10. Bölüm

“10.Bölüm An”

esra
wolffcuub

"10.Bölüm An"

 

 

Ruhuma asılı olan koca ömrüm sadece yirmi dört yıldan ibretmiş bugüne kadar. İçimin yangınını söndürmeye çalıştığım bana dağ gibi geçen yıllardan ardımda kalan sade bir yirmi dört yıl.

 

Şimdi geriye dönsem ve bir harbin arasında kalan o küçük kız çocuğunu bulsam, ağlama Rona derim. Affetmeye çalışmak için ağlama, kendi ruhun paramparçayken insanları toplamak için uğraşma ve son kez dönüp derdim ki sevgisiz kalplere sevgi için bahane bulma sevgi saklanması gereken değil haykırılması gereken bir şey yani kendini kandırma...

 

Parmak uçları acımı dindirmek ister gibi inatla sildi her seferinde gözümden düşen yaşı. Ben ise o siliyor diye özgürce tekrar tekrar akıttım onları.

 

Elinin tersiyle göz yaşlarını kendin silerek büyüdüğünde sonunda yaşını silen ilk insana ruhu kaynarmış. Usul usul yavaşça dokunuyordu parmak uçları. Biçimli dudaklar bir ah çekti karanlıktı ama dudaklarının belirsiz titrediğini görmüştüm.

 

"Benim artık birini daha yangına bile kurban edecek gücü kalmadı, asıl sen bırak o kül bende sönsün."

 

Parmaklarının tekrar suratıma sürülmemesi için kendimi geri çektim. "Niye buradayım o zaman Doğu?"

 

"Rona," dedi.

 

"Neden beni getirdin o zaman Doğu, neden gitmeme izin vermedin!"

 

"Ben, bilmiyorum," dedi kafası karışmış haldeydi sonunda o da duvara toslamıştı.

 

Oturduğum yerden kalkıp ayağa dikildim, "Neyi bilmiyorsan ya sen, neyi? Benim koca ömrü arkamda kaldı kim için ben sana söyleyeyim senin beni yangınına ortak etmek isteyişin yüzünden."

 

"Ben seni hiçbir şeye ortak etmek istemedim hele ki yaşadığın hayatı öğrendikten sonra."

 

"Yaşattığın hayat yüzünden Doğu! Benim ömrüm sizin ağzınızda o köy meydanında çıkan iki kelime yüzünden mahvoldu, şimdi ise tekrar sebep olduğun tepetaklak olmuş hayatımda beni bilinmezliğin ortasında bırakmak istiyorsun."

 

"Her şey kontrolüm dışında gelişti senin varlığından bile o gün haberim olmuşken benim aklıma başka seçenek gelmedi Rona. Ben bütün şehre sözümü geçirmişken..." durdu ayağa kalktı

 

"Sebep ne Doğu bana tek bir mantıklı açıklaman var mı?" durdum yüzümün ıslaklığı tekrar sinirlerimi bozuyordu.

 

Aklım bir kafesin içinde debelenip dururken karanlıktı olduğum yer uzaktan çok uzaktan bir ışık hüzmesini duyabiliyordum ama görmek zordu. Ben kafesin içindeysem doğu dışında ama ne ben ne de o cesaret edip birbirimize uzanamıyorduk.

 

"Yok bir sebebim" dedi hiç düşünmeden.

 

"Korkaksın sen! Duydun mu beni sen hayatımda gördüğüm en korkak adamsın! Ben senin gibi bir adamla,"

 

Cümlemin devamını aklımdan bile geçiremezken son nefesim içime doğru aktım onda doğru kaldırdığım parmağım havada asılı kalırken kolum çekilip bedenimin bedenine çarpmasına sebep oldu.

 

Dudakları dudaklarımın üstünde sertçe var olurken yangına bir miktar su gibi sızıyordu ruhuma. Eli kaçmamdan korkarcasına daha sert sardı kolumu gözlerim yüzüne veda etmişken ben zaten tek bir adım atacak halde değildim. Bunu anlamış gibi boştaki kolu ile belimi yavaşça sardı.

 

Büyüdü bu zamanın durduğu anının büyüsü. An ın meselesiydi artık bu...

 

Dudağı dudaklarımın üzerinden ayrılmaz şekilde dolaşırken sertçe bedenini geri ittim ne olduğunu anlamadan serbest bıraktığı elim sertçe yanağıyla buluştu.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Sesime ev değil bütün Mardin uyanırdı.

 

"Mesele senin anlasana sorun sensin sorun bu." dedi elini sinirle havaya kaldırarak. "Kaybetmekse dibine kadar ama seni değil seni değil Rona." Birine değil, bana değil kendine haykırıyor gibiydi.

 

"Ama kendimi affedemiyorum senin beni affedememenden korkuyorum, ben senin hayatını mahvetmişim ya bana baktığında saklayamazsan ya bana hep böyle bakarsan, ben yaşayamam." O ilk gördüğüm o duygusuz adam değildi. O Doğu'nun kaybedecek çok şeyi vardı ama bu karşımdaki adam sadece bir canı kalmış gibi konuşuyordu. Söylediklerini idrak etmek en zor romanı anlamak gibiydi.

 

"Geçmiş değişmez Doğu ama sen geleceği de istemiyorsun. İşler senin yolunda ilerlemediği için senin planına uymadığı için korkuyorsun."

 

"Korkuyorum," dedi usul usul başını sallarken "Ben kendimden korkuyorum Rona. Ben bir daha ışığı görememekten korkuyorum."

 

"Işık benim Doğu, ama haklısın sen artık bir tek benden korkmalısın bundan sonra."

 

Bu hayatta çok ağlayıp çok düştüm. Ama yapmadığım tek bir şey varsa o da korkmaktı. Kaybedecek bir şeyi olmayanlar asıl en korkması gerekenlerdir çünkü boşa geçmiş hayatın üzüntüsüyle önlerindeki ömrü iyi yaşamak isterler ama bitecek olan hayat korkusu insanın içine ur gibi yayılırdı.

 

Yavaş adımlarla geçtiğim yolu yeri titreterek ger yürüdüm. Bu hayat yabancı benken, büyük ömrünü geride bırakmış olan benken korkması gereken o değildi.

 

Göz yaşlarım kurumaya yüz tutmuşken değişmeye devam eden türkü hala çalışıyordu olduğu yerde. Geceye eşlik eden ses arkamdan usul usul okudu türküsünü, belki de benim için Bu şehir girdap gülüm, girdapta mehtap gülüm ... dedi.

 

Başım yumuşak yastıkta rahatsızca dururken bedenim sanki çivilerin üstünde gibi gelmişte tüm gece boyunca. Uyku haram olmuşken sadece güneşin doğmasını bekledim, gün doğarsa ve ben o an nefes alırsam o gün içinde yeni umut vardır. Her yeni bir gün yeni şanstı benim için.

 

O gece Doğu'da uyumamıştı biliyordum tüm gece türkülerin sesi uzan uzağa gelirken kalkıp bakmamıştım ama biz duvarların ardında göz gözeydik onunla. Ben acımı gerçekle bastırmaya çalışırken Doğu bütün acılar toplamış yeni bir acıyla konuşuyordu benimle. Belki de gözlerim ondan ona öyle bakıyordu.

 

Kapı hafifçe tıklatıldığında Gel dedim. Doğrulup pikeyi düzelttim. "Gelin abla kahvaltı hazır hanım ağam bir şey diyecekmiş herkesin orada olmasını istedi," dedi Gülfem.

 

"Tamam Gülfem giyinip inerim."

 

Ayaklarım soğuk zemine sarkarken kalkacak gücüm yoktu. Berfin Hanım ne konuşacaksa hepimizi yanında istiyordu çünkü belli ki bizi ilgilendiriyordu.

 

Bu çatının altında herkes büyük dert ile sınanıyordu. İlk gün onları ne kadar suçlasam da dert benimle birlikte onları da yakmıştı. O yüzden geçmişin suçlusu kim artık pek bir önemi kalmamıştı ateş düştüğü yeri yakıp kül etmişti.

 

Zorlanarak kalktım ayağa, yüzüme su çarptıkça kendime geliyordum. Bileğimdeki tokayı alıp ıslanmış saçlarımı umursamadan topladım.

 

Gri ince askılı yandan yırtmacı olan elbiseyi giydim. Artık giydiklerime bil kafa yoramıyordum. Eski alışkanlıklarım beni terk etmişi. Beyaz spor ayakkabıları giyip kapıyı çekip çıktım.

 

Masa bugün avluya kurulmuştu. Gülfem'le orta yaşlı olan kadın gülümseyip selam verdiğinde avluyu işaret etmişlerdi.

 

Herkes gelmişti. Doğu masanın başındayken sağında Berfin Hanım ve ikizler vardı sol taraf ise boştu. Servis ben gelene kadar konulan masaya doğru yürüdüm. Yaklaştığımı görenler bana bakıyorlardı. "Günaydın kızım," dedi ilk önce Berfin Hanım.

 

"Günaydın."

 

Helin'e dönüp gülümsediğimde o da bana yavaşça karışlık verdi. Hozanda üstün körü selam verdiğinde uykusundan zorla kaldırılıp getirilmiş gibiydi.

 

Yavaşça sandalyeye çektiğimde Doğu'nun gözleri üzerimdeydi. Ona tek kelime etmeden yerime oturdum. Masa her zamanki doluydu ama kimsenin yiyecek takati yok gibiydi.

 

"İyi uyudun mu kızım?"

 

"Uyudum Berfin Hanım teşekkür ederim," dedim.

 

Elini masanın üstüne koyup sonra diğer elini de çıkarttı söze başlamak yine ona düşmüştü.

 

"Bu eve ilk geldiğin gün hala aklımda, seni ilk gördüğümde karşımda bir dağ vardı. Gözü kara asi. Merak etme hala öylesin," dedi beni güldürmek için.

 

"Senin gücünü sorgulamak buradaki hiç kimsenin haddine düşememiş kızım. Yaşadığın şeyler bir çocuk için çok zor bu yüzden olduğun kadın için sen suçlu değilsin."

 

Olduğum kadın. Artık kendimi tanıyamıyorum, bilmiyordum. İyi anılarım azken artık çok silikti.

 

iBu iki aile yıllar önce karşı karşıya gelmişken taktiri ilahı tekrar yeni bir dertle sınıyor bizi. Konuşmak benim için çok zor, benim yüreğim çok yandı," dedi. Tek yaşı aktı büyük gözlerinde.

 

"Adalet Hanım aradı bu sabah yıllar sonra sesini duymak hem acı hem sevinç yaşattı bana." Annemden, onu tanıdığından bahsederken ben bir yabancıdan bahsedermiş gibi sessizce dinledim onu.

 

"İki güne düğün günü koymuşlar, makbulüde budur. Yoksul baba işin uzamamasını istemiş." Doğu'ya istemsizce dönmüştüm ama o bana bakmadı.

 

"Bizde hazırlığımızı ona göre yapalım her şey istediğin gibi olsun isterim kızım."

 

Hayallerim oturdu yanıma yavaşça. Tasarladığım bin bir kıyafet geçti gözümün önünden ellerime batan iğneler sızladı ama bir duvar gibi güçlü durdum.

 

"Ben bir şey istemiyorum," dedim sadece Doğu bana bakmıştı ama bu sefer ben bakmadım o tarafa.

 

"Benim istediklerimin bir önemi yok zaten istediğim bir şey de yok bu yüzde her şeyi siz seçebilirsiniz."

 

"Olur mu kızım öyle gelinliğin istediğin gibi olsun en azından," dedi.

 

Kalbim cam parçalarıyla doluyken biri batarak kendini hatırlatarak. Yıllar önce kara kaplı deftere yıllar boyu işlediğim çizim geçti önce önümden.

 

Sonra yumuşak kar beyazı saten varlığı sıktı boğazımı.

 

Cam dan bir fanusta saklamak istediğim şaheser yine yerli yerinde beni beklerken ben ona arkamı döndüm.

 

"Gerek yok herhangi bir şey olur. Siz seçer konağa yollarsınız bende günü geldiğinde orada giyinip gelirim."

 

Alelade bahsettiğim şey benim düğünümdü. O gelinliğe attığım her iplikte benim gecelerim vardı. Şimdi ise o ipliğin yanlış dikilen kısmını bulup sökmeye başlamıştım. O gelinlik benim için hep camdan bir şaheser olarak kalacaktı belki de miras.

 

"Beraber çarşıya inelim istersen Rona abla."

 

"Senin için hediyem var Helin," dedim söylediğini duymamış gibi yaparak.

 

Beni ilk gördüğünde andığı cümlesi kalmıştı aklımın bir ucunda.

 

"Sürpriz mi, gerçekten mi?" dedi heyecanla. "İstanbul'da seni bekliyordu bende sahibine ulaştırmak istedim."

 

"İnanmıyorum yoksa tahmin ettiğim şey mi?" dedi yerinden kalkarak.

 

"İzninizle." diyerek bir şey yemediğim masadan tekrar kalktım.

 

Helin'i de alıp odama çıktım.

 

Atölyeden dönerken o elbiseyi görür görmez Helin için dikildiğini düşünmüştüm.

 

Askısını havaya tuttuğum kılıfı sabırsızca bekleyen kıza uzattım.

 

Kılıfın fermuarını yavaşça indirip askısından tuttuğu elbiseyi dışarı çıkardı.

 

Dudakları beğeniyle kıvrılırken "İnanmıyorum." dedi hayranlıkla.

 

Elbise siyah bedene oturan kumaştandı. Hiçbir numarası yokken boynuna asılan ince tül bir yakalıktan sarkan ışıltılı taşlardan sonra adeta farklı bir boyuta geçiyor gibiydi.

 

 

 

Bu elbise bu sezon çıkaracağımızın yeni koleksiyonumdan parçaydı.

 

"Gece'nin Rüyası" dedim.

 

Helin hayran bakışlarını kaldırarak baktı bana.

 

"İsmi Gece'nin Rüyası. Gece gibi karayken gördüğün rüya geceyi sarıp sarmalıyor, karanlığı bastırıyor."

 

"Bu çok güzel Rona abla, hayatımda daha iyi bir elbise görmemiştim. Sen gerçekten çok yeteneklisin."

 

Askısı elindeyken yatağa geçip oturdum.

 

Gece'nin Rüyasını izledim gülümseyerek.

 

Taslar her harekette gün yüzünde bile parıl parıl parlarken asıl mahareti gecenin karanlığındaydı.

 

Bu elbisenin çizimini gördüğüm kâbusun etkisi ile şafağın sökmesine dakikalar kala çizip bitirmiştim.

 

Podyumda mankenlerin üstünden görmek bir hayal olarak kalacakken ben ondan vazgeçememiş hatıra olarak Helin'e hatıra olarak getirmek istemiştim. Helin'in kıvrımlı vücuduna da tam olacağından şüphe duymamıştım.

 

Elbiseyi kılıfına geri koyduğunda yavaşça yanıma gelip oturdu.

 

"Nasılsın abla? Biliyorum çok saçma bir soru ama nasıl hissettiğini çok merak ediyorum," dedi.

 

"Nasıl hissettiğimi kendime sorsam eminim ki büyük bir iç savaş çıkar içimde o yüzden sadece anı yaşıyorum Helin."

 

"Abimi bu savaşta yalnız bırakmadığın için çok teşekkür ederim," uzanıp elimin üstüne elini koydu.

 

"Abin yalnız değildi ki Helin. Yalnız olan benim," dedim kendimi tutamayarak.

 

"Abin evinde sizinle yıllardır yalnız olan benim tam hayat kurmaya çalışmışken yine yalnızlaşmamı istedi ve buradayım."

 

Konuşsam günler sürerdi, dilimde birikmiş kelimeler tükenmezdi yine de ama sustum.

 

"Başka bir hayatta başka bir şekilde tanışmanızı isterdim," dedi hiç düşünmeden. "Sen onun bu hayattaki son şansısın. Hayatta olduğunu anlamasını sağlayacak olan tek sensin."

 

"Biz onunla siyah ve beyaz gibiyiz. Bizim her zaman da yolumuz çapraz Helin. Abin beni gelip zorla almasaydı inan ki başka bir yolda biz yine karşılaşmazdık."

 

iSizin kaderiniz bir." Derin nefes aldı aklına gelene ah çekti. "Yukarıdaki sizi birbirine yazmış yolunuz çapraz olsa ne olur kalbiniz aynı yolda atıyor."

 

"Kalbin işi o zaten, atmak."Gülerek baktım ona.

 

"Siz birbirinize bakınca değişen ritimlerinizden bir habersiniz, kalbin işi atmak haklısın ama nasıl attığı asıl mesele."

 

 

Asıl Mesele değişmiştim, zaman değişmişti, mekân değişmişti ama beni değiştiren onlar değil tek bir insanın olmasıydı. Bende şimdi onun ağırlığında eziliyordum.

 

"Eminim her şey yoluna girecek hem bence benim yengem olmak o kadarda kötü bir şey değildir ya."

 

Bu sefer ben tuttum onun elini. "Saçmalama sevindiğim tek şey senin yengen olmak Helin anlamadın mı bunu?" dedim gülümseyerek.

 

"Ama insan içine çıkıp herkesin beni tanımasına hazır değilim Helin bu görevi senin üstlenmesi istesem çok mu sorumluluk yüklemiş olurum sana."

 

Yüzü değişmişti ama gülümsemeye zorladı kedini. Duygu durumu çok çabuk değişiyordu ama her zaman gülümsemeye dikkat ediyordu. "Tabii büyük bir zevkle yaparım ama en azından birkaç şey senin istediğin gibi olsa olmaz mıydı?"

 

"Hiçbir şey istediğim gibi değil ki Helin o yüzden bundan sonrasının da önemi yok. Hem ben sana güveniyorum."

 

"Tamam o zaman,"dedi ayağa büyük bir heyecanla kalkıp. "Ben anneme güzel bir dille anlatırım hem sende boş konakta biraz kafanı dinlersin."

 

"Teşekkür ederim Helin bu benim için çok önemliydi."

 

Gülümseyip çıktığına beni bütün kafa karışıklığımla yalnız da bırakmıştı.

 

Bu büyük odada derin sessizliğin içindeki derin huzursuzlukla baş başaydım. Yatakta biraz daha yukarı çıktığımda sırtım başlığa yaslandı, ellerim belli belirsiz sızlayan dudaklarıma dokundu.

 

Gözlerim kapandığında onu tekrar hissetmek içimdeki volkan dağını harekete geçiriyordu. Hem acı hem de tarifsiz bir histi benim için. Gözlerimi kapattığında sıkı eli ellerimin arasında dudakları sanki dudaklarımdaydı. Onu her zerremde bu kadar baskın hissetmem, gözümü her kapattığımda varlığını duymam bana eziyetten başka bir şey değildi.

 

Ona kızmak bağırmak çağırmak haykırmak belki de canını yakmak istiyordum. Hesap somak sonra uzun uzun anlatışını dinlemek geçiyordu içimden. İki gün sonra tamamen geride bıraktığım hayatım artık soyadımla berber buraya ait olacaktım.

 

Korku değildi hissettiğim ama ayaklarımın altında batan beni rahatsız eden atım atmamı zorlaştıran şey vardı.

 

Kabullenmek şu an reddettiğim görmezden geldiğimde ama sanki görünmez ip benim hareket etmemi kısıtlıyor gibiydi. Buna dair bir açıklamam yoktu hislerim şu an sadece fısıldıyorlardı kulağıma, gerçek gizleniyordu.

 

Gece şarja taktığım telefonu elime aldım bir sürü bildirim birkaç cevapsız çağrı ve haber sitesinden birkaç haber. Altta kalan bir başlık dikkatimi çekince üstüne bastım. Haber büyüdüğünde fotoğrafta benim kameramanlara verdiğim bir pozum vardı. Üstümdeki kan kırmızı elbisenin içinde gerçek bir mutlulukla gülümseyip poz vermiştim geçtiğimiz aylarda. Genç milyarderin ortadan sır olmasının işte o sebebi diye büyük fontlu o alt başlığı okumak nefes alışverişlerimi düzensizleştirmişti.

 

Moda ve tekstil sektörüne büyük yön veren ünlü modacı Rona İpekoğlunun geçtiğimiz ayda birden ortadan sır olup kaybolduğunu biliniyordu. Arkadaşlarıyla bile iletişim kurmayan İpekoğlunun günler sonra neden sessizliğini koruduğu belli oldu. Mardinli olan iş insanı Doğu Karahanlı ile geçen gün moda sahilinde yakalanan güzel modacı bir takipçisinin objektiflerine işte böyle yakalandı.

 

Haberin altında Avukatta çıkarken ve Emir gelmeden hemen önce benim Doğu'ya doğru yürürken çekin bir fotoğraf vardı. Fotoğraf yakınlaştırarak çekilmişti ama ikisizinde yüzü netti.

 

Doğu'ya doğru giderken güldüğümün farkında bile değildim ama fotoğrafta gözüken mutlu genç bir çift gibiydik.

 

Çok güvenilir bir kaynaktan öğrendiğimiz üzere İpekoğlu sevgilisini iş arkadaşları ile tanıştırmaya ofisine getirip müstakbel kocam olarak tanıştırmış ve kısa bir süre sonra evlenecekleri haberini onlarla paylaşmış. Ailesiyle görüşmediği bilinen ve sır gibi saklanan aile üyelerinden sonra ikilinin düğünü büyük merak uyandırdı. Özel hayatıyla ilgili konuşmayan işim benim tek sevgilim diyen ünlü güzelin birden çıkan evlilik haberleri acaba hamile mi sorularını da beraberinde getirdi.

 

"Geri zekâlılar!" Telefon tahta kapıya çarpıp yere düşünce içim kaynar su gibi kaynamaya başladı.

 

"Aptallar!" diye haykırdım çarşafı elime dolayıp çektim ne yaparsam yapayım sinirim bastırılmıyordu. Bu zamana kadar her adımı kontrolle atarken habercilik adı altında iftiraya uğruyordum.

 

"Bıktım sizden, bıktım ne biçim insanlarsınız siz!"

 

Kapı hızla açıldığında doğu girdi.

 

"Rona ne oldu?"

 

"Sus çık defol git, git! Her şey senin yüzünden oldu."

 

Bana yaklaşmaya çekiniyordu olduğu yerde kalmıştı.

 

"Ben yıllarca sakladım kendimi yıllarca gölge gibi dolaştım insanların arasında şimdi herkes, herkes beni konuşuyor." Bir adım atınca kısa konsolda duran gece lambasını tutup ona fırlattım.

 

Başını eğip başına gelmesini engellemişti.

 

"Nefret ediyorum senden duydun mu nefret!"

 

Ne ara geldiğini anlamadığım anda kollarımı önümde yakalayıp tuttu. "Hayır etmiyorsun, etmek istiyorsun ama edemiyorsun."

 

"Bırak beni."

 

"Haberi mi gördün? Ben halledeceğim sen sadece sakin ol."

 

"Doğu bırak beni!" Tekrar konuşmaya başlarken başımı geriye çekip hızla gerildikten sonra alnımı burun kemiğine doğru hızla vurdum.

 

Acıyla beni bıraktığında gözleri yaşarmıştı am sesini çıkartmadan burnunu tutup geriye adım attı.

 

"Bir daha sana beni bırak dersem bırakacaksın bu da sana ders olsun."

 

"Rona, Rona, Rona." Sesi boğuk çıkmıştı elini burnundan çekmiyordu ama kanamamıştı.

 

"Ne canı kıymetli ağasın sende be abartma," dedim.

 

"Bu yarayı yine sen saracaksın." Dedi sertçe burnunu çekerek.

 

Elini üstünden çekince kaşının ortasından aşağıya doğru kızarıklık vardı. "Bir şey olmamış hem," dedim umursamaz davranmaya çalışıyordum ama biçimli burnuna bir şey olmuş mu diye baktım bir süre.

 

"Çok şey oldu da sen anlamak istemiyorsun."

 

"Ne olmuş lan burada harp mi çıktı?" Kapının menteşelerine yaslanmış biri seslenince ikimizde ona döndük. Kumral ama güneşe çıkınca sarardığı belli olan saçlı hemen hemen Doğu'yla aynı yüz ve vücut hatlarına sahip bir erkek vardı.

 

Doğu sesi tanıyınca sıkıntılı ses verdi. "Geldin mi?"

 

"Geldim tabii kaçırır mıyım ben ağamın düğününü," deyip kollarını açıp Doğu'ya doğru yürüdü. Doğu'da üstünkörü sarıldığında. Hafifçe eğilip ceketinin düğmelerini tuttu.

 

"Merhabalar yengecim uzun zamandır seninle tanışmak istordum çünkü birileri sizden bahsederken aklını kaybediyor gibiydi."

 

Doğu bana uzatılan eli tutup itti. "Adam gibi konuş Rohat."

 

"Haklısın ağam bunu söylememem gerekirdi çünkü gözlerinden anlaşılmıyor." Doğu'nun kulağına eğilip, "Ama odanın halin bakılırsa iki deli birbirini çoktan bulmuş iyi iyi," dedi benim duymadığımı düşünerek.

 

"Rohat ben yengecim Doğu'nun amcaoğluyum.

 

"Merhaba Rona," elimi uzatarak ama sinirimi bastırmaya çalışıyordum.

 

"Sana İstanbul'dan bir hediyeyle geldim aşağıda seni beliyor buyur yengem," deyip elini kapıya uzatıp.

 

"Ben bir sürpriz daha istemiyorum bugün sağ ol ama uyuyacağım."

 

"Aaa ama bak kırılıyorum yenge ben ne badireler atlattım getirene kadar gerçi Ağama teşekküre etmem gerekirdi," dedi çapkınca gülümseyerek.

 

Aralarında ne dönüyor anlamamıştım ama ikisinin didişmeleri için odada bırakıp çıktım.

 

Topuklarımı yere vura vura merdivenleri inerken asıl Doğu'nun kafasına vurma isteği doluyordu içime. Ben hariç kimse bu evde nasıl bir durumun içinde olduğumuzu umursamıyor gibiydi.

 

Salona indiğimde etraf boş gibiydi. Helin'le Berfin Hanım'ın çıktığını duymuştum zaten. Salonun ortasına doğru yürüğümde etrafta hiçbir şey yoktu. Avluda olacağını düşündüğümde kapıyı açmak için tutunca bir el arkadan gözlerimin üstüne kapanmıştı.

 

Parma uçları tenime değdiği an onun olduğunu çok anlamıştım. Kimse bana arkamdan yaklaşamazdı o hariç.

 

"Şebnem!" dedim.

 

"Şebnem tabii ya başka kim olacaktı?"

 

Dönüp sımsıkı sarıldım ona. Kokusu geçmişim gibiydi. Güveli kolları sırtıma değince günler sonra huzurlu hissetmiştim.

 

"Ne arıyorsun sen burada?" Şebnem çoktan ağlamaya başlamıştı bile. Bembeyaz teni kızarmaya burnu akmaya aşmıştı çoktan.

 

"Kardeşimi yalnız bırakacağımı düşünmedin herhalde. Evleniyorsun kızım sen delirdin mi, kambersiz düğün olur mu?"

 

"Nasıl geldin buraya kadar burayı nasıl buldun?"

 

"Heh işte orada da ben devreye giriyorum yengem." Doğu arkada Rohat önde merdivenleri iniyordu.

 

Şebnem'e baktığımda Rohat'da gözlerinin içi gülerek bakıyordu.

 

"Amcaoğlum senin can dostunu İstanbul'da olduğunu düğün için getirmemi istedi bizim de ona boynumuz kıldan ince."

 

Şebnem elimi heyecanla sıkarken alıklaşmış yüzü Rohat'daydı.

 

"Sabah işe giderken evin kapısında tanıştık Rohat Beyle, beni de aralarında görmekten mutluluk duyarlarmış."

 

"Şebnem," dedim kendine gelmesi için çünkü karşındaki adama kırılmaktan birazdan beli ikiye ayrılacaktı.

 

"İlk uçakla da Mardin'e geldik."

 

Şebnemin varlığı sanki bana ayak olmuştu. Yeniden ayağa kalmış gibi hissediyordum.

 

Doğu'ya döndüm Şebnem kolunu omzuma atıp kendine çekerken "Teşekkür ederim," dedim yavaşça. Az önce kafasına abajur fırlatmamışım gibi sakindim.

 

Rohat aramıza girip, "Hiç önemli değil yengecim bugün ben size yarın siz bana değil mi?" Onun da gözü Şebnem'deydi ama bunu sonra sorgulayacaktım.

 

Doğu mimiksiz şekilde arkada bizi izlerken tek kelime etmiyordu Burnunun kenarları hala kızarıktı.

 

"Sen gel ben sana Avluyu göstereyim," dedi Rohat Şebnem' i alıp giderken. Şebnem avluyu büyük heyecanla görmeyi beklerken Rohat" yengem galiba amcaoğluna kafa atmış bizimki süt dökmüş kedi gibi olmuş, bakma ilk defa böyle bir şeyle kaşıklattık bize ne yapacağımızı bilmiyoruz." Diyordu uzaklaşarak.

 

Yüzüme düşen saçlarımı kenara itip boğazımı temizledim. Ne yapacağımı bilmez bir haldeydim. Doğu benim için Şebnem'i getirmişti ona bir teşekkür borçluydum sanırım.

 

Bir adım daha attığımda aramızda biraz mesafe bıraktım. "Ben teşekkür ederim, bu yaptığın benim için çok özeldi."

 

"Gelmeseydi sonradan çok pişman olurdun," dedi. Sanki beni artık çözmüş gibi konuşuyordu. "Mutlu olduysan bu her şeyden önemli."

 

"Oldum," dedim. "Çok mutlu oldum." Aramızda sessizlik olduğunda yapabileceğim en saçma şey yaptım ve iBurnun acıyor m?" diye sordum.

 

Sorum onu güldürmüştü çünkü suçlu bir çocuk gibi gözüktüğüme emindim. "Artık acımıyor" dedi eli burnuna değerken.

 

"Sen Şebnem'le çık gez istersen bugün Fırat sizi istediğiniz yere götürür benim çıkmam lazım ama bir şey olduğunda ara beni Rona."

 

Yine ciddi surat ifadesine bürünmüştü. Onun otoriteyi elinde tutma aşkı taktire şayandı. Her şey kontrolünde olsun istiyordu ve beni elinde tutamamak onu geriyordu belli ki.

 

İçimden çok şey demek geçmişti o an ama sadece tamam diyebildim. Önümden geçip gittiğinde Rohat'a seslendi sonra beraber arabaya binip gittiler.

 

Şebnem avluda Rohat'ın arkasından bakarken ben salonun ortasında Doğu'nun arkasında bakarak kalmıştım. Sonra ikimizde göz göze geldik.

 

Bu yeni hayata yanlışlıkla onu da çekmiştim. Biz onunla bir çiçeğin köküne bağlılığı gibi bağlıydık birbirimize ama onun burada olması bana güç verse de onun için tedirgindim.

 

🔗

 

"Nasıl davranıyorlar sana burada?" dedi kahve fincanın bir yudum alarak. "Düşmanın kızı gibi mi yoksa herkes Doğu gibi mi?"

 

"Anlamadım, Doğu nasıl ki?"

 

"Babasını vuran adamı kızı gibi bakmıyor sana Rona. Sana öyle bir bakıyor ki başkası bakmaya çekiniyor ve baksana bana buradayım seni düşündüğü için beni buraya getirtti adamdaki istikrara bakar mısın."

 

"Ben ne hissedeceğimi ne diyeceğimi bilmiyorum Şebnem. Karmakarışığım, bir gün ağlıyorsam diğer gün gülüyorum." En yalın haliyle anlatmaya çalıştım kendimi ona.

 

"Haberi gördün değil mi?" O da çok sinirlenmişi. "Hadsizler hepsini mahkemeye vereceğim."

 

"Boş versene," dedim soğumuş kahve fincanıyla oynayıp. "Hangi birini susturacaksın ki bırak konuşsunlar. Artık kimseden saklanmaya ihtiyacım yok."

 

"Rona," dedi sıkıntılı sesiyle yüzü de gerilmişti birden. "Ondan haber var mı? Ulaşmaya çalıştı mı yada sana hiç?"

 

"Hayır Şebnem sakın bunu kimseye bahsetmek yok anma şeytanın adını da."

 

"Ama Rona Doğu-"

 

"Sakın dedim sakın onu bunu karıştırmayacağım."

 

"Tamam peki dediğin gibi olsun."

 

"Şebnem abla geldin mi?" Helin dirseklerine kadar uzamış poşetleri kenara koyup Şebnem'e doğru yürüdü, Şebnem'de onu görünce ayağa kalktı, birbirlerini tanıyor gibi konuşuyorlardı.

 

"Hain bebek nerelerdesin sen nerede benim kırmızı halım?" Birbirlerine sarılıp gülüşüyorlardı.

 

"Siz tanışıyor musunuz?"

 

Şebnem, Helin'i kanatları altına alıp bana döndü. "Tanışıyoruz efendim, Helin İstanbul'dan sizler için birkaç şey istedi biraz organizatör Rıza'lık yaptım bende onun ricasıyla."

 

"Hayır lütfen, bakın rica edeceğim organizasyon falan yok istemiyorum."

 

"Kızım hoş geldin." Berfin Hanımda arabadan bütün zarafetiyle inince oda Şebnem'e doğru yaklaştı.

 

 

Ayağa kalkıp "Yakın arkadaşım Şebnem, Berfin Hanım Doğu'nun annesi dedim." Şebnemle Berfin hanımda selamlaşınca Berfin Hanım işleri olduğunu söyleyip odasına çıktı.

 

"Hiç bana öyle bakma dul gibi mi evleneceksin?" Dakikalardır Helin'le neler yapacaklarını konuşurken bende ona öldürücü bakışlar atıp sürekli araya giriyordum.

 

"Dul gibi değil ölü gibi evleneceğim Şebnem kendine gelir misin arkadaşım artık!" Omuzlarını silkip umursamadığını açıkça belli etti.

 

"Ölü elin bile gelinlik giyiyordu Rona senin bu hevessizliğin yetti canıma. Yardım etmeyeceksen gölgede etme."

 

"Ne haliniz varsa görün," pes etmiş şekilde ayağa kalktım.

 

"Helin lütfen sende onun gazına gelip abartmasına göz yumma. Bu düğünün amacı belli."

 

Helin burukça gülümsemişti ama Şebnem onu tekrar konunun içine çekmeyi başarmıştı.

 

Avludan içeri girdiğimde elimde duran telefon titremişti. Doğu'dan mesaj gelmişti.

 

Helin bekarlığa veda partisi yapmak istediğini söyledi. Yazmıştı.

 

İnanmıyorum gerçekten inanmıyorum sana şebnem.

 

Hayır ben bir şey yapmak istemiyorum yazıp yolladım.

 

Mesaj hemen mavi tik olduğunda yazmaya devam ettim.

 

İzin vermeyeceğini söylersen çok mutlu olurum.

 

Mesaj ona ulaştığında tekrar mavi tik oldu.

 

 

Benim için bir sorun yok, kafanı dağılmış olursunda benimkini bırakırsın belki. İyi eğlenceler. Yazıp göndermişti.

 

Herkes çok tuhaf davranıyordu, cinnet geçirmeme ramak kalmıştı artık bu evde. Doğu'nun bit günde değişen tavırlarıda artık aklım almıyordu.

 

Odaya girip kilitlediğimde sonunda sessizlik karşılaşmıştı beni. Konuşulan her şey bana kuru gürültü gibi geliyordu kendimi zorlansam da ruhum bana aykırılık yapıyordu. Alışmak, alışmak zorunda olmak zordu.

 

Yıllar öncesinden nasıl olacağınınım hayalini kurduğum gecenin, şimdi benim hiçbir şeye karışmadığım haline bürünmüştü. Konuşulan benim düğünümdü ama ben öyle hissetmiyordum.

 

Şimdi yapmak istediğim tek şey birkaç saat uyumaktı, Şebnem saatlerce Helin'le konuşabilirdi o yüzden aklım ondan kalmazdı. Hala boşaltmadığım valizin önüne çökecekken telefonuma bir mesaj daha geldi.

 

Doğu'nun mesajını yanıtsız bırakmıştım onun olduğunu düşünerek yatağa koyduğum telefona uzandım.

 

Gelen mesaj başı alışılmışın dışında bir numaradandı. Tuhaf rakamların gelişi güzel kullanışmış olduğunu görmek tüylerimi diken diken etmişti.

 

Onunla ilk kez karşılaşmıyordum.

 

Parmaklarım mesajın üzerinde gidip geldiğinde açmamak için fazla direniyordum. Fakat açmamak bir felaketi doğururdu biliyorum.

 

Mesajın üstüne basıp açtığımda derin bir nefes çektim içime.

 

Bir konum vardı ekranda ise açık ve net onun olduğunu gösteren bir mesaj.

 

Yarım saat sonra bu konumda olmazsan gelip o konaktaki herkesi sana kurban ederim.

 

Bölüm Sonu

 

Bölüm : 03.01.2025 21:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...