14. Bölüm

“14.Bölüm Rahiya”

esra
wolffcuub

"14. bölüm Rahiya"

 

 

"Rahiya

Koku.

Daha ziyade hoş kokan mânasında.."

 

 

 

Bazı ruhlar ezeli bir ızdırabın içinde yaşam sürdürürken yanında cehenneme sürükledikleri insanlar olurdu.

 

Tek yanmamak için bencil düşünce onları ele geçirirdi. Bu sonradan öğrenilmiş olan değildi kötü, kötü olarak doğardı. Sonradan kötü olan herkes bir gün iyi olmaya mahkumdu...

 

 

 

Güneş yerini Ay'a bıraktığında avluda olan sesler yavaşça kayboluyordu.

 

O masanın üstünde vakit bazılarının kötü bakışları, bazılarının ise varlığımı yeni öğrenmenin merakıyla geçmişti.

 

Doğu yanımdan sık sık ayrılıp yanımıza tebrik etmeye gelen düzgün giyinimli adamlara eşlik ediyordu.

 

Herkes yavaşça çekildiğinde yanımıza en son Berfin Hanım'da gelip iyi geceler dileyerek ayrılmıştı.

 

Bahçeyi aydınlatan ışıklar sırasıyla kapandığında kimse bizim burada olduğumuzu tahmin etmemişti.

 

Koca avluyu aydınlatan tek şey başımızda duran koca dolunaydı.

 

Heybetli duruşu yeri göğü aydınlatmışken gözlerimi ondan alamıyordum, sanki gözlerimi aydan çeksem yine karanlıkta kalırdım fakat bu sefer onun yanımda oturduğunu bilmenin güveniyle karanlığa karşı dik durdum.

 

Karanlıklar bana her zaman yalnızlığımı hatırlatmıştı.

 

Yurdun sekizden sonra kapanan ışıklarından sonra yapılabilecek tek şey o gün ayın gökyüzünde gözükmesi için yalvarmaktı.

 

Bazı geceler hiç orada olmazdı.

 

Bulutlar yüzeyini kaplamışken kısık sokak lambasından medet umardım. O kadar kısık o kadar cılız bir ışığı vardı ki kar yağdığında rengi daha da solardı o küçük ışığını bile göremezdim bir süre sonra.

 

Ay gökyüzünde olduğu zaman sokak lambasının kıymetini bilmezdim ta ki bulutlar semayı kapladığında.

 

İşte şimdide benim Ay'ım Doğu sokak lambam iste bu ev olmuştu.

 

Basımı yavaşça indirdiğimde Doğu ile göz göze geldim.

 

İkimizde oturduğumuz sandalyeden saatlerce kalkmamış herkes gittikten sonra bile oturmaya devam etmiştik.

 

Çünkü ne yapacağımızı bilmiyorduk.

 

Kimse hikâyenin buraya kadar geleceğini tahmin etmemişti.

 

Ben gelecektim önce konağa ardımdan Dilan. Sonra ben gidecektim ve her şey kaldığı kasvetinden devam edecekti.

 

Fakat şimdi hiçbir şey plana sadık kalmamıştı.

 

Dilan gelmişti fakat tekrar gitmişti ben ise sanki hiç gidememiştim.

 

"Şimdi ne olacak?" dedim. Gözlerinin elası yüzümün her noktasında can bulurken. O bana öyle baktığında ben sanki olduğum yerde değil gibi hissediyordum düşüncelerim duruyor, ayağıma batan dikenler artık his vermiyor gibiydi.

 

Ona sanki dünyanın en zor ve karmaşık problemini sormuşum gibi baktı suratıma.

 

Sonraki adımımı bilememek insanı karanlık kuyuda ışıksız bırakılmış gibi hissettirirdi bilirim fakat Doğu sanki o karanlık kuyuda olmaktan memnun gibiydi.

 

İlk defa o da durmuş hiçbir şey düşünmemek ona haz vermiş gibi bakıyordu. Belki de ilk kez dinleniyor, durup sadece sessizliği bazen de sesi dinliyordu.

 

"Yatıp uyuyacağız hiçbir şey olmazsa sabah olur."

 

Fakat bu halde bile her zaman olduğu gibi güçlü ve netti. Belki gözleri karmaşıktı ama sözleri netti. Kendinden emin sanki ne yaptığını biliyor gibi düşünmemi istiyordu.

 

Ben bugün yeni bir kimliğe bürünmüştüm, yeni bir sıfat, ismimden sonra gelen yeni bir soy.

 

Ama sanırım bunların hiçbiri değil de nasıl davranacağımı bilememek beni korkutuyordu.

 

Ait olmadığım bir de yerde bulunmanın ağırlığını bilirdim fakat sanki buraya aittim ama burada değildim.

 

Doğu ayaklanıp kalkmam için yanımda durduğunda sandalyeyi yavaşça geriye çekip ağır ağır masanın arkasından açığa çıktım.

 

Ayaklarımın her zerresi ağrı olup bacaklarıma sürünürken içimde sanki patlamaya hazır olan volkanla birlikte dikiliyordum büyük konağın önünde.

 

Büyük, ihtişamlı, korkutucu bir konaktı yeni fark ediyordum bunu.

 

Ağır taşlarla bezenmiş iskeleti sanki yası barınıyordu mabedinde.

 

Bu ev yastaydı yıllardır, fakat kasvetini geldiğimden beri ilk kez hissediyordum bedenimde.

 

Soğuk bir rüzgâr arkamdan estiğinde tüylerimi diken diken eden o his yayıldı etrafıma. Sanki biri tarafından izleniyordum.

 

Bir av gibi ortada dururken sanki birine yem olacak korku bastı içimi. Elim şuursuzca Doğu'nun koluna sarıldığında soğukluk bedenine değmemle aniden kesilmişti sanki.

 

"Ne oldu, neden geçmiyorsun içeriye?"

 

Bu benim kendimi fark ettiğim ilk anımdı. Bir kaybediş, bir boyun eğiş ve nicesiydi. Artık özgür ruhum tekrar bir kafesin içindeydi. Ben galip çıktığım her savaşa sanki mağlup düşmüştüm artık. Bedenim ayakta durmaya zorlanıyorken için için kanıyordum.

 

"İyi misin?" dedi tekrar kolunu belime yaslayıp. Onun bana değen her zerresi beni kendime getiriyordu ama sakinleşmem yetmiyordu.

 

"Değilim," dedim düzensiz nefesler arasında.

 

"Değilim Doğu yukarı çıkartır mısın beni?"

 

Bedenini eğdiğinde bacaklarımın altından dikkatlice kollarını geçirip belimi de sarıp beni havalandırdı.

 

Üşüme etkisi beni tekrar tesiri altına aldığında ben Midyat'ın kör soğuyla tanıştım belki de o gece.

 

Sessiz konağın içi Doğu'nun ayak sesleriyle sükunetini bozarken merdivenlerin bitmesiyle Doğu'nun adamları yavaşlayıp en sonunda uzun koridorun en başında durdu.

 

Gözleri iki odanın kapısında oyalanırken ne yapacağını bilmez bir halde elalarını öndü bana.

 

"Neresi bizim için hazırlanmışsa oraya götür," dedim kaybolmuş zaferimi güçlükle taşımaya zorlanırken.

 

Kaldığım odanın tersi yönüne attığı adımları bu sefer onun odasının olduğunu bildiğim kapıda durdu.

 

Kapıya uzanıp ben açtığımda engel olamadığım sırıtış yayıldı yüzüme.

 

Dikkatlice odaya girip beni yatağın üste bıraktığında geri çekildiğinde bakışları gülüşüme takıldı ben ise onu beklemeden konuştum.

 

Sanki her şey güzel bir masalın içendeki evrende olması gerektiği gibi ilerliyor ama biz o masalın kahramanları değil gibiyiz.

 

"Neden güldün?"

 

"Diyorum ya olması gerekenler bir bir oluyor damat odaya gelini taşıyor ama biz o sıfatlarda olan insanlar değiliz sanki."

 

"Bizim bir sıfata ihtiyacımız yok." Kelimeler sanki ondan bağımsız dökülüyordu. Geri dönüp açık kapıya baktı. "Kalmak istediğin odada kalabilirsin ya da ben gidebilirim. Yüklenen sıfata değil iyi hissetmene ihtiyacımız var."

 

Beni bir şeye mecbur etmiyordu çünkü zaten içinde olduğum mecburiyete sebep olduğunu biliyordu. Bunun ağırlığı ise ona yetiyordu.

 

"Burası senin odan bir yere gitmene gere yok. Hem çok büyük ikimize de yeter ben zaten koltukta yatarım."

 

Oda bu konağı en büyük odası olduğunu tahmin etmiştim önceden.

 

İlk girişte kapalı bir kapı vardı orası büyük ihtimalle banyoydu. Yatak büyüktü fakat geniş odada rahatsız etmiyor. Yatak başlığı ise son derece yumuşak gözüyordu ve yatağın eninden daha uzun duvara yapışık gibiydi.

 

Yatağın sağında kapısız bir oda vardı kısık bir sarı aydınlatması vardı orası da giyinme odası olabilirdi. Grinin hâkim olduğu oda sade ama ağırdı.

 

Odayı incelediğimi gördüğünde, "Zaman yoktu bir şeyi değiştiremedik ama sen istediğin zaman dekora etmek istersen oda senindir."

 

"Gerek yok sadelik iyidir," diye fısıldadım.

 

Birkaç saniye derin sessizlik kol gezerken yavaşça ayağa doğruldum. "Kıyafetlerim var mı burada?" diye sordum ince bir sakinlikle. Zorla aitlenmiş olduğum yere çaresiz bir direnişimdi bu.

 

"İhtiyacın olabilicek her şey içeride, Helin'le Şebnem'de bir şeyler seçtiler senin için."

 

"Sağ ol." dedim yanımdaki duvağın kuyruğunu avucuma toplayıp gösterdiği odaya doğru yürüdüm

 

İçeriye girdiğimde büyük içini gösteren saydam gardıroplar karşıladı beni ilk. Dikdörtgen gibi uzayan odada ortada yüksek takı, gözlük, marka saatler ve kemerlerin olduğu stant vardı.

 

Gardırobun büyük bir kısmı Doğu'nun takım elbiseleriyle doluyken karşısında olan kısımdan benim de kıyafetlerimin içinde olduğu elbiseler vardı.

 

Çantalar ayakkabılar mücevherler hepsi yerli yerinde dururken onların aslında bana ait olmadığını biliyordum.

 

Bağımsız ve kurulu düzeni arkamda, İstanbul'da bırakmışken yanıma aldıklarım birkaç valizden başka değildi. Hepsini yanıma almamak belkide benim pasif direnişimdi.

 

Ayaklarımı sızlatan topukluları bir köşeye fırlatıp camların önüne geçtim.

 

Askıda düzenli bir sürü kıyafet vardı. Alttaki siyah camlı çekmeceleri açtım. Görmezden geldiğim dantelli renk renk gecelikleri geriye atıp saten pijama takımını elime aldım.

 

Doğrulduğumda nefes alışverişlerim düzene girmemiş hala kalbimi sızlatıyordu ama güçlükle ayağa kalmaya zorluyordum kendimi. Düşersem kalkamamaktan kokuyordum. Kalkarsam bile aynı insanı bulamamaktan.

 

Saçlarıma tutturulan duvağı söküp ayaklarımın ilerisine attım.

 

İçinde olmayı düşleyemediğim o elbise o anda bana yük olmaya başlamıştı. Sanki her ipliği ciğerlerime sıkılan bir el gibi nefes aldırmıyordu.

 

Sıktıkça sıkmaya başladı. İki büklüm olduğumda boğazımdan nefesler âdeta incecik süzülüyordu artık.

 

Elim boynumda ki gerdanlığa gitti. Ben çektikçe sanki daha da daralıyor gibi boğazımı dişliyordu.

 

Nefes almak için gelinliğin yandan belime değen fermuarına uzandım ama sanki elimden o da kayıp gidiyordu.

 

Sertçe dizlerimin üstüne düştüğümde artık yolun sonundaydım sanki. Birazdan bütün gücümü kaybedecektim biliyordum.

 

Bağırmak haykırmak istedim. İlk defa yardım dilenmek istiyordum ama sesim çıkmıyordu.

 

O an ise gözlerimin önüne tek bir kişi geldi.

 

Nefessizliğim arasında sadece o uzandı bana. Sesimi duymasa da sanki hissetmişti. Hızla attığı adımları yerde yanımda son bulduğunda son kez onu göreceğimi düşünmüştüm.

 

Boğuktu ama keskindi bana duyurmaya çalıştığı sesi. "Rona!"

 

"Sakin ol!" Diye tekrarladı birkaç defa. Boynuma değen parmakları sertçe boynuma dolananları ayırdı birbirinden. Ellerim boğazıma sarılmışken belki de kendimi boğan bendim.

 

"Kahretsin sıkışmış," diye soluyordu sertçe.

 

Takılan kolyeler kucağıma düştüğünde beni boğanın ben olduğumu biliyordum.

 

"Kes!" dedim hoyratça.

 

Duruma uğramış gibi belimde duran ellerini hızla çekip kafasını kaldırdı.

 

Belimden vuran baskı ciğerlerimdeki havayı da engellerken bu sefer bağırdım.

 

"Ke-kess Doğu, nefes alamıyorum."

 

"Sakin ol açacağım Rona kesmem bunu."

 

Dizlerim yerde sürünüp bedenim iki büklüm yere eğilmişti Doğu'nun kalın parmakları elbisenin fermuarına asılmışken ben onu duymuyordum sadece kesmesini söylüyordum.

 

"Sıkışmış Rona nefes al açacağım şimdi."

 

"Açılmaz o!" dedim şiddetle bağırarak. "Açılmayacak kes nefes alamıyorum."

 

Hızla ayağa doğrulup odanın içinde aradığını bulmayınca çıktı.

 

İçeriden devrilme sesleri gelirken çekmeceler hızla açılıp kapandı.

 

Tekrar gelip önüme doğru oturduğunda elinde ucu sivri büyük bir makas ardı. Tereddütle önce bana sonra elbiseye bakarken bunu yapmak istemediği açık ve netti.

 

Göz yaşlarım artık önümü görmeme engel olup akarken nefesimin son damlasıyla eğik bedenimi doğrulttum elbiseye uzak tuttuğu eline uzanıp parmaklar ucundaki makası sertçe elinden çekip kavradım.

 

Bana engel olmasına izin dahi vermeden fermuarın ortasından elbisenin dikiş yerlerine sokup keskin metali daldırdım.

 

İlk darbeden sonra devamı gelen kumaş parçası artık bedenimi sıkmayı bırakmıştı.

 

Parçalar belimden sarkıp aşağıya düşerken göz yaşlarımda artık akmayı bırakmıştı.

 

Emeklerim elimde bir paçavra gibi sallanırken aslında her şey bu kadar basitti.

 

O cam da muhafaza ettiğim elbiseyi yine kendi elimle parçalamıştım çünkü bana zarar vermişti. Bu hayat en sevdiklerimin bana zararı oluğu gibi gözüm gibi baktığım şey de ölümüme davetiye çıkartmıştı.

 

Derin derin nefesler alırken ciğerlerim tekrar içerisine temiz havayı alıyordu.

 

Gözlerim acıyla kapaklarına baskı yaparken bilincim gidip geliyordu. Başımı artık tutamadığımda yavaş yavaş neyle karışılacağını bilmeden yere doğru eğildi. Çok değil kısa bir süre sonra onun kokusu beni tesire altına alıp başımı dizlerine yaslamıştı.

 

Açmadım gözlerimi daha sıkı sıkı sardım birbirine. Elim saçlarım üzerinde duran koluna sarılırken sert zemin umurumda olmadan dizlerine yerleştim.

 

"İyi misin?" diye fısıldadı. Uyanmamdan çekimser ama sesimi uymaya hevesli gibi kısıktı.

 

Başımı oynattığımda göreceğini bilerek açmadım gözlerimi. Başımın düşmemesi için kolunu boynuma desteklediğinde iki elimde kollarına sarıldı.

 

Bedeni bedenime siperken sanki beni korumak istermiş gibi kaplamıştı.

 

Sıcaklığı üstüme çökerken artık sanki yeryüzünde değildim bir yere çekiliyordum onun kokusunun burnuma dolanması ise bana yarenlik ediyordu sanki.

 

Bacaklarını açtığında artık tamamen onun kanatları altındaydım. Burada olmak kuş tüyü yataklardan bile daha rahattı. Güvenle uyumak rahat yataktan uyumak daha mühimdi çünkü.

 

Hızla inip kalkan göğsüm yavaşça normale döndüğünde birkaç dakika geçmişti. Doğu'nun tereddüdünü duyuyordum. Bacağının tekini geri çektiğinde belki de kalkmak için hazırlanıyordu.

 

Burada böylece kalmamı istememişti belli ki ama beni kaldırıp yatağa bıraktığında o yanımda olmayacaktı bunu da biliyordum. Ben ise hiçbir zaman ona böyle sığınamayacak ve bunu

ondan istemeyecektim.

 

Yavaşça bedenimden sıcaklığı ayrılmaya hazırlandığında elimin altındaki kolunu daha çok sardım.

 

"Kalkma," dedim uykuya direnen sesimle. "Gitme." dedim sonra.

 

O ise beni sorgulamadı sözümün üstüne hiçbir şey demedi.

 

Kaldırdığı bacağını sırtımın hizasında geri uzattı. Sırtını uzun takı dolabına yaslayıp bacakları üzerinde onun kıskacı içinde uyumama izin verdi.

 

Ben ise burukça gülümsedim. Ne bir yatak ne bir yastığa ihtiyacım olmuştu bu gece. Doğu.

 

Sadece Doğu yetmişti...

 

🌜

 

 

Bir gün ansızın hayatımız çıka gelen insanların doldurduğu boşluklar aslında o boşlukların orada olduğundan ne kadar habersiz oluşumuzu gösterirdi bize.

 

Gözünü dünya denilen korkunç yerde açtığında aslında geleceğini sana gösterseler gelmek istemeyeceğini fark ederdin sonralarda. Bütün acılar, mutsuzluklar, umutsuzluklar, kalp kırıkları, hayal kırıklıkları her ne kadar seni sen yapsa da içtence hep daha iyi bir hayatın nasıl olabilir düşüncesi içini kemirirdi.

 

Fakat şu yaşıma gelene kadar öğrendiğim bir şey varsa o da gerçek bir nefretin sahte bir sevgiden, bağrına taş basmak ise yalancı pamuklara sarılmaktan daha iyi olduğuydu.

 

 

Parmaklarım tutulduğu şeyin farkına varırken karnıma çektiğim uyuşmuş olan bacaklarımda beni uyandırmıştı.

 

Bir kıpırtı hissettiğimde başımı sakladığım yerden kaldırıp onun dolaba yasladığı ve kapalı gözleriyle karşılaştım.

 

Kirpiklerini birbirine yummuşken yavaşça inip kalkan göğsünü izledim sessizce.

 

Yavaşça doğrulduğumda iki bacağının arasında sanki bir eve sığınmış gibi ona yaslanıp uyumuştum tüm gece.

 

İlk günden beri bana karşı dik tutmaya çalıştığı duvarları artık sanki bir çocuğun gönlünü yapmak istermiş yıkmıştı onları. Beni sorgulamamış ve bırakmamış benimle burada tüm gece sırtı bir dolaba yaslı öylecene yatmıştı.

 

Yüzünü incelemek o an sanki bana verilmiş bir izinmiş gibi aceleci ama bir o kadarda her zerresini ezberlemek istermiş gibi ilmek ilmek izledim onu.

 

Uzun kirpikleri zaman zaman oynarken yanaklarını sıktığı belli olan dişleriyle içe doğru çekilmişti. Sakallı yüzü sanki yüzüne resmedilmiş gibi biçimli dudaklarıyla denk dururken sivri çeneside bir doktorun elinden çıkmış gibi biçimliydi.

 

Sanki içi dışına yansımış gibiydi. Sert duruşu ve bakışı vardı, her bir kelimesi ağzından çıkarken insanı düşündüren cinstendi.

 

Ama bazı anlar vardı. Sessizleştiği, bizim sadece gözlerimizle anlaştığımız o an. O an sanki zaman akmayı bırakıyordu benim için. Zordu bunu kabul etmek ama Doğu bir yabancıyken bana en tanıdık olmuştu.

 

Sanki ona baktığımı hissetmiş gibi gözlerini yavaşça araladı. Gözünü açtığı an ise olduğum yerden hızla ayağa kalktım.

 

Belimin yanından vücuduma gelen soğuklukla aslında dün geceyi yavaşça hatırlar gibi olmuştum.

 

Elim hızla açıkta olan belime değdiğinde sallanan kumaş parçasını belime yasladım.

 

Doğu yerden güç alıp ayağa kalktığında karşımda dik bir şekilde duruyordu.

 

Gömleğinin yakalarını sağa sola dağılmışken pantolonunda kat izleri vardı. Ayakkabısını bile çıkartmamış gece boyu ona dayanarak uyuduğum için yerinden kıpırdamamıştı.

 

"Günaydın."

 

"Günaydın daha iyi misin?" dedi gözlerimin içine bakarken. Ne halde olduğu umurunda değildi, sorduğu ilk soru nasıl olduğumdu.

 

"İyiyim." dedim derin nefesi içime çektiğimde utanç duygusu sarmıştı beni sanki o an. Onun dizlerinde gece boyu yatmak bana soğuğu bile hissettirmezken ona bunu mecbur bırakmaktan utanmıştım.

 

"Özür dilerim ben ne yaptığımı bilmiyorum. Ne hissettiğimi bilmiyorum burada böyle tüm gece seni de,"

 

"Şişst sakin ol." Parmakları yüzümün iki yanına değerken kaldırdığım gözlerim onun irisleriyle bileşti.

 

"Özür dileme, hele benden hiç dileme. Sen ne zaman, nerede istersen ben orada olacağım ve senle ben bu evin bu çatının altında olduğumuz sürece de senin güvenle uykuya daldığından emin olmak için elimden geleni yapacağım. Hiçbir şey için üzülme artık."

 

Baş parmağı usulca kapattığım gözlerime ardından kirpiklerime dokundu saniyeler boyu öylece yine sessizlikle onunla birlikte kalmıştık.

 

"Teşekkür ederim" diye fısıldadım. Akan bir damla yaşım ise yanaklarıma süzülmeden parmağı üstüne kapanıp onu oradan sildi.

 

"Sen duşa gir, ben de kıyafet alıp dışarıdaki banyoya gideceğim. Senin için kahvaltı hazırlanmalarını söylerim işin bitince aşağıya inersin."

 

Parmaklarını tenimden çektiğinde boşluğa açtım gözlerimi. Sözlerini dinleyip usul usul başımı salladığımda kendi bölmesinden gömlekle takım elbiselerinden birini alıp dışarı çıktı.

 

O gittikten sonra benden giyinme odasından çıkıp banyoya doğru yürüdüm.

 

Fermuarı kopan elbise zaten üstümden süzülüp gittiğinde geriye kalan her şeyi çıkartıp sıcak suyun altına girdim.

 

Su hızla tenimden akıp gittiğinde sırtım yavaşça soğul fayansla birleşti. Kaydığım zeminde kalçam betona değdiğinde bacaklarıma kollarımı sarıp suya ağrımı geçirmesi için yalvardım.

 

 

Hayat o kadar garip ve öngörülemez bir düzlüktü ki yolun başında sana çiçekler sunduğunda heveslenir ardından yolun ortasında seni bulan felaketten kaçmak uzaklaşmak isterdin bazende sadece hissizce yok olmak. Ama öyle bir an gelirdi ki. O çiçeklerinde solup gidebileceğini ve aslında çiçek bahçesinin bir bataklık olduğunu öğrenirdin.

 

Sonra içinde olduğun felakete dönüp baktığında canının artık yanmadığı fark edersin. Ateşleri görürdün ama artık tenine değmezdi. Yine korkardın ama eskisi gibi dağlanmazdı yüreğin. Çünkü görürdün ki sırtını sana ateşe karşı siper etmiş biri var.

 

 

Dolaptan ince boğazlı borda kazak ve siyah bol paça pantolonu seçip yatağın üzerine aldım.

 

Çekmeceden iç çamaşırları çıkartıp yere indirdiğim havludan sonra yavaşça giydim. Islak saçlarımın suyunu havluyla alıp önce kazağı sonra da pantolonu giydim.

 

Giyinme odasına tekrar girip siyah stilettolarıda alıp makyaj masası olan yere döndüm. Saçlarımı da makyajımı yapana kadar kurumaya bıraktım. Sırayla ten makyajı, göz ve dudaklara geçtiğimde kuruyan saçlarıma fön çektim.

 

Omzumdan attığım saçlarım ne kadar uzadığını yeni idrak edebilmiştim. Siyah doğal buklelerimi her seferinde yüksek derece düzleştirmek bana yılların adetiydi. Sanki o kıvırcıklık aynadaki yansıma bana iyi gelmiyordu. Korkmak kaçma ve nicesi ben beni yapan her şeyi baştan kendim yapmıştım.

 

Ayağa kalkıp ince topukları üstünde doğrulduğumda karşımda Rona vardı. Sıfatsız sadece Rona vardı. Her zamanki kesin gözleriyle dik duran Rona. Yüzüme incelikle sızan gülüşü kondurduğunda daha iyiydim.

 

Şarjdan aldığım telefonu cebime atıp odadan çıktım. Saat ikiye gelirken ben nasıl davranacağımı bilmeyerek aşağıya kata inmeye başlamıştım. Telefonuma gelen bildireme baktığımda Doğu'dan acil işi çıktığı için şirkete gittiğini söylüyordu.

 

Onun burada olmadığını bilmek sanki kalbime büyük bir yük oturtmuş gibi hissettirmişti. Ama o her zaman yanımda olmazdı tek başına kalmayı öğrenmişken yine aynı acıyı hissettirmek beni sanki buz gibi soğuk bir suyun içine düşmüşüm gibi dumura uğratmıştı o an.

 

Artık küçük Rona değildim. O yalnız, anne ve babasına muhtaç Rona hiç değildim.

 

"Sanki ol" diye fısıldıyordum fark etmeksizin. "Sakin ol, kendine gel."

 

Tam o anda çok yakında bir camın paramparça olmasının tiz sesi beni kendime getirmişti. Giriş kata inmeden ikinci katta merdiven başında duruyordum. Ses ise bu kattan gelmişti.

 

"Allah kahretsin!" Kalın bir erkek sesi ise yarım bırakılmış kapının ardından geliyordu.

 

"Bakın biriniz buraya, kimse yok mu bu evde?" Her cümlesinde sesi daha çok yükselirken. Elimle kapıyı itmiş bulunmuştum.

 

Bir ama arkası dönüp uzun cam balkonun önünde tekerlekli sandalyenin üstündeydi. Ayaklarının altında sağa sola dağılmış cam parçaları varken sinirle kafasını kapıya doğru çevirdi.

 

"Sen kimsin?" Yüzünü bana çevirdiği an sert bir sesle konuştu. Kırlaşmış saçlarının her teli ayrı bir kahırdan beyazlamıştı ilk gördüğümde anlamıştım. Yüzü fazla kırışık değildi ama her zaman çatık olan kaşlarından mütevellit alnının ortasında derin çizgiler vardı.

 

Parmağını sensörlü düğmeye değdirdiğinde tekerleri cam kırklarına dokundu.

 

Öne doğru eğilip yolunun üstündeki camlara uzandım. "Bekleyin lastiklere zarar vermesin."

 

Cam kırıkları dikkatlice avuçlarıma toplama başladığımda beni izliyordu.

 

"Kimsin dedim sana?"

 

"Rona." dedim başımı kaldırmadan.

 

"Rona?" O anki ses tonundan bir acıyı ya da bir acımasızlığı anlayamamıştım ama bir duygu belirttiği belliydi. Acının her hali onu bu duruma düşürmüşken sessizliğe yenilip başımı kaldırdım.

 

Kömür karası gözlerinin içi kırmızı olduğunu görmek beni üzmüştü. Belli ki uykusuzdu. Hatta birkaç gün uyumamış gibiydi.

 

"Sen o'sun. Onun kız kardeşisin." Acı acıyla kapanırdı. Bu adam ise kaybettiği ayakları için değil kaybettiği kızı için düşman gözlerle bakıyordu bana.

 

"Çık dışarı gözüm görmesin seni, bir daha bu kapının önünden bile geçme. Defol git bu konaktan!"

 

Topladığım camlarla ayağa doğruldum ama adım atmadım.

 

"Git mi? Sen ayaklarını, gücünü, ağalığını kaybettin. Peki ya ben neleri kaybettiğim sen biliyor musun?"

 

Eli tekrar sandalyenin sensörüne değdiğinde bana arkasına dönmesine engel oldum. O döndüğünde önünde yine ben vardım.

 

"Bana bak dışarı çık haddini aşma."

 

"Ben haddimi aşacak bir şey yapmadım. Bu dava yüzünden ben bir çocukluk gömdüm bu hayata, o yüzden bu hikâyenin suçlusu ben değilim bana sakın o gözlerle bakmayın.

 

"Tam bir İpekoğlusun, işine gelmeyen her konuya körsün, sağırsın."

 

"Ben Rona Karahanlı'yım. Sizin gelininizim, bana söylediğiniz her kelime sizin gölgenize düşer bundan sonra bu yüzden sözlerinize dikkat edin."

 

Bir anlık afalladığında kendini toplaması zaman almıştı. Zeki bir adamdı ama öfke doluydu. Kendini bu odaya hapsederek ise kendinden intikam alıyordu. Tek bir an zayıf olmanın intikamını belkide.

 

"Ben üzgünüm sizin için ta en başından beridir hatta. Bana topraklara neden giremeyeceğimizi neden onlarla olamayacağımı anlattıklarında ben sadece sizin için üzülmüştüm ne zaman ki canımla sizin tarafınızdan tehdit edildim. İşte o gün ben artık kendim için korktum, sizde bir daha aklıma dahi gelmediniz."

 

Kömür gözlerinin içinde çok yangınlar vardı yüreği hala kor alevler alıyordu bunu anlardım. Dili dönmüyordu benimle konuşmaya, zaman zaman yüzünü çevirdi, ama ne zaman konuştum o zaman ayırmadı gözlerini. Dinledi sadece.

 

Adım atıp önünden çekildiğimde kapıya ulaştım ama adımlarım kendiliğine durdu.

 

"Siz olmasaydınız babam olurdu yerinizde bunu ister miydim? Seçme şansım olsa zannetmiyorum ama sizin bu halde olmanıza küçük bir çocuk günlerce kahroldu bunu bilin isterim." Elim kapı koluna uzatıp tamamen açtım.

 

"Ha bu arada bu kapının önünden her geçtiğimde günde bir kez de olsa size bakacağım gelmemi istemezseniz kapıyı kilitlemeniz yeterli."

 

Kapıyı ilk bulduğum gibi bırakıp yavaşça merdivenlerden aşağıya indim.

 

Az önce benim için garip bir an yaşanmıştı. Bir zamanlar o adam için her gece dua etmiş göz yaşı dökmüştüm ve yalandı yıllar sonra bile beni öldürmek istediğini öğrendikten sonra bile göz yaşlarım onun için kurumamıştı.

 

İlk önce bahçeye çıktığımda artık sonbaharın geldiğini anlayabiliyorum. Serin hava ince ince süzülürken yapraklar dökülmeye hazır ahenkle dans ediyorlardı.

 

Bir zamanlar buranın hayalini kurarken şimdi mevsimin değişmesine şahit oluyordum.

 

"Günaydın yenge." Fırat karşıdan beni görüp yanıma gelmişti.

 

"Günaydın Fırat nasılsın görüşmeyeli?"

 

"Hamdolsun yenge, ağabeyim gitti ama hemen gelecekmiş sen ilk gün yabancılık çekme diye bana gelme dedi."

 

"Ne ilk günü Fırat on gün olacak bu evde oluşum."

 

Kıkırdamaya başlamıştı. "Resmi yengelikte ilk günün yenge."

 

"Bırakmayacaksınız değil mi?"

 

"Bırakmayacağız yenge."

 

Ona arkamı döndüğümde hala arkamdan benimle konuşmaya çalışıyordu. "Ben buralardayım yenge bir seslenmen yeter ama kimseye sıkmaya gitmeyeceğiz ağabeyime söz verdim."

 

"Sana sıkacağım Fırat," diye bağırdım mutfağa girmeden.

 

Bunu duyan mutfak ahalisiyle birden göz göze geldiğimizde herkes şok olmuş gibi bana dönmüşlerdi.

 

Gülfem'in açılan gözlerini gördüğümde Fırat'tan bahsettiğim için bu halde olduğunu anlayabilmiştim. "Af buyur gelin abla?" dedi bana tedirginlikle.

 

"Şaka, şakalaşıyoruz. Kendi aramızda bir espri önemi yok." Söylediklerim onu teskin etmemişti ama yavaşça kaynayan çaydanlığa döndü.

 

"Günaydın gelin kızım."Her zaman gördüğüm bu mutfağın can damarı olan orta yaşlı kadın önüme gelmişti.

 

"Reyhan ben tanışamadık kısmet olmadı. Gülfem'in teyzesiyim, yıllardır da hanım ağamlayım. Sende hoş gelmişsin. Gülfem'de bende bir eksiğin gediğin varsa yardımcı oluruz, çekinmeyesen bu ev senindir gelin hanım."

 

"Teşekkür ederim ama lütfen Rona de Reyhan abla, sende kalıplara sokma beni."

 

"Bir şeyden değil güzel kızım, olduğun yeri kabullen diye değil öyle olduğun için deriz biz. Sen bu konağın hanım ağası olacaksın zamanı gelince."

 

Derin bir nefes çektiğimde kulan kahvaltı masasına değdi gözüm. "Ne yaptın sen reyhan abla ilk günden hanımda ağada yaptın beni iyi mi?"

 

Gülümseyerek sırtımı sıvazladı. "Sen çok büyük yüreklisin ben gördüm onu, bütün Midyat'ta bunu konuşur seni gördüklerinden veridir. E haydi ama şimdi oturup kahvaltını yap gözerinin feri gitmiş gelin hanım."

 

Gülfem çayı önüme koyup yüzüme bakmadan gitti hemen. Galiba Fırat'ı vurmamdan cidden korkmuştu.

 

Ben ekmekten bir dilim alıp ağzıma attığımda mutfağın kapsından Berfin Hanım girdi.

 

Yorgun gibi bir hali vardı ama hala dik duruyordu. Saçlarının üstüne attığı mavi salını omuzlarına itti.

 

"Kızım günaydın," Reyhan ablaya dönüp "Neden salona hazırlamadın Reyhan?"

 

"Ağam buraya kurun herkesin içinde tek başına yemez o dedi."

 

Reyhan abladan önce Gülfem konuşmuştu ama ben Doğu'nun dediklerinde takılı kalmıştım.

 

Biliyordu beni, yemezdim o büyük yerde tek başıma.

 

"Hele bana da çay koy o zaman gelinimle çay içelim o halde."

 

"Tabi hanım ağam."

 

Berfin hanım karşımdaki sandalyeyi çekip önüme oturdu. Biraz sonra tabaklardaki peynirleri tek tek tanıtıp yediğimden emin olana kadar bırakmadı.

 

Kahvaltı bitmişti ama biz Berfin Hanım'la üçüncü çayı içerken kalkamamıştım masadan.

 

"Birgün geldi burnunda soluyor ama nasıl sen söyle barut ben diyeyim ateş. Hema öyle bir halde girdi kapıları tekmeleye tekmeleye. On dokuz var ya da yok. Ağam diyor herkes o zaman ona. Küçük yaşta aldı o yükü sırtına. E topu da çok seviyor, hala ver ayağına çevirsin dursun."

 

Annesinden onu dinlemek onun küçüklüğünü dinlemek beni mutlu ediyordu. Bir zamanlar sonunda mutlu olduğunu duymanın heyecanıyla dinledim Berfin Hanım'ı.

 

"Ana dedi ben istemiyorum ağalık valla billah. Dedim kurban olayım öyle konuşma biri duyarsa mahvoluruz. Yok diyor değilim ağa." Çayından yudum alıp gülmeye başladı.

 

"Dedim hele anana söyle neden ağa değilsin? Bunun mahalleden arkadaşları maç yapıyormuş büyük yerlerde. Bu da gitmiş yanlarına girince sahaya bunlar durmuş ne top ne bir şey. At demiş bizimki, onlar yok demiş."

 

Berfin Hanım sanki o anı tekrar yaşıyor gibi gülümsüyordu.

 

"Bu delilenmiş neden oynamıyorsunuz demiş. En yakın arkadaşı çıkmış aradan sen ağasın artık ağalarla oynanmaz, babam dedi adam oldu artık Doğu, düşmanı çoktur onunla aşık atılmaz dedi."

 

"Üzülmüş Doğu'm da gelmiş eve ne dediysem fayda etmedi tüm gece uymadı bilirimde ama sesimi çıkartamadım. Geçtim odaya ağladım bakma böyle güldüğüme şimdi. Ne yaptım ben diye başımı duvarlara vurdum. Ama artık yoldan dönemedik oğlumda harap oldu o yolda."

 

Akan yaşını görmemezlikten gelip gülümsemeye çalıştı. "O günden sonra çıkmadı dolanmak için bile sokağa, top görse çevirdi başını ama bilirim hala sokak arasında küçük çocuklar ayağına atsa oynar oda. Öyle işte kızım anlat anlat bitmez."

 

Masanın üstünden elime uzanıp elini yasladı. "Rabbim izin verirse iyilerle hatırlayalım, pişmanlıklar olmasın, ağzımızında tadı bozulmasın."

 

Âmin dedim diyecek bir şey bulamadığımda ama kafam hala Doğu'nun buruk hevesinde kalmıştı. Ben karşısına geçip hep ben ben dediğimde aslında onun da bir çocukluğu kayıpmış boşuna yaradaş dememişim.

 

Kahvaltıdan sonra izin isteyip çıkmadan Helin'i sormuştum ama ikisi de okuldalarmış Hozan'la birlikte üniversiteye gidiyorlarmış.

 

Bahçe kapısından çıkıp Fırat'a seslenecektim fakat bunu Gülfem'den rica etmiştim.

 

Üstümdeki kıyafetleri çıkartıp gözüme çarpan eşofman takımını indirdim aşağıya. Koyu lacivert bol paçalı bir takımdı. Eşofmanı giyip beyaz yarım kol göbeğimin üstünde biten badiyi de giyip eşofman üstüne omuzlarıma atım. Saçlarımı at kuyruğu yapıp siyah şapkadan geçirdiğimde siyah küçük çantama cüzdan telefonumu koyup aşağıya indim.

 

Fırat çıkış kapısından beni beklediğin çalışan arabalardın birinin kapısını açıp şoför koltuğuna geçti.

 

"Yenge ağabeyime sıkmaya mı gidiyoruz?" Dikiz aynasından göz göze gelmiştik.

 

"Kimseye sıkmayacağız Fırat, Doğu çok sinirleniyor en son hastanelik oldu unuttun mu?"

 

Fırat gülerek sürmeye devam ederken, "Senden bir şey isteyeceğim Fırat beni bıraktıktan sonra oraya git ben Doğu'yla geleceğim."

 

"Emrin olur yenge."

 

Yarım saat sonra Doğu'nun Midyat'taki ofisinin önüne gelmiştik. Bizimle birlikte gelen üç aracın içindeki korumalarda inip önüme dizildiğinde ofise girdiğimden emin olana kadar bakmaya devam ettiler.

 

Büyük döner kapıdan geçtiğimde büyük ferah bir girişin içindeydim.

 

Kendinden emin şekilde yürüyen insanların bakışları bana çarpıp geçerken herkes ne yaptığını biliyor gibi bir yerlere gidiyordu. Etrafa bakınıyordum fakat buradan büyüktü ve her odaya bakamayacağım için girişte danışma yazan yere doğru ilerledim.

 

"Kolay gelsin," dedim hızlı hızlı klavyelerdeki harfleri çiğneyen kadına. Kafasını kaldırıp bana baktığında kahve rengi gözeleri kısa bir an üstümde gezinip dil ucuyla "Sağ ol," dedi.

 

Bu hareketi hoşuma gitmemişti ama takılmayacaktım, onun insan ayırmasına göz yumacaktım şuanlık.

 

"Doğu'yu görecektim odası nerede?"

 

Birden kafasını kaldırdığında tek kaşını havalandırıp üstüne bas basa "Doğu Beyle randevunuz yoksa güreşemezsiniz hanımefendi!" deyip gözlerini devirmişti bana.

 

"Randevuluk bir durum yok benim geldiğimi söylerseniz seve seve yardımcı olacaktır."

 

Sarı saçlarına elini daldırıp küçümseyici bakışlarla bana bakmaya başlamıştı. Bu hali her şeye rağmen hoşum gitmişti değişik kızdı.

 

"Öyle mi siz kimsiniz peki?"

 

Yavaşça gülümsemem büyüdü. "Rona" dedim tek seste. "Rona Karahanlı."

 

Aldığı nefesi boğazında kaldığında altındaki sandalyesini geri itip hızla ayağa doğrulmaya çalıştı.

 

Eli ayağa birbirine girmişken elimle durdurdum. "Kalkma lütfen odanın yerini söylemen yeterli."

 

Masanın arkasından çıkıp yanıma geldi. "Rona Hanım lütfen kusur bakmayın biz sizi hiç tanıyamıyoruz da ben şey edemedim o yüzden."

 

Gülümserken, "Oda nerede?" diye tekrarladım.

 

"Pardon, şuradan gidelim lütfen buyurun."

 

Birkaç adım önümden yürüyüp uzun koridorun sonunda camlı bir odanın önünde durup kapıyı işaret etti.

 

"Teşekkürler," yaka kartını okuyup "Jale" dedim.

 

Kıpkırmızı olmuş yüzüyle yutkunmaya çalıştı. "Hale, efendim."

 

Kafamı salladım "O da olur Hale."

 

Önümde ki kapıyı çalıp içeriye girdiğimde onu direkt karşımda masanın başına gördüğümde önünde ki onlarca dosyanın içine hapsolmuş gibiydi.

 

Başını kaldırıp benimle karşılaştığında karmaşık yüz ifadesi hemen şaşkın bir hal almıştı.

 

"Rona?" dedi ayağa kalkıp yanıma yürüdü. "Bir şey mi oldu iyi misin?"

 

Odanın içi bembeyaz mobilyalarla döşenmişti bir köşesi toplantı için uzun masaya ayrılmıştı. Diğer taraf ise büyük görkemli çalışma masasına.

 

"İyiyim seni bir yere götürmeye geldim," dedim.

 

"Nasıl yani, nereye?"

 

"Soru sorma, işin bitiyse çıkalım dedim dosyalara bakarak."

 

"Sen geldiğin andan itibaren işim bitmiştir."

 

Gözlerini bana kilitlemişken bende gözlerimi ondan alamıyordum. İkimiz göz göze geldiğimizde onun bana baktığını bildiğimde midem bulanıyor, başım dönüyordu normal değildi biliyorum ama onun göz hapsindeyken bedenime sanki bağlı ipler vardı ve beni onlar yönetiyordu.

 

"Evet" dedim birden iki elimi çırparak "O halde çıkalım."

 

Bu yaptığım çıkış onu şaşırtmamıştı ama gözlerini yumup bir saniye sonra geri açtı.

 

"Gidelim" dedi. Koltuğunun arkasından ceketini alıp.

 

Koridorda herkes dönüp bize bakıyor, fısıldaşmalar çoğalıyordu ama Doğu dönüp kimseye bakmamıştı öyle ki ona selam verenleri bile umursamamıştı dönüp ben gülümsemek zorunda kalmıştım.

 

Kapıya çıktığımızda bizi gören vale park yerine doğru ilerlemişti.

 

"Fırat nerede?" dedi etrafı gözleriyle tararken.

 

"Gitti," dedim omuz silkerek "Gönderdim yani"

 

"Gitti öyle mi? Vurmakla mı tehdit ettin?"

 

Büyük bir şaşkınlıkla artık ağzımı açmıştım çünkü yeterdi. "Ne bu canım sabahtan beri bir sıkmaktır gidiyor üstüme hep iftiralar atılıyor." Araba yönüme geldiğinde sinirle kapıyı yürüdüm.

 

"Ya günahını alıyorlar hep. Yapmadığın şeyler halbuki."

 

"Yapmıyorum!" tabi seslendim Doğu diğer kapıya giderken.

 

"Kaç kere kendim almasam elinden inanırım şu laflarına."

 

Oturup kemeri taktığımızda son söz Doğu'nun olmuştu çünkü haklıydı bir kaç müşkül durumum vardı o konuyla ilgili.

 

"Nereye gidiyoruz söyleyecek misin?" Tam o anda Fırat'tan beklediğim mesaj gelmişti.

 

Mesajı açıp tıkladım telefonu ona uzattığımda yolu inceledi biraz.

 

"Beni vurdurmaya mı götürüyorsun?" Telefonu çekip elimi kapı atıp inmeye çalıştım.

 

"Ya ama yeter artık bir insanın üstünde bu kadar gelinmez yahu!"

 

Kolumda tutup geri çekti beni.

 

"Şaka yapıyorum tamam alınma hemen."

 

 

Dakikalar sonra araba küçük denilmeyecek bir stadın önünde durmuştu. Fırat'tan istediğim bir halı sahayken bu bana da sürpriz olmuştu.

 

Doğu arabanın kontağını kapattığında gözleri bir süre stadın kapısında gezindi. Anlamayan bakışlarla bu sefer bana döndüğünde kemerimi çıkartıp arabanın kapısını açtım.

 

"Ne yapacağız burada?"

 

"İn hadi soru sorma."

 

"Eyvallah."

 

Stadın giriş kapısı arkadan açıldığında önden girdim.

 

Dümdüz bir koridora girdiğimizde bize selam veren adamın yönlendirmesiyle artık stadın içindeydik.

 

"Bu ne şimdi, top mu oynayacağız böyle bir hobin olduğunu bilmiyordum."

 

Orta çizginin üstünde duran topa kadar yürüyüp tam önünde durdum.

 

"Benim değil senin hobin. Bugün seni eğlendireceğiz. Bugün ağa değilsin bugün sadece Doğu'sun." Hızla vurduğum topu saniyesinde yakalayıp ayağıyla durdurdu.

 

"Sen nerden biliyorsun?" Topu tekrar bana attığında durdurmakta onun kadar hızlı değildim

 

"Yavaş her konuda iyi olabilirim ama futbolla aram yok."

 

Biraz gerimde duran topu tekrar ona attım.

 

"Ayrıca her şeyi sen bileceksin diye bir şey yok bizim de kendimize göre maharetlerimiz var."

 

Topu ayağının altına alıp sonra hızla ayağının aşağıya geçirip havaya fırlattı. Top eline geldiğinde aramızdaki mesafeyi kapattı önüme yürüdü.

 

"Anlaşılan annem açmış yine eskileri ama senin bu yaptığın." Elini sakalına götürüp geri çekti. Ne yapacağını bilmez gibi davranıyordu.

 

Elindeki topa vururken ileri savurup peşinden koştum. "Bırak konuşmayı hadi ayakların çalışsın. Kaybedersen bundan sonra hiç ağa olamayacakmışsın öyle dediler."

 

Topa yetişip ileriye doğru koştuğumda seçtiğim kaleye doğru hızlıydım arkamı dönüp doğuya bakmak istediğimde arkamda olmadığını gördüm.

 

O sırada top ayağımdan çalındığında topla yanımdan arkada kalan kaleye doğru topu sürmeye başlamıştı.

 

Ceketini çıkartmış beyaz gömleğinin kollarının düğmelerini açmıştı. Klasik ayakkabılarıyla o kadar hızlı koşuyordu ki olduğum yerde durup onu izliyordum.

 

Hızla koşup kaleye yaklaştığında hiç beklemeden vurup fileye değmesine sebep oldu.

 

Büyük bir coşkuyla bağırdığında etrafında dönüp kollarını açmıştı.

 

Onu bu halde görmek etrafımı saran sarmaşıklardan kurtulmak kadar ferahlık vermişti bana. O hep katı, duygusuz olan bakışları şimdi bir çocuğun sevincine bürünmüştü.

 

Yüzünü dönüp bana baktığında geniş gülümsemesiyle birlikte iki kale dedi topu çıkartıp bana gösterdi.

 

Başımdaki şapkayı ve omuzlarımdaki eşofman üstünü çıkartıp köşeye fırlattım.

 

O topla birlikte oraya geldiğinde bende hızla üstüne koştum.

 

Topa yaklaşmıştım ki topu hızlı bir ayak hareketiyle önüne alıp arkasını döndü.

 

Sırtıyla çarpıştığımda birden acıyla bağırdım.

 

"Acıdı mı?" Başımı eğip alnımı tuttuğumda.

 

"Evet çok acıyor."

 

Başını eğip bakmaya çalışıyordu. "Dur bir bakayım."

 

"Ay dur dur, başım dönüyor galiba." Başımı yavaş yavaş kaldırdığımda önümüzde olan topa hızla vurup önüme fırlattım.

 

Elinden kurtulup kaleye doğru koştuğumda gülmemi durduramıyordum.

 

"Bu devirde kimseye güvenemeyeceksin Doğu. Karına bile!"

 

Saha o kadar uzundu ki gidince Fırat'ın topuklarına sıkmayı en azından bir kez düşünecektim.

 

Nefeslerim kesik kesik bir hale geldiğinde topu önüme alıp beklemeden vurdum. Parmaklarımın ucu sızladığında topun fileye dokunmasıyla bende gol sevinci yaşamaya hak kazanmıştım.

 

-

 

"Kabul etmiyorum senin bacakların benimkinden uzun hızlı koşmaya çalışırken efor kaybettim."

 

"Elliye üç," diye başını salladı. Dakikalardır ne dersem kabul etmeyip skoru sayıklıyordu.

 

"Hile yaptın en son ben yerdeyken kalkıp bir daha vurdun topa."

 

"İçin kaynıyor değil mi potayı kafama geçirmek istiyorsun?" Bedenini yere bırakıp sırtını tellere yasladı.

 

Ellerimi göğsümün üstünde birleştirip cevap vermedim. Her şeyi de mükemmel yapamazsın bunu da burada görmüş olduk.

 

"Futbol kursuna yazılacağım." Yerde kendimi yanına bıraktım.

 

Başını geriye atarak gülmeye başlamıştı.

 

Dirseğimi karnına geçirip susturmaya çalıştım ama daha fazla gülüyordu.

 

"İlk gördüğümde de bu kadar keskindi gözlerin ama şimdi fark ediyorum ki o anki olayla bir alakası yokmuş. Sen başarısızlığı sevmiyorsun fazla hırslısın."

 

"Evet başarısızlığa tahammülüm yok," sözümü kesti beklemek istememiş gibiydi.

 

"Başarısız olacağını anladığında okları kendine çeviriyorsun sanki öyle olmasını sen istemişsin gibi." Önümüzdeki yeri gösterip.

 

"İlk gölü attıktan sonra anladın kazanamayacağını o yüzden sürekli ben kaleye gittiğimde oturdun yere, sanki sen izin vermişsin gibi."

 

Şu an bu rahatsız ediciydi. Beni bana anlatması beni okuması beni rahatsız etmişti.

 

"Sende bilerek durmadın kaybetmemi görmemi istedin."

 

"Ya da istesen kazanabileceğini ama sen yerden kalkmadın bende geri durmadım."

 

"Ne ikili ama" dedim sessizce.

 

İkimizin de başı tel örgülere yaslı kalmışken bir süre sadece nefes alışverişlerimizi duyuyorduk.

 

"Teşekkür ederim" dedi bana doğru.

 

"Ben uzun zaman sonra ilk kez kamburum olmadan var oldum."

 

Dağılmış saçları iki yana açılmış gömleğinin yakaları tozlanmış kumaş pantolonu içindeyken bile böyle özgüvenli durması akıl kârı değildi.

 

"Annen anlattığında ikinciye düşünmedim," dedim sakince. Berfin Hanım anlattığı andan beri gözümün önüne gelen top peşinde koşturan küçük erkek çocuğuydu az önce de bu sahada olan kesinlikle oydu.

 

"Sadece buraya gelmek ve futbol oynamak istedim. Seninle..."

 

"Sen hayatımda gördüğüm en değişik insansın," dedi çekinmeden.

 

Anlamayan gözleler baktığımda biraz gerilmiştim. Onun tasvirînde ne olduğumu henüz bilmiyordum.

 

"Sana bakan bir buz dağı görür. Sadece kendini seven, kendini düşünen, kendi için yaşayan oysaki sen hiç kendin düşünmemişsin."

 

"Saçmalıyorsun ben hep kendimi ön planda tutarım." dedim ayağa kalkmak için yerden destek aldığıma kolumu tuttu.

 

"Maskende bu ya zaten. Kendin için yaptığını söyleyip aslında sadece bir konuk oyuncu etmişsin kendini. Şimdi burada olmamız bile benden nefret etsen de beni iyi hissettirecek bir şey yapmak istedin."

 

"Nefret etmek mi?" dedim birden. Nefret büyük bir histi. Yanılıyordu.

 

"Etmiyor musun seni buraya getiren mahkûm eden adamdan nefret etmiyor musun?"

 

"Nefret edecek o kadar insan varken senden mi?"

 

Kolumu saran parmaklarını tenimde daha çok hissetmeye başlamıştım.

 

"Benden nefret etme ben bir kız çocuğunun nefretini bu gövdemde taşıyamam. İstersen hiçbir şey hissetme ama benden nefret etme."

 

Ela gözlerinin en dibini görebiliyordum. Yeşilleri saran kahveler vardı etrafında. Sanki bir canı sarmalayan bir toprak parçası gibi merkeze almıştı can parçasını.

 

"Senden nefret etmek içinde ölen çocuğa haksızlık olur Doğu. Seninle aynı acıyı yaşamışken ana nefretle bakma bana da yük olur."

 

Alnım yavaşça düşüyordu sana ona doğru. İçim ona çekilirken tenime değen onun teni oldu. Alnım yavaşça alnında son buldu. Parmakları yüzüme düşen saç tutamlarını yakalayıp sakince sevdi.

 

"Senden gelen her şeye kabulüm ama bana bakarken acı çeken halin," başını yavaşça salladı. Bir şeyi kabul etmiyordu. "Olmaz" diye fısıldadı.

 

"Ben tekrar senin hayatını mahvettim değil mi?"Vücudum birden baştan aşağıya bu kesmişti. Nasıl söylenir bilmiyordum ama sözleri benim sakladığım bir sırrım gibiydi. Konuşmak duymak istemediğim.

 

"Senin suçun değildi." Ezbere söylenen öylesine bir cümle değildi bu. Üstüne yatılmış kaç gece uykusuz bırakmış en sonunda da hak verilmiş bir cümleydi. Yapmak zorundaydı iki kez de olsa. O da yapmıştı.

 

"Affedebilecek misin peki beni?" Doğu benden af diliyordu. İçini kemiren her duyguya ilk günden şahit olmuştum. Bana ilk sözlerini haykırırken bile altında yatan gerçeği hissetmiştim.

 

Başımı alnından kaldırmadan ellerim yavaşça yanaklarıma dokundu. "Yapma," dedim sadece.

 

"Her şeyi üstüne alıp kimseyi aklama."

 

"Derdim kimse değil sensin."

 

"Benim için yapma o zaman." Eğik başını kaldırıp suratıma baktı. Sustu sadece. Afallamış gibiydi. Kendine bir şeyleri kabul ettiriyormuş gibi. Uzun uzun inceledi beni. Saniyeler geldi geçti. Parmaklarım sakallarına geçinirken onun elleri sardı bu kez tenimi.

 

Ateş olan teni buz tenimle buluştu ilk önce.

 

Sonra buz olan dudakları ateş olan dudaklarıma değdi.

 

Buz ve ateş o anda birleşti. Sanki birbirlerini ilk kez bulmuş gibi.

 

Dudakları hoyratça sardığında her tarafı ben sadece karşılık verdim. O suya kavuşmuş gibi kana kana içerken ben suyun varlığıyla yeni tanışmış gibi korkak ve ürkektim.

 

Bu onunla buluştuğum ilk an değildi. Onun karşıma nasıl çaresiz olduğunu gördüğüm ilk anda değildi. Bu Doğu'nun beni ilk öpüşü değildi ama benim ona dokunduğum ilk andı.

 

Sert tavrı yavaşça sakinleştiğinde aralık bıraktığı dudağımda nefes aldı. Soluklarımız birbirine karışmışken başını hiç beklemeden omzuma yasladı. İnip kalkan omzum onun kokusuyla dolup taşmıştı. Sanki omzumda dinleniyor gibiydi.

 

"Sen benim tüm ayarlarımı bozuyorsun. Sanki içimde her şey yer değişiyor gibi. Kendimi tanıyamıyorum."

 

Bana sitem ediyor gibi gözükebilirdi ama asıl serzenişi kendineydi.

 

"Bu versiyonunda eminim ki çok iyidir." Acılarıma gülerdim, yaram çabuk iyileşsin diye dalgada geçerdim. Bazen kabuğu kopartırdım izi kalsın da ben o hissettiğim acıyı unutmayayım diye ama yine de gülecek şey bulurdum.

 

"Kalkalım mı Reyhan abla karnıyarık yapacaktı çok acıktım."

 

Başını kaldırıp gözlerimin içine baktığı ona gülümsediğimi gördüğünde dudaklarıma bakıp yavaşça kıvırdı kendininkileri. "Gidelim" dedi yavaşça.

 

-

 

Konak halkı olarak ilk kez akşam yemeklerinde bende vardım. Avluya kurulan büyük bir masa ve üstü çeşitli yemeklerle donatılmış şekilde duruyordu.

 

Her gelen tabakta iştahım dahada kabarıyordu. Sonu gelmeyen bir girdap gibiydi arada şebnemle birbirimize kaçamak bakışlar atıyorduk. İkimizin de aklından geçen spor salonu üyelikleri, şok diyetlerimizin olduğuna emindim.

 

Doğu içeride yaptığı telefon konuşmasını da nihayet bitirip masadaki yerine geçmişti.

 

Sandalyeye oturduğun önce bana baktı ama ben başımı hemen diğer tarafa çevirmiştim. Geldiğimizden beri köşe uçak ondan kaçıyordum o da tam tersine sürekli peşimdeydi. Yemeğe inmeden Doğu odaya girince kendimi lavaboya kilitlemiştim. Neden bilmiyorum ama ona bakmaktan çekiniyor gibiydim.

 

Herkes yavaşça çorbalarını içmeye başladığında Berfin Hanım masanın başından ben ve Doğu'ya ithafen soru sormuştu. "Ne yaptınız bugün?"

 

Çorbanın kaşığı sanki boğazıma girmiş gibi sıvı boğazımdan geçmezken ben geri püskürterek öksürmüştüm. Doğu hemen peçeteyle ağzımı kapattığından elinden çekmiştim.

 

"Helal kızım, helal."

 

"Helal Roniciğim, helal."

 

Şebnem kinayeli kinayeli çorbasını içerken bana alttan alta laf sokuyordu.

 

"İyiyim" dedi öksürerek. "Hızlı içtim. Çok güzel olmuş ellerinize sağlık."

 

"Ne yaptınız dedi Berfin Hanım." Diye tekrarladı Şebnem.

 

"Ofise gittim Doğu'nun yanına, konuşacaklarımız vardı."

 

"Sonra?" dedi şebnem.

 

"Sonra da yürüyüşe çıktık sen kıyafetlerimi sormadan. Doğu biraz etrafı gezdirdi. Sabah yürüyüş için çok güzel yerler keşfettim."

 

Gözlerimle şebnemin tabağını işaret ederek. "Malum onlar kolay kolay sindirilmez Şebom."

 

"İyi yapmışsınız yavrum. İyice gezdir oğlum sen güzel Mardin'imizi. Sonra belki bizde bir alışverişe gideriz."

 

"Çok isterim Berfin Hanım ne zaman isterseniz."

 

Ara sıcaklardan sonra bir de ana yemeğe geçildiğinde ben uzun süre sonra bu kadar çok yemek yemiştim. Her şey o kadar lezzetliydi fakat etliydi. Her şey çok fazla etliydi. Doğu ve diğerleri tabaklarına etlerini dolduklarında ben ikinciye karnıyarıktan almıştım.

 

Doğu ustaca tabağındaki eti bölüp parçalılara ayırdığında bir süre sonra ağzına attı afiyetle yedi. Etle aram yoktu kuzu eti kokardı diğerleri yağlı gelirdi bir türlü etle aramı iyi tutamamıştım.

 

Ben bıçakla karnıyarığı bölerken birden doğunun çatalı tabağıma bir et parçasını bıraktı.

 

"Etin iyi pişmiş yeri hafif tuzlu kendi yağıyla harmanlandı dene bakalım. Bugün epey güç kaybettin."

 

Eti bırakıp tekrar tabağından yemeğe devam etti. Bir ete bir de Doğu'ya bakınca kimse fark etmemiş herkes kendi arasında konuştuğunu gördüm.

 

"Et sevmiyorum," dedim sessizce.

 

"Bunu bir kez dene hep isteyeceğinden eminim."

 

Çatalımı ete batırıp küçük parçaydı ağzımı atmıştım. Et için tasvir edilen lokum benzetmesi kesinlikle bu etle ortaya çıkmıştı. Yağlı kısmın tuzluluğu içine yayılmışken pişmesinden kaynaklı içinin yumuşak dışının ise hafif sert oluşu mest ediciydi.

 

Gözü yiyip yemediğim göz ucuyla izleyip memnunca önüne dönmüştü.

 

Önümdeki tabağı tutup havaya kaldırdığımda diğer elimle doğunun dilimlediği tabağa uzadım. Hareket etmemle bakışlar bize döndüğünde. Doğu karnıyarık yemek istemişte eti boşuna gitmesin dedim sevimlice.

 

Tabağını önüne bırakıp çatalımı önümdeki lokumlara tek tek batırıp yedim.

 

Herkes ne yaptığımı anlamıştı ama sadece gülümsemişlerdi bende afiyetle eti yerden sesim falan çıkmamıştı. Yemeğin ortalarına doğru Helin düğündeki elbisesinin ne kadar beğenildiğini anlatmıştı. Sonrasına benim hakkımdaki güzel yorumlar dökülmüştü ağzından.

 

Sonra da Rohat'ın telefonun gelen çağrıyla birlikte Doğu'yla avlunun diğer tarafına yürümüşlerdi.

 

Yemek kaldırma işine ise ben ve Şebnem de yardım etmiştik. Berfin hanım ne kadar ısrar etse de bunu yapma istediğimi söylediğimizde bize karşı gelmemişti.

 

Bahçeden mutfağa geçerken Şebnem tabaklarla arkamdan gelip belini kıvırtıp kalçasıyla bana vurmuştu.

 

"Neydi o arabadan inerken ki halin kaça kaça çıktın eve. Çabuk söyle ne oldu?"

 

"Sessiz ol biri duyacak saçma sapan konuşmalarını." Tabakları mutfağa bırakıp geri çıktık avluya.

 

"Bana bak ben yemem bu laflar bir şey olmuş hemen söyle bana, yoksa ilk uçakla uçarım Paris'e."

 

"Paris ne alaka be?" dedim bir anlık durup.

 

"Bilmiyorum moda şehri diye başka türlü kıskanmazsın."

 

"Bir şey olmadı, sus!"

 

Helin'de elinde tabaklarla bize yaklaşıyordu. "Gece film gecesi yapalım şöyle kız kıza."

 

"Olur." dedim hemen. "Yapalım şöyle beş altı tane sabaha kadar izleyelim Helin."

 

"Başka zaman yaparsınız Helin. Yengen bugün yoruldu dinlenecek."

 

Arkadan sesi geldiğinde buz gibi donmuştum birden. Ellerini cebine sokup yanımda durdu.

 

Başımı ona döndüğümde Helin'in gülmemek için kendini sıkan sesini tam olarak duyabiliyordum. Beni rezil etmişti. Tam anlamıyla rezil olmuştum.

 

"Yorgun değilim!" dedim Helin'in koluna girerek.

 

"Rona yukarıda seni bekliyorum." Deyip sakin adımlarla yürüye yürüye konağın içine girip gözden kayboldu.

 

Rohat ve Şebnem'den büyük bir kahkaha koptuğunda ben yer yarlısında içine girsin diye dua ediyordum.

 

"Bu neydi şimdi?" dedi Helin şaşkınca ağabeyinin arkasından bakarak.

 

"Koş kız koş kocan çağırıyor işiniz varmış beli ki."

 

"Yok işimiz falan."diye önümü döndüm sertçe. "Şimdi ona göstereceğim işi!"

 

Yanlarından hızla ayrılıp sert adımlarla çıktım merdivenleri. Soluklarım burnumdan hızla çıkarken sertçe kapıyı açıp çarptım.

 

"Ne diye saçma sapan konuşuyorsun insanların yanında. Şey sandılar hepsi güldü."

 

"Ney sandılar," dedi. Ceketini yavaşça çıkarmakla meşguldü.

 

"Şey işte!"

 

"Ne?" dedi tekrar.

 

"Neden çağırdın beni ne var?" diye bağırdım.

 

"Karakoyun çıkmadı Mardin'den. Saklanıyor. Adamlar birkaç kere çarşıda görmüşler ama gözden kaybolmuş. Gitmediyse bir planı var demek. Ben onun işini bitirene kadar sende dikkatli olacaksın Rona."

 

"Gitmemiş," dedim. Bu sefer ilk kez korku hissediyordum.

 

"Gitmemiş ama gidecek. Ben halledene kadar sende gerekmedikçe evden çıkma, çıkarsan da benim haberim dahilinde olsun. Korumaları kandırma Rona. Çıkman gerekirse bana söyle ben gelemezsem korumalarla çıkacaksın anladı mı?"

 

"Sen ne yapacaksın? Artık derdi seninle," dedim.

 

"Aklı varsa derdi benimledir senin karşına bir daha çıkarta sağ kalmayacağını söyledim ona."

 

"Hayır!" dedim sertçe. "Kimseyi öldürmeyeceksin."

 

"Sen beni anladın mı Rona?" Diye tekrar etti.. "Evden korumasız ve habersiz çıkmayacaksın."

 

"Peşimde her dakika bir ton insanla dolaşamam. Ayrıca ne zamana kadar? Ben zaten bütün hayatımı böle yaşadım. Tekrar istemiyorum."

 

"Ben halledene kadar Rona. Sana bir şey olursa onun soyundan kimseyi bırakmam."

 

Ceketi yatağın üstüne fırlatıp gömleğinden bir düğmesini daha açtı. Boğazındaki damar yandan gözüktüğünde çenesini sıkıyordu.

 

"Tamam " dedim. "Tamam kısa bir süre seni dinleyebilirim."

 

Yavaşça yatağa oturduğumda o da yanıma oturdu. "Hayatın boyunca buna maruz kaldığını ve bundan sıkıldığını biliyorum ama beni de anla. O hala etrafındayken rahat olamam sana bir zarar verme ihtimali beni fazlasıyla geriyor o yüzden kısa bir sürede halledeceğim sen sadece kafana takma yeter."

 

"Ya sana bir şey yaparsa?" Kelimeler döküldü birden ağzımdan. Kalbimde hissettiğimi dile dökmüştüm.

 

"Bana yalnızca yanımdakilere zarar geldiğinde bir şey olur o yüzden senin güvende olduğunu bilmem gerek."

 

"Ayrıca," dedi ayağa kalkıp. Giyinme odasına girip elinde bir dosyayla geri döndü.

 

"Bu evde ne kadar sıkıldığının farkındayım o yüzden eksi alışkanlıklarını da burada sürdür istiyorum."

 

Dosyanın ilk sayfasını açıp bana çevirdi. "Annene devrettiğin hakların hepsi burada. Kısa bir araştırma yaptım. Senin devraldığın seni yıllık cirosu fabrikanın on senelik cirosuyla eş değer yani oranın asıl hak edeni senmişsin."

 

"Doğu?" dosyadaki okumaya çalıştığım cümleler sanki hareket ediyordu ve ben idrak edemiyordum.

 

"Şebnem'e verdiğin hakların Şebnem'de ama geri kalan tüm hakları Rona Karahanlı olarak sende. Fabrika, atölye hatta isim hakkı hepsi senin."

 

Gözümdeki yaştan artık o yazıları da okuyamıyordum. Bu gerçek olmayacak kadar özeldi.

 

"Ellerine yaptığın kaleyi tek bir kerede yıkmana izin vermem. Bu senin hakkı ve artık tamamen senin. Ayağa kalk ve işine geri dön."

 

"Bu nasıl olabilir sen ne ara bütün bunları yaptın." Sayfaları çevrikçe annemin bütün haklarından geçtiğini ve benim satın aldığımı gösteren belgeleri görüyordum en sonda ise Rona Karahanlı yazan yerde atacağı imzayla son buluyordu.

 

"İstanbul'a gittiğimizde avukata neden gittiğini sordurdum sonrası için Şebnem yardım etti."

 

Dosyayı kapattığımda gözlerim kapanıp açıldı. Kalbim sanki büyük bir sarsıntıyla karşı karşıya kalıyordu. Bir depren yaşanıyordu. Duvarlar her zamana ki gibi üstüme yıkılıp beni altında bırakacakken saki bir el beni tutup çekiyordu.

 

"Ben bunu kabul edemem. Ben hakkımı devrettim, bunları istemiyorum benim paramla alınmadı."

 

"Ne dedik dün, bütün mal varlığım sahip olduğum her şey senin, sen benim karımsın Rona. Senin olan benim, benim olan senin. Hem bunu sana yapmama izin ver. Tüm bunlar benim suçum ayrıca ben senin olanı sana geri veriyorum, orası senin."

 

Kalbimin bir kısmını oraya bıraktığım artık her şey anlamsız gelmeye başlamıştım. Hayatım olan orayı tek kalemle bırakmak aslında beni yarım insan yapmıştı. Ruhum sanki hal oradaydı ta ki şu ana kadar Doğu bana hayatımı geri veriyordu şu an.

 

Başını eğip yüzüme bakmaya çalışıyordu ama ben başımı eğmiş sessizce göz yaşlarımı akıtıyordum. "Hafta sonu İstanbul'a gidelim hem işleri görmüş olursun bir süre gidemeyeceğiz ama sonra onu da halledeceğim bir düzene oturur."

 

Karşımdaki adam benim için çabalıyordu benim için bir şeyler yapmak istiyordu. Bu zamana kadar ölü topraktan bile kendim kalkıp doğrulduğumda yöremde kimseyi görememiştim. Ama onun sözleri beni için tüketiyordu. Beni düşünüyor benim için bir şeyler yapmak istiyordu.

 

Kollarımı boynuma sardığımda sıkı sıkıya sarılmıştım ona. Kokusunu içime çeke çeke solumuştum onu. Bu hayatta pişman olmadığım çok az şey vardı. Kader ağını bize çapraz örse de gelip beni bulduğu için minnettardım. Onun için fazla sözlerim vardı daha fazla ise hislerim...

 

Onunla her şeyi konuşmak her şeyi anlatmak istediğimi ben bu gece fark etmiştim. Onunla olmak bana iyi gelendi. Onun karısı olmak ölü kız çocuğunu bile mutlu etmişti. Ona sarılan ise küçük kızın ruhuydu. Tıpkı bugün beni öpen kırgın çocukluğu gibi.

 

Yaram onun yarasına denk geldiğinde biz işte o gün kanamayı bırakmıştık. Doğu artık benim yanımda olmasını istediğim o kişiydi ve bunun olması için elimden gelen her şeyi yapacağımdan emindim.

 

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 03.01.2025 21:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...