2. Bölüm

1. Bölüm: Mutsuz Prenses

Vildan Yalçın
wildanyalcin

1.Bölüm: Mutsuz Prenses

Oturduğum balkonda yaşadığım sarayın enfes manzarasındaki denizi süsleyen güneşe bir süre baktım. Doğduğumdan, yaşama atıldığımdan beri hiçbir zaman değişmeyen o manzara. Tepedeki güneş bize çok şey veriyordu. Krallığımızın şu günlere gelebilmesine neden olan tek şeydi belki de. Eğer büyük büyükannem güneşi değil de ayı tercih etseydi neler olurdu? Ben olur muydum mesela? Eğer olmayacaksam bütün bildiğim lanetleri o kadına sıralamaya hazırdım. Beni bugün burada oturtan ve beni görünmez iplerle kontrol ettiren şey insanlarımın taptığı güneşse ben hazırdım. Reddetmeye, vazgeçmeye ve belki de bu krallığın yıkılışını görmeye. Ne var ki bu pek de umurumda değildi. Sadece gitmek istiyordum buradan. Nefes almayı bırakmak, gözlerimi yumup bir daha açmamak. Mümkün müydü? Eğer mümkünse Tanrı'm, lütfen bu sonu çok görme bana. Bir kez olsun istediğimi ver ve al canımı, ruhum senindir. Bedenimden ayır onu ve özgür bırak, bırak ki bir kez olsun tatsın özgürlüğün ne demek olduğunu.

Balkon kapısı tıklatıldı, sonra yavaşça aralandı ve gün içinde dibimden ayrılmayan yardımcım, Karina, başını uzattı. Ona baktığımı görünce kapının arkasından çekildi ve karşımda hafifçe eğilerek ellerini önünde birleştirdi.

"Prenses, anneniz çay saati için aşağı inmenizi istediğini söyledi. Ayrıca acele etmeniz gerektiğini, soracak soruları olduğunu da ekledi." Başını hiç kaldırmadan konuştu ve sadece bir anlığına sadece gözlerini hareket ettirerek benim tepkimi bekledi. Ona sadece başımı sallamakla yetindim. O da geri çıktı balkondan.

Annem, Kraliçe Gloria, halkımızın gözünde çok iyi biriydi. Krallığın Annesi'ydi lakabı. Çünkü bana sahip, asırlardır bir kız çocuğu doğmayan bu krallıkta kızı olduğu içindi herkesin sevgisi. Eğer ben erkek olsaydım büyük ihtimalle büyükannem ve onun da annesi gibi bir hiç olurdu. Bizim krallığımızdaki kraliçelerin sadece bir çocuk sahibi olma hakkı vardı. Nedeni kraliyet ailesinin birden fazla erkek çocuğuna sahip olma riskini ortadan kaldırmaktı. O yüzden geçmiş kraliçelerin bir kız çocukları olacaktıysa da bu şansları ellerinden alınmıştı.

Ve ben... Günümüzün en değerlisi, bütün krallığın uğuru ve yükselişimiz. Tanrı'nın en güzel hediyesi. Kral ve kraliçe için bir gurur olan ben, Prenses Eliana. Asırlar sonrasında kucağa alınan o prenses. Keşke insanlar için bütün bu değerleri taşımak yerine sıradan biri olabilseydim. Mesela ne yaptığı kimsenin umurunda olmayan, köylerden birinin kuytu köşesinde kalabalık ailesiyle yaşayan bir kız. Keşke bu olsaydım. Belki şu an sahip olduğum imkanların yarısı bile olmayacaktı elimde ama yine de istediğim zaman evimden uzaklaşabilme özgürlüğüm olabilecekti, değil mi? Babam bir ülkenin kralı, annemse onun kraliçesi olmayacaktı. Sadece ben olacaktım. Sadece Eliana. Prenses değil, krallığın ümidi değil, Tanrı'nın hediyesi değil... Eliana. Ben bu olmak istiyordum. Kaderi daha doğduğu gün yazılmış olan kız çocuğu değil, yaşayarak kendi yolunu oluşturan, kendi cümlelerini yazan Eliana olmak istiyordum. Fakat bunları istemek için çok geç kalmıştım. Karina ben daha küçükken beni uyutmak için anlattığı şeyler arasında kulağıma bir şey mırıldanmıştı. Bütün ruhların daha bir bedene ait olmadan önce bir arada durduklarından bahsetmişti. Her birimizin ruhunun bir arada dolaştığı bir yerden. İşte eğer daha oradayken isteseydim bütün bunları, bu kraliçenin karnındaki bedenden başka bir bedene ait olmayı tercih etseydim böyle olmazdı. Ben yaşadığı için kendinden nefret eden, tepemden hiç ayrılmayan ve krallığımızın en büyük yoldaşı olan güneşe lanet eden biri olmazdım... Diyorum ya, artık bunun için fazlasıyla geç kalmıştım.

Güzel manzaramdan gözlerimi ayırdım ve ayaklanıp Karina'nın arkasından kapıdan çıktım. Annem bekletilmeyi sevmezdi. Beni büyütürlerken kulağıma fısıldanan şeylerden biri şudur:
"...kural bir, bir kraliyet mensubu asla bekletmez ve bekletilmez..."

Bu yüzden bana annemin beni bir yere çağırdığı haberi verildiyse olabildiğince hızlı şekilde onun yanına gitmeliydim. Yoksa Ulu Güneş beni sadece küllerimi geride bırakacağım şekilde yakana kadar sarayın en açık noktasında bekletirlerdi.

Merdivenleri dalgın bir şekilde hızlı hızlı indim ve bahçeye doğru ilerledim. Karina annemin güzel havadan dolayı -sanki kötü hava varmış gibi- bahçede çay saati yapacağımızı söylemişti. Ben de çakıl taşları ve güzel, budanmış çalılarla süslenmiş yoldan ilerleyerek annemin oturduğu masanın yanına ilerledim. Karşısında saygıyla eğilip benim için sandalyeyi çeken Karina'ya kısa bir bakış atıp üstüne küçük bir minder koyulmuş sandalyeye oturdum. Bahçenin bu kısmı sarayın yan kısmında olduğu için saray güneşi biraz kapatıyor ve yakıcı güneşin buraya daha az gelmesine neden oluyordu. Açık olacak olursam ise bu benim için hiç sorun değildi. Annem veya babam gibi güneşe tapmıyordum, ondan nefret ediyordum. Böyle bir durumdaysa onu görmemem çok iyi bir şeydi.

Annemin konuşacağı konuyu ve bana soracağı soruları biliyordum. Geçtiğimiz bir ayda neredeyse her hafta bana bu konuyu açmış, aynı soruları tekrarlamıştı. Şimdiyse beni buraya aceleyle çağırdığından yine o konuyu açacağını düşünüyordum. Benim için ideal eş adayı konusu...

"Kraliçem, sizi dinliyorum." dedim ve annemin konuya girmesi için porselen fincanlara çay katılmasını bekledim. Bu sırada gözüm masada duran çiçeklerin etrafında dolanan arıdaydı. Bir pembe çiçeklerin üstüne konuyor, orada işini bitirince uçup açık mavi çiçeklerin üstüne konuyordu. En sonunda buradaki çiçeklerde tek tek dolanmayı bırakıp hızla ayrıldı buradan. Bazen ben de beni bu sarayın tepesinden uçurup ülkenin bir ucuna götürecek kanatlara ihtiyaç duyuyordum. Belki bir insan olarak doğmak yerine bir arı olarak doğmalıydım. O zaman daha küçükken kısıtlandığımı fark ettiğimde istemeye başladığım özgürlüğe sahip olurdum. Ama yine de belki beni doğurmuş olmak için doğuran bir anne ve belki de asla tanıyamayacağım bir baba yerine daha iyi ebeveynlerim olurdu. Yani, sanırım. Benim sarayımızda bulunan ve bütün aile üyelerinin gülümsediği fotoğraftaki gibi mutlu bir aileye ihtiyacım vardı. Ama şu anki gibi sadece gülümseyerek mutlu olunduğunu sanan bir aileden bahsetmiyorum. Gerçekten mutlu olan, birbirlerini düşünen bir aileden bahsediyorum.

"Eliana, düşündün mü?" Düşüncelerim annemin daha önce defalarca kez duyduğum ve her seferinde aynı cevabı verdiğim sorusuyla bölündü. Gözlerimi benimkiyle aynı renkte olan mavi gözlerine çevirdim. O gözlerde hep aynı bakış, konuştuğunda hep aynı anlam vardı. Sadece ona itaat etmemi istiyordu. Onu dinleyeyim, sınırlar doğrultusunda hareket edeyim ve şu zamana kadar hep olduğu gibi kurallara uyan bir varis olayım. Benim iyiliğim için buna gerek vardı. Benim iyiliğim için uslu biri olmama ihtiyaçları vardı. Benim iyiliğim için denilene boyun eğmeme ihtiyaçları vardı. Ama benim iyiliğim için ne istediğimi, ne düşündüğümü sormalarına ihtiyaçları yoktu.

"Düşündüm ve birini seçmedim." Bu muhabbetler başlamadan önce sarayımızda bir balo düzenlenmişti. Oraya benimle yaşıt oğulları olan soylu ve en zengin aileler çağırılmıştı. Annemin isteği üzerine birkaçıyla dans etmiştim fakat hiçbirine alıcı bir gözle bakmamıştım. Evlenmek istemiyordum. Sırf zengin diye biriyle aynı yatağı paylaşıp onun çocuğunun annesi olmak, dünyaya gelen bir bebeğin daha hayallerini suya düşürmek istemiyordum. Hayatım bu kadar basit olmamalıydı. Olmamalıydı evet, ama beni dinlemiyorlardı. Susturup bir köşeye oturtuyorlar ve sonrasında her zaman gülümseyen mutlu bir prenses olmamı istiyorlardı.

"Neden hala daha benim karşıma bu şekilde çıkıyorsun? Senden istediğim tek bir şey var, o da kendin için en iyi olan eşi seçmen ve mutlu olman. Bunun için çok uğraşıyoruz. Lütfen bizi görmezden gelmeyi bırak ve düzgün bir prenses olup hayal dünyandan çık. Yoksa neler olacağını biliyorsun." Saf tehdit barındıran sesi geçen hafta dediklerini tekrar ettiğinde olması gerektiği gibi gözlerimi ondan alıp az önce arının etrafında uçuştuğu çiçeklere çevirdim. Bu renkli çiçekler onun duygusuz bakışlarından çok daha iyi gözüküyorlardı.

"Biliyorum kraliçem. Fakat o adayların benim için en iyisi olduklarını düşünmüyorum." Yine o ezberlenmiş sözler. Sabit ses tonuyla, hızlı fakat anlaşılır ve tane tane olan konuşma şekli. Bir prensesseniz kesinlikle böyle konuşmalıydınız.

"Senin için neyin iyi neyin kötü olduğuna biz karar verdik zaten. O balodaki her aday mükemmel ailelerde yetişen kişiler. Saray için uygunlar. Sana düşense sadece içlerinden birini beğenmek. Aksi takdirde bu işi de ben yaparım. Anlıyor musun?"

"Evet, kraliçem."

"Güzel, şimdi çayını bitirip işine bakabilirsin." Gerçekten artık ne yapacağımı bilemez haldeydim. Birini istemiyordum. Sadece beni bırakmalarına ihtiyacım vardı ama görmüyorlardı beni. Onlara yalvaran bakışlarımı, çaresizce çıkan sesimi, onların dediklerini yapmaya çalışırken ellerimin titreyişini görmüyorlardı. Gel, git, seç, bak, bakma, yap, yapma... Bir insan bu şekilde daha ne kadar yaşayabilirdi ki?

Çayımı içtim ve anneme karşı tekrardan eğilip saraya doğru ilerledim. Karina da hemen arkamdan geliyordu. Odama gidip az önce oturduğum sandalyeye göre daha rahat olan mavi koltuğumda oturup en son iki gün önce okuyabildiğim romantik kitabıma devam etmek istiyordum. Ya da belki de kendimi yatağıma atar ve doğduğum andan başlayarak nefret ettiğim her şeye lanetler okurdum. Bugün yapacak başka işim yoktu. Bazı günlerde taht için hazırlanıyordum ama bugün şanslı günümdü. Ve bugün kesinlikle odamda yapmayı sevdiğim bu iki şeyi yapacaktım. Önce lanetlerle başlardım, sonra güzelce kitabımı okur ve benim yaşayamadığım güzel hayatları en azından okuyabildiğim için kendimi şanslı sayarak yarın saçma işlerimi uykum gelmeden halledebilmek adına yatardım. Başka yapabileceğim şey yoktu.

Sarayın içine adım atar atmaz eteklerimi ellerimle havaya kaldırdım ve koşarak merdivenlere ilerledim. O kadar ani koşmuştum ki Karina'nın bu beklenmedik hareketim karşısında şaşırarak ağzından dökülen sesleri duymuştum. Ve tabii kendini hızlıca toparlayıp peşimden - yaşının ve paslanmış eklemlerinin izin verdiği kadarıyla - koşmaya başlamış ve her zaman duyduğum uyarıları yinelemeyi de unutmamıştı.

"Prenses Eliana, lütfen koşmayın. Anneniz duyarsa..." Ondan daha hızlı koştuğum için hızlıca üst kata çıkmış ve onun sesinden uzaklaşmıştım. Odam bu katta, merdivenleri çıkınca tam karşınızdaki koridorun en sonundaki büyük kapıların ardındaydı. Benim odamın yanlarında Karina'nın ve üstümü değiştirmemde, saçımı yapmamda bana yardım eden diğer hizmetlilerin odaları vardı.

Hızlıca odama girip kapıyı kapattım ve yalnız olduğumu bilediğinde hiç çekinmeden odama dalan Karina'ya karşı kapımı kilitledim. Artık sarayın içindeki o kısıtlı özgürlüğüme ulaşmıştım. Yani en azından her dakika başka bir iş için kapımı çalacak olan hizmetlileri, uşakları ve yarınki işlerimi hatırlatacak danışmanımı saymazsak özgürdüm.

İçeri geçtim ve bütün güneş ışığını odama alan koca pencerelerin önlerine perdeleri çektim. Böylelikle odam tamamen karanlığa gömülmüştü. Sadece bir köşeden ışık sızıyordu. Normalde bunu sadece uyuyacağım zaman karanlık bir ortama ihtiyaç duyduğum için yapardım ama bugün uykum olmasa bile çok yorgundum. Bedenen iyiydim aslında, iyi gözüküyordum. Göz kapaklarım gerçekten yorgun olduğum zamanların aksine kirpiklerimi kaşlarıma değdirecek kadar açıktı. Yüzüm solgun değildi. Saçlarım günün yoğunluğuyla dağılmamıştı. Hala sabah kıvırcık saçlarımın izin verdiği kadarıyla toplandığı gibiydi. Başımın tepesinde saç tellerim çıkmamıştı. Zaten eğer çıksaydı çay saatinde annem bunu dile getirmekten asla çekinmezdi. Küçüklüğümden beri saçlarımdan nefret etmiş, beni bu yüzden aşağılamıştı. Kıvırcık saçlarım her prensese yapılması gereken saç modelleri için uygun değildi. Sürekli farklı modeller kullanamıyordum. Bu yönden bile bir kenara fırlatılmış prenses en fazla ne kadar mutlu olabilirdi ki?

Bir prensesin böyle gözükmemesi gerektiğini söylemişti. Ama ne yapabilirdim ki? Ben seçmemiştim. Tanrı'm, söyler misin neden beni böyle bir acıya sürükledin? Neden bana bunları yaşatıyorsun? Lütfen, eğer mutlu olamayacaksam beni kurtar buradan. Bırak göklerde süzülsün ruhum, dünyanın tadına baksın.

Saçlarıma aynada biraz daha baktım ve onları salıp belime dokunmalarına izin verdim. Onları salmayı seviyordum.

Üstümü değiştirdim. Bunu tek başıma yaptığım için büyük ihtimalle sabah azar yiyecektim. Anneme göre bir prenses böyle işlerle tek başına ilgilenmemeliydi ama bu şu an kimin umurundaydı? Benim değildi. Üstüme rahat geceliklerimden giydim. Yatağa ilerledim. Evet, gerçekten önce kendimi yatağa bırakıp sırasıyla bir çok şeye lanet edecektim ama gözüm koltuğumun yanında duran sehpaya ters ve açık bir şekilde bıraktığım kitaba kaydı. Günün erken saatlerinde bir deftere sıralanmış onca görevi bana hatırlatmak için odaya giren Karina yüzünden okuduğum bölümü bitirememiştim. Çok güzel ilerliyordu. Çiftçi bir ailenin kızıyla uzak ülkelerden gelen bir genci anlatıyordu. Kitap beni hem güldürmüş hem de fazlasıyla ağlatmıştı. Aslında duygusal anlar çok yaşanmıyordu ama karakterler mutluluğu tattıkça benim o anları asla yaşayamayacak olma ihtimalim her seferinde zihnimde yer edinip beni ağlatmıştı. Şu andaysa o kitabı okuyup mutluluğu biraz anlamaya ihtiyacım vardı. Mutluluğun nasıl bir şey oluğunu ve benim ona nasıl ulaşamayacağımı...

Koltuğuma ilerledim ve oturup bacaklarımı kendime çekerek üstümdeki geceliğin eteklerini düzelttim. Ardından açık kitabı elime alıp perdelerin köşesinden sızan ışıkla kaldığım yerden okumaya devam ettim.

Uzun bir süredir kitabı okuyordum. Bitirmeme çok yoktu aslında ama sürekli kapımın çalınması ve onlara cevap vermekle çok vakit kaybetmiştim. Şimdiyse sayfalarca mutluluklarını okuduğum karakterler evleniyordu. Gözlerim yaşarmıştı. Ama bu sefer ağlamak istemiyordum. Ağlayınca bütün okuma isteğim kaçıyordu. Bu yüzden kendimi tuttum ve okumaya devam ettim.

Kitabı okurken denk geldiğim sahneyle gözlerim doldu. Erkek karakterin karşısındaki kadına büyük bir incelikle yaklaştığı ve ona sevgiyle baktığı bir sahneyi okumuştum. Dolan gözlerim okumama engel olunca başımı kaldırdım ama bu sefer tuvalet masamdaki aynada kendimle göz göze gelince bir an durdum. Perdenin kenarından sızan güneş ışığı yüzümün yarısından fazlasını aydınlatmıştı. Mavi gözlerim en az balkondayken gördüğüm deniz kadar canlı görünüyordu. Sonrasındaysa yüzümü tamamlayan kemikli burnum, kalın dudaklarım, dağınık kaşlarım ve çenemde çıkmasına engel olamadığım birkaç sivilce...

Kendimi kitaptaki kadın karaktermiş gibi düşünmeye başladım. Sanki sevdiğim adam beni öpüyormuş gibi, bana güzel gözlerle bakıyormuş, saçlarımı seviyormuş gibi ama daha sonrasında bu hayallerimden utandım ve kafamı dağıtmak için başımı iki yana salladım. Bu sefer tekrar kendimle göz göze geldim. Ve yine onu gördüm. Mutsuz Prensesi...

Bölüm : 20.09.2024 18:11 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...