkındaydım sadece şu anlık nedenini bilmiyordum. Bildiğim tek şey bu suskunluğunun normal olmadığıydı. Bu yaşananlar benim bile sınırlarımı zorlayıp, ortalığı yangın yerine çevirme isteğimi körüklüyorsa, onun içinin benden bile beter olduğunu biliyordum. "O"nun hakkında emin olduğum tek şey şimdilik buydu.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |