13. Bölüm

“13.Bölüm Karagül”

esra
wolffcuub

"13.Bölüm Karagül"

 

Çocuklukları büyük tahribat almış çocuklar aslında kendi küçüklüklerini yanlarında taşırlardı. Cesareti olanlar elinden tutup onunla yaşamayı öğrenmişken bazıları sır gibi gerisinde saklardı.

 

Büyümek zorunda kalan küçük ruhlar hep eksik kalırdı. Bir suçlu bulmak yerine hep kendilerini suçlamıştır bu çocuklar.

 

Mutlu olmak onlar için uzak bir gelecek kara bir geçmiştir. Her hevesin içinde kırıldığı, şafağın sökerken kara kışın aydınlattığı gün gibi hissettirirdi. Bunca sise rağmen büyümeyi başarmış ayakları yere basan çocuklar ise onların içindeki çocuğu mutlu eden insanları unutmazdı.

 

Tek bir kelime Doğu'nun içindeki küçük çocuğun kalbini yeniden attırmaya yetmişti o an. Yanaklarına değen dudaklarının sıcaklığı içini kaplayan buzdan dağları eritmişti.

 

Arkasına sakladığı çocuk tekrar elini sarmak için sağına geçtiğinde Doğu için doğan güneşin anlamı yeni bir umuttu artık.

 

Mecbur bırakılanı, gözlerinin içine dahi bakamadığı kadına mecbur etmek ruhuna kızgın demirlerini sokarken mutluluğunun yerini ona tekrar gösterdiği için onu yanında istemek onun en bencil hareketiydi.

 

O sabah yüzüne aynada bakarken hasret çektiği çocukluğu, geçmişi, en güzel anıları da onunla birlikte uyanmıştı.

 

Kendisiyle göz göze kaldı, sessizce izledi. Ela gözlerinin içi artık kasvet değil yeni doğan güneşi karşılamış gibi kırmızı halklarını çıkartmıştı gün yüzüne.

 

Sonra onu gördü, yeşil gözleriyle baktı birkaç kez. Yeşilleri içine toprak olup can bahşederken yanındaki çocuk daha çok gülümsedi. Rona ona baktıkça Doğu'nun sağındaki çocuk daha çok sokuldu Doğu'ya.

 

Artık Rona'yı soluna, geçmişini sağına almıştı.

 

Aklı ve kalbi. Sağı ve solu. Geçmişi ve geleceği onunlaydı. Geçmişini kabul etti, geleceğine göğsünün en saklı yerini açtı o sabah ilk kez.

 

Rona geçmişine küs bir kadındı. Doğu onun yarasını açık ve net bir şekilde duyup görmüştü. Bu zamana kadar kimse onun yarasını sarmamış diye düşündü.

 

İpek gibi saçları okşanmaya hasretken gelen herkes onun canını yakmıştı gözlerinden anlamıştı bu acı gerçeği.

 

Hiçbir zaman kendine acımamış kadının gözlerindeki hırsa onu daha ilk kez gördüğünde tanık olmuştu Doğu.

 

Kimseden korkmazken o kadının yeşil gözlerinden çekinmişti adam.

 

Her kelimesi kurşunken sakladığı yarasını gördüğünde Doğu için her şey ilk yarada başlamıştı. Yaradaşız biz demişti. Yaraları birbirlerine denkti onların. Aynı yerden kanayıp kabuk tutmuşlardı.

 

Doğu dün gecenin sabahında dua etmişti onu ona gönderen Yaradana.

 

Onun acılarını bana gönder demişti Bana gönder ki benden gitmesi için sebebi kalmasın...

 

Onun bunca zaman gözlerinden yaş gelmediği için kimse acısını görmemişti. Bedeni dik olduğu için kimse yükünden haberdar değildi. Ama Rona görmüştü, hissetmişti. Dikiş atsan ip tutmaz yarasını sadece dokunarak kapatmıştı o.

 

Dilsiz olan arzusu sadece o kadına bakarken canını yakardı Doğunun. Gönlünün sesini duyuyordu, âmâ Rona gül değildi karagüldü. Dikeni can yakmaz öldürürdü. Her toprakta yeşermez, ruhunun ait olduğu yerde yaşardı. Onu görmek bilmek varlığına hayran olmak onun sınavıydı. Doğu bunu Rona gözlerinin içine akıp ölümden korkmadığını haykırdığında anlamıştı.

 

Sular yeni tıraş ettiği sakallarından süzülüp giderken aynada kendine bakıp yüzünü kuruladı.

 

Sabah Rohat kapıya gelip aldıkları takımı bırakıp gitmişti.

 

Doğu hep susardı susmak onun en tehlikeli yanıydı çünkü. Kimse onun ne düşündüğünü bilmeden otururdu karşısında. Karışışındaki sussun isterdi. Kelimeleri ziyan etmekten kaçınırdı. Fazla cümle fazla his derdi. Hisler ise öldürürdü.

 

Fakat gece yastığa başını yasladığında ronanın bir kez daha cümle kurmasını istedi kendi içinde. İyi ki varsın demesini milyonlarca kez tekrar etti. Yanında olmasını diledi, yanında olup ona bir şeyler anlatmasını istedi.

 

Onun o eve ait olmadığını biliyordu ama Rona buraya da ait değildi. Kara gül toprağında yetişirdi. Doğu ise ikinci kez onu toprağından ayırmanın hüznünü yaşıyordu.

 

Takımı askıdan çıkartıp yatağın üzerine attı. Konak sabah namazıyla ayaklanmış avlu nikah için hazırlanmaya başlamıştı. Bunun gereksiz oluşunu söyleyeceği sırasında onu durduran Rona'nın iyi hissedeceği düşüncesi olmuştu.

 

Dün gece o kıyafetin içinde rahatsız şekilde görmek onu kızdırmıştı. Elbiseyi avuçlarının içine aldığında bile ağırlığını hissedebiliyordu.

 

Fakat bugün onun yanında olması ronayı bir nebze rahatlatacağını düşündüğünden kabul etmişti.

 

Rona'ya nazaran bu konakta olan gelin mutlulukla oynamıştı saatlerce.

 

Takımın beyaz gömleğini kollarından yavaşça geçirip ilikledi. Pantolonun da kemeri taktığında. Kutudaki ayakkabıları çıkartıp giydi. Cekete kollarında geçirdiğinde artık dışarı çıkıp misafirleri karşılaması gerekiyordu. Cüzdanı ve telefonunu ceplerine koyup hızla kapıyı açtığında kapının ardında ki yüz görmeyi beklemediği birisine aitti.

 

Saçında türlü teller varken yüzünde abartılı renkler vardı. Üstüne geçirdiği hırkaya daha çok sarıldı.

 

"Biraz konuşabilir miyiz?" dedi Dilan ellerini birbirine sürterken. Başını hafifçe yere eğmişti.

 

Doğu yanında geçip giderken Dilan koluna asılmıştı. "Yalvarırım bir kez konuşmama izin ver."

 

Doğu kolundaki zayıf ele baktığında Dilan ürkekçe geri çekmişti.

 

Günler sonra kardeşinin gözlerine baktığında gördüğü elinden tutuğu küçük bir kız çocuğuydu.

 

Dilan yavaş adımlarla odadan girdiğinde Doğu'nun öfkesi yüzüne vurarak bir adım atıp kapıyı sertçe kapattı.

 

"Be-ben özür dilerim, Allah yukarda ben anlatmak istedim hep sana ama dilim varmadı."

 

"Babanı vuran adamın oğluna varacağını mı?"

 

Dilan'ın eli karnına değdiğinde ateşe dokunmuş gibi geri çekti.

 

Gözlerinden akan yaşlar boğazından çıkacak kelimelere engel oluyordu. "Affet beni, ben böyle olsun istemedim."

 

"Senin yüzünden ben bir kız çocuğunun hayatını ikinci kez mahvettim, Sen bunu acısını bilir misin?" Dilan'a doğru adım atıp adeta haykırıyordu.

 

"Sen önünü ardını düşünmeden bir insana kavuşacaksın diye arkanda kaç insanı hasret bıraktın haberin var mı senin?"

 

"Ben sevdim, sadece sevdim. Onun kim olduğunu umursamadan sevdi gönlüm, kalbe söz geçer mi ağabey? Benimkine de geçmedi işte."

 

"Bencilsin Dilan hep öyleydin küçükken de sadece kendini düşünürdün. Ben seni böyle yetirmedim."

 

"Sen beni kendi sınırlarında yetiştirdin ağabey. Hep bir adım koydun aramıza, biz sana hiç ulaşmadık. Hep korktuk senden. Ağabeyin duymasın dedi annem, babam yoktu evet ama sen babamız değildin."

 

Kalp sızlar mıydı? Öyleyse Doğu'nun kalbi şu an içinde tutmadığı kalbinden kan akıyormuş gibi hissediyordu. Yüzüne vurulan onun gerçeğiydi büründüğü maske artık yüzüne yapışmışken Doğu onsuz yaşamayı bilmezdi.

 

"Çocuktum bende sizinle büyüdüm. Ben istemedim ismimin önüne gelen sıfatı. Ben her şeyi siz rahat huzurlu bir hayat yaşayın diye yaptım."

 

"Yapamadın ama yapamadın bak Helin onca,"

 

"Kes sesini Dilan. Sakın o ağzını açma haddin olmayan konuları diline dolama."

 

"Ağabey," dedi. Ona bir adım yaklaşmaya çalıştığında.

 

"Bundan bahsediyordum. Kendi suçunu örtmek için kardeşini sürdün öne. Yapma Dilan!" dedi Doğu başını sinirle sallarken gözleri belirginleşmeye başlayan karnına kaydı. Bir yeğeni olacaktı, kabul etmesi onun için zordu ama artık annesiyle arasında o bebek vardı. Doğu'nun elini kolun bağlayan o candı.

 

"Haklısın," dedi utançla. Birden değişen duygularını artık kontrol edemiyordu Dilan. "Ama beni oraya küs gönderme." dedi yalvarır gibi. "Oraya gittiğimde senin ardımda olmadığını bilerek yaşayamam."

 

"Seninle aynı acıyı paylaştık o kapının önünde," dedi Doğu kısık sesle. Kardeşinin karşısında çaresiz duruşu onu bitiriyordu. Kardeşlerine dik durmayı öğretmişti ama Dilan'ın boynu eğikti.

 

"Baban kapıyı açsın diye kaç gece o kapıda uyudun Dilan?"

 

Dilan'dan bir hıçkırık koptu.

 

"Senin bir ağabeyin var." Dilan'ın kırmızı gözleri karşısındaki yıkılmaz çınarı buldu.

 

"Saçının kılına zarar gelse ben Mardin'i ateşe veririm ama benimle senin arana sen girdin Dilan."

 

Bedenini eğdi kardeşinin yüzüne bir kez daha bakmak için. "Sen benim elimden silahımı alıp ilk bana sıktın, ben yine sana siper oldum. Ben artık seninle savaşmam Dilan."

 

Kapıya ulaşıp bütün kaslarını gergince sıkıp bir ipin üstünde tutmaya çalışarak adım attı çıkışa doğru.

 

"Bu evden geri dönebilirmişsin gibi çıkma, bu evden geri dönmemeye emin şekilde çık." Diyerek geçmişe açılan kapıyı sertçe kapatıp çıktı.

 

Bazı savaşlar vardı galibiyetle biten. Bazı savaşlar vardı mağlubu belli olmayan. Dilan o savaşın kazanırken kaybedeniydi. Aklı hep gerisinde kalarak çıktı o evden. Pişmanlıklar, geriye alınmayan duygular ve yanında götürdü çeyizi olan kalp kırgınlıklarını (,)

 

❤️‍🩹

 

 

 

Güneşin üstüme vuran ışığı göz kapaklarıma ağırlıkla düştüğünde yumuşak yatağa değen bedenimin her noktası sızlıyordu. O tonlarca ağırlığı olan kaftanı çıkarttıktan sonra elime gelen ilk geleni giyip gözlerimi kapattığım an uykuya dalmıştım.

 

Gözlerim ışığa tepki gösterip açıldığında çok da büyük olmayan odanın içinde bütün ışığı kedine çekip gözlerimi odak noktası yapan bir yoğunluğu karşımdaki dolaba asılı halde buldum.

 

Onu ilk gördüğüm anda tanımıştım. Ruhum sanki ona doğru beni çekiliyormuş gibiydi. Ayağa kalkıp üstümdeki pikeyi geri ittim. Ayaklarımın soğuk zemine değmesi bile bana gerçek ile düşü ayırt ettirememişti.

 

Sanki aramızda o hep camdan bir çerçeve yoktu, uzanıp dokunmaya çalıştığımda iğneye değen parmaklarımın acısı sızladı

 

Gecemi gündüzüme katarak işlediğim taşların her biri karşımdaydı.

 

Bu ardımda bıraktığıma en çok üzüldüğüm şey olmuştu. İnce tülün zarifliğine dokundum onu incitmekten korkarak. Ustalık eserim dediğim nakışları saydım her defasında yaptığım gibi.

 

Mutluluk benim için ufuktaki ulaşılmaz limanken ben sanki karaymış gibi heyecanlanmıştım.

 

Onu hep hayal etmeye bile çekindiğim düğünümde giymeyi düşünürken şimdi hayalini bile kurmadığım zamanda yanımdaydı.

 

Elbisenin ön tarafında üstüne konumlandırılmış küçük not kartını gördüğümde dejavu yaşıyor gibiydim. Bu Doğu'ydu, bu onun tarzıydı.

 

Notu alıp el yazısıyla yazdığı yazıyı okumaya başladım.

 

Bir daha ki giydiğin elbise sana layık olacak demiştim ve sana layık olan parça elbette senin usta ellerinden çıkabilirdi sadece. Şimdi bu gelinliği giyip bana evet der misin?

 

 

 

 

 

 

Not parmaklarım arasında dururken yavaşça titreyen elimle birlikte düşmeye yüz tutmuştu. Biz buna mecbur bırakılmıştık.

 

Başka şansımız yoktu ama Doğu yine de benden kendince icazet istiyordu. O tahmin ettiğimden daha fazlasıydı, derinliği bir uçurum değil bir okyanustu. Ucu uçağı belli olmayan derin okyanus...

 

🧷

 

  

Saçlarıma dalgalar şekil verilip arkaya alınıp yavaşça taranmış ve gelinliği aşan uzunluğu olan duvağı tel kokayla sabitlemeye başlamışlardı.

 

Adalet Hanım bu sefer saçımı ve makyajımı yapmak için işini bilen insanları çağırıştı fakat kadın her saçıma dokunduğunda sanki canım acıyormuş gibi hissediyordum.

 

Saç ve makyaj faslı gereksiz uzadığında Şebnem duruma el atıp en kısa şekilde tamamlanması için direktifler yağdırmaya başlamıştı.

 

Kendiside su yeşili uzun dizinde yırtmacı olan bir elbise seçmişti, kalın askıları uzun boynunu dahada açığa çıkardığında bileğine taktığı Helenistleri andıran kelepçeli bilekleriyle tamamlanmıştı.

 

"Şebnem," dedim üzerime eğilmiş saçımı son kez şekillendirmelerine yardım ederken.

 

"Senin fikrin miydi?" Neyden bahsettiğimi anladığını biliyordum ama anlamamış gözlerle bakıyordu fakat sonra göz devirip pes etti.

 

"Rohat beni almaya geldiğinde Doğu onu arayıp telefona beni istedi." Nefes almadan onu dinliyordum çünkü Doğu'nun nasıl bir insan olduğunu çözemiyordum kafam her hareketinde dahada karışıyordu yinede ona olan gardım bir türlü inmiyordu.

 

"Bana senin için özel olan bir şeyi getirmemi istedi. Senin çok sevdiğin ya da istediğin bir şeyi yanıma almamı." Durup hafifçe gülümsedi.

 

"Tasarladığın bir elbisenin yanında olmasını istedi benim de aklıma camdaki eser geldi. " Aynada birbirimize bakıp gülümsedi. O elbiseyi dikip camdan bir çerçeveye koymuştum ve ona camdaki eser derdik.

 

"Eve gidip aldım, camı kırmam gerekti lütfen üstüme gelme bunun için!"

 

Arkamdaki kadın saçımı bırakıp çekildiğinde hızla ayağa kalkıp kollarımı Şebnem'in boynuna sardım.

 

"Teşekkür ederim Şebnem, çok teşekkür ederim ne kadar mutlu olduğumu anlatamam."

 

"Ben hiçbir şey yapmadım o anlık sinirle telefonumu bile fabrikada bırakmışım ama müstakbel eniştemiz yoluma ışık tutmuş oldu."

 

"O çok düşünceli biri, seni mutlu etmek istiyor Rona."

 

Kollarımı indirdiğimde kalktığım koltuğa geri oturdum. "Farkındayım ama ben ona nasıl davranacağımı bilmiyorum Şebnem."

 

"Ah be kızım daha önce kimse bizi bu kadar önemsemedi ki, sende haklısın yabancı olduğun duyguyu hazmedemiyorsun. Sanki o da sana zarar verirmiş gibi hissediyorsun."

 

Elbisesini toplayıp dikkatlice eğildi önümde. Ellerimi ellerinin arasına aldığında güzel gözleri kızarmıştı.

 

"Tutma artık yüreğini elinde. Bırak senin için başkaları tutsun, kalbini ona emanet et. İkinizde zor şeyler yaşadınız, kimsenin kabul edemeyeceği şartlar süründü önünüze ama bak siz sadece birbirinizle kaldınız en sonda. Madem gitmeyi kabul etmedin o halde kaldığın yeri cehenneme çevirme kendine. Ben ne zaman gel dersen yanı başında olacağım ama eminim ki bana gerek kalmayacak Doğu çoktan seni yüreğine işlemiş gibi kardeşim."

 

"Ben korkuyorum Şebnem," dedim. Kendime bile itiraf edemediğim ama en sonuna da içimde tutmamdığım o kelime koptu ağzımdan.

 

"Biliyorum Rona, biliyorum gözünden anlıyorum sen çok korkuyorsun. Yeni hayat, yeni insanlar. Evli bir kadın olmak, biliyorum senin için bütün bunlar çok zor ama sen aileni seçtin, bir kez daha onları seçtin. Sildim derken bile son kez buradan onların yanından gitmek istedin çünkü sonunda ruhun huzura erdi. Bu evde o küçük odadaki mutluluğunu görmedim mi sanıyorsun? Sen ait olduğun yerde olmayı seçtin Doğu'ya ise minnettarsın şu an sadece bu yüzden kabul ettin tüm bunları."

 

Yanaklarım ıslanırken burnum sızlıyordu, kendimi tuttukça canım daha çok yanıyordu. "Ben onu üzmekten deli gibi korkuyorum Şebnem, o çok iyi biri Doğu'yu üzmek istemiyorum. O bana şu hayatta değer veren tek insan."

 

Eli yavaşça kalbimi buldu. "Burayı dinle o zaman senin için en iyisini o söyleyecek. Yüreğinin sesini dinle Rona o sana ne diyor?"

 

🕯️

 

 

Bembeyaz bir tül başımdan aşağıya ahenkle salınırken. Sanki benim biten hayatımın üstüne çekilen perde gibi hissettirmişti bu bana.

 

Etrafımda insanlar konuşuyor, kuru kalabalığın çığlığı yankılanıyordu kulağımın içinde. Odadan çıkmam için Şebnem koluma girdiğinde gelinliğin bir kısmını tutup havaya kaldırdım.

 

Ona dokunmaktan bile çekinirken üstümde

olması beni üzüyordu, onun hep o camın ardında olacağını düşünürdüm, üstümde hayal etmeye bile utanırdım. Parmalarımı kanata kanata günlerce gözlerime uyku girmeden yaptığım bu gelinliği belki de kendime layık görmemiştim hiçbir zaman.

 

Konağın iç kapısından avluya çıktığımda açılan kapının ardına büyük bir kalabalık vardı ama onu görememiştim.

 

Şebnem kolumdan yavaşça çıkarken beni şaşırtan o şey olmuştu. Bir yanıma annem gelirken diğer koluma babam girmişti. Adalet Hanım'ı gelinliğime bakarken yakalamıştım. Gözlerimin içine bakamıyordu ama ben bakıyordum.

 

Babam sanki incitmekten korktuğu bir şeyi taşıyormuş gibi tüy gibi hafif bir şekilde kolumu sarmıştı.

 

İnsanlar bir gelini uğurlayıp diğer gelini beklemek için fazla heyecanlılardı. Çalınan davul sanki beynimin içine vuruluyor gibi hissettiriyordu tam şu anda.

 

Kapının eşiğine yaklaştığımızda durup benim de durmam için kolumdan tutmuştu annem.

 

Gözlerinin yeşili koyu bir hal almışken üstündeki siyah uzun elbisesi ve yastaymış gibi saçlarının yarısını örtüğü şalı yavaşça çekiştirip düzeltti. Elimi elinin arasına aldığında dudaklarını dişliyordu.

 

Yaşları ona inat akıp gittiğinde benim de sol gözümden bir yaş akmıştı.

 

Sarılmak için bana doğru geldiğinde onu durdurmadım, sarılması için izin verdim.

 

"Allah'a emanetsin." dedi konuşmaya zorlanarak.

 

"İçine doğru ağla Adalet Hanım, belki içinde bir yerde kurmuş olan sevgin tekrar yeşerir."

 

Kollarını sarılmasına karşılık almadığında yavaşça çekmişti. Yüzü acı çeker hali aldığında ayakta durmakta güçlük çekiyor gibi olduğu yerde bir adım geri adım attı.

 

Onun bana son dakika gösterdiği sevgiye ihtiyacım yoktu. Benim büyürken onun kollarına, kokusuna muhtaçtım.

 

Yüzümü ondan taraf çevirdiğimde babam dudaklarını duvağın üstünden alnıma değdirdi. Bir süre öyle kaldığında son kez kokumu içine çekti.

 

Elimi avcuna aldığında soğuk metalin keskinliği çarptı parmaklarıma.

Kulağıma yaklaşıp, "Şehrin çıkışında dağın arkasında yazlık ev var o ev senindir. Kimseye bahsetme o evden, en azından sana bunu vermeme izin ver sana söz sen istemden senin yanına bile yaklaşmayacağım babam."

 

Yüreğim sanki sıcak demirlerle dağlanıyor gibi hissediyordum tam şu anda. Karşımdaki adama küs değil kırgındım. Bu hatta en büyük kırgınlığım onaydı.

 

Onu bir şey için suçlamayı ile düşünmemiştim çünkü o küçüklüğümün kahramanıydı. Onu silme düşüncesi ömrümü kısaltıyordu her defasında.

 

Elinden aldığım anahtarı sıkı sıkıya sardım parmaklarımı, başımı usul usul salladığımda akmaya hazır yaşı acı gülümsemeyesiyle süzülüp gitmişti.

 

Önümde ki kapı geçmem için biraz daha açıldığında insanların neşeli sesleri boğuklaşmaya başlıyordu biliyordum kapının ileride beni bekliyordu.

 

Babam avlunun içinde kaldığında yanına yaklaşan Feyzullah ağabeyi gördüm o an. Gülümsüyordu.

 

Yaklaşıp eline uzandım. Şaşkınca elini çekmeye çalıştığında tutup kaldırdığım duvağımın altında dudaklarıma yasladım elini. Alnıma koyup geri çektiğimde açlarımın üstüne öpmüştü.

 

"Hakkını helal et ağabey, senin bana yaptıklarını baba evladına yapmadı."

 

"Gülüm," dedi yapma demek istiyordu.

 

"Kurtul buradan ağabey, kendine yeni bir hayat kur. Belki bir kızın olur adını Rona koyarsın."

 

Acım dilime vurmuş gibi ağlarken gülümsemeye çalışıyordum.

 

"Doğan bütün çocuklarının adını Rona koyacak artık seni tanıyan herkes. Hepsi senin gibi güçlü olmayı öğütleyecekler başın yere eğilmesin gülüm ağabeyin yine hep arkanda."

 

Kollarım ona uzattığında beni yüreğine basmıştı.

 

"Bu bir veda değil bu yeni hayatının ilk günü Rona ölmedi, Rona yaşamayı öğrendi, artık mutlu o," diye fısıldadı gözerimin içine bakarak.

 

Yanılıyorlardı küçük Rona artık mutlu olduğu yerde, ait olduğu olması gereken yerde konağın damında izliyordu gidişimi.

 

Feyzullah ağabey kolunu uzattığında kolumu geçirdim. İnsanlar geçmem için açıldığında yüksek seslerle zılgıtlarını duyuyordum ama seçemiyordum.

 

Şebnem'i ileride elinde telefonla gördüğümde bir yandan akan burnunu yaşlarla siliyor bir yandan da el sallayarak bir şeyleri çekiyordu.

 

Artık tamamen konağın dışındaydım, onu da karşımda gördüm. Siyah takımlarının içinde birkaç adım ilerimde durmuş ona gelmemi bekliyordu. Sert duruşu, ayaklarını yere sağlam başısı yüzünü bana çevirdiğinde sanki güne dönmüş gibi rahatlamıştı

 

Gözleri gözlerimle birleştiğinde sanki bütün sesler susmuştu. Akreple yelkovan kovalamacaya biraz ara vermiş, dünya sanki yörüngesinden çıkmış gibi sadece ben ve o vardık. Ona yaklaşıyordum, sabırsız bakışları beni yanında istiyordu. Aramızdaki mesafeler kısaldığında büyü bir adım atıp önümde bastırmıştı ayaklarını yere.

 

Kulaklarım sessizliğe alışmışken sadece onu duydum. "Rona" dedi usulca. Elaları her duyguyu açık şekilde gözlerinde yaşarken elini uzatıp ona gelmem için bekledi.

 

Elini daha önce de ondan gitmemem için uzatmışken şimdi ona gelmem için bekliyordu.

 

Eline baktığımda sabırsızca parmaklarıma değmeyi bekliyordu.

 

Duvağın ardındaki gözlerime odaklandığında gözlerime bakmasına hiçbir şey engel olamaz gibiydi.

 

Biz onunla gözlerimizle konuşuyorduk. Ben gardımı gözlerini görmeden indirmemiştim o ise maskesini çıkartmamıştı. Ama şimdi sadece o ve ben vardık.

 

Uzattığı eline elimi uzattığım anda sıkı sıkıya sarmalamıştı parmaklarımı.

 

Sesler tekrar netleştiğinde önümüzde olan insanların alkışları, çalan davul ve zurnanı sesi arabaya kadar eşlik etmişti.

 

Arabanın kapısını tutan Fırat'ı gördüğümde selam verip gülümsemişti.

 

Doğu gelinliğe özenle davranıp kapıya kapattığında diğer taraftan yanıma gelip oturmuştu.

 

Şebnem olduğum arabanın önüne gelip filmli cam olmasını önemsemeden bağırmıştı. "Ben Rohat'la geleceğim arkadaki arabadayım Ronim, seni çok seviyorum." Ellerini cama yasladığında bende elimi camın ardından ona değdirmiştim.

 

Arabalar önümüzden yavaşça çıktığında sokakları kaplayan uzun bir konvoyun ortasındaydık.

 

Uzun bir şekilde evlerin önüne sıralanmış insanların içinden geçerken Mardin haklı iki aşiretin barışmasını kutluyordu.

 

İpeoğluları'nın şehre dönmesi demek daha çok kalkınacak olan bir il demekti. Taraf tutan esnafların önlerinin açılması demekti. Yıllara yayılan bu düşmanlık herkesten bir şeyler eksiltmişti nihayetinde.

 

Araba iki konak arasınaki uzun dar yoldan geçerken karşından tozu dumana katan diğer konvoy geliyordu.

 

İki konvoyda durmadan birilerinin yanında geçerken ben arabanın camını gözlerimin gözükecek şekilde açmıştım. Neyi görmeyi hedefliyordum bilmiyordum ama ruhsuzca beklemeye başladım.

 

Kalabalık araçlar geçtiğinde aynı şekilde konvoyun ortasında olan sedan bir araç yaklaşıyordu. Tam yan yana geçtiğimiz sırada onun da camı açık şekilde göz göze gelmiştik.

 

Dilan ve ben.

 

Bir saniye sürmüştü ama o gözlerimizin birleştiği an ikimize de huzur vermemişti.

 

Yol akıp gittiğinde de iki konvoy gidecekleri konaklarına ulaşmıştı

 

Karahanlı Konağı yazan ağır işlemeli yazının altında duran arabadan Fırat'ın açtığı kapıdan inmeden önce derin bir nefes aldım.

 

Hayat yola çıktığımızda bize vereceği dersleri en gizli yerinde saklardı. Bu dersler bize en acı şekilde kendini gösterirken sonu hep hüzünle bitmezdi. Yürüdüğün yollar ayaklarını kanatırdı ama daha hızlı koşmayı öğrenirdin, ayağına değen taşlar artık seni hissiz biri yaptığında ise işte hayat orada başlardı. Artık hayat sana ders vermeyi keser ve öğrendiklerini hayatında uygulamanı izlerdi.

 

Doğu inmediğimi gördüğünde önüme gelmişti.

 

Endişeli bakan gözlerimi gördüğünde ise başını gökyüzüne çevirdi yavaşça.

 

Bu onunda vermesi gereken en zor sınavıydı. Ardında olan ailesi onun hayatına bir darbe vurmuşken hayatı onun elinden kayıp gitmişti. Biz ilk gördüğümüzde birbirimiz anlamıştık, yaramız denkti bizim ama kim bilir kim onun yaralarını görmemezlikten gelmişti bunca zaman...

 

Bu sefer elimi ilk ben ona uzattığımda başını gökyüzünden çevirip bana baktı

 

Elalarının içi yaşama bağlanmaya başlayan bir çocuğun sevinci gibi parlarken ondan güç alıp ayaklarımı yere bastırdım.

 

Yan yana geldiğimizde sıkıca sıktım elini, büyük bir kalabalık bizi izlerken adım atamayacağımı düşünüyordum.

 

Bu konak diğerine göre daha büyüktü fakat dışarıya taşan insanların sayısı beni germişti.

 

Büyük bir çalgıcı ekip bizi karşıladığına Hozan onları yönlendiriyordu.

 

Aynı anda adım attığımızda birden başımın üstünden akıp ayaklarımın altına düşen şeyleri hissettim.

 

Duvağı hafifçe kaldırdığımda ayaklarımın önüne tonlarca bozuk para ve şekerler vardı.

 

Çocuklar etrafımdan geçip onları toparlamaya başladığında işlerinin bitmesini bekleyerek onları izlediğim. Tek bir an Doğu'nun elini bırakmazken onu her döndüğümde bana buluyordum.

 

Artı içeri gireceğim sırada yanıma yaklaşan Helin'i görmüştüm. Onun için getirdiğim elbisenin içinde çok güzel bir genç kız gibi salınıyordu. Neşeli bir şekilde yanımıza geldiğinde beni durdurdu. "Geçmeden bunu al abla," dedi. Elindeki topraktan olan ağzı kırmızı mendille kapanmış testiyi verdi.

 

"Ne yapacağım bununla?" dedim testinin etrafını incelerken.

 

"Kıracaksın." dedi gülerek.

 

"Kıracak mıyım, nasıl yani?"

 

"Yere atacaksın ki girdiğin ev bereketlensin, huzur bulsun, mutluluk daim oldun abla." Sonra durup kendini düzeltti. "Yenge."

 

Doğu'ya baktığımda başını salladı kır dermiş gibi.

 

Testiyi havaya kaldırıp önümdeki kapının eşiğine doğru attım.

 

Testinin her parçası bin bir parçaya bölünürken elim tekrar Doğu'nun elinin altına uzandı.

 

Onun sıcaklığından ayrılırsam sanki bu kalabalıkta kaybolacak gibi hissediyordum.

 

Yavaşça yürümeye başladığımızda beni tanımayan insanların meraklı bakışları arasında yürüyordum. Her adımda yeni evime yaklaşırken geride kalanları umursamadım.

 

Zılgıt sesleri büyük bir coşkuyla söylenmeye başladığında büyük kalabalığın sonunda bizi bekleyen Berfin Hanım'ı gördüm.

 

Ahretliği Adalet Hanım'ın giydiği elbisesin benzerini giyerken yüzünde zorlukla kondurduğu gülümsemesi vardı.

 

Ona yaklaştığımda birbirine kenetlediği ellerini açıp kollarını girebilmem için iki yanına açtı.

 

Beni evine kabul ettiği günde öyle sevgiyle kucaklamıştı.

 

Kolları iki yanıma kavuştuğunda duvağıma dikkat ederek yanaklarıma dokundu eli. "Evine hoş geldin kızım, sen artık bu evin bir kızısın, benim kızımsın."

 

Elimi elinin arasına alıp soğuk olduğunu fark ettiğinde avucunda ısıtmaya çalıştı nazikçe.

 

Ben birine seslenmeye çalıştığımda sesimi duyan Berfin Hanım olmuştu. Herkes bana sağırken o benim eksikliğimi kapamak için izin istemişti. Gülmek ve ağlamak arasındaki ince ipte asılı kaldığımda birden eğilip avcuma yasladığı elini kaldırıp duvağımın altından dudaklarıma değdirdim, alnıma yaslayıp çektiğimde kaldırdığım başımla gördüğüm ağlamaya başlamış olan bir anneydi.

 

Kız ellerinin arasından dakikalar önce kayıp giderken o da eksiliğini benimle kapatmak istiyordu ben ise buna izin vermiştim.

 

"Sakın ağlama sen güzel kızım benim, artık her şey geride kaldı." Doğu'da eğilip annesinin elini öpüp alnını koyduğunda Berfin Hanım'la sarılmışlardı.

 

Arkamızda kalan insanlar çalan türküyle büyük daireler kurarak halay çekmeye başlamıştı bile.

 

Berfin Hanım söz nasıl bağışlayacağını bilmeyerek derince nefesler alıyordu. Benim elime uzanıp avucunda olan Doğu'nun eline yasladı. Ortada birleşen elimiz bir yapbozun parçacıymış gibi birbirine kenetlendi o anda.

 

"Bu tuttuğunuz eli hiçbir zaman bırakmayın. Siz kaderin zorluyla birleşmiş iki uzak kalpsiniz fakat sanki ömrünüz boyunca birbirinizi aramış gibisiniz evlatlarım." Doğu'ya dönüp başını eğdi usulca omzuna. "Sesini hiçbir zaman kızıma yükseltmek onun kalbini kırma."

 

Gözleri bana döndüğüne "Oğlum çok yorgun dizinde dinlenmesine izin ver kızım olur mu?"

 

Sağ gözünden akan yaşı elindeki mendille silip kayan şalını düzetti. "Siz birbiriniz buldunuz kimsenin aranıza girmesine izin vermeyin birinize sahip çıkın benim de ömrüm yetikçe sizin mutluluğunuz için yaşayacağım."

 

Berfin Hanım sanki canını acıtan o ipin üstünde yürümeye çabalıyor gibiydi. Bir yanı kanarken diğer tarafını eliyle sarmaya çalışıyordu.

 

Emin ki Dilan'ında içini ferahlatacak şeyler söylemiştir ama Doğu'ya bakarken titreyen kirpikleri onun ruhunu sızlatıyor gibiydi.

 

"Yenge, memur geldi ufaktan başlayalım sonra imamı almaya gideceğim hava kararmaya başladı." Diye araya girdi rohat.

 

Avlunun gerisinde bahçe kapısına çıkan kapıyı

kapatıp önüne beyaz işlemeli bir masa ve uzun gövdeli sandalyeler koymuşlardı.

 

Doğu benim için sandalyelerden birini açıp geçmemi beklemiş sonra yanıma oturmuştu.

 

"İyi misin?"! dedi kucağımda topladığım ellerime bakarak.

 

"Kötü değilim," dediğimde gülümsemeye çalışıyordum.

 

"Gelinlik çok güzel, senin yaptığın o kadar belli ki cansız bir şey nasıl eser sahibine benzer aklım almıyor."

 

"Gerçekten mi?"! dedim büyük bir heyecanla. Çizimlerimin beğenilmesi övülmesi bu hayattaki en büyük başarımdı ama her seferinde ilk kez duymuş gibi heyecanlanıyordum.

 

"Neden şaşırıyorsun çıkardığın bütün elbiselere baktım, hepsi birbirinden gösterişli tasarım harikasıydı."

 

"Hepsine mi?" dedim bedenimi hafifçe ona dönerek.

 

Bu halime gülümsemiş elini masaya dayamıştı.

 

"Çizmeye devam et," dedi birden.

 

Bunu duymak beni üzmüştü. "Gerek yok," dedim yavaşça eski halimi alıp. "Belki boş zamanlarımda karalarım sıkıldığımda," diye kendimi kandırdım.

 

Rohat yanında kırmızı cübbeli nikah memuruyla yaklaşırken Doğu ayağa kalkmaya hazırlanıp yavaşça doğruldu. Tamamen kalkmadan kulağıma eğilip, "Bence lazım olacak." Diye fısıldadı.

 

"Merhaba Halit Bey şeref verdiniz." Dedi nikah memuruna elini uzatarak.

 

Adam elindeki koca defteri bırakıp yüzündeki sırıtışla karşılı verdi. "O şeref bana ait Doğu Bey. İnanın iki aile asındaki husumetin son bulmasına çok sevindim."

 

Elini bu sefer bana uzatmıştı ama tereddütte kalmış gibiydi. "Hayırlı olsun." Eline uzanıp hafifçe gülümsedim.

 

"Teşekkür ederiz."

 

"O halde nikahımıza geçelim."

 

Nikah memuru yerine oturduğunda Doğu'nun şahidi Rohat benim şahidim ise Şebnem kalabalık arasından gelip masanın ucundaki kısma oturdular.

 

Şebnemle göz göze geldiğimizde parmaklanın ucunu öpüp üfleyerek bana yolladı.

 

Herkes Şebnem'e bakarken beni ya da onu incelemek arasında gidip geliyorlardı.

 

Ben onların tahmin edemeyecekleri kadar uzakta yıllarca yaşamışken birden varlığımdan haberdar olmuştu herkes.

 

Şimdi ise canlı kanlı beni görmek onları şaşkına çevirmişti.

 

Halit Bey eline aldığı mikrofonla duran davul zurnayla avlunun etrafını saran insanlara doğru seslendi. "Öncelikle bu genç çiftimizin nikahı akdi için burada olan herkese hoş geldiniz diyorum. Lafı fazla uzatmadan nikahımıza geçelim."

 

"Rona Hanım anne ve baba adınız?" derin nefesi içime çektiğimde önümdeki herkes beni izliyordu. "Adalet İpekoğlu, Adem İpekoğlu."

 

"Teşekkürler, Doğu Bey anne ve baba adınız?"

 

"Berfin Karahanlı, Kalender Karahanlı."

 

O an aslında babasından ne kadar uzak olduklarını fark ediyordum. Gözlerim kalabalığın içinde Berfin Hanım'ı bulduğunda en öndeydi yanında da ikizler vardı.

 

"Sayın Rona İpekoğlu hiç kimsenin etkisi ve baskısı olmadan kendi hür iradenizle Doğu Karahanlı'yı eşiniz olarak kabul ediyor musunuz?"

 

Parmaklarım uyuşmaya başladığında titrememesi için avuçlarımın içinde sertçe sıkıyordum.

 

Kalbimin sesi içimden duyabileceğim kadar hızlı ve gürültülü atarken birkaç saniye sonra fısıldaşmaları duymaya başlamıştım.

 

Helin'in endişeli bakışı ve Berfin Hanım'ın sıktığı elini görebiliyordum.

 

Başımı Doğu'ya çeviremiyordum ama o da bana bakıyordu.

 

İçimde tutuğum nefesi verdiğimde önümde duran mikrofona doğru konuştum. "Evet"

 

Kendini sıkan herkesin derin bir nefes aldığını duyabiliyordum.

 

Bu sefer soru Doğu'ya yönelttiğinde hiç bir tereddütte bulunmadan bariton sesiyle cevaplamıştı.

 

"Evet."

 

Mikrofon sırayla Rohat ve Şebnem arasında gidip gelirken ikisi de büyük bir mutlulukla cevap vermişlerdi.

 

 

İmzalamam için önüme itilen defterdeki yan yana olan resimlerimize bakmıştım imza atmadan önce.

 

Sonra gözüm biraz altta ki yazılı belgede oyalandı.

 

Bu garip benzerliği okumaya çalıştım. Doğu 01.08.1997 doğumluyken ben 08.01. 2000 doğumluydum.

 

Sanki birbirimizin tersi gibi garip bir tesadüftü bu.

 

Elimde tuttuğun ince kalemle ismimin yazılı olduğu yere imza atıp Doğu'nun almasına izin verdim.

 

Şahitlerde imzaladığında her cevaptan sonra kopan alkış tufanı biz ayağa kalktığımızda tekrar yaşandı.

 

"Bende sizi karı koca ilan ediyorum," diyerek elinde tuttuğu evlilik cüzdanını bana uzattı.

 

Alkış ve ıslık seslerinden Nihat Beyin ne dediğini anlayamıyordum ama nazikçe gülümsemeye çalıştım.

 

Daha sonra ona veda ettiğimizde tekrar yerimize oturmuştuk.

 

Ben sıkı sıkıya tuttuğum evlilik cüzmanını fark ettiğimde Doğu'ya doğru uzattım. "Sen alır mısın ben kaybederim, bu kalabalıkta?"

 

Elimden aldığı nikah cüzdanını açıp imzalarımızın olduğu yere bakıp geri kapattı.

 

Ceketinin açtığı iç cebine koyduğunda ceketin üstünden iki kez vurdu.

 

"Burada olan güvendedir."

 

"Banada yerin var mı?" dedim anın büyüsüne kapılarak.

 

"Orası sana ve senden gelene açık yalnızca."

 

En çok da sözlerinin bana açık olmasını seviyordum. İlk zamanlarda bilmece gibi konuşurken şimdi aklından geçeni duymamı sağlıyordu.

 

 

"Hadi oturmaya mı geldik? Birer tur halay çekmeden bırakmam."

 

Şebnem koluma yapıştığında bende sandalyeye yapışmıştım.

 

"Hadi amcaoğlu bugün oynamasak ne zaman oynayacağız kalkın?"

 

Rohat da Doğu'nun elini omzuna yaslanmış kalkması için ikna etmeye çalışıyordu .

 

 

"Şebnem ben bilmem halay çekmeyi falan bozmayalım şimdi oyunlarını , sonra kalkarız."

 

 

"Ne merzifon eşeği gibi bağırıyorsun kulağımın dibine sıkıştırıp durma kolumu." Diye kolunu Rohat'tan kurtardı Doğu.

 

"Amcaoğlu anladık ağasın paşasın ama bu da senin düğünün, kaç kere daha evleneceksin daha söylesene bana?"

 

Parmakların arasında salladığı halay beni Doğu'nun başının üstünden geçirerek dizlerini kırıp yanımızda halay çekmeye başlamıştı.

 

Şebnem de beni çekiştirmeye başladığında Doğu bana döndü "Kalkmak ister misin?"

 

"Bir tur sadece sonra otururuz."

 

Doğu'da beni onaylayarak, "Bir tur" dedi .

 

 

Kalkmama yardım ettiklerinde geldigimizi görenler gülümseyerek halay başını Doğu ve bana bırakmışlardı.

 

 

Elime genç bir kadın halay mendilimi uzattığında bende Doğu'ya uzatarak, " Ben bilmiyorum oynamayı sen dur orada," dedim .

 

 

Doğu başa geçerken ben yanına Şebnem ve Rohat ise el ele yanımıza dizmişlerdi.

 

 

Hızla dönen kelimelerden anlayamıyordum ama insanların hep bir ağızdan söylediği türküler beni mutlu etmişti.

 

 

Kelimeler hızlı dönmediği sürece anlamlarını anlıyordum ama daha fazlasını yapmak isterdim .

 

 

Doğu ayağını yere vurup kaldırdığında şarkının ritmine uyumlu bir şekilde adım atmaya başlamıştı.

 

Üç ileri üç kere atılan adımlara zorlanmadan ayak uydurmuştum.

 

Doğu parmaklarımı kavrarken olduğu yerden memnun değildi ama ona baktığımı fark ettiğinde yavaşça gülümsemişti.

 

Ayaklarına baktığımda büyük bir profesyonellikle ayaklarını yere vuruyor zarifçe yana doğru adımlar atıyordu.

 

Bir süre sonra Doğu halaydan çıktığında yanıma gelen insanlar ellerime girmiş ve beni halayın orta çemberini almışlardı. Hiçbirini tanımıyordum ama yüzüme bakarken gülen gözleri beni dahada rahatlatıyordu.

 

 

Bir yanımda Helin bir yanımda Şebnem varken ne kadar ayakta kaldım bilmiyorum ama topukluların ayaklarıma verdiği acıyı unutmuştum bile.

 

 

İleride duran erkek topluluğundan bana dönük bir çift ela gözü gördüğüm her an ona gülümsedim. Yanındakiler ona bir şeyler anlatıyordu ama onun gözleri bendeydi.

 

 

Dakikalarca gülmüş, halay çekmiş, insanlarla selamlaşmıştım bugünün ağırlını üstümden atarak sadece bir gelin olmuştum vakitlerde.

 

 

Berfin Hanım, Helin'i yanıma yolladığında takı merasiminin başladığını söylemişti.

 

 

Doğu dağılan hayal grubunun içine dalıp kolunu tutmam için uzattığında rahatsızca ona döndüm.

 

"Üstüme bir şey takmasalar olur mu?"

 

"Aşiret gelinisin sen alışman lazım takılara, ömrünün uzun zamanını üstünde onlar olarak geçirmek zorundasın."

 

Masanın yanına geldiğimizde ben şok olmuş şekilde ona bakıyordum.

 

Omuzları kaldırıp indirdi. "Kural böyle."

 

Berfin Hanım üst üste tuttuğu kırmızı kadife kutulurla önüme geldiğinde arkasınsa Şebnem ve Helin de bir kaç kutu taşıyordu.

 

 

Şebnem'i zarifçe yanına çağırıp dikdörtgen kadife kutuyu açtı.

 

İçinden çıkardığı pırlanta gerdanlığı bana uzattığında boynumu eğip takmasına izin verdim.

 

Bu seferde Helin'i çağırıp metrelerce uzun altın zinciri taktığında üç sıra göğsümün üstüne değen altın zincirle bakışmıştım.

 

Sağ kolumun dirseğine kadar çeşitli bileziklerle doldurduğunda, Helin elimi kaplayan altın bir şahmeran takmış, Hozan Doğu'dan yardım alarak boynumdan boş yer arayarak Trabzon hasırından oluşan bir set takmıştı.

 

 

Bir kaç yakın aileden insanda Helin'in tuttuğu çantaya altınlarını bıraktığında, Şebnem Helin'in bıraktığı görevi üstlenip yanıma gelmişti.

 

 

Karşıya bakıp gülümsediğinde ise Rohat yanında anne ve babası olduğunu düşündüğüm insanlarla sıraya girmişlerdi.

 

Saçları kırlaşmış adam ağır adımlarla yaklaştığında yüzünde ki soğuk ifadeyle bana bakmadan Doğu'ya uzanmıştı. "Hayırlı olsun yeğenim, umarım yaptıklarından pişman olmazsın."

 

Yüzümü birden karşımda dikilen adama çevirdiğimde Doğu elini öpmek için kaldırdığı kolunu yavaşça tutup sıkmaya karar vermişti.

 

"Benim düğünümde benim kararlarımı sana sorgulatacak nasıl bir düşüncen var amca?"

 

Adamın yüzü birden bembeyaz kesildiğinde Rohat halinden memnun şekilde Şebnem'e bakmaya devam ediyordu.

 

"Sen beni yanlış anladın yeğenim ama bende senin baban sayılırım keşke aldığın kararları bana da danışsaydın, ben pişman ol istemem sadece."

 

"Sen pişman olmada bana bir şey olmaz." Amcasından ayırmadığı keskin gözlerini bana çevirdi. "Eşimle tanış amca, Rona Karahanlı."

 

Adamın gözleri yavaşça beni bulduğunda, çenesini sıktığı belliydi. Beni görmek onu rahatsız edermiş gibi üstün körü başını sallayıp arkasında ki kadına işaret ederek geçip gittiler.

 

"Yengeciğim yengeciğim ne kadar mutluyum anlatamam. Ailemize resmen boyut atlatıp medeniyet getirdin. İyi ki amcaoğlum seni kaçırıp buralara kadar getirmiş."

 

Gevşek sırıtışla Şebneme' dönüp." Yoksa biz tüm bu güzelliklerden mahrum kalacaktık."

 

Doğu'nun içine derin nefesler çektiğini duymuştum ama önemi yoktu Rohat'ın bu ailenin kasvetinden uzak tavrı beni rahatlatıyordu.

 

"İyi ki benim yengemsin yenge seninle çok çılgın şeyler yapacağız," deyip Şebnem'e döndü "Erkek dansöz olmadan."

 

"Ne yapacaksın oğlum benim karımla adam gibi konuş."

 

"Bak bak hemende sahiplenmiş. Tamam en çok senin karın var amcaoğlu valla bak aldık onu sana."

 

Doğu'nun sabır çekişlerini göz ardı edip elinde ki büyük kutudan uzun bir kemer çıkarttı.

 

Altın bir kemeri elinde tutarken Doğu'ya uzatıp "Hediyemi yengeme takar mısın?"

 

Ben kemerin güzelliğine bakarken resmen hayran kalmıştım. Sıralı örgü motifleri parlak rengi ve büyük desenli tokasıyla bambaşka bir hediyeydi.

 

Doğu dikkatlice belime hizaladığı kemeri tokasına takıp geri çekildi.

 

"Teşekkür ederim Rohat, zahmet etmişsin."

 

"Yengeciğim senin diğer gelinler arasında parlaman gerekiyordu ve bakıyoruz evet." diyerek arkasını işaret ederek topluluğa baktı.

 

"An itibariyle mobeseleşmiş yengelerimize yakalanmış durumdasın sınavın asıl bundan sonra başlıyor."

 

Birden aklına gelen şeyle ciddileştiğinde hepimiz onu izliyorduk. "Bu arada imam efendiyi getirdim sizi bekliyor."

 

"Oğlum madem geldi neden söylemiyorsun da saatlerdir boş yapıyorsun."

 

Rohat birden belimdeki kemeri işaret ederek. "Nasıl yani aldığım şu kemeri görmese miydik? Yengem takıp salına salına gezinmese miydi? Teessüf ediyorum amcaoğlu."

 

"Hadi Rona geçelim," dediğinde elimi tekrar avcunun içerisine alıp nikah masasının arkasındaki kapıya doğru yönlendirdi beni.

 

İçeri girdiğimizde salonun içinde Berfin Hanım beyaz cübbeli imam ve imamla konuşan Feyzullah ağabey vardı.

 

Feyzullah ağabey bizi gördüğünde imamdan izin isteyip önümüze gelmişti. "Hayırlı olsun Doğu Ağa."

 

Doğu uzatılan eli sıktığında Feyzullah abiyle tanışıyor gibiydiler.

 

"İzin veririnsen Allah katında şahidin ben olmak isterim gülüm."

 

"Beni çok mutlu edersin, lütfen."

 

İçeriye Rohat'ta girdiğinde onun yönlendirmesiyle salon masasına geçmiştik.

 

Berfin Hanım omuzlarımdan aşağıya salınan büyük şalı saçlarımın üzerine örttüğünde sessizce koltuklardan birine geçip oturmuştu.

 

İmam ellerini açıp duaya başladığında kısa bir süre evliliğin hükümden bahsedip bize iyi niyetlerde bulunmuştu.

 

Bana dönüp, "Kızım Mehir olarak ne istesin?" diye sormuştu. Berfin hanım yüzünü bana çevirdiğinde bense sadece hocaya bakarak "Talak hakkını istiyorum," dedim birden. "Çok bilmiyorum hocam ama bu evliliği bitiren hakkı kendi üzerime istiyorum."

 

Hoca efendi bir bana bir de Doğu'ya bakarken Doğu ondan beklenecek olanı yapmıştı. "Kabul ettim hocam. Talak hakkı eşimindir."

 

Yanındaki kişiden emin olmak bazen yıllarını geçirsen de sana doğruyu vermezdi ama bir sözü ya da gözüne değen tek bakışı sana binlerce şey anlatırdı.

 

"Aramızda belirlediğimiz Mehir ile ve şahitlerin huzurunda siz Adem kızı Rona Kalender oğlu Doğu'yu kocalığa kabul ettiniz mi?"

 

"Ettim." dedim yavaşça.

 

"Ettin mi?"

 

"Ettim."

 

"Etin mi?" dedi son kez.

 

Gözlerim Doğu'nun elalarıyla birleşince son kez derin bir nefes aldım

 

"Ettim."

 

"Aramızda belirlediğimi Mehir ve şahitler huzurda siz Kalender oğlu Doğu, Adem kızı Rona'yı zevceliğe kabul ettiniz mi?"

 

"Ettim." dedi gözlerim içine bakarak.

 

"Ettin mi?" dedi hoca

 

"Ettim." dedi Doğu. "Ettin mi?" dedi hoca son kez.

 

"Ettim." dedi gözlerini gözlerimden hiç ayırmadan.

 

İmam, Rohat ve Feyzullah ağabeye de aynı şekilde şahitliklerinin kabul edip etmediğini sorduğunda ikisi de üç kez ettim diyerek bize şahit oldular.

 

İmam ellerini açıp "Bende sizi Allahın emri Peygamberimin sünneti ve şahitlerin de şahitlikleriyle aranızda belirlediğiniz Mehir miktarı ile bu nikah akdini kıymış bulunuyorum."

 

Derin bir nefesi içime çektiğinde sanki içimde ki can tekrar yaşama dönmüştü.

 

Duygularımın çoğu ölmüştü ama onun gözlerine baktığında kalbim tekrar atmaya başlamışı.

 

Ben Rona Karahanlı, yasak olduğu toprağına geri dönüp artık oraya ait olan o kız çocuğu. Benim savaşım şimdi başlıyordu..

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 03.01.2025 21:16 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...