16. Bölüm

“16.Bölüm Acı Aşk”

esra
wolffcuub

Cynefin;

 

Bir yeri kendimize ait hissetmek, bizimmiş gibi benimsemek "sanki orada doğdum" hissi.

 

 

  

 

"16. Bölüm Acı Aşk"

 

   

Kendini anlatamadığı, kendini anlamadığı yere ait değildir insan.

 

Artık adım atamayacağın o yola giremediğinde sadece olduğun yerde kalmak zorunda kalırdın. Çiçekli pencereler veda ederdi önce sana, sonra her gün dinlediğin şarkı feryat gibi gelirdi kulağına. Aslında yavaş yavaş kendinden uzaklaşır, olduğun yere adapte olmak isterdin. Zordu. Çok zordu.

 

Kusurlarımı gizledim, hata yapmamak için herkesi düşündüm ben ait olmadığım o köşede. Zayıf anlarımı yüreğimin en derinine sakladım, zaaflarımı görmezden geldim.

 

Mutlu olmak değil de mutlu görmek istedim herkesi, her şeyi. Kalbimin daha çok kırılacağını umursamadan, merhametin varlığını unutmadan baktım yolun başından herkese. Şimdi gelselerdi karşıma ben beni mutsuzluğa sürükleyen herkesi teselli ederdim. Dışarıdan bakan belki halimi anlamazdı ama ben kendime sarılmaya seçtim her defasında.

 

Ben kendim sarılmasaydım kimse sarmazdı yaramı çünkü bilirdim. Kendime bile açıklayamadığım acıları her sabah yeni bir umutla tekrar yeşerttim.

 

Yıllar sonra yolu ilk defa yalnız yürümeyeceğimi düşünmüştüm tek bir an da olsa. Sevgi yoksunu kalbimi dizginleyememiş iplerini elimden kaçırır gibi olmuştum. Geçmişe bu yüzden öfkeliydim. Geçmiş bana bu kadar kötü davranmasaydı ben şua olduğum yerde dik duruşuma rağmen yıkılmazdım.

 

Sözler beni parçalamaz, kelimeler yüreğime değmezdi. Ayakta zor duruyordum sanki birileri ensemden beni geriye çekerken ben ona karşı da direniyordum. Şimdi düşersem kimse beni kaldırmazdı ve ben yerden tek kalkmamın acısını tekrar yaşamak istemiyordum.

 

Ben geçmişi o evden çıkarken ardımda bırakmıştım hiç bir acıyı koluma takıp getirmemiştim yanımda.

 

Zordu ama affetmeyi denemiştim. Geceleri hiçbir şey düşünmemeye çalışmanın ağırlığıyla savaştım yalvarıp ağlayarak uyuya kaldığım bir gecede herkesi affetmek istemiştim.

 

Her şeyi geride bırak diyen adamın tek bir sözüne kanarak kalktım ben bu sabah. Güneşin doğuşunu hissederek, içime çektiğim bu özlemle açtığım gözlerim neden şimdi bulanıktı? Neden yüreğimin üstüne bir yumru oturmuştu peki şimdi?

 

Bu bir hayal kırıklığı değildi, o duyguya tanıdıktım. Hissizdim belki de. Her seferinde insanların ardında bırakmasına alışmıştım bu yüzden taştan kalbim buzlaşmıştı gün geçe geçe.

 

Ama hiç beni terk etmek istercesine ağrıyan kalbimi hissetmemiştim. Koparıp almak istercesine yanıp tutuşmamıştım hiç bir zaman.

 

Işıkları kim kapatmıştı? Adım atmaya cesaret etmeyip olduğum yerde durmaya bile korkuyordum. Belki önümde bir uçurum vardı ve ben son kez nefes alıyordum. Duyuyordum yeniden sesleri. Canımın acısı gitmese de artık bağırışları duyuyordum.

 

Koluma sarılan bir el beni anın içine geri çekmişti.

 

"Gelin abla iyi misin?" Birden duyduğum sesle sahibine çevirdiğimde Gülfem endişeli gözlerle elini koluma sarmış benden bir cevap bekliyordu.

 

O andan sonra her şeyi duymaya, hissetmeye ve anlamaya devam ettim.

 

Berfin Hanım öfke dolu seslerle karşısındaki kadına bağırıyordu. "Ben seni arayıp her şeyi izah ettim başka çarem yok dedim, kızım ölecekti oğlum katil olacaktı!"

 

"Benim kızımda ölüyor!" diye kendinden geçercesine omuzunda duran şalı fırlatıp attı yaşlı kadın. "Senin oğlunun sevdasıyla yıllardır öldü bitti."

 

Gözlerim genç kadına yavaş yavaş kaydığında görmekten korktuğum yüzüne çekinerek baktım. Doğu'nun sevdiği kadına, Doğu'yu seven kadına.

 

Cılız vücudu ve ellerini önünde bağlayıp sıkı sıkıya tuttuğu bilekleriyle ruhsuzca ayaktaydı.

 

Güçsüz bir şekilde kızaran gözünü kaldırıp bana baktı, canının acıdığını sanki ben hissediyordum her bakışında. Uzun uzun gözlerimin içine baktığında önce ben kaçırdım gözlerimi , yorgun haline bakmak boğazımı yakıyordu.

 

Simsiyah saçlarını yavaşça geriye itip dudaklarını bir şey söyleyecekmiş gibi hareketlendiğinde dış kapının büyük bir sesle çarpıp açılmasıyla herkesin başı arkaya döndü ama ben olduğum gibi karşıya bakmaya devam ettim.

 

Kimin geldiğini ondan önce odayı saran kokusundan anlamıştım. Öfkesine tanıdıktım, adım seslerini ezberlemiştim.

 

Derin aldığı solukları ve yüzünün aldığı hali anlamam için bakmama gerek yoktu. Adımları herkesi aşıp yanımdan durdu. Uzun uzun baktı ona dönmemi bekledi, gözlerimiz konuşsun istedi fakat ben karşıya bakmaya devam ettim.

 

Büyük bir adım atıp önümde durdu.

 

Artık kimseyi göremiyordum ama ona da kördüm.

 

"Hala!" diye soludu sertçe.

 

"Ne yaptığını sanıyorsun sen?" Sesi küçük bir çocuğu korkutacak kadar sert ve öfke doluydu. Ellerimi birbirine yaklaştırıp yumruk yaptım iki yanımda.

 

"Yaptığınız rezilliği görmeye geldim."

 

"Evliliğime, kararıma rezillik diyorsun öyle mi?"

 

Kimsenin ondan bu çıkışı beklemediği aşikardı bu yüzden herkes sessizleşmişti birden.

 

"Senin evleneceğin kadın buradaydı, burada." Yanındaki kızının kolunu sertçe kavrayıp Doğu'nun önüne doğru itti. Genç kadın yaş dolan gözlerini yavaşça kaldırıp Doğu'ya baktı ama Doğu direkt olarak halasına bakıyordu.

 

"Sana bin kez söyledim," diye kadının önünden geçip yaşlı kadına yaklaştı.

 

Genç kadın şimdi benim önümde duruyordu. Siyah gözleri kızarmaya başlayan gözlerinin çevresiyle bana öfke dolu bakıyordu.

 

"Son kez de karımın önünde söyleyeceğim, Berivan benim kardeşim Helin'den hiçbir farkı yok." Yüzü bana sırtı Doğu'ya dönükken büyük bir acıyla gözlerini kapattı genç kadın.

 

"Yıllar önce benim adıma aldığınız kararın hükmü olmadığını kızına da söyledim, ama sen anlamadın hala. Pişman olursun dedim sana ama senin gözün dönmüş şimdide gelip karıma hakaret etme cesaretini kendinde nasıl bulursun sen?"

 

"Sen benim kızımı yarı yolda bıraktın!" diye bağırdı kadın. İkisinin de gözü dönmüş gibiydi. Kadının elinde bir silah olsa düşünmeden Doğu'yu vuracağından emindim.

 

"Sakın hala, sakın bunu yapma yoksa seninle çok başka konuşuruz." Birden yüzünü bana döndüğünde göz göze geldik

 

Elalarının içi öfkeyle bezenmişken ona bakmamı istedi, anlamamı ama ben ne onu anlayacak neden başkasını duyacak haldeydim. İpince bir köprüdeydim birazcık daha dengem bozulsa yere çakılıp paramparça olacaktım.

 

"Özür dile karımdan, söylediğin her şey için."

 

"Gerek yok!" diye yükseldim birden.

 

"Burada özür dileyecek tek bir insan var." Berivan dikkatle beni izlerken parmak uçlarıyla gözünden akan yaşını sildi.

 

Akıttığı her yaş sanki benden çıkmıştı. Yüzüm öyle bir sızlıyordu ki göz pınarlarımın her biri taşmak için doluyordu.

 

Yavaş adımlar atıp halasının önünde duran Doğu'nun karşısına geçtim.

 

Ela gözleri yavaşça kapanıp açıldığında gözlerinin ardında pişmanlık vardı. İçi yanıp tutuşuyordu, yalvarıyordu onu dinlemem için ama tek bir bakışım onu susturmama yetmişti. Bana nefretle bakma demişti. Ben bir çocuğun nefretini kaldıramam...

 

Ben ise şimdi ona nefretle bakan bir kız çocuğuydum. Karşımdaki sanki beni o yurda bırakan babamdı. Birazdan ağlayacağımı bile bile öfkeyle baktım ona. Birazdan ruhumun içimden çıkmasını dileyeceğimi bile bile soğuk gözlerle baktım ona.

 

"Benden özür dileyeceksin." Sesimin titrememesi için yavaşça konuşuyordum. "Sen bana bir kadının her baktığında yüreğinin ağır ağır sızlamasına sebep oldun." Dişlerimi dudaklarıma geçirip hıçkırmamı engelledim.

 

Bu hayatta en korktuğum şey birinin acısına sebep olmaktı. Günahsız, suçsuz, sebepsiz bir can yakıştan hep koşarak kaçmıştım. Canı yanan iyi bilirdi bunun acısını o yüzden kimsenin yüreğinde nefretle anılmak istemedim bu yaşıma kadar.

 

Fakat şimdi bir kadının gözünden akan yaşa sebep olmuştum. Bir yüreğe ağır ağır oturmuştum. Gözünü her çevirdiğinde gözlerimi kaçırmıştım bunu bana yaşatanda yarası yarama denk olduğunu söyleyen adamdı.

 

İnanmıştım yine, yaramı saracak derken yeni yara açacağını bilmeyerek bakmıştım o gözlerine.

 

Şimdi gözlerimde ne görüyordu bilmiyorum fakat onun gözlerini kaplayan sisin artı hep pustu. Artık Doğu da yolunu kaybetmişti. Beni bulurken kendini kaybetmişti. Beni yaralayanın tekrar kendisinin oluşunu ona ben haykırdığımda ise hep dik duran omuzları usulca önümde inmişti.

 

Dudakları tek kelime etmeye mecali kalmamış gibi birbirine yaslandı.

 

Herkesi gerimde bırakarak yere düşmemek için usulca çıktım o savaştan. Ardına kadar açık kapıdan geçip yüzüme vuran temiz havayı soludum sertçe.

 

Başım döndüğünde gözlerim sanki karanlığa gömülüyordu elim kapının pervazına yaslanırken bedenimi tutmaya çalışan aceleci sesleri işittim.

 

"Bırak!" Sertçe kolumu ona değmeden çektim. "Bir daha sakın bana dokunma!"

 

"Rona" dedi acıyla. Bir isim nasıl acıyla yankılanırdı? Yankılanmıştı işte.

 

Belki o söylediği içindi belki de hep acıların içine gömüldüğüm içindi ama ismim bana artık ızdırap veriyordu her defasında.

 

Gün yüzü görmeyen Rona. Aydınlanmayan Roni.

 

Adım atıp yürüdüğümde arkamdan geliyordu. "Nereye gidiyorsun?" dedi sertçe

 

"Konuşacağız Rona."

 

Olduğum yerde dönüp suratına baktım. "Senden bir açıklama ya da savunma istemiyorum gerçek bile olmayan bir evliliğin ızdırabını çekmeyeceğim bunu bil yeter."

 

Sözlerin onu yaralayıp yaralamamasını umursamadan konuşmuştum. Biz yeni evlenen mutlu bir çift değildik.

 

Evliydik o kadar. Atılan imzanın sıfatını taşıyorduk sadece.

 

"İçeriye geç." Söylediklerim onu kızdırmıştı. Yüzü sertçe kasıldığında sırtımı dönüp karşıda duran Fırat'a doğru yürüdüm.

 

"Rona hiçbir yere gidemezsin içeriye geç." O istemezse buradan adım atamazdım ama kalırsam da nefes alamazdım.

 

Fırat'a yaklaştıkça bir bana bir de arkamdaki Doğu'ya baktı. Yüzü çaresizce bana dönerken sıkıntılı bir nefes verdi.

 

"Yenge ağabeyim çok sinirli içeri geç istersen."

 

"Ne zaman istersem bana yardım edeceğini söylemiştin Fırat. Yardımına ihtiyacım var."

 

"Yenge" dedi yapma dermiş gibi başını omzuna eğdi. "Kurbanın olayım geç içeriye biraz sakinleşin sonra istediğin yere götürürüm ben seni."

 

"Fırat" dedim. Artık göz yaşlarımı tutamıyordum. Gözlerimin her zerresi sızlıyordu. Buradan gitmek istiyordum, Doğu'nun yüzünü bile görmek istemiyordum.

 

"Lütfen Fırat burada nefes alamıyorum çıkart beni yanımda durursun söz bir şey demeyeceğim."

 

Son kez derin bir nefes alıp arkama baktı ne gördü bilmiyorum ama kaşları ok gibi gerilmişti.

 

"Yenge yemin ederim ağabeyime bir gün beni vurduracaksın, bin hadi bin gidelim hemen." Kapısında olduğu arabanın önünden çekilip bana arka kapıyı açtı.

 

Hızlı hareketlerle kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçtiğinde geri geri çıktı bahçe kapısından hiç beklemeden gaza basarak hızla yola girdi.

 

"Yenge sen bir gün beni kurşunların önüne atacaksın aha şamdan vuracak ağabeyim beni."

 

Kafasını işaret ederek parmaklarıyla vurdu.

 

"Teşekkür ederim Fırat bu yaptığın ömrüm boyunca unutmayacağım."

 

Uzanıp omuzlarına dokunduğumda dikiz aynasından bana baktı.

 

"Hanım hala canını sıkacak bir şey mi söyledi?"

 

Sıkıntın nefes verip rahatsızca arkama yaslandım. "Çok şey söyledi ama canımı yakan o değildi."

 

"Ağabeyim mi şey dedi?" Sertçe gözün yoldan arayıp arkasına dönerek bana baktı.

 

"Yola bak Fırat." Diyerek omzundan geri ittim.

 

"Hayır ağabeyin bir şey demedi ama tekrardan canımı yaktı."

 

Dikiz aynasından tekrar bana bakıp sıkıntılı bir nefes verdi. "Yenge aslında evde kalsaydın konuşurdunuz çözerdiniz bir dinleseydin Ağamı."

 

"İstemiyorum" dedim sertçe "Onun yüzünü de görmek istemiyorum sesini de duymak istemiyorum sen de sakın nereye gittiğimizi söyleme."

 

Aynadan gözlerini kaçırarak yola bakmaya başladı. "Nereye gidiyoruz ki yenge?"

 

"Otele."

 

Elini boğazına atarak gömleğini yakalarını çekiştirdi. "Yok yenge sen vallahi beni öldürmek istiyorsun. Allah aşkına ne işimiz var otelde kurbanın olayım gel konağı geri dönek."

 

"Hayır, sakın!" diye bağırdım ona.

 

"Konağa dönmek de yok sakın yerimi söylemek de yok yoksa ağabeyine bırakmaz ben vururum seni."

 

"Ulan bunlar karı koca benim içimden geçecekler." Diye söylenerek önüne döndü.

 

 

Midyat'ın koca konaklı evlerinin önünden geçip sarıya aşık yapıları yakından görerek sonunda Fırat'ın bin bir tehditle beni getirdiği otelin önünde durmuştuk.

 

Evden ilerisini düşünmeden çıktığım için ne çantam ne cüzdanım ne kimliğim ne de telefonum yanımda yoktu. O noktadan sonra tekrar Fırat'a dönüp baktığımda oflayarak önüme geçip resepsiyondaki kadının masasına yöneldi.

 

Beş dakika sonra geri döndüğünde oda kartını bana uzatarak devirdiği gözlerini bana çevirdi.

 

"Buyur yenge ama bu işin sonu benim mabadımda patlayacak diye çok korkuyorum vallahi. Arkamdan bir Fatiha okursun artık."

 

Uzattığı kartı alıp ayağa kalktım "Ne Fatihası Fırat yedini, kırkını, elli ikini hepsini okutacağıma emin ol."

 

"Allah razı olsun Yengem ya sen olmasan bizi kimse düşünmez."

 

Asansöre doğru yürüdüğümde Fırat'da arkamdan geliyordu.

 

Fırat benden önce odanın olduğu kata bastığında asansörün çıkmasını bekleyip kata geldiğinde de indik.

 

Odanın önüne geldiğimizde dönüp Fırat'a baktım "Teşekkür ederim Fırat sen gidebilirsin."

 

"Yenge!" dedi harfleri uzatarak.

 

"İyi tamam bir şey demedim otur lobide Arizona kertenkelesi gibi gelen gidene bak."

 

Kartı okutup kapıyı açtığımda sertçe yüzüne geri kapattım.

 

Fırat'ın yaptığım her şeyi Doğu'ya haber vereceğini biliyordum ama sorun değildi o evde daha fazla o insanlarla kalamayacağımı da biliyordum.

 

Büyük ihtimalle arkam dönükken Doğu gitmeme izin vermişti yoksa Fırat'a yalvarsam da beni oradan çıkarmazdı.

 

Ama bilmesi gereken bir şey varsa o da buraya gelirse asla yüzüne dahi bakmayıp kapıyı açmayacağımdı.

 

Halasına haykırdığı her şeyi duymuştum ama anlamamıştım. Daha her geçen gün ne kadar pişman olduğunu bana söylediğinde gözlerindeki samimiyetine görüp inanmıştım yada inanmak istemiştim sadece.

 

Bu yolda ne kadar kırgın olduğumu kızgın olduğumu, daha yaramın üstünün açık olduğunu ve sürekli kanattığımı kendisi de çok iyi biliyordu.

 

Bu ise kaçınılmazdı eninde sonunda karşılaşacağımız insanlardan beni böyle koruyamazdı. Beni en başından uyarması gerekiyordu. Ben ise bunu bilmek isterdim. Belki o zaman başa çıkmak daha kolay olurdu benim için.

 

Berfin Hanım'ın hatta Helin'in bile gözlerindeki mahcubiyeti gördüğümde onlar adına da üzülmüştüm benim orada kötü bir duruma düşmem onları da yaralamıştı.

 

Ama benim kızgınlığım onlara değildi onlara gram nefretim yoktu hissettiğim hiçbir his onların aleyhine değildi.

 

Yine bütün Kırgınlığım kızgınlığım Doğu'yaydı. Hata bir kere yapılırdı Doğu iki kez yapmıştı bugün ise üçüncüsü ile karşılaşmıştım.

 

Odanın içinde yürüyüp ayağımdaki topukları bir kenara attım. Yatağın nevresim örtülerini çekiştirip üstündeki fazlalıkları bir çırpıda üstüne attım, kalan Yorganı da çekip açtığımda hiç düşünmeden içine girip kafama kadar çektim.

 

Karanlığa kavuştuğunda içimdeki bütün seslerin susmasını diledim. Her geçen gün yenisi eklemem kafamdaki seslerin ağırlığını taşımak artık bana fazla geliyordu.

 

Beden yorgunluğu geçerdi ruh yorgunluğu ise seninle ölene kadar.

 

Alışkınım buna fakat anlamadığım şeyse bu kadar alışkanlığı içeresinde neden ondan gelen her şey ben de yıkım etkisi yaratıyordu sanki bir zelzelede on katlı bir bina üstüme yıkılmış gibi hissediyordum.

 

Tuğlalar arasında en altta sıkışıp kalmışken hiçbir zerrem hareket edemiyor gibiydi.

 

-

 

Öfke onun her bir zerresini ele geçirmişken yeri çiğneyen ayakları aldığı büyük bir darbeyle olduğu yere betonlanmıştı.

 

Karşısındaki kadının ondan gitmek istediğini sert bir dille dile getirmesinin ardından onu burada tutamayacağını çok iyi biliyordu. Bu kısa zamanda öğrendiği tek bir şey varsa o da bu kadına istemeyeceği hiçbir şey yaptıramayacak olmalarıydı.

 

İçeride mavi gözleri ona hayal kırıklığı ile bakarken şimdi karşısında duygusuz bir kadın vardı. Kontrol edebildiği ifadeleri Doğu'nun tüylerini diken diken ederken ağzından çıktı her sözü dikkatlice dinledi.

 

Sertçe ardına dönüp gittiğinde dur demesi nafileydi onun için.

 

Yavaşça Fırat'ın önüne gelmiş ondan yardım istemişti. Fırat'ın çaresiz bakışları ise Doğu ile buluştuğunda Doğu onun göremeyeceği bir şekilde başıyla onay vermişti.

 

Doğu Rona'yı sırtlayıp odaya da götürse çıkmak istediyse bu evden eninde sonunda çıkacaktı.

 

Gerekirse evi de onlarla birlikte yakardı ama bu evden giderdi.

 

En azından Fırat'la giderse bu Doğu'nun onun nerede olduğunu bilmesi demekti.

 

Verdiği işaretle birlikte diğer korumaları da arabayı işaret ettiğinde Rona'nın içinde bulunduğu arabayla birlikte iki araba daha onları takip edip sokağa dönmüşlerdi.

 

İçini kaplayan öfke gittikçe daha da fazlalaşıyordu çünkü buna sebep olan insanlar arkasından sesini yükseltiyorlardı.

 

Sert adımlarını eve doğru çevirdiğinde büyük bir şiddetle kapıyı çarpıp az önceki savaş meydanı'na geri dönmüştü.

 

Oğlunun gelişiyle annesi Berfin Hanım hızla ayağa kalkıp oğlunun önüne geçti.

 

Berfin Hanım oğlunun ne kadar sabırlı bir insan olduğunu biliyordu fakat konu Rona olduğunda kimse onun gerçek yüzünü bilmiyordu. Berfin Hanım oğlunun gözlerindeki o ateşi ilk saniyeden fark etmişti.

 

"Doğu" dedi uyarıcısına "Sakin ol oğlum biliyorsun benim de hatam var ben seni bulaştırdım bu işe."

 

Gözlerine indirip ellerini göğsüne yaslamış annesine baktı, içinden çok şey söylemek geçiyordu o anlarda bu zamana kadar hiç karşısına çıkıp ondan hesap sormamıştı onu mecbur bırakılan hayatı yaşamasının suçunu hiç ona atmamıştı ama ilk kez canı artık taşıdığı yüklerin acısıyla yanmaya başlamıştı annesi ilk defa gözünde onun canını acıtan insan olarak anılmıştı.

 

Biliyordu ki bütün bunların sebebi bir kadındı.

 

"Sen hiç utanmadın mı?"dedi halası daha bitmemiş sözleri varmış gibi. "O katilin kızını koynuna alırken hiç mi utanmadın sen, yukarıda yatan sakat babandan da mı utanmadın he?"

 

"Sen hiçbir zaman sana çizilen sınırların içeresinde kalmadın hala sana saygımdan hala diyorum ama bugünden sonra ne sen bir daha bu eve gelebilirsin ne de Doğu'nun halasıyım diyebilirsin. Sen biraz önce suçsuz bir kadının yarasına bastın."

 

Halası yeğeninin söylediklerinin her birine şaşırıyor her sözünde daha da bir yıkılıyordu.

 

"Ben yine kendim açtığım yarayı kanattım onda. Kabuk tutmasına izin vermeden yine kanattınız onu. En az o da Berivan kadar suçsuz ve günahsız ama artık o benim karım bunu sen de başka kimsede de değiştiremez."

 

"Yeğenim?" dedi yaşlı kadın yeğenine artık o da yavaş yavaş içinde bulunduğu durumu fark ediyordu buraya geldiğinde aklında bambaşka şeyler vardı ona göre Berivan bu evde kalmalıydı gerekirse Doğu'nun ikinci eşi olmalıydı fakat işler hiç istediği gibi gitmemişti.

 

"Ben senin halanım daha iki günlük bir kadın için yakışıyor mu bu yaptıkların."

 

"Bundan sonra karıma yaptığınız her yakışıksız harekette yakışmadığını düşündüğünüz yerlerde olursunuz hala sana saygımdan tutup kolundan atmıyorsam olduğu yerin kıymetini bil sen benim ne demek istediğimi anladın."

 

Doğu gizli bir kutu gibiydi insanlar arasında. Doğu'ya bir şey anlattığınızda onunla ölüme giderdi, Doğu'dan bir şey istediğinizde laf ağzınızdan çıktığında olmuş görürdünüz her şeyi. Doğu sabrederdi, anlardı, dinlerdi, hak verirdi, hak edene hakkını da verirdi. Haksızlık yapmaz, yalan konuşmaz, kimsenin kötü olmasını istemezdi.

 

Koca bir şehre ağa olmak insanlara sözünü geçirmek kolay değildi. Doğu'nun hiçbir zaman sözünü geçirmek gibi bir gayesi olmamıştı ama güvenilir olması insanların onu dinlemesine sebebiyet vermişti yıllar boyunca.

 

Doğu'nun bu zamana kadar istediği tek şey saygıdı, kendisine değil herkese saygılı olunmasıydı herkesin saygı içeresinde konuşmasıdı onun bu hayatta en önem verdiği şeye saygıydı ama artık hayatta en önem verdiği şey karısına duyulan saygıydı.

 

Doğu hiçbir şeyin arkasına sığınmadan hiçbir şeye sebep göstermeden bu saygıyı en çok Rona'nın hak ettiğini düşünüyordu çünkü.

 

Rona güç tanımıydı onun için, belki geçmişlerine dönüp baktığında bazı insanlar için Doğu'nun yaşantısı da birer örnek olabilirdi ama Rona bir kadının ayaklar üstünde nasıl durması gerektiğinin en büyük örneğiydi.

 

Rona'yı gördüğü ilk gün okumuştu insanlardan dinlemişti insanların onun hakkında söylediklerini izlemişti tek tek. Bu da takdir edilmesi gereken bir kadındı. Rona saygı duyulması gereken bir kadındı doğdu eşi vasfından ayrı bir şekilde bir insan olarak küçük bir kız çocuğu olarak bunu hak ediyordu.

 

Gözleri herkesin üstünde gezindiğinde kimse sesini dahi çıkarmadan onu izliyordu.

 

Burada işi bittiğinde kapıya yönelip sadece arkasından tekrar kapatmıştı. Bahçedeki arabasına bindiğinde hızları çıkartıp dar sokağa döndü.

 

Ceketin cebindeki telefonunu alıp birkaç numara tuşladı. Önce Fırat'ı aradı, açtığında Rona'nın nerede olduğunu öğrenecekti.

 

"Buyur ağabey." diye açtı Fırat

 

"Neredesiniz?" dedi. Aklı sadece Rona'daydı. Ondan gittiği an sol yanı o boşlukla sızlamıştı, onun başına bir iş gelirse bu Mardin'i kimseye yar etmezdi.

 

"Yenge bir otele getirdi bizi."

 

Doğu sıkıntılı nefes verdiğinde boynuna değen gömleğin yakalarını çekiştirdi, Rona için otel güvenli değildi.

 

"Sen de öylesine bir otele hemen götürdün mü Fırat?"

 

"Ağam yemin ederim vurmakla tehdit etti beni biliyorsun yapar da."

 

Çatık kaşlarının arasında sinirle güldüğünde Rona'yı biliyordu istediğini yapmasaydı o sinirle Fırat'ı vurabilirdi.

 

"Şimdi ara adamları güvenlik çemberine alsınlar oteli kapısına da iki adam dik sen de Rona nereye giderse onun peşinden git vurursa ben seni tedavi ettireceğim."

 

Fırat'ın bir şey söylemesine fırsat vermeden telefonu kapattığında bu sefer Rohat'ı aramıştı.

 

"Alo ağam" diye açtı telefonu rahat keyifli bir sesle. Belli ki keyfi fazla yerindeydi.

 

"Şebnem'i neredeyse alıyorsun sana birazdan konum atacağım yere getiriyorsun."

 

"Yapma ağabey ya," dedi üzgün bir sesle "Plan yapmıştık yemek yiyecektik biz."

 

"İşim düşmese senden bir şey ister miyim ben?" Diye bağırdı kuzenine. "Rona evi terk etti Şebnemin onun yanında olması lazım."

 

"Amcaoğlu ben sana demiştim kıza iyi bak bir daha onun gibisini bulamayız al bak terk etti seni, şimdi nereden bulacağız sana yeni bir tane eş?"

 

Rohat Doğu'nun damarına basmaya devam ederken arkadan Rona'nın evi terk ettiği haberini alan Şebnem'in bağırma sesi gelmişti.

 

"Rona Doğu'yu mu terk etmiş?"

 

"Yok gülüm güneydoğu bölgesi terk etmiş sadece bak uçağa kalkıyor şuradan?"

 

"Rohat" dedi Doğu son kalan sakinlik kırıntısıyla.

 

"Bak zaten kendimi çok zor tutuyorum senin o ağzını burnunu kırarım ne dediysem hemen onu yap."

 

Telefonu kapatacakken son anda Rohat'ın söylenmeleri de duyuyordu.

 

"Koş kız seninki bizimkini terk ederse bu var ya hepimiz elden geçirir."

 

Telefonu yan koltuğa fırlattığında arabayı diğer araçların arasından geçire geçire ilerliyordu.

 

Rona yalnız kalırsa başına bir iş gelirdi biliyordu çünkü o kansız daha Mardin'den çıkmamıştı.

 

Çok iyi gizleniyordu, Doğu adamlarını dört bir yana saldıysa da yinede karakoyun denen şerefsizi hala bulamamıştı.

 

Arabası lüks bir otelin önünde durdurduğunda anahtarı genç bir çocuğa uzatmıştı döner kapıdan içeriye girdikten sonra Fırat'tan öğrendiği odaya çıkmak için asansöre bindi.

 

Asansör açıldığında karşısında bir odanın kapısında duran Fırat'ı gördüğünde adımlarını o tarafa çevirdi.

 

"Çıktı mı hiç dışarıya?" dedi Doğu kapıyı işaret ederek."

 

"Yok vallahi bir saattir ses de gelmiyor içeriden, ben bir ara çalacaktım ama korktum çalamadım ağam."

 

Doğu Fırat'a bakarken gözüyle kapıyı işaret etti "Çal."

 

"Ağabeyim sen geldin sen çal, bana yakışmaz."

 

Doğu sert bakan gözlerini Fırat'ın üstünden çekerken kapıya doğru gelip elini kaldırıp tıklattığında içeriden gelen bir hareketlilik yoktu.

 

Tekrar daha uzun çaldığında önce adım seslerini duydu sonra da ipek sesini.

 

"Fırat?" dedi kapının arkasındaki Fırat mı diye sorguluyordu.

 

Fırat seslenmeyince Doğu hızlı dönüp ona baktı.

 

"Benim yenge."

 

"İstemiyorum bir şey git sen de dinlen," diye bağırdı.

 

"Yengem açar mısın kapıyı Allah aşkına."

 

Doğu çatı kaşlar tekrar Fırat'a dönüp baktı şimdi her şeyi mahvedecekti, Rona onun burada olduğunu anlarsa kapıyı açmazdı.

 

Hemen sonra korktuğu başına geldi. "Fırat söyle ona kapımdan çekip gitsin yoksa polise şikâyet ederim onu."

 

Fırat sabır dileyerek Doğu'ya baktığında hemen başını başka tarafa çevirdi çünkü sert bakışları üstünde geziniyordu. Bugün bitirirse yarın gerçekten bir fakire hayır yapacaktı. Bu ikisinin arasında ölmeden kalabilmek büyük bir başarıydı ve bunun için Allah'a şükretmeliydi.

 

Doğu elini kapıya vurup onu dinleyip dinlemediğini umursamadan konuştu. "Aç kapıyı konuşalım sonra istemezsen gideceğim."

 

Rona daha sert bir şekilde kapıya vurup daha yüksek sesle bağırdı. "Söyle ona hemen kapımdan gitmezse kendimi şu camdan aşağı atarım."

 

"Yenge delirdin mi öyle şeyler yapma, aç adam gibi ağamla konuşun. Bak adam perişan olmuş."

 

"Ne diyorsun Fırat?"

 

"Ağabey, ben açsın diye şey ettim."

 

"İsterse peru perişan olsun açmıyorum kapıyı defolsun gitsin."

 

"Rona..." diye dişlerini sıktı bu kadın gerçekten onun bütün sinirlerini dokunuyordu onu nasıl sinir etmesi gerektiğini çok iyi biliyordu Rona konuştuğu zaman Doğu'da sabrın esamesi bile okunmuyordu.

 

"Aç kapıyı güzel güzel konuşalım sonra istediğini yaparsın."

 

"Açmayacağım" diye kesin bir dille konuştu.

 

"Rona aç şu kapıyı yoksa kırarım."

 

"Kır sonra ben de senin kolunu kırarım."

 

Doğu ne yazık ki bu kısa sürede karısını tanımıştı. Bu kapıyı Doğu kırarsa Rona da onda kaynaması zaman alacak kemikleriyle arasını bir süre açardı.

 

"Fırat git şu karşıdaki boş odalardan bir tanesini tut yoksa burada cinnet geçireceğim."

 

Kapıya tekrar vurulduğunda büyük ihtimal Rona tekme atıyordu.

 

"Duyuyorum seni dağ ayısı."

 

Fırat emri almış ve bu ortamdan uzaklaşma fırsatı bulduğu için asansörü bile kullanmadan hızla acil çıkış merdivenlerinleri kısmından indi.

 

Fırat'ın ortamdan ayrılmasıyla asansörün kapısı açılıp içinden Rohat Şebnem indi.

 

Şebnem'in kızıl olan tek savurduğu saçları değildi gözleri de ateş çıkartacak cinsten Doğu'ya bakıyordu.

 

Topuklu ayakkabısını yere vura vura Doğu'nun önüne geldi "Ne yaptın kardeşime?" dedi sertçe.

 

"Kafasının dikine gidiyor her zamanki gibi."

 

Kapıya tekrar tekme atılmıştı. Büyük ihtimal aralarında bir kapı olmasaydı bu tekme Doğu'ya gelirdi.

 

"Keşke senin de bir kafan olsaydı da dikine gidebilseydin."

 

Bak gör dermiş gibi kapıyı işaret etti. Şebnem'in arkasında olan Rohat gülmeye başlarken Doğu'nun bakışları onu buldu.

 

"Tam bize layık gelin, yemin ederim o kadar büyük zevk alıyorum ki senin bu hallere düşmenden zevkten dört köşeyim adeta."

 

Doğu uzanarak Rohat'ın elini yakaladı "Lan oğlum bak sabahtan beri kendimi tutuyorum yemin ederim sana patlarım birazdan seke seke yürürsün şuradan."

 

"Rona ben geldim" dedi Şebnem ağlamaklı bir sesle elini kapıya dayayarak.

 

"Aç hayatım benim."

 

"Hadi ağabey biz de bir aşağı inelim hava al." Rohat buradayken Rona'nın kapıyı açmayacağını anlamıştı.

 

"Hadi ağabey onlar biraz konuşsun sakinleşsin yenge sende sonra gelirsin."

 

Doğu baktığında Şebnem onu anlamış gibi salladı kafasını.

 

Doğu Rohat ile beraber asansöre binip indiğinde Şebnem tekrardan kapının arkasındaki arkadaşına seslendi.

 

"Güzelim bak gittiler ben varım sadece aç kapıyı da konuşalım."

 

Birkaç saniye sessizlikten sonra kapının kilidinin bir kere döndüğünü duydu Şebnem.

 

Sonra kapı sessizce açıldığında arkasındaki arkadaşını gördü.

 

Gözleri kızarmıştı ama ağlamamıştı. Rona kolay kolay ağlamazdı ağlamaktan da nefret ederdi Şebnem ne kadar sulu gözde Rona o kadar soğukkanlıydı zaten ağlasaydı bu kapıyı hiç açmazdı kimsenin onu o halde görmesini istemiyordu.

 

Şebnem içeri girip arkasından kapıyı kapattığında sıkıca önünde duran arkadaşına sarıldı. "Neden bana haber vermiyorsun buralara kadar gelmişsin.?"

 

"Telefonumu evde unuttum." diye mırıldandı Rona.

 

"Ne oldu anlat ne yaptı sana? Kapıda süt dökmüş kedi gibi bekliyor." Şebnem ellerinden tutup yatağa yöneltti.

 

Rona çok yorgun gözüküyordu gözleri birkaç kez kapanıp yavaşça açıldı. Konuşmak da istemiyordu belli ki. Durup sadece arkadaşına baktı.

 

Çoğu zaman böyle yapardı yaşadığı hiçbir zorluğu kolay kolay anlatmazdı, Şebnem hissederdi bazen de duyardı ama hep Rona'dan duymak istemişti derdini hiçbir zaman içine atmasına izin vermemiş kendi açmasını istemişti.

 

"Bir kadın geldi bu sabah konağı bağırdı çağırdı önce karışmak istemedim bana katilin kızı dedi hiçbir şey demedim ama Helin'in kolunu sıkmış mosmordu." Sakindi konuşurken tane tane anlatıyordu arkadaşına olanları.

 

"Bana katilin kızı demesine değil bana olan öfkesiyle birine zarar vermesi yaktı canımı."

 

"Kimmiş o kadın?"dedi Şebnem.

 

"Doğu'nun halasıymış."

 

Şebnem şimdiden bütün sinirleri tavan olmuş durumdaydı Rona'ya karşı bulunan ithamlar onu çok rahatsız etmişti kadın karşısında olsa büyük ihtimalle saçlarını tek tek yolup eline verirdi.

 

"Sana bir şey yaptı mı?" Şebnem'in umurunda olan tek şey Rona'ydı.

 

"O yapmadı." Dedi sakinlikle.

 

"Kim yaptı?" Şebnem ayağa kalkarak. "Kim sana ne yaptı Rona?"

 

"Kız Doğu'yu seviyormuş Doğu'da kızı, ben olmasaydım evleneceklermiş Berfin Hanım istemeye bile gitmiş onu. Sözlü sayılırlarmış, kadın da geldi hesap sordu kızım ortada kaldı diye."

 

Şebnem şaşkınlıkla ağzı açılmış arkadaşının söylediklerini idrak etmeye çalışıyordu.

 

"Doğu sözlü müymüş yani, saçmalama başka bir şey vardır bu işte yoksa giderim ağa falan dinlemem rezil ederim onu."

 

"Kimseye bir şey yapamayız Şebnem her şey ağabeyimin kız kardeşini kaçırmasıyla başlamadı mı? Onların bütün planlarını bozan biziz, bir kadın benim yüzümden üzüldü bana nasıl baktığını görseydin kahrolurdun ben bir kadının nefretini kazandım Şebnem ben böyle bir hayat istemiyordum."

 

"Güzelim," dedi arkadaşının o güzel yüzünü avuçlarının içine alarak.

 

"Sen bilmiyordun ki, sen hiçbir şey bilmiyordun onlar seni zorla getirdi buraya kaçırdılar seni Rona. Sen adamın nişanlısı sözlüsü hiçbir şeyini bilmeden evlendin onunla sana söylemedilerse onların suçudur senin bir suçun yok ki bunda."

 

Haklıydı ama Rona'nın zaten kızdığı şey buydu onun hiçbir şey haberi yokken herkesin susmasıydı o evdeki herkesin Berivan'dan haberi vardı ama kimse hiçbir şeyden söz etmemişti.

 

"Ben yine de Doğu'yla konuşmanı isterim şu an kimsenin konuşması sana bir fayda sağlamayacak sen istemesen de onun anlatmasını istiyorsun senin onun kelimelerine ihtiyacın var."

 

"Benim sadece uyumaya ve uyandığımda her şeyin kabus olmasına ihtiyacım var Şebnem." Bacaklarına yasladığı dirseklerine yüklenerek öne doğru eğildi.

 

"Bütün bunlar artık çok ağır geliyor bana, ben her gün nefes almaya çalıştıkça sanki biri gırtlağımı sıkıyor ben devam etmeye çalıştıkça ayaklarıma bir şeyler takılıyor. Ben daha bugün nerede olduğumu idrak etmiştim, yıllar sonra ait olduğum topraklara sonunda geldiğimi düşündüm ama belki de ait değilimdir buraya Şebnem."

 

"Biliyorum her şey çok ağır her şey çok karmaşık ve üst üste geldi biraz sakin ol tüm bunlar bir yanlış anlaşılma olabilir her şey çok hızlı geliştiği için anlatamamış olabilirler belki de nasıl anlatacağını bilemedi, çekindi ama kapıdaki halini gördüm gerçekten çok üzgündü."

 

"Ben de çok üzgünüm, artık kimsenin üzülmesi beni üzmeyecek umursayacağım, herkes beni paramparça ediyor kime sırtımı dayanmaya çalışsam beni ortada bırakıyor, ben bugün ilk defa nefes alamadım belki çok zorluklar çektim ama ilk defa sanki bir daha nefes alamayacağımı düşündüm."

 

Şebnem kolunu arkadaşının sırtına koyup başını ona yasladı.

 

"Keşke hissettiğin acıyı alabilsem böyle elimden hiçbir şey gelmiyor hiçbir şey yapamıyorum artık senin için nefret ediyorum büyümekten."

 

Onlar için her şey yurdun arka bahçesindeki denize bakan banktayken daha kolaydı.

 

O zaman acı sadece tek bir yerlerindeydi, boşluk tek bir noktalarında.

 

Kalpleri hep boştu o küçük kızların o zamanlar.

 

Ama bu bir zaman sonra sorun olmaktan çıkmıştı ayakları yere sağlam basmaya başladığında artık kalplerindeki boşluk onları rahatsız etmiyordu.

 

Rona ve Şebnem o küçük ellerini birbirlerine yasladıklarında bütün dünya sanki onlar için duruyordu bütün kötülükler saklanıp ellerini onların üzerlerinden çekiyordu.

 

Büyümek küçükken en büyük hayalleri, büyüyüp ayakların üstlerinde durmak onların hep konuştukları gece gördükleri bir düştü.

 

Fakat şimdi artık ikisi de büyüktü elleri belki hala birbirlerine bağlıydı ama biri artık kalbindeki boşluğu sorun etmeye başlamıştı.

 

Bu yıllar sonra gelen bir fark edişti.

 

Bu tekrar acı vermeye başlamıştı.

 

Tekrar gözleri yaşarmaya yaşlar ansızın akmaya başlamıştı.

 

Rona tekrar yolunu kaybetmiş gibiydi tekrar o yurttan sokağa aydınlatan sokak lambasını izliyor gibi hissediyordu. Yine üşüyordu yine giden arabanın arkasından ağlıyordu.

 

Bugün Rona'yı kıran ise Doğu'nun ona eski hislerini tekrar hissettirmesiydi.

 

-

 

"Oda da yeseydik keşke hiç insan yüzü görmek istemiyorum." Şebnem beni çektikçe bende peşinde sürükleniyordum.

 

"Değişiklik olacak işte mızmızlanıp durma. Aynı eski günlerdeki gibi önce yiyeceğiz sonra eğleneceğiz. İnternetten baktım akşam yemeğinden sonra kulüp tarzı bir yere geçiyorlarmış."

 

"Mardin'de ne kulübü Şebnem sıra gecesidir o." Sürekli bir şeylere karşı çıkmamdan sıkılmıştı.

 

"O zaman bizde halay çekip çiğ köfte yoğururuz Vasfiye teyze gibi konuşma ağzının içinden Roni."

 

Asansörden inip restoran yazan kısma girdik. Kapıda genç bir adam bizi karşılayıp yerimizi göstermek adına önümüze geçmişti.

 

Restoran'ın en sessiz kısına geldiğimizde etrafa baktım bu kısımda arka arkaya iki tane masa vardı diğerleri uzakta kalıyordu. Şebnem diğer masaya arkası dönecek şekilde oturduğun da bende karşısına geçmek zorunda kalmıştım.

 

"Lütfen siz dilediğinizce menülerimizi inceleyin garson arkadaşımız birazdan siparişini almaya gelecek."

 

Garson çocuk yanımızdan gittiğinde Şebnem menüyle koluma vurdu. "Etrafa öldürücü bakışlar atma senden sonra insanlara gülümsemek zorunda kalıyordum. Bizi seri katil sanacaklar."

 

Şebnem'e göz devirdiğimde menüyü onu göremeyecek şekilde havaya kaldırdım. Şuan kimsenin hakkımda ne düşündüğünü umursayamayacaktım.

 

Yemek çeşitleri fazla zengindi ama bunların hiçbirine çekilmemiştim. Hepsi batıya kaymış genel yemeklerdendi. Oysaki Mardin'de olmanın nimetlerinden faydalanabilirlerdi. Bu durum canımı sıkmıştı.

 

"Bu menü canımı sıktı konakta hep doğu yemekleri pişerdi," deyip menüyü sertçe masaya indirdim.

 

Şebnem'e bakarken tam arkasında oturmuş ve yüzü bana dönük onu gördüm.

 

Gözlerinin elasını aramızdaki mesafeye rağmen seçebilmiştim. Büyük ihtimalle araya yılla girse ve biz bambaşka insanlara da dönüşsek ben onu gözlerinden tanırdım.

 

Saçları bozulmuştu. Siyah gömleğinin yakalarını sürekli düzeltiyormuş gibi zorla ayakta duruyorlardı. Sert yüz ifadesinin altında bir yorgunluk vardı fakat dik omuzları bakışlarına karşılık aldığına hafifçe gerilmişti.

 

"Özlediysen eve gidelim burada yok o istediğin yemeklerden." Ellerini masanın üzerinde birleştirmiş pür dikkat beni izliyordu.

 

"Yok mu senden bir rahat yemek yiyeceğim onu da boğazıma dizdin." Menüyü alıp ona doğru salladım.

 

"Beğenmedin hiçbirini yemeyecektin zaten gel konakta ye yemeği sonra geri getiririm seni."

 

Şebnem büyük bir kahkaha attığında öfkeyle ona dönüp baktım. Ellerini teslim olmuş gibi kaldırıp ağzına fermuar çekti. Bugün herkes üstüme oynuyordu.

 

"Yengem merhaba." Rohat başını uzatıp kendini gösterdi.

 

"Selam Rohat."

 

"Yenge kalk gidelim buradan, ben kendi yatağım dışında bir yerde uyuyamıyorum rica etsem bu kıyağı benim için yapar mısın? Hem sen gel amcaoğlu kalsın dışarıda hem böylesi daha acı verici."

 

Rohat oturduğu yerden yüzü acı bir şekle büründüğünde Doğu ona tepkisizce baktı.

 

"Ben hiçbir yere gelmiyorum siz ikinizde bu otelden gidiyorsunuz." Sandalyeden hızla kalktığımda çıkışa doğru yürüdüm.

 

Biri bileğimden yakalayıp durduğunda kolumu çekmeye çalıştım ama bırakmadı.

 

"Bana dokunup durma beni durdurma beni artık rahat bırak." Restorandaki insanların bakışı bana döndüğünde bazıları endişeli gözlerle baktı.

 

"Sen burada kalamazsın, benim olmadığım yerde güvende değilsin neden anlamak istemiyorsun. Her seferinde şu keçi inadına bürünme bir kez de beni dinle."

 

Doğu insanların bakışlarını umursamıyordu. Artık o kadarda sakin değildi sabrının son demleriymiş gibi baktı gözlerime.

 

"Senin olduğun yerde de koca bir yalanın içindeyim. Emin ol orası da pek güvenli değil." Kolumu sertçe çekip büyük adımlarla insanların arasından çıktım.

 

Arkamdan geliyordu. Durmam için sesleniyordu fakat ben duymamazlıktan geliyordum.

 

Lobiye çıktığımda beni gören adamlar yanıma geldiğinde son anda adımları bıçak gibi kesilmişti.

 

Beni durdurmamışlardır ben yanlarından geçip giderken sadece baktılar.

 

Sertçe otelin yanda duran kapısını itip açtığımda sert akşam rüzgârı yüzüme çarpıyordu. Kapı bir kez daha büyük bir sesle açıldığında arkama bakmadan yürümeye devam ettim.

 

Nereye gittiğimi bilmeden büyük büyük adımlar attım dar sokaklarda.

 

İnsanlara çarparak geçtiğimde arkamdan bana bağıran birinin olması dikkatlerini üstüme çekiyordu.

 

Aydınlık sokağın sonunda köşeye döndüğümde gecenin karanlığının içinde birden ışıksız kalmıştım.

 

Işıklar sanki birbirlerinden haberli gibi aynı anda söndüğünde zifiri karanlıktaydım.

 

Adımlarım durduğunda olduğum yere çakılı kalmıştım adeta, ne ileri gidebiliyordum ne geriye.

 

Önümü görmeden tek adım dahi atamıyordum.

 

Etraf yavaşça sessizleştiğinde de beynim sanki bana oyun oynuyordu.

 

Birkaç adım sesi duyduğumda adımlarım geriye düştü.

 

Ne yapacağımı bilmiyordum sanki ateş hattında savunmasız kalan bir kurşun asker gibiydi. Zaten yaralıydım, artık bir de silahsız.

 

Sırtım yavaşça yumuşak bir şeyle birleştiğinden irkilip geri çekildim ama bir kol beni sarıp göğsüne bastırdı.

 

"Benim Rona, korkma." O söylemeseydi zaten dokunuşundaki naiflik ona zıt olan sert kokusundan bunu anlardım.

 

"Göremiyorum yolumu."

 

"Ben yanındayım."

 

"Yanımda olmanı istemiyorum."

 

"Ben yanında olmak için yanıp tutuşuyorum."

 

Biz ikimizde birer ateştik. Biz birbirimizle konuşurken bir kıvılcım boy verirdi dalların içinden.

 

Bilirdik ki dallar birazdan tutuşacak bütün ormanı yakacaktı.

 

"Gitme benden Rona." Gözlerim karanlığın içinde kapanıp kendi karanlığıyla kavuştu. Sözleri tenime değerken sesi kulaklarıma dokunuyordu.

 

Sesinde bir haykırış vardı. Kaybetmenin eşiğinde olan bir insanın çaresizliği ancak bu kadar sessizce çığırırdı.

 

"Ben hiç sana gelmedim sen beni kendine getirdin."

 

Bir gün gecenin hep aynı olacağını varsayarak açmıştım güneşe gözümü. Aynı telaşenin aynı düzenin içinde olmaya alışmışken o beni dalımdan söküp almıştı.

 

Dalımın önemsiz oluşunu asıl kökümün onda olduğunu haykırmıştı bana.

 

Ben o anlatana kadar köksüzlüğümle yüzleşmemiştim. Yersiz yurtsuz oluşum o gün ki gibi hiç dokunmamıştı bana.

 

"Sen benim her zerremmişsin meğer. Senin varlığını bilmeden hep seni aramışım ben. Şimdi gitme benden izin ver sende olmaya alışayım."

 

"Alışma Doğu." Gözlerim karanlığın içine açıldığında ışıksızlığa alışmıştım. Gevşettiği kolunun içinde dönüp yüzümü ona çevirdim.

 

"Alışmak insana acı verir. Sen ve benim gibiler bir şeye alışamaz bir şeye bağlanamaz kalbinin boşluğunu dolduramaz. Çünkü öyle bir gün gelir ki yüreğini sökmen gerekir o acının geçmesi için."

 

Burnundan derin bir nefes alıp gözlerini kapattı. Sözlerim sanki zaten onun bildiği şeylermiş gibiydi.

 

"Senden her gelene kabulüm ben Rona. Sen beni çekip vursan ben yine senin gözlerine bakacağım. Sen yeter ki gözlerini görmeme izin ver."

 

Onun gözleri benim bir sonraki adımı atabilmem için bana güç verendi.

 

Benim gözlerim ise ona bir can olmuştu.

 

Ela maviyi yaşamış, mavi elayı yaşatmıştı.

 

-

 

Yol boyunca tek kelime etmeden otele geri gelmiştik. Kaldığım odanın önüne geldiğimizde omuzlarıma attığı ceketi tutup çektim.

 

"Teşekkür ederim." Uzattığım cekete bakıp yavaşa parmaklarının arasına aldı.

 

"Geç hadi içeriye." Arkamda kalan odayı gösterip, "Burada kalıyorum bir şey olursa," konuşuyordu ama sanki sözleri istediğini dışa vuramamanın ağırlığını taşıyordu.

 

Başımı ağır ağır salladığımda cebimdeki oda kartını çıkartıp okuttum, kilit açıldığında kapı kolunu tutup ittim.

 

Odanın içine girdiğimde o dışında kalmıştı.

 

"İyi geceler."

 

"İyi geceler" dedi usulca.

 

Kapıyı kapattığımda bir süre hiç ses gelmemişti.

 

Olduğum yerde sessizce beklediğimde onun olduğunu söylediği odanın kapısından kart okuma sesinden sonra da açılıp kapanmıştı.

 

İçimdeki sıkıntının tarifi çok zordu. İçimde kalan sözler vardı sanki. Onunla konuşmamanın ağırlığıydı bu.

 

Ona bağırıp çağırdığımda bile beni sakinleştirmeye çalışması sözlerim bitene kadar dinlemesinine alışmıştım.

 

Fakat bu gece ne kadar istesem de içimdeki asıl yangını onu da ortak edememiştim. Biz hep beraber yanarken ben onu kapı dışında bırakmış tek yanmamıza müsaade etmiştim.

 

Asıl istediğim bu değildi. Ona haykırmak hesap sormaktı istediğim.

 

Bir ur yavaşça beynimden başlayıp bütün vücuduma yayılırken artık taşıyamayacağımı biliyordum. Ben bir camın içindeydim cam çatırdamaya başlıyordu. Bana nefes olan su o çatlaklardan dışarı yavaşça süzülürken ben yarısı boşalmış fanusta son nefeslerimi çekiyordum içime.

 

Fakat ben yangındım. Suyun içinde bile sönmeyen. Suyun tek damlası ateşe zehirken bile, zehirle beslenendim. Ben şimdi bu camı kendim parçalayacaktım ki nefessiz kalsam da bunu yapan olarak kendimi bilecektim.

 

Kapıyı hızla açtığımda aklımda umursadığım hiçbir şey yoktu. Bir saat önceki gibi karanlıkta kalmak umurumda değildi. Silahsız olmayı bile takmamıştım. Sadece nefes almak istiyordum.

 

Kapı ardına doğru hızla açıldığında gözleri çoktan gözlerimi bulmuş olanla kavuştu tekrardan.

 

Eli açtığı kapısındayken o yangında onun canını ilk kez acıtmış gibi bakıyordu.

 

Ben bu zamana kadar tek yanmışken ilk kez birinin yanmasına acımıştı canım.

 

Adım attığımda sözlerim değil gözlerim konuştu.

 

Birkaç adımda ateşim onunla buluştuğunda ellerim tenine büyük bir alevle değdi.

 

Hiç beklemeden onu isteyen dudaklarım büyük bir susamışlıkla çarptı ona.

 

Ellerim sakallarında dolaşırken onun tek eli belime sarılıp beni kendine çekti.

 

Onun yönelttiği adımla birkaç adım ileri yürüdüm. Kapıyı arkamdan sertçe kapattığında iki elide bacaklarıma dolanıp beni yükseltti.

 

Saniyeler sonra ben onun iki kolunun üstünde oturuyordum.

 

Benim hareketlerim onu kendinde geçirirmiş gibi sesler çıkarttığında dudağımdaki tenini dişlerimin arasında ezdim.

 

Sakin bir hırıltıyla inlediğinde onu öpüşlerimin arasında yavaşça geri çekilip gülümsedim.

 

Duraksamam onu germiş gibi gözlerini açtığında gözleri gülüşüme takıldı. Onun da dudakları çapkınca kıvrıldı.

 

Her bir zerrem onu isterken onun dokunuşları beni deli eder cinstendi. Yavaşça yatağa benimle beraber oturduğunda. Gözlerini gözlerimden çekmedi.

 

Bacaklarım iki yana açılırken ben onun kucağındaydım.

 

"Rona" diye fısıldadı. O hep ismimi söylesin istemiştim. Sadece onun ağzından çıksındı artık ismim.

 

"O kadar güzelsin ki." Eli belime dolandığında beni kendine bastırdı.

 

Başını hafifçe eğdiğinde boynuma yaklaştı. Dudakları belli belirsiz boynumda gezerken yavaşça kokuyu içine çekti.

 

"Bu kokunu kimse duymasın." Bir kez daha gömdü yüzünü.

 

Bu seferde boynunu hissettiğimde ıslak dudaklarını dokundurdu. "Kimsenin gözü sana değmesin."

 

Başımı yavaşça kaldırdığımda beyaz ışığın altında elaları en koyu halini almıştı. Bacaklarım onun bu haline kasıldığında düşmemek için kollarına iki yandan tutundum.

 

"Her bir zerren benim, hepsi bana özel olsun. Sana bakan bir çift gözü sana feda ederim anlıyor musun?"

 

"Doğu" dedim. Dudaklarım benden izinsiz bir şekilde zikretmişti ismini.

 

"Söyle güzelim." Tek eli bel boşluğuma yaslanırken diğer elinin parmaklarını saçlarımın tutamlarına değdi.

 

"Sende bana ait olmalısın. Aklınla," elimi yavaşça kalbine indirip. "Yüreğinle! Buradaki ben olmazsam orayı senden söküp alırım."

 

"Orası sen gelene kadar var olduğunu bile hissettirmemişti bana. Benim kalbim ilk kez seni gördüğünde çarptı en sonda sen gözlerini benden saklarsan çarpar. Yalnız senle."

 

Başı yaklaştığında bende ona çekildim. Alnım alnına yasladığında gözlerim istemsiz kapandı. Bedenim sanki onun dokunuşuyla uyuşuyor gibiydi. Onun elinin altında olmak morfin etsiyle eşdeğerdi.

 

Sözleri yalındı. İnsanı şüphe ettirmeden hiçbir dolambaca sokmadan dosdoğruydu.

 

"Senden öncesi yok." dedi suskunluğumdan anlamıştı.

 

"Senden sonrasında olmaz. Sadece sen varsın Rona sen benim karımsın. Senin bana inanman içinde elimden ne gelirse yapacağım."

 

"Bugün söylenenler." dedim çekinerek.

 

"Herkese sağır ol onlar seni tanımıyorlar Rona, seni yargılıyorlar ailenden vurmaya çalışıyorlar o yüzden duyma onları."

 

Ellerimi yavaşça önümde birleştirip başımı eğdim o ise bunu istemiyormuş gibi nazikçe çeneme dokunup kaldırdı. "Sadece bana bak ama bir gün sözlerim ve hissettiklerin arasında kalırsan kendini seç Rona. Ben senin en iyisini seçeceğini biliyorum."

 

Bir gün dara düşersem bakacağım tek şey gözleri olurdu. Sözler beni yanıltırdı kendi hislerim bencilleşirdi ama elalar yalan söylemezdi.

 

Beni bu noktaya getiren hislerimdi. Artık bastıramadığım o iç sesimdi. Onu görmek ve bakmamaya çalışmak her seferinde gözlerimi başka yere çevirmek tarifsiz bir dertti.

 

İlk kez güvenle uyuduğumda onun kollarında dalmıştım uykuya.

 

İlk kez gözümü onun sıkıca bedenimi saran kolları arasında açmıştım.

 

Onun evi bana kucak açmıştı, bunlar hepsi benim için tarifsizdi. Adlandıramadığım duygular kabullenemediğim hislerdi.

 

Yüzüme düşen saçlarımı kulağımın arkasına sıkıştırıp dudaklarını yavaşça anlıma değdirdi.

 

Onun bana her dokunuşunda ben sanki buhar olup uçuyordum. Onun teni tenime değdiğinde ne yerde ne de gökteydim.

 

"Sen benim ararken bulduğum değilsin, hiç hesapta yokken kendimi bulduğumsun. Ben bu yaşıma kadar nasıl sensiz yaşamışım güzel yüzünü her gördüğümde bunu soruyorum kendime."

 

Kalbim heyecandan patlayacak kadar hızla attığında gözlerimin içi yaşla doluyordu.

 

Onun bana sözleri bugüne kadar işitmediğim incelikteydi. Bana değerimi haykırmak istermiş gibi konuşuyordu.

 

Yüzüm yüzüne yaklaştığında dudaklarına dokundum yavaşça. Hareketlerim artık aceleci değildi. Onu her zerremle hissetmek istiyordum.

 

Dudaklarımızın arasında milim kala durdum. "Teşekkür ederim bana böyle hissettirdiğin için."

 

Gözümden akan yaş süzülüp ona da değdiğinde dudakları kapandı bana doğru. Kısa bir süre sonra yavaşça ayırdığında "Hayatıma gelip bana böyle hissettirdiğin için teşekkür ederim ve beni affet Rona."

 

Her seferinde en büyük korkusu bu gibiydi. Sanki her mutluluğunu baltalayan neden bana olan hatasıydı. Kendine mutluluğu hak görmüyordu bu yüzden. Gülmüyordu belki de bu sebepten, kendine ceza vermişti belli ki.

 

"Ben seni affettim Doğu, sende kendini affet."

 

Alnı alnıma yaslıyken başını olumsuzca salladı.

 

"Özür dilerim her şey için. Geçmiş için, bugün için. Keşke sana değen her kelimenin önüne kalkan olabilsem bütün acını alabilsem."

 

"Bu acılar beni bugün ki kadın yaptı sende gördün güçlü olmam için bu gerekliydi senin bir suçun yok artık."

 

Bana bakarken derin bir iç çekti. Sanki içi gidiyormuşum gibi gözlerini yüzüme odakladığında biraz sonra tekrar saçlarımı öpüp geri çekildi.

 

Yavaşça yüzünü yüzüme eğdiğinde belimde duran elini indirip bacaklarıma yasladı. O beni tutmasaydı ben onun her dokunuşunda yerle bir olurdum.

 

Ellerim sakallarını okşayıp boynuna indiğinde başımı yaklaştırıp baş parmağımın üstünde olan âdem elmasını öptüm.

 

Bu hareketim onu uyarmış gibi altımda olan bacakları sertçe kasılmıştı.

 

Başımı kaldırmadan tekrar etrafında dolandığımda sıcak nefesim boynuna değiyordu. Bu ona dayanılmaz gelecek ki boynunu geriye atıp bana alan açmıştı.

 

Boynunu geriye atınca ondan uzaklaşan bedenim onun üstüne ağırlık yaparken iki elimi göğsüne dayayıp ayaklarımı aynı anda geri çektim.

 

Ona uyguladığım güçle sırt üstü yatağa düşerken ben açılan bacaklarında dizimin üstünde oturur pozisyona gelmiştim.

 

Benim onu yönetmem hoşuna gitmiş gibi dudağının kenarını kıvırdığında kıstığı gözlerle alttan bana bakıyordu.

 

Elimi yatağa yaslayıp bacaklarının arasında yükselip onun görüş hizasında havalandım.

 

Kolları bedeninin üstünde havada duran bedenime sarılınca sertçe beni kendine çekip üstüne düşmemi sağladı.

 

Şimdi bacaklarım bacaklarının arasında bedenimde göğsüne yapışmış üstünde yatıyordum.

 

"Amacın beni çıldırtmaksa?" Erkeksi sesinden çıkan her harfi tüylerimi diken diken ediyordu.

 

Başımı aşağı yukarı salladığımda hafifçe bu haline gülümsemiştim.

 

Bacaklarımın arasında hissettiğim sertlik bana değdiğinde gözlerim hızla Doğu'yu buldu. Yüzü kendini tutarmış gibi sertçe kasılırken kolları beni kendine daha çok yasladı.

 

Sıkı sıkıya tuttuğu kolu altımdaki bedeniyle eş zamanlı hareket ettiğinde beni yükseltip kalktığı yere hızla beni yerleştirdi.

 

Sırtım yumuşak yatakla birleşirken Doğu üstüme eğilmişti.

 

Kolunu başımın hizasına uzatırken diğer kolu yataktan güç aldı.

 

Yavaşça kızaran kulakları kendini bir şeyler için dizginlemeye çalışıyor gibiydi.

 

Baş ucumda duran eli yüzüme dokunduğunda gözlerime değip kirpiklerime dokundu ardından yavaşça yanaklarımdan dudaklarıma değdi. Baş parmağı alt dudağımı yavaşça ezerken gözleri gözlerime çıktı.

 

Benden izin istermiş gibi baktığında gözlerinde her duygunun en yalın hali vardı.

 

Başımı yavaşça aşağıya indirdiğimde gözlerimi kapayıp açtım.

 

Sonrasında onun dudaklarının kıvrıldığı ana şahit olmaksa büyük bir şanstı benim için.

 

Dudağımdan çektiği parmağından sonra hiç beklemeden dudakları doldurdu yerini. Bedenime ağırlığını veren güçlü bedeniyle yavaşça inlediğimde bacaklarımın arasında tekrar onu hissettim.

 

Kollarımı boynuna sardığımda öpüşlerine karşılık verdim.

 

Ellerim yüzünde dolaşırken gömleğinin eteklerini tutan ilk bendim. Gömleğinin havalandığı anladığında dudaklarımızı ayırmadan bana yardım etti.

 

Kısa bir anda geri çekilip geriye kalan düğmelerini çözdüğünde bu sefer o bacaklarımın arasına girmişti.

 

Ellerim çekinmeden onun çıplak üstüne değdiğinde elimin altındaki biçimli sert karnı beni cezbediyordu.

 

Dudaklarımızı ayırıp boynuma gömüldüğünde içine çeke çeke öpüyordu boynumu.

 

Boynuma dokunan her zerresinde belim altında havalanıp ona çarpıp yatağa geri düşüyordu.

 

"Bu koku..." dedi mest olmuş gibi bir sesle.

 

Ellerim omzuna tutunduğunda her öpüşünde kendimi kaybedecek gibi oluyordum.

 

Hafifçe geri çekildiğinde koyulaşmış ela gözleriyle baktı bana. Parmakları usta bir şekilde kazağıma dolandığında belimi yükseltip ona izin verdim.

 

Onun karşısında savunmasız kalmaktan utanmadan çıkartması için sabırsızca onu bekledim.

 

Sanki beynimin içinde oluşan bir dövüşün sesiymiş gibi duyduğum sesle bir anlık boşluğa düştüğümüzde kazağımdaki eli durmuştu.

 

"Doğu!" diye bağırdı birisi.

 

Kaldırdığı kazağı hızla geri indirdiğinde gözlerini benden çekmedi.

 

Sesi tanımıştı ve sanki yolunda gitmeyen bir şey olduğunu anlamıştı.

 

Geri çekilip üstümden kalktığında yere attığı gömleği hızla giyip seri şekilde düğmelerini ilikledi.

 

Ben uzandığım yerden kalktığımda ne olduğunu anlamamış gözlerle sadece onu izledim.

 

Gömleğini giydiğinde dönüp bana baktı. Anlaşılmayan bir şekilde beni süzdüğünde kapıya doğru yürüdü.

 

"Doğu uyan!" Kapı tekrar büyük bir sesle yumruklandı.

 

Doğu kapıyı ulaşıp açtığında kapının önündeki kuzeniydi.

 

"Ne var Rohat!" Rohat'ın gözü beni bile görmeyecek şekilde dönmüş gibi bakıyordu.

 

Olduğum yerde adım atıp kapıya yaklaştım.

 

"Hozan aradı," Nefes nefese konuşuyordu sanki buraya koşarak gelmiş gibiydi.

 

"Berivan,"

 

Dediğinde bütün bedenim kasılmıştı.

 

"Berivan intihar etmiş."

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 03.01.2025 21:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...