15. Bölüm

“15.Bölüm Pişmanlık Keşke Belki”

esra
wolffcuub

Lahza.

Zamanın bölünmeyecek kadar kısa parçası,

an

 

 

"15.Bölüm Pişmanlık, Keşke, Belki"

 

 

Ruh sanki derin bir ızdırap içindeyken her şeye hissiz olurdu. Canını yakanı duymaz, etini keseni hissetmez, ona bağıranı işitmezdi ama ne zaman ki ızdırabın acısı sinmeye başladı ruh tekrar gözünü bir bahara açtı.

 

Bahar ilk değildi, son olmamak için ise çok çırpınırdı o vakitlerde. Artık canı yanardı fakat, eti kanardı, fısıltı bile çığlık gibi kopardı kulağında velhasıl insan yaşamı öğrendiğinde pek fevkalade insan olurdu.

 

Ağlamayan insan, kanamayan yara, rahatsız etmeyen bir feryat hiçbir işe yaramazdı.

 

Yaşayacaksan tek bir hayat vardı onu da iliklerine kadar son zerresine kadar hissederek yaşayacaktın fakat gözün kapalıyken geçtiğin ızdırabı da asla unutmayacaksın.

 

 

Sardığım kollarım onun bedenine kavuşurken onun elleri dokunmaya çekinerek sardı belimi.

 

Ellerimin altındaki bedeni adeta kasılıyordu her geçen dakika.

 

Saatler önce beni öpmüştü fakat şimdi ona sarılmamdan bile çekinmişti fakat ona sarılmak sanki huzura kavuşmuşum gibi hissettiriyordu bana.

 

Göğsü bedenime denkken attığını, hızlı attığını hissedebilmek farklılığını anlayabilmek bana tuhaf hissettiriyordu.

 

Telaffuzu yoktu aslında tüm bu olanların. Bir yabancının kanımdan olan insanları yabancılaştırdığı şu günlerde boğulma hissim her geçen gün geçiyor gibiydi.

 

Kollarımı ondan ayırmadım o da geri geçmedi kendini.

 

Başı belli belirsiz oynadığında başını saçlarıma gömdüğünü hissettim.

 

Her daim sıcak olan bedeni bir evin sadece dört duvar olmadığını, dört duvarların insanları ısıtmaya yetmediğinin kanıtıydı.

 

"Bu yaptığın şeyin anlamı benim için çok önemli. Hayatım boyunca aileme korkuyorum dediğimde bile yalnız bırakıldım ama sen korktum demeden beni anladın. Ben çok korktum Doğu."

 

Yavaşça birbirimizden ayrıldığımızda ela gözlerini kısarak baktı bana. Benim gibi birinin korktuğu şeyi merak etmişti.

 

"Saf birini uyandırmak kolay ama saf numarası yapan birini uyandırmak imkansızdır. Her şeyi bilip görüp bana sırt çeviren insanlardan olmandan öyle çok korktum ki."

 

Asıl acı eşiğimi yükseğe çıkartan buydu benim yıllar boyunca. Çok ağlamam, çok üzülmem kimsenin umurunda olmadığını fark ettiğimde işte o an herkesin her şeyi bile isteye yaptığını anlamıştım.

 

"Geçinmek isteyen geçinir Rona, elinden bir şey gelirse ve onu yapmak isterse ancak o olur. Bu böyle gerekti ya da ben böyleyim diye bir şey olamaz. Ben ancak sana böyleyim diyebilirim, senin hissettiklerini yada acını asla kullanmam."

 

Ona sevgi, beslemek onu sevmek, onunla sadece o olan cümleleri aklıma mıh gibi kazıyordum her seferinde.

 

Benden nefret etme dedi.

 

Bana sevgini verirsen onu kullanmam diyor du şimdide.

 

"Biliyorum yorgunsun gözlerine bakan herkes bunu anlar fakat bakma kimsenin gözlerine," dedi .

 

"Geçmişini unutturamam belki ama geleceğinde yanında olurum. Affetmekse, istediğin buysa seni bu rahatlatacaksa herkesi getireyim karşına tek tek hepsinin suratına bak. Bağır çağır haykır ama o gün orada bitir."

 

"Ben biten şeylerin bir zamanlar yaşanmış olmasını aşamıyorum." Doğru olan buydu.

 

Kabullenememek hayata devam edememek bundandı aslında. İnsanların sana bile isteğe verdikleri zararlardı. Sonuçlarıda şu hayatta geldiğim noktaydı.

 

"Herkese bağırsam haykırsam onları gerimde bıraksam sen ne olacaksın?" Korktuğu şey ağzımdan çıkmış gibi yüzü birden kireç kesmişti.

 

Gözlerini kaldırıp yüzümü inceledi.

 

"Sana ne kadar bağırsam bu yük üstümden kalkar?"

 

"Rona" dedi yapma der gibi. Başını hafifçe omzuna eğdi. Bunun onun için ne kadar zor olduğunu biliyordum fakat alacağım olan insanlar bu evde de kalıyordu.

 

"Yola nasıl edilir bilmiyorum, sanki her gün bir kasvetle kalkıyorum. Gülüyorum konuşuyorum ama nefesin sıkışıyor olur olmadık zamanda Doğu."

 

Parmak uçları hafifçe saçlarıma değdi yavaşça sevmeye başladı.

 

"Keşke seninle daha farklı bir hayatta tanışsaydık belki o vakit senin gözlerine baktığımda pişmanlığımı değil bir umudu görürdüm."

 

Başka bir yaşamda, başka biz; bir kez görebilmek için, o anı hissedebilmek için her şeyi feda ederdim.

 

Onunla bir kalabalıkta şans eseri göz göze gelmek, yanımdan geçerken kokusunu hissetmek, onun normal bir hayat geçirdiğini bilmeye o kadar ihtiyacım vardı ki her şey kırgındım.

 

Gözümün yaşları akanı kurumadan tekrar akmaya başlıyordu.

 

"Konuşma öyle" diye fısıldadım. "Belki başka bir hayatta normal hayatlarımız vardır" dedim.

 

"Belki yine karşılaşmışızdır" dedi bir hevesle.

 

"Kesin karşılaşmışızdır, bulmuşsundur sen yine beni.".

 

Parmaklarıyla usanmadan sildi yaşlarımı. Ben onun sildiğini bilerek akıttım o ise bir daha akıtmamam için her seferinde sildi.

 

Gariptir ki onunla her hayatta karşılaşma ihtimali beni mutlu ediyordu. Çünkü biliyordum ki Doğu her olasılıkta da benim yanımda olandı.

 

Bu yaşamdan emin değildim fakat emin olduğum tek şey Doğu'nun bir sıfat umursamaksızın yanımda oluşuydu.

 

-

 

Saat on birde Helin kapıya gelip yavaşça tıklatmıştı.

 

"Yenge biz aşağıdayız sende uyumadıysan gel diyecektim."

 

Kalkıp kapıyı açtığımda Helin çekinerek kapının köşesine sinmişti.

 

Odaya girişten hızlı bakış atıp "Ağabeyim nerede?" diye sordu.

 

"Çalışma odasında Doğu, geç istersen ben de üstüme rahat şeyler giyeyim."

 

İçeriye geçip kapıyı kapattı. Fakat fazla dalgın ve huzursuz gibiydi.

 

Ben giyinme odasına girince o da makyaj masasının sandalyesine oturdu.

 

Üstümdeki pantolonla kazağı çıkartıp Helin'in üstündekine benzeyen düğmeli bir pijama takımı giydim.

 

Saçımı da toplayıp Helin'in yanına girdim.

 

"Yenge" dedi birden bire, kendini tutamadığı bir şey vardı sanki zor duruyordu yerinde.

 

"Efendim Helin."

 

"Ben sana bir şey diyeceğim fakat yanlış anlamanı istemiyorum." Ellerini gergince birbirine sürtüp duruyordu.

 

"Sen bana istediğini söyleyebilirsin Helin, biz senin her şeyden önce arkadaşız. " Helin bu eve geldiğimde o küçük yaşına rağmen yoluma ışık tutan tek kişiydi. Herkes beni bir şeylere mecbur bırakmışken o da bana yolu bulmama yardım etmişti. Aramızda ki bir kaç yaş bizim arkadaşlığımıza engel değildi.

 

"Ablamı merak ediyorum." Dedi gözlerini kaçırarak.

 

"Annem aramamamı söyledi fakat ben ona orada nasıl davrandıklarını merak ediyorum. Ona orada bir şey yapmazlar değil mi?"

 

"Helin,"dedim nazikçe koluna dokunarak. "Baran'ın ona nasıl baktığını gördüm sende Dilan için nelerden vazgeçtiğini biliyorsun," dedim kendimi kastettiğimi anlayacağını bilerek. Acı ama doğruydu.

 

O sevdası için kız kardeşinden geçmişti.

 

"O yüzden Dilan'ın rahat yerindedir ama sen onu ziyaret etmek istersen gidebilirsin seni seve seve misafir ederler."

 

"Ama ağabeyim." dedi Üzgünce. Haklıydı ama daha Doğu'nun Dilan hakkındaki düşüncelerini bilmiyordum o yüzden bir şey diyemiyordum.

 

"Onunla ben konuşurum." dedim.

 

"Belki sende gelirsin," dedi heyecanla fakat benim o eve bir daha girmeyeceğimi düşünmüyordu.

 

Helin çok hassas bir kızdı ilk gün kendi odasında bazı pişmanlıklarından bahsederken altındaki derin acıyı bana az da olsa göstermişti o yüzden bu evdeki herkes onu kırmaktan son derece kaçınıyordu.

 

"Ben ben henüz oraya gitmeye hazır değilim ama senin gitmeni sağlayıp konağa gideceğini haber onlara haber veririm."

 

"Çok teşekkür ederim," diyerek boynuma sarılmıştı.

 

"Sen bu hayattaki en iyi yengesin Allahtan daha ne isterim ki?"

 

Küçük bir kız çocuğun sevgisini hissetmek ve onunla yeni bir vasfa sahip olmak en güzel hislerden biriydi.

 

"Hadi Şebnem abla bekliyor aşağıya inelim," diyerek kolumdan tutup kapıyı açtı.

 

Helin önde ben arkada onun hızlı adımlarına yetişmeye çalışarak merdivenlerden aşağıya indik.

 

Kapalı olan o kapının önünden geçtiğimizde önce duran Helin'di. Babasının orada olduğunu bildiği odaya bakarak derin bir iç çekti.

 

"Babam bu odada kalıyor," dedi sesinde büyük bir hüzün vardı. Babası ayaklarını kaybettiğinde küçük olmalıydı.

 

"Hiç çıkmıyor mu dedim?"

 

"Uzun zamandır hiç çıkmadı, önce yemeklere inmeyi kesti sonra bizimle konuşmayı sonrası da bu işte. Annem çoğunlukla burada ama odaları aynı bazen ben gelip giderim bazen Hozan."

 

"Ağabeyin?" dedim merakıma yenik düşerek. Onun babasıyla iletişimini merak ediyordum.

 

"O gelmez," dedi kestirip atarak.

 

Tekrar elimi tutup merdivenlere çektiğinde aklımda sabahki konuşma bir kez daha yankılandı.

 

Berfin Hanım ve Doğu'ya istinaden babaları direkt beni hedef almıştı. Bunun için kimse onu suçlayamazdı fakat kimse beni de suçlamamalıydı.

 

Aşağıya indiğimizde Helin'in büyük salonu kastettiğini düşünmüştüm ama bir kat daha inip bir misafir odasına girmiştik.

 

Alt katta iki tane oda vardı diğerinin kapısı kilitli kilidi ise üstünde duruyordu kapısı açık oda odada ise çok kısık bir ışık süzülüyordu dışarıya doğru.

 

İçeriye girdiğimizde büyük odayı kaplayan geniş L koltuk, koltuğun karşısında ise duvara yansıtılan projeksiyon perdesi vardı sadece.

 

Şebnem pembe pijamalarını giymiş elindeki mısır tabağında hızlı mısırları yiyordu.

 

"Sonunda gelebildiniz yani, yoksa kızlar gecesine asıl amacını saptırıp daha farklı şeyler yapacaktım."

 

Bir anda da elinde tuttu telefonumun ekranını kilitleyip ters çevirdi.

 

"Kiminle mesajlaşıyorsun?" dedim kendimi yanına attığımda.

 

"Hiç" diyerek harfleri uzattı.

 

"Rohat ağabeyimledir kiminle olacak?" gülmeye başladı Helin.

 

Şebnem sırtındaki küçük yastığı alıp Helin'in suratına fırlattı. "Sus kız açma şunun ağzını şimdi."

 

Şebnemin elindeki mısır tabağını alıp yemeye başladım.

 

"Gerçekten ya ben de onu soracaktım neydi o düğündeki halin bir saniye ayrılmadınız birbirinizin peşinden?"

 

"He valla bütün aile sizi konuştu Şebnem abla."

 

"Konuşsunlar canım ben konuşulacak kadınım."

 

"Şebnem!" dedim. O anlamıştı bile beni.

 

Omuzlarını silkip gerisin geri yaslandı.

 

"Şebnem umarım ne yaptığını biliyorsundur bunun diğerlerinden farklı olduğun farkımdasındır diye düşünüyorum."

 

Şebnem insanlarla flört etmeyi severdi fakat kimseyi sevmezdi. Bu konunun farklı oluşuysa artık bu ailenin içinde oluşumuzdu..

 

"Ben ne yaptığımı biliyorum Roni'm sen balayının keyfini çıkart."

 

Helin'e dönüp "Sen niye çağırdın ki bu donuk suratlıyı işleri vardır bunların."

 

"Yok işimiz falan!" Diye yükseldim birden. "Saçma sapan konuşmayı kes aç bir film hadi sabaha kadar seni mi bekleyeceğiz?"

 

"Tamam be ne bağırıyorsun." Diyerek sıralı olan filmlerden kumandayı oynatarak geçmeye başladı.

 

"Before Sunrise" dedi her birini en az üç kere izlediğimiz film için.

 

"Sıkıldım ondan." dedim ağzıma mısır atarak.

 

"Kaybedenler kulübü dedi çok farklı bir kategoriye geçerek."

 

Ciddi misin der gibi yüzüne baktım sadece.

 

"Note book" dedi heyecanla. Başroldeki adama aşıktı çünkü.

 

"Fazla aşk." Dedim memnuniyetsizce.

 

"O zaman son kozumu oynuyorum," dedi kumandanın klavye kısmını açıp hızlı hızlı bir şeyler yazmaya yazdı.

 

"La La Land!" diye bağırdı coşkuyla.

 

"Bir olasılıktan mutsuz olmaları beni mutsuz ediyor o yüzden hayır."

 

Filmi çok severdim fakat son sahnesine kadar. İlk kez izlediğimde hissettiğim duygular hem hayal kırıklığı hem de kafa karışıklığıydı.

 

Fakat tasam mutluluk değildi. Evet bir ihtimal de mutlulardı birliktelerdi ama diğer bir ihtimalin var olması beni huzursuz etmişti.

 

Aşk hakkında fazla bir fikrim yoktu bilgim sıfırdı.

 

Ben çoğunlukla renklere, kumaşlara, elbiseye âşık olurdum ama bilirdim aşk çabalamaktı, onu her haliyle kabul etmek, kabul edemediğin de ona dönüşmekti. Evet kırmak dökmek parçalamak değildi ama yara almayı da kabullenmekti bence.

 

Aşık olmak dünyanın en güzel duygusudur o yüzden vazgeçmek benim için aşkın en büyük günahıydı.

 

Şebnem artık beni boğacak gibi baktığında Helin aramıza girip oturdu "Neden Recep İvedik ya da daha komik şeyler izlemiyoruz?"

 

"Ben o şişko, kıllı, göbekli adamdan hoşlanmıyorum," dedi iğrenerek Şebnem.

 

"Onu anlaman için olman lazım," dedim anlamayacağını bilerek.

 

"Tamam ya istemeyelim bir şey bütün hevesimi kaçırdın, Rona sen hadi git kocanın yanına."

 

"Ben gideyim de sen de hemen Rohat'ın yanına git değil mi yemezler canım bu gece buradayım."

 

Şebnemle birbirimize kötü bakışlar bakmayı sürdürünce ne onun istediği ne de benimki olmuştu.

 

"Hep böyleyseniz nasıl anlaşıyorsunuz İstanbul'da."

 

"Anlaşamıyorduk" dedik ikimizde aynı anda Helin'i sıçratarak.

 

Anlaşamazdık çünkü birimiz beyaz derse diğerimiz beyaz olduğunu bile bile siyah derdi. Hep böyle olmuştu bu.

 

"Ona rağmen kardeş gibisiniz" dedi Helin şaşkınca. Kız bizim daha gerçek yüzümüzü görmediği için bu halimizi görmek onu şaşırtmıştı tabi.

 

"Kardeşiz zaten" diye çığırdı her zamanki gibi Şebnem.

 

Sertçe kolunu boynuma sarıp kucağına çekti. "O benim mink farem." Karnımdan gıdıklamaya başladığında zayıf tarafımı çok iyi biliyordu. Ben sadece saniyeler sonra takıla katıla gülmeye başlamıştım bile.

 

"Şebnem bırak bayılacağım şimdi."

 

"Banane bayıl," deyip daha çok gıdıklamaya devam etti.

 

Kafam önüme düşmüş iki büklüm halde gülmeye devam ediyorum. Helin'de eğlenen şeyler çıkartıyordu. Gözümü zorlukla açtığımda bu rezil anı videoya çektiğini görmüştüm.

 

"Helin yardım et," dedim anlaşılmayan sesle.

 

"Asla küçük hanım siz bu olaya karışmıyorsunuz bu hanımefendi fazla şımardı bu aralar."

 

Ben hala gülmeye devam ederken yüzümün nasıl şekilde olduğunu bilmiyordum fakat Helin halime acımış olacak ki Şebnem'e durmasını söylüyordu. "Şebnem abla dur Allah aşkına bir şey olacak, kıpkırmızı oldu yüzü."

 

Şebnem insafa gelmiş olacak ki en sonunda parmaklarını üzerimden çekmişti.

 

Ben yere yığıldığımda derin derin soluklanıyordum. Küçükken de hep böyle yapardı. Ben fiziksel olarak ondan hep çok güçlüydüm ve kavga etmeye başladığımızda hemen beni gıdıklamaya başlardı böylece ben yere düşer o ise dayak yemekten kurtulurdu.

 

"Bu sefer değil," dedim başarımı sağa sola sallayıp. "Bu sefer dayak yemekten kimse seni kurtaramayacak!"

 

Koltukta hareketlenme olurken Şebnem yavaşça ayağa kalktı.

 

"Saçmalama Rona olduğumuz yere bak. Bak sakın rezil edersin beni."

 

Yattığım yerden yavaşça doğrulup koltuktan güç aldım. Dağılmış saçlarımı gözümün önünde sertçe çekip geriye ittim.

 

"Şebnem" dedim kısıp korkutucu çıkarttığım sesimle "Kaç!"

 

"Şebnem abla kaç!" diye bağırdı Helin ciddi olduğumu fark ettiğinde.

 

Şebnem hızla kapıdan çıkıp bir çita gibi merdivenlere atladı. Merdivenleri üçer beşer çıkarken aynı anda da bağırmaya başladı.

 

"Gelme peşimden katil."

 

O merdivenin başındayken bende sonundan hızla ardından çıkmaya başladım.

 

"O şeytan kızılı saçlarını eline vereceğim gel buraya. Kaynak takmak zorunda kalacaksın kaçma ki acısız olsun."

 

Giriş katına geldiğimizde şebnem büyük yemek asanın arkasına sinmiş korku dolu gözlerle bakıyordu.

 

"Sana kırk kere beni gıdıklama dedim anlamıyor musun beni sen?"

 

Masanın etrafında dönmeye başlamıştık. Şebnem ona yaklaşınca çığlık atıp büyük adımlarla arayı kapatıyordu.

 

"Tamam özür dilerim bir daha yapmayacağım affet beni."

 

Masadaki vazoyu elime alıp ona doğru atmakla tehdit ettim. "Hayır şimdi döveceğim ki sana ders olsun dövmezsen tekrar yaparsın. Bunu bu akşam çözeceğiz."

 

Vazoyu alıp hızla kafasının üstünden fırlattım. Korkuyla bağırıp geriye kaçtığında yukarıdan hızla inme sesleri geliyordu.

 

"Bağırma dedim başımıza toplayacaksın insanları!"

 

Şebnem arkamda olana bakıp beni gösterip "Al bu karını kafamı yarıyordu az kasın."

 

"Rona?" dedi tanıdık o ses. Ona dönüp baktığımda eşofmanlarını giymişti ayağından ki terliklerini bile aceleyle geçirdiği belli oluyordu.

 

Bir bana birde yerdeki vazoya dehşetle dönüp baktı.

 

"Ne oluyor lan?" Rohat da bahçe kapısından arkasında adamlarla girmişti.

 

Fırat "Yenge?" dedi aşkınlıkla.

 

"Fırat dönün işinize bir şey yok" dedi Doğu.

 

Adamlar salondan çıktığında Rohat Şebnem'e kollarını fırsattan istifade sarmış Şebnem de koala gibi ona yapışmıştı ben ise deli gibi dağılan saçlarım ve arkamda dehşetle bana bakan Doğu'yla birlikte masanın diğer tarafındaydık.

 

"Kafama attı koca vazoyu," dedi Şebnem ağlamaklı sesle. Numaracı, ağlak.

 

"O sinirlendirdi beni!" dedim parmağımla onu gösterip Doğu'ya döndüm. "Gıdıkladı beni!"

 

"Gıdıkladı mı dedi?" anlamayarak.

 

"Evet yapma dedim hoşlanmadığımı bile bile yaptı."

 

"Ama sadece şaka yapmak istemiştim." Ellerini gözüne koyup başını Rohat'ın göğsüne yaslamıştı.

 

"Bak hala şaka diyor!" Şebnem'e doğru atıldığımda Doğu belimden yakalayıp geri çekti.

 

"Bırak Doğu beni yolacağım onun o saçlarını."

 

"Yenge ayıp oluyor ama ne istiyorsun Barbie bebek saçımızdan sen bizim?"

 

"Aa ne diyor?" dedim Doğu'ya doğru. "Saçımız diyor. Bırak ikisini de döveceğim!"

 

"Rona rahat dur!" dedi. Beni tutmakta zorlanıyordu çünkü durmadan debeleniyordum. İki kolunda karnıma sarıp kendine bastırmıştı son çare.

 

"İyi misin sen? dedi Rohat "Korkma ben geldim kızıl ejderi civcivim."

 

"O iyi ama birazdan senin başında koca bir delik olacak! Kızıl ejder demesin arkadaşıma." dedim boynumu geriye yatırıp tekrar Doğu'ya şikâyette bulunarak.

 

"Harbiden ne biçim kelimeler kullanıyorsun adam gibi şeyler söylesene kıza."

 

"Sanane kardeşim?" diye yükseldi Rohat. "Karını da alıp gitsenize odanıza. Daha ilk günden karı koca bozdular keyfimizi ya sabır."

 

"Ne diyorsun lan sen?" Doğu beni köşeye cansız bir şeymişim gibi bırakıp Rohat'a doğru yürüdü.

 

"Gidip onca şehirden kadın versiyonunu bulup almışsın kardeşim diyorum birdiniz iki oldunuz."

 

"Sanane lan karımın tepkilerinden o böyle seviyor." Göz ucuyla vazoya bakıp elini Rohat'a doğru sallayan kolunu tutup indirdim.

 

"Ama şu an bizim üstümüze gelip bizi demoralize ediyorsunuz."

 

"Seni demoralize ede ede döverim Rohat gece gece kafa açma."

 

Doğu'nun kolun yapışıp kolumu ona sardım ama işler gözüktüğü kadar kolay değildi çünkü Doğu yerinden milim kıpırdamıyordu.

 

"Tamam Doğu gidelim hadi." Diyordum ama beni duymuyordu.

 

Şebnem de sindiği yerden çıkıp Rohat'ın önüne geçti.

 

"Ona vurma bana vur!" Diye acayip bir şekilde berbat oyunculuğuyla bütün bakışları üstüne çekmişti.

 

Doğu, Şebnem'e baktığını başını sallayıp sabır çekti.

 

"Hadi Rona!" dedi beni önüne alarak.

 

Önüme bir duvar gibi geçip kapattığı için arkada kalanları göremiyordum ama fısıldaşmaları duyuyordum.

 

"İki günde iki bedende tek ruh olmuşlar" Diye şaşkınca konuşuyordu Rohat.

 

"Ölüm timi iş bitirici gibiler çok korkunçlar." Bu seferde Şebnem onu onaylayarak.

 

Ben önde Doğu arkamda burnumuzdan soluyarak çıkıp odaya gelmiştik.

 

Kapıyı kapattığında sinirle ona dönüp parmağımı salladım. "Bir daha birine yükseldiysem beni tutma!"

 

Beni dinlemiyordu ona salladığım işaret parmağıma bakıp gülümsedi.

 

"Sen sevdin bu Hanım ağalık işini," dedi gülerek. Önümden geçip varlığını yeni fark ettiğim geniş koltuğun önüne yürüdü.

 

"Bu nereden çıktı?" dedim koltuğu inceleyerek.

 

"Yatağım." dedi.

 

"Yatağın mı?" dedim şaşırarak. "Sen yatakta yat sığmazsın oraya zaten ben orada yatarım." Doğu'nun oraya sığmasının imkanı yoktu, yarın sabaha boyun fıtığı olarak kalkacağına eminim.

 

"Sığarım" dedi yataktan yastığı koltuğa bıraktı.

 

"İyi sen bilirsin yat" dedim umursamamaya çalışarak. "Benim daha uykum gelmedi." Kollarımı göğsümde birleştirip Doğu'nun koltukta rahat bir pozisyonu bulma çabasını izliyordum.

 

Koltuğun üsteki pikeyi katını açıp geri bırakıp derin bir nefes verdi dışarıya doğru. "Kapıyı kilitledim kimseye saldırmaya gidemezsin, uyu şimdi sabah bakarız."

 

Of diye soludum yatağın üstüne çıkıp dizlerimi yatağa vura vura sona ulaştım. Altta kalan yorganı tutup ayaklarımın üstüne çıkarttım.

 

"Alamadım ama ben hırsımı en azından biraz boks torbası yumruklasaydım." Diyerek oflayıp ellerimi karnımda birleştirdim.

 

"Yarın yaparsın sporunu." Deyip kesip attı tekrar.

 

O çoktan koltuğa kurulmuştu ama çok komik duruyordu. Koltuk genişti fakat yeterince uzun değildi. Ayakları dışarıda kalmış ve uzatmak zorunda kalmıştı.

 

"Doğu" dedim gülerek kapattığı gözünü açıp kafasını bana doğru çevirdi.

 

"Sığmadın sen buraya gel ben orada kalırım."

 

"Doğu ağa karısını koltukta yatırdı dedirtmem!" dedi şu an bu haline sinirlendiği belliydi ama sakin kalmaya zorlanıyordu.

 

Kolunu gözünün üstüne getirip tekrar uyku pozisyonu almıştı ama ben tekrar seslendim.

 

"Doğu."

 

"Hı?" dedi Doğu olduğunu onaylayıp.

 

"Işığı kapatır mısın?"

 

Pikeyi üstünden atıp yavaş adımlarla bana çok yakın bir duvarda olan ışığı kapatıp yerine geri yürümüştü.

 

Beş dakika sonra Doğu'dan sesler kesilmişti fakat ben ne yaptıysam uyuyamamıştım. Odanın içinin sıcak olduğunu düşünüp camı açmıştım sonrasında üşüyüp geri kapatmıştım. Bir kaç kez de koyun saymıştım fakat tellere takılan koyunlar dikkatimi bozduğu için de konsantre olamamıştım.

 

"Doğu" dedim tekrar yavaşa. En az yarım saat geçmişti artık uyanık olduğunu düşünmüyordum. "O anlattığın masalı hatırlıyorum."

 

Bekarlığa veda partimde erken ayrılacak kadar çok içmiştim ertesi gün Şebnem bana Doğu'nun gelip ben aldığın söylediğinde aslında o geceyi yeni yeni o söyledikten sonra anımsamıştım.

 

Eve geldiğimizde ondan masal anlatmasını istemiştim.

 

"Bende o kız gibi yapardım," dedim mırıldanarak. Anlattığı hikâyedeki kız öleceğini bile bile karşısındaki adamın acını almıştı ondan. Aşk tam olarak bu demekti çünkü.

 

-

 

Gözümü açtığımda günün hangi vaktinde olduğumuzu bilmiyordum çünkü gece bir türlü uyuyamamıştım. En sonunda internetten beyaz gürültü seslerini açıp Doğu'nun duymaması için çantamdan zorlukla bulduğum kulaklığı takıp uyumaya çalışmıştım.

 

Şimdi ise parmaklarım kulaklıkları kulağımda ararken orada olmadıklarını gördüm. Fazla dağınık yatmazdım hatta o kadar hareket etmezdim ki yatağın bir yanı hiç bozulmazdı.

 

"Nereye kayboldunuz?" Çarşafı kaldırıp ayağa kalktığımda yastıkları indirip kaldırdım. Sonra gözüm yatağın yanında duran yere yakın komodinlere takılmıştı.

 

Kuklalık kutum burada duruyordu. İçini açıp baktığımda ikisinin de burada olduğunu gördüm.

 

Gece ikisini de çıkartıp kutularına koymuş olamazdım çünkü onlarla uyumaya alışkındım.

 

Elimin içinde tuttuğum kutuyla birlikte yatağa oturdum yavaşça.

 

İstanbul'da işitme zorluğu yaşadığım bir vakitte doktorum kulaklık kulağımda yatmamın bana ne kadar zarar verdiğini söylemişti. En azından zamanlayıcı kurup müzikler kapatmamı söylemişti ama ben arkada çalan sesin sustuğu an gecenin bir yarısı uyanmama tahammül edemiyordum.

 

Karşımda olan koltuğa baktığımda pike düzgünce katlanmış üstünde duruyordu. Ardımı dönüp yatağın diğer kısmına baktığımda yastığı buradaydı.

 

Yorganı kaldırıp çarşafa baktığımda ise çarşaf kırışık halde öylece duruyordu.

 

Doğu gece yatağa gelmiş olabilir miydi? Fakat bunu fark etmemem imkansızdı bunu hissederdim.

 

Bir süre hiçbir şey yapmadan öylece yatağın üstünde oturdum. Bir şey düşünmeden, aklımdan bir şey geçirmeden sadece dalgalanıp gökyüzünü gösteren perdenin ardına baktı.

 

Perde her gidiş gelişinde bu şehrin gerçekliğini yüzüme tokat atar gibi çapıp geri gidiyordu.

 

Gözümü bu sabahta bir kez daha bu cihanda açmıştım. Bu alışmak değildi sanki.

 

Başka bir türlü buraya gelmiş olsaydım belki böyle hissetmezdim ama bir zamanlar sadece resimlerine internetten bakabildiğim yerde olmak bir zaferden çok asıl savaşın şimdi başlaması gibi hissettiriyordu.

 

Yavaşça ayağa kalkıp perdenin altındaki terasa açılan kapıyı açtım.

 

Kapı Midyat'ın en görkemli sokaklarına açıldığında kokusunu doya doya içime çektim. Kimseden korkmadan, çekinmeden ait olduğum yerde olmanın huzuruyla gözlerimi kapatıp şehrin kokusunu çektim içime.

 

Tuhaftı yine de böylesine bir yerde olmak. Evlendiğim adamın kim oluğunu biliyordum tanımak değil bu hissetmek. Acısını görüyordum ama içimde ona karşı sert bir duvar vardı hala. Bu geçmişin bir sonucuydu. Herkese olan duvar tek tek yıkılmıştı, artık kimseyi suçlamıyordum ama Doğu'ya ne kadar istemesem de bir duvarın ardından bakıyordum.

 

Saklanıyordum belki de. Bazen görmesin istiyordum hatta, fakat o koca bir kalabalıkta bile ilk bana bakıyordu. Bazen duymasın istiyordum ama o büyük bir gürültüde fısıltımı bile duyup karşılık veriyordu.

 

Peki neydi onun buna iten şey mecburiyet mi? Ödemesi gereken bir borç muydum ben? Sözleri belki yalandı ama gözleri her şeyi öylesine açık ediyordu.

 

Ona bir adım atarken hep kapıya baktığımı bildiğini de biliyordum. Bilsin de istiyordum. Bu saatten sonra ben kendime bile acımazdım.

 

Yanardık. Bu şehir de benimle birlikte kül olurdu. Ona ilk günde demiştim yanmaktan korkmayanı cehennemle korkutamazdı.

 

-

 

Suyu defalarca suratıma çarpıp şişmiş gözlerime iyi gelmesi için bekledim. Uyuyamadığım her gecenin sabahında kirpik diplerim darbe almış gibi şiş uyanırdım. İstanbul'da olsaydım buzlu göz bandımla iki dakikada halledebilirdim ama burada elde olanlarla idare etmeye çalışıyordum.

 

Yüzümün ıslaklığını kâğıt havluyla alıp banyodan çıktım.

 

Saat öğlen birdi. Yine öğleden sonra kalkmıştım ve bu evdeki gelin pozisyonum bence artık sallantıdaydı. Ayrıca dün geceki vazo olayı aklıma geldiğinde yüzüm ekşimişti birden. Geldiğimden beri bu eve maddi zararlar veriyordum sinirlerime artık hakim olmalıydın.

 

Bugün vazonun aynısını aldıracaktım Şebnem'e, her şey onun suçuydu sonuçta.

 

Dolaptan siyah kayık yaka ince bir kazak ve siyah yanında uzun yırtmacı olan saten kumaşlı eteği alıp yatağın üstüne attım.

 

Bu etek ve kazak benim değil yeni alınmıştı fakat her şeyi sanki ben seçmiş gibiydim en azından bu konu beni zorlamıyordu. Çorap dolabından da paketli siyah ince kilotlu çorabı alıp ayakkabı dolabını açtım. Bu kısımda ki dolap geriye doğru yükseliyordu. Böylelikle daha fazla şey alabilmişti içine.

 

Gözüme en arkadaki siyah deri çizmeler takıldığında uzanıp dışarıya çıkardım.

 

Yatağa koyduğum kıyafetleri giyip saçıma bakım yağı sürüp kabarmamasına dikkat ederek taradım.

 

Hafif makyaj yaparak solmuş yüzüme renk gelmesini sağladım. Gözlerime yakından bakılınca şiş olduğu belli oluyordu ama buna bile kafamı takacak durumda değildim.

 

Maskarayı sürüp ayağa kalktığımda dudağıma dudak yağı sürdüm. Sonuç olarak evdeydim abartıya gerek yoktu ama bu ev beni yeterce paspal görmüştü bozulan fiyakamı gözlerinde toplamam gerekiyordu.

 

Aynada kombinim fazla sade gelmişti gözüme. İstanbul'dakiler beni görse onlara bağıra bağıra siyah basitliktir, kolaya kaçmayın deyip beni benim sözümle linç ederlerdi.

 

Takı dolabına gidip çekmeceleri sırayla açtım. Çok fazla mücevher ve altın vardı. Bunların hiçbiri normal günde takılmazdı. En alttaki çekmeceyi de umutsuzca açtığımda burada daha sade ve gümüş renkli setler vardı.

 

Su yolu kolyeyi alıp boynuma taktım. Kulağımada iki sıra sarmal taşlarla örülmüş kulağa sarılmış gibi duran küpeleri taktım. Kazağın üstüne de zarif bir saati takıp odadan çıkmak için kapıya yöneldim.

 

Kapıyı kapatıp merdivenlere gittiğimde aşağıdan birkaç kadının sesleri geliyordu ama net değildi. İkinci kata geldiğimde gözlerim o kapıyı aradı.

 

Şaşırtıcı bir şekilde kapının aralık olduğunu gördüm. İçime sanki bir çocuğun heyecanı sarmıştı o an da çünkü gelmemi istemezseniz kapıyı kapatın demiştim ve o kapının hep kapalı kalacağından emindim ama şimdi açıktı.

 

Derin bir nefes alarak kapıya doğru yürüdüm. Hafifçe kapıya tıklatıp birkaç saniye sonra araladım.

 

Tekerlekli sandalyenin üstünde önünde açık olan perdeden dışarıyı izliyordu, geldiğimi duymuştu ama dönüp bakmadı.

 

"Günaydın," dedim ellerimi birbirine sürterek.

 

"Gün çoktan aydı!" diye azarladı beni.

 

Bu ailenin erkeklerinin ilk intibadan haberleri yoktu sanırım. Her gören önce bağırıp çağırıyordu.

 

"Gece uyuyamadım," dedim. Sebepsiz yere kendimi açıklarken bulmuştum.

 

Başını geçirip bana baktı, zorlanmaması için bir yana bir adım atıp göz hizasına girdim.

 

Ama o sadece bakıp yüzünü geri çevirdi.

 

"Nasılsınız?" dedim çekinerek. "Siz uyuyabildiniz?" Dün gözleri kıpkırmızıydı şimdi iyi görememiştim ama göz çukurları fazla mordu.

 

"Uyudum ya da uyuyamadım seni ilgilendirmez!" Hızla düğmeye basıp sandalyeyi bana doğru döndürdü.

 

"Gelme demedim m ben sana, ne diye geldin yine?"

 

"Kapı açıktı" dedim. "Kapı açıksa gelirim demiştim."

 

"Senin için hiçbir kapı açık değil çık bir dahada gelme. Haddin olmayan şeylere de karışma!"

 

Derin bir nefes çektim içime. Sakince durup karşımda duran adama baktım. "Geleceğim." dedim kendimden emin bir şekilde.

 

Sert yüzü birden şaşırmış bir hal almıştı fakat kısa sürede kendini topladı.

 

"Amacın ne senin?" dedi merak etmiş bir tavırla.

 

"Hiçbir şey?" dedim birden. "Sizin aksinize hiçbir şey. Sadece bana kin tutmanızı anlamıyorum. Ben artık buradayım bunu kabullenmeniz gerekiyor, kızınızın gitmesinin suçlusu ben değilim ya da herhangi bir şeyin. Bana kötü davranmanızı anlamıyorum ama anlamadığım başka şeyde kendinizi bu odaya hapsetmeniz! Neden çıkmıyorsunuz, çocuklarınızla konuşmuyorsunuz, avludaki düğüne bile inmediniz, nedir sizi bu kadar nefret ettirecek şey?"

 

En azından düğünde onu görmeyi beklemiştim. Beni aksime kimse bunu yadırgamamıştı fakat Doğu'nun arada sırada gözlerinin bu balkona kaydığını fark etmiştim ama şimdi odanın içinden aşağıya baktığımda o baktığı yerin burası olduğunu anlayabilmiştim.

 

Doğu'nun gözleri babasını aramıştı tüm gün. Tek bir an görmek için gece boyu bakıp durmuştu ama bir kez bile istediğini bulamamıştı. O hali şimdi anlatabildiğimde canımı çok yakmıştı.

 

Küçük bir çocuğun kalbini taşıyordu Doğu. Dışardan bir kaya gibi sağlam ve sert dursa da içi aslında cam kırıklığıyla doluydu. Onu kıranlar ise canından olan insanlardı. Doğu'nun can kırıklığı vardı, kimse onu fark etmese de o aslında herkese biraz kırgındı.

 

Cevap vermek istemediği her şeye karşı susuyordu şimdi de sadece bakıyordu bana. Nefretle mi bakıyordu, yoksa söylediklerim canını yakmıştım yada hiç umursamadı mı anlayamıyordum bile. Kendini saklıyordu. Duygularını aldırmış gibiydi, hiçbir belirti göstermedi sözlerime.

 

"Siz bunları bir düşün isterseniz ama susarak gerçeklerden kaçmazsınız lütfen bir baba olduğunuzu hatırlayın. Bana bakın en azından en yakın örnek karşınızda, bana yıllarca iyilik yaptıklarını sanıp yalnız bıraktılar şimdi hiçbirine ihtiyacım yok ama gelin görün ki neredeyim? Aile istemesek de görünmez bir iple bağlı olduğumuz ve kessek de yerine tekrardan kavuşan kaçınılmaz bir müessesedir. Aile en mühimidir, hala elinizde bir aileniz varken kıymetini bilin."

 

Bu sefer kapıyı ben kapatmıştım arkamdan. Gözümden düşen damlaya sahip çıkmaya çalıştığımda bir elim kapı kolunda bir elim yaşımı silerken birinin aşağıdan seslerini işitiyordum. Sanki biri birine bağırıyordu diğerleri de onu sakinleştirmek istiyor gibiyi.

 

"Nerede o hain, nereye sakladınız katilin kızını?"

 

Elim ateşe değmiş gibi kapı kolundan çekmiştim. Birkaç adım atıp merdivenin başına geldiğimde sesler daha yakından geliyordu.

 

"Ne biçim insanlarsınız siz nasıl yaparsınız bunu bize, hadi bizi geçtim ağabeyime asıl yaparsınız Berfin yenge?"

 

Biri Berfin Hanım'ın canını istiyormuş gibi ona öfkesini kusuyordu. Bağrışmalar tekrar yükseldiğinde aşağıdan bir şeylerin kırılma sesleri gelmişti.

 

"Hala yalvarırım dur artık sakinleş."

 

"Bırak!" diye bağırdı tekrardan kadın.

 

"O katilin kızı buraya gelecek saçıdan sürüye sürüye onu buradan atacağım. O kızında artık ne halt yerse yesin, sahip çıkmadınız bir kıza."

 

Adımlarım öfkeyle merdivenin her bir basamadığı kırmak istercesine inleterek atıldı öne.

 

Merdivenden indiğimde salondaki her göz bana dönmüştü.

 

Berfin Hanım başını ellerinin arasına almış koltuğun ucuna oturmuş öne geriye sallanıyordu.

 

Helin ağlamaktan şişmiş gözleriyle esmer bir kadının koluna yapışmış durması için yalvarıyordu.

 

Kadının yanında olan genç kız ise yüzünü bana çevirdiğinde bir insanın gerçek öfkesiyle ilk kez karşılaşıyor gibiydim.

 

Orta yaşlardaki kadının başındaki şalı düşmüş kendini kaybetmiş bir hali vardı, beni gördüğünde burnundan aldığı nefesi tekrar geri verdi.

 

"Hala" dedi Helin korkuyla. Korkmuştu, kollarında da kızarıklıklar vardı kadını tutmak isterken hırpalanmıştı belli ki, koluna baktığımı gördüğünde kadının kolundan elini çekmeye çalıştı.

 

"Beni görmek istediysen hır gür çıkartmana gerek yoktu, evimde ailemden olan insanlara zarar veremezsin çık hemen evimden!"

 

Berfin Hanım yerinden kalkıp hızla önüme geçti bana zarar vermesinden korkuyorlardı ama ben gelene kadar kimse onların önüne geçmemişti. Bunlar kimdi bilmiyorum ama kimsenin Berfin Hanım ve Helin'e böyle davranmalarına hakları yoktu.

 

"Yolluya bak sen!" dedi pis ağzıyla nefret kusarmış gibi.

 

"Abla!" dedi Berfin Hanım "Ağzını topla onun benim gelinim olduğunu unutmadan konuş."

 

"Sen kimin evinden kimi kovuyorsun katilin kızı, Doğu'nun koynuna girdin diye bu evin hanımımı sandın kendini?"

 

"Helin," dedim yanıma çağırarak. "Koluna buz tut sonra krem sürmeye geleceğim."

 

Durup şaşkınca bana baktığında yukarıyı işaret ettim. "Hadi."

 

"O kızın kolunda iz kalırsa sende derin yaralar açarım." Berfin hanımın arkasından çıkıp önüne doğru yürüdüm.

 

"Beni tehdit mi ediyorsun?"

 

"Ediyorum!"

 

"Sen beni ağabeyimin evinde tehdit edemezsin, bende senin gibi katil birinin kızını bu evde barındırmam sen gideceksin bu evden!" dedi dişlerini sıka sıka.

 

Yanında duran kıza dönüp baktığımda iki elini yumru yapmış kızaran gözlerindeki yaşları sıkı sıkıya tutuyordu.

 

"Kızım Allah hakkı için yukarı çık sen. Abla tamam sende sakin ol düzgün konuşalım."

 

"Konuşacak ne var Berfin Hanım, sen kendini unutmuşsun kimseye sormadan kimseden icazet almadan nasıl kabul edersin bunu? Oğlun nasıl bu ahlaksızla evlenir." Beni gösterip iğrenerek bakıyordu.

 

"Benim adım Rona Karahanlı, Doğu'nun karısıyım ha yanlış anlama soyadımın değişmesi benden hiçbir şey götürmedi o yüzden şimdi bu evden siz defolup gidiyorsunuz bir daha da kapının önünden bile geçmiyorsun. Bir sıkıntın varsa Doğu orada hesabını ondan soracaksın buraya gelip kimsenin canını yakamazsın."

 

"Ona da soracağım!" dedi başını öfkeyle ağır ağır sallayıp. "Ona da söyleyecek iki çift sözüm var benim. Benim kızımı ortada bırakmanın hesabını hepiniz tek tek göreceksiniz!" diye bağırdı.

 

"Abla!" diye bağırdı Berfin Hanım ilk kez öfkeyle. "Sus!"

 

"Neye susacağım? Siz değil miydiniz Berivan'ı Doğu'ya isteyen? Gelmedin mi sen benim evime Berfin, ayıp değil mi yaptığın? Onlar şuncacıktan birbirlerini severken oğlunun koynuna aldığı bu katilin kızı neyin nesiydi?"

 

Sanki tam önümde patlamış bir bomba vardı. Ben kaçamamış ve ona engel bile olamamıştım. Bir adım dahi atamadan bomba patlamış kulakları sağır etmişti. Etrafa yayılan sis ciğerlerimi tıkamış boğazıma bir kesik atmıştı. Artık nefes almak imkansızdı. Duymak ihtimal bile değil...

 

Zaman akıyor ve ben o anda takılı kalandım. Konuşmalar, bağırmalar, düşen bardaklar, etrafa saçılan kırıklar hiçbiri umurumda değdi.

 

Orada değildim, orda olan koca bir pişmanlık, keşke ve belkiydi...

 

Bölüm sonu

Bölüm : 03.01.2025 21:19 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...