17. Bölüm

"17.Bölüm Zafer ve Öfke"

esra
wolffcuub

 

 

"17.Bölüm Zafer ve Öfke"

 

Gecenin karanlığı, Mardin sokaklarına çöken derin bir sessizlikle birlikte, kaybedilmiş bir aşkın tek taraflı yasını tutuyordu.

 

Ayın diğer yüzü ise aydınlattığı kadının çehresinin üstündeydi. Titreyen parmaklarını birbirine geçirdiğinde yüreğinde tarifsiz bir sızı hissetmişti. Bu beklenmedik olandı. Bu o kadının içinde fırtınalar kopmasına, içinde olduğu teknenin alabora olmasına sebep o hamleydi.

 

''Her zafer ardında kaybedilmiş bir şeyler bırakır.''

 

  

 

Gecenin soğuğu yüzüme çarptığında ayakkabılarımı bile tam giyemediğimi Doğu beni durdurup hızla yere eğildiğinde fark etmiştim. Ayaklarım her an çıkacakmış gibi durduğunda Doğu eğilmiş bizi bekleyen adamları umursamadan çizmelerimin fermuarını yukarı doğru çekmişti. Titreyen elimi sıcak avcuna aldığında taşa dönmüş yüzüne bakmaya bile çekiniyordum. Sakin ama seri adımlarla Fırat'ın açtığı arabanın arka koltuğuna beni oturttuğunda başını eğip yüzümü görmeyi sağladı.

 

Ayın ışığı ona kendini haram kılarken sert yüzünün gölgesi karanlıkta kalmıştı.

 

"Fırat seni eve götürecek, ben gelene kadar kimseyle konuşma Rona." Gözlerinin her biri fırtınadan önceki son saniyelerdi adeta.

 

Elinin içindeki parmaklarımı hafifçe sıkarak beni sakinleştirmek istemişti. "Odada kal, geleceğim."

 

"Doğu" Kelimeler sanki boğazıma yapışmış birer illetti konuşamıyordum. Hissettiklerimi idrak edemiyordum. Düşüncelerde boğulup duruyordum sadece. Şimdide onun sıcaklığı beni terk edecek ben yersiz, yönsüz, ışıksız kalacaktım bu girdapta.

 

"Ona bir şey olacak mı?" Bu dilimden dökülen ilk göz yaşım olmuştu. Ardı kesilmeden gelen o farkındalığın tam merkezindeydim. Birinin canına mal olmak. Birinin acısına sebep olmak asıl benim ölümümdü.

 

Yüzünü hatırlayamamak bile bana acı vermişti. Suçluluk sırtımı binlerce kez kamçılamıştı.

 

"Yaşayacak. Sen sakın o göz yaşlarını akıtma gülüm. Senin gözünden akan yaş benim yüreğimi deler, güller ağladığında ölürler bırak benim yaşım sana can olsun."

 

Başımın arkasından eliyle beni yüreğine bastırdığında kokumu sertçe içine çekmişti.

 

"Doğu!" diye bağırdı Rohat ona. Artık gitmesi gerekiyordu.

 

"Fırat!" dedi Doğu, onu duymamazlıktan geliyordu.

 

"Kimseyle konuşturma, odasına ben gelene kadar kimse girmesin ne olursa olsun kapısından ayrılma."

 

"Tamam ağabey yenge bana emanet." Geri çekildiğinde üstüme sinen kokusuyla gözlerimi kapattım bu kez. Kapıyı kapayıp arabanın hareket etmesini bekledi.

 

Siyah camın ardında benim orada olduğumu bilerek izledi gidişimi sadece. Arkaya dönüp baktığımda emir verdiği adamları sırayla araçlarına binerken onun gözü hala olduğu yerde ana yola giren içinde olduğum arabadaydı.

 

Gözlerimiz siyah camın ardında bile birbirlerini bulurken derin nefes çektim içime. Nefesim nefesine can olsun diye sıkıca tutup geri verdim. Tam o anda kalbim giren acı ağır bir bıçak darbesiyle beni sarstı. Acısı bu sefer sızı gibi değildi sert bir darbeden halliceydi. Aldığım nefes boğazımda takılı kalırken ardıma dönüp bakmak istedim fakat bedenimi çevirememiştim. Elim kalbime doğru gittiğinde acıyla öne eğildim.

 

Bu bir kalp acısından ziyade içimdeki sıkıntının derin bir denizde boğulurmuşçasına hissini bana yaşatmasıydı. Her nefes alışımda ruhum biraz daha kararıyor, umut ışığım giderek sönüyordu.

 

 

Kaç zaman geçmişti farkında bile değildim fakat eğik olan bedenimle başımı kaldırdığımda yüksek şehrin görkemli konağının önünde durmuştu araba.

 

Açılan kapıyla Fırat'ın kullandığı araba yavaşça avluda durduğunda bedenime tekrar hâkim olan titreme her bir zerremdeydi. Fırat inip kapımı açtığında serin hava arabanın içine dolup etrafımı çepe çevre sarmalamıştı. Her bir sızıntı sertçe tenime dokunduğuna o saniyede buz kesmiştim.

 

Bu üstümdeki korku bir kaybedişin korkusu değildi bir canın kaybolma korkusuydu. Sebep gösterilen bir kayba tanık olmaktı. Yüzüme bakan herkeste bir anlam arayacak olmanın zavallı hissiydi..

 

Dağdım ben bu yaşıma kadar. Hiçbir acı beni yıkmamış görmediğim sevgi başkasına sunulunca bile kalbim bu denli sıkışmamıştı. Şimdi ise yürüdüğüm yolun farkında değildim. Sanki bir ruhtu ayaklanan, gezip dolaşan herkesin içinde.

 

Fırat yüzüme endişeyle bakarken yavaşça adımlarımı dışarı atıp büyük konağın önünde şimdilerde güçsüz bedenimle dikildim. Eminim omuzlarım ilk kez düşüktü, yabancıydım bu kadına ama bir o kadarda bendim.

 

"Üşüdün yenge sen, hadi daha fazla durma geçelim." Önüme geçip kapıyı çaldığında yavaş adımlarla bende kapıya ulaştım.

 

Gülfem kapıyı ürkekçe açtığında önce Fırat'ı sonra beni gördü.

 

Başını hafifçe eğdiğinde kapıyı aralayıp geçmemiz için yer açtı. Adım atarken güçlü durmak için sertçe kendimi yere itiyordum.

 

"Hanım Ağamlar yoklar gelin abla herkes hastaneye gitti, bir tek Kalender Ağam yukarıda."

 

Sanki çekincemi anlamıştı ve salonun önünde rahatça geçebilmem için yardım etmişti.

 

"Sen burada kal Fırat kapıda dikilme kimse yokmuş."

 

Merdivene döndüğümde kimseyle tek kelime daha savaşacak halim yoktu. Her bir adım bana yük olurken topuklarımdan batan her seferinde daha da acı veriyordu. İlk kata geldiğimde Kalender Ağa'nın odasına çevirdim yüzümü. Kapısının altından ışık süzülürken soluğu önünde aldım.

 

Herkesten kaçarken sadece burada olmak istedim. Eski bir hisse tanıdıklık yaşıyordum sanki bu odada. Kalender Ağa yüzüme her kızgınlıkla baktığında benim içimdeki çocuk yüzleşiyordu adeta onunla. Şimdiyse o çocuğun iyi hissine ihtiyacım vardı.

 

Yavaş adımlar kapının pervazında durduğunda içimde kaynayan ateş har olup beni ele geçiriyordu. Elimi kaldırıp kapıyı çalacak taktim bile kalmamışken ayaklarımı geriye sürüyemedim o an.

 

Bir süre kapıda öylece dururken ne hissettiğimi bilmez haldeydim. Mantık ile anlamsızlığı arasındaki bir yerdeyken aslında düşünmediğim, düşünmek istememek için bu kapıya geldiğimi biliyordum yalnızca ama cesaret bu zamanda benimle değilken inik gardımla var olamazdım karşısında. Ses çıkartmadan yönümü döndüğümde adımımı havada asılı bırakan o sesi işitim.

 

Kalın ve gür çıkan tonda gelen bir emirdi bana. "İçeriye gel!"

 

Hızla etrafıma baktığımda benim burada olmasına anlam bulamamıştım bile.

 

Elim kapının koluna gittiğinde açıp Kalender Ağa'yı görmeyi bekledim. Her zamankinin aksine yüzü bu sefer kapıya dönüktü. Üstünde her zamanki gibi koyu renkli pantolon ve ince boğazlı kazağı vardı.

 

Şahin kadar keskin olan gözleri beni bulduğunda gözlerinin ardındaki duygusuzluğu yerli yerindeydi.

 

Bakarken ne hissettiği bile belli olmayan bakışları insanı diken üstünde tutandı.

 

"Nereden anladınız orada olduğumu?" dedim yavaşça. Terleyen avuçlarımı ceketime silip kumaşı kavradım.

 

"Ürkek ceylan gibi aldığın nefesinden." Eliyle karşısında duran çalışma masasının sandalyesine oturmam için işaret etti.

 

Birkaç adım attığımda yüzeyi deriden yapılmış ahşap sandalyeye oturdum. Her hareketimi izlerken ben ilk kez fazla çekingendim karşısında. Bildiğim şeyleri söylemesinden çekiniyordum aslında.

 

"Ne bu halin neden titriyorsun?" Ellerime baktığını fark ettiğimde gözlerim dizlerime yaslı titreyen parmaklarıma kaydı. Sanki kar kütlesinin ortasında kalmışçasına derin uyku öncesi son can kırıntısıyla titriyor gibiydiler.

 

O an hiçbir şeyi hissetmediğimi fark ettim. Başımdan aşağı dökülmüş kaynar su sanki her yanımı uyuşturmuş gibiydi. Uyuşukluğum gittikten sonra ise asıl acıyla uyanacaktım.

 

"İyiyim bir şeyim yok üşüdüm sadece dinlensem geçer."

 

"Ne zaman bırakacaksın kurban olmayı?"

 

"Anlamadım?" dedim birden. Gözleri başka bir hal almıştı ama ben bunu anlayamayacak kadar doluydum.

 

"İnsanlar için yaşamayı, insanların tercihleriyle kendine acı çektirmeyi ne zaman bırakacaksın?"

 

Bana bir serzenişte bulunurken gözleri tanıdık olan duyguya haykırıyor gibiydi. Sinirle bakan gözleri zaman zaman başka hallere bürünüyordu.

 

Kurban demişti bana. Baştan beri hatta yaradılışımdan beri hayatımı tek bir cümleyle özetlemişti.

 

Ben insanların tercihleriyle çizmiştim yolumu, yola çıkarken bile onların istekleriyle varmıştım gideceğim yere. O da bu insanlardan biriydi bunu bilerek baktım gözlerine. Haykırdığım, bağırdığım, hesap sorduğum insanlardan biri de karşımdaydı fakat şimdi hayatımın işleyişinin yanlış olduğunu vuruyordu yüzüme.

 

"Her şey sizin için ne kadar kolay değil mi? Suçu bir başkasına atmak onun ne kadar zayıf olduğunu söylemek sizi aklıyor mu bari?"

 

"Sen zayıf bir kız değilsin, sen zayıf olamazsın. Hayatını bu zamana kadar taşıdıysan sen güçsüz biri olamazsın."

 

"Ne peki o zaman?"

 

"Korkuyorsun." dedi hiç düşünmeden.

 

"Önündeki yolu yürümeye korkuyorsun, açsın ama masayı bertaraf ediyorsun. Zayıflık aç gözlü olmaktır fakat sen körsün, şimdide sağır olmuşsun."

 

"N-ne demek istiyorsunuz ben hiçbir şey anlamıyorum Kalender Ağa."

 

"Çok değil," dedi başını ağır ağır sallayıp. "Az bir zaman sonra sarmaşık her yanını saracak sıkışıp kalacaksın adım atmaya halin olmayacak işte o zaman kalbindekini hisset bırak o seni kurtarsın."

 

"Kalbimde biri yok, benim benden başka kimsem yok yapyalnızım ben."

 

"Çünkü kalbine aldığın herkes sana ihanet etti değil mi?"

 

İçimde yanıp kül olan yüreğin yanık kokusunu alıyordum ciğerlerimde adeta.

 

"Korkma." Beni kendime getirmek isteyerek bedenini eğdi suratıma. O cüssesi ile oturduğu sandalyenin ardında kalmamıştı, hep dik duran bir adamdı.

 

"Hiçbir şeyin yüreğinin sesini bastırmasına izin verme, şimdilerde kim olduğunu unutmuşsun. Unutturmuşlar sana. Senin suçun değildi."

 

Yüreğimdeki hançeri çıkartan o cümle defalarca yankıladı kulaklarımda.

 

"Berivan'ın acizliği senin suçun değil. Eğme başını." Saçlarımın her salkımı yüzümü kapatmışken göz yaşlarım ardı sıra doluyordu dizlerime. Artık güçlü değildim, güç beni terk etmişti, sırtımdaki yükler artık daha sert bastırıyordu. Her söz her göz batıyordu benliğime bir iğne gibi sanki.

 

Başımı usulca kaldırdığımda yüzündeki merhameti en derinde yakalamıştım ya da gözlerim bana oyun oynuyordu.

 

"Konuşacaklar, suçlusun diyecekler sen hep dik duracaksın, bunca yıl yaptığın gibi. Gelip yüzüme haykırmanı unutma hesap soruşlarını unutma, tek olduğunu bile bile çabalanmanı unutma, sen kendini unutursan herkes seni kalıba sokmaya çalışır bunu kendine yapma."

 

Göz yaşlarım bıçak gibi kesilmişti kendiliğinden. Nefes alışverişlerim normale dönmüştü, tekrardan her şeyi hissedebiliyordum sanki.

 

"Git dinlen," dedi sandalyenin tuşuna basarak ardını bana verdi. Perdesi gecenin son demlerini kucaklamış olan pencereye dönerek.

 

Ayaklarım daha güçlü şekilde zemini hissettiğinde sandalyeden doğruldum. Ciğerlerim havayla dolarken kapıya yürüdüm. Her şey o kadar sessizleşmişti ki hızla atan kalbimin sesini işitebiliyordum.

 

Kapı koluna uzanıp parmaklarımı doladım metale, açıp kendime çektiğimde bir adımım dışarıdaydı. Ardıma dönüp bakışları geceyi izleyen yaşlı adama kaydı.

 

Küçük kızın yürek acısıyla bakmadım ona, heveslerimin kırıklığıyla izledim onu, başka biri vardı bu odada.

 

Yeniden ayağa kaldırdığı o kadın vardı, çocukluğum belki kırgındı ama olduğum kadın ona minnettardı.

 

Hayattı bu neye mal olacağını bilmeden attığın adımları senin için kıyametle bezerdi ama yolun sonunda seni bir ahenk beklerdi. Hayatın anlamı, sesini dinletirdi ve dönüp kanayarak geçtiğin yol sadece geçmişte kalırdı. Belki bazı şeyler artık geçmişte kalmalıydı, dönüp bakmak sana acı veriyorsa bakmamalıydın.

 

Bende fark etmiştim ki geçmiş artık o kadarda acı vermiyordu. Geleceğe döndüm yüzümü bende usulca.

 

"Teşekkür ederim... " Sessizlik yerli yerindeydi o saniyeye kadar. "Kalender baba."

 

......

 

Kalp her zaman iyiyi istese de hep istediği gibi olmazdı olan. Beyin kötülüğe aşıktı. Kötü düşünceye, kötü hissetmeye... Kalple çatışırdı huzurun gölgesinde kalarak.

 

Kimileri bu düşüncenin esiri olurdu kalbi taşlaşır, siyahın en dibinde yaşardı. Kimileri hayatını siyahtan uzak yaşamaya adardı.

 

Peki siyah ve beyaz nerede karşılaşırdı?

 

Beynin ve kalbin çığlık çığlığa sustuğu yerde...

 

Acının ve tatlının aynı duyguda hissedildiği günde. Siyah beyaza çekilmişken, beyaz siyahı kabullenmişken yaşanırdı o an.

 

Kabullenmek her insanın harcı değildi. Yüreğinin harıyla yıllarca harmanlanmışken gözün gördüğünü beyin kabul etmezdi. Peki ya kalp?

 

Uzun parmakları sıkışan kalbine dokundu Doğu'nun. Dik duruşunu sekteye uğratmak istermiş gibi yüreğine bir acı saplandığında ardında kalan kadını görmek istedi ama acı buna izin vermedi.

 

Kalbi sızlamıştı adeta Rona'nın ardından. Gözünden akan her yaşı gördüğünde sanki bedenine kızgın demirlerle işkence ediyorlardı.

 

Onun kendini suçladığını gözlerinde görmesi Doğu'nun işleri zorlaştırmıştı. Bu hayat ona bunca şey yaşatmışken birinin acısına sebep olmasının korkusunu en derininde hissetmişti bu adam.

 

"Gidelim Doğu, halam bütün hastaneyi ayağa kaldırmış."

 

Rohat'ın onu düşüncelerinden çekmesiyle kendine gelmişti. İleride duran arabaya bindiğinde hiç beklemeden gazı köklemişti.

 

Dakikalar sonra uzun konvoy Mardin Şehir Hastanesinde dururken onları karşılayan Hozan'dı.

 

"Ağabey" dedi nefes nefese kalmış haliyle.

 

"Durumu ne?" Üç adam hızlı adımlarla asansöre yürürken insanların bakışları onların üzerindeydi. Herkes Doğu Ağa ve ailesini tanırdı.

 

"Bir kutu ilaç içmiş ağabey, biz yemek yiyorduk halamın çığlığına kalkıp gittik. Berivan'ı almış kolunun arasına bağırıyordu hemen hastaneye getirdik geldiğimiz gibi de midesini yıkadılar ama daha ayılmadı."

 

Asansör yatan hastalar bölümünde dururken Doğu, Rohat ve Hozan indiler. Bir köşede annesinin omzuna başını yaslamış Helin'i gördü Doğu.

 

Berfin Hanım oğlunu fark ettiğinde gözleri korkuyla görümcesine değdi.

 

Hala geldiği andan itibaren Doğu ve Rona'yı suçlamış sayısız hakaret ve beddua etmişti. Onu zor sakinleştirmişlerdi ki Hala'sı Doğu'nun geldiğini fark ettiğinde duvar dibinde oturduğu sandalyeden kalkıp hızla öne atıldı.

 

"Nerede o karın olacak kaltak?" Hozan halasının önüne geçtiğinde büyük gücükle kadını durdurmaya çalışıyordu.

 

"Hala!" dedi Doğu. Sinir onun tüm hücrelini ele geçiriyordu. "Acın var otur kızın için dua et."

 

"Sizin yüzünüzden her şey, benim kızım sizin yüzünüzden ölecekti ne istediniz bizden." Yaşlı kadın gür sesiyle bağırıyordu ki boşaltılan etrafa rağmen insanlar görmeselerde her şeyi duyuyorlardı.

 

"Abla sakin ol bak Berivan uyanacak şimdi Allahın izniyle bir şey olmadı ya."

 

"Sus!" diye haykırdı Berfin Hanım'a.

 

"Sus senin konuşmaya hakkın yok. O kansızların kızını evine alıp aynı sofradan yemek yersin sen Berfin, sen ne biçim kadınsın, sen ne biçim anasın?"

 

O an herkesi dumura uğratan şey oldu sertçe havalanıp büyük bir çınlama sesiyle yere inen Berfin Hanım'ın eli Büyük halanın yanağında son bulmuştu.

 

"Sakın!" diye tısladı Berfin Hanım. Kimse daha önce onu böyle görmemişken gözleri bir alev topuna dönmüştü.

 

"Bir daha bana analığım hakkında tek bir şey söylersen işte o son sözün olur Kadriye. Ne çocuklarım ne de gelinim hakkında daha konuşmaya cüret edersen sana unuttuğun hanım ağalığımı hatırlatırım!"

 

Kadriye Hanım'ın eli yanağında donup kalmışken öfkeden deliye dönmüş gözlerinin bebeği dahi titremeye başlamıştı.

 

"Sen bunun bedelini ödeyeceksin Berfin."

 

"Anne," diye araya girdi Doğu Berfin Hanım'ı yanına çekerek. Annesinin bu öfkesine alışkın değildi, kimse onun damarına basmadıkça böyle bir kadına dönüşmezdi Berfin Hanım.

 

"Hozan anamları eve götür."

 

"Gel anne gidelim haydi." Hozan, annesinin koluna girerek asansöre çevirdi yönlerini Helin'de sessizce peşlerine takıldığında Kadriye Hanım'ın gözleri yeğeni Helin'in üstünde uzun bir süre oyalanıp gözlerinin içine bakmıştı.

 

Berfin Hanımlar asansöre binip gittiğinde Berivan'ın odasından doktor çıkmıştı.

 

"Doğu Bey." dedi orta yaşlı doktor adam.

 

"Durumu nedir doktor?"

 

"Berivan Hanım geldiğinde ilacı daha yeni içmişti, miktar biraz fazlaydı fakat erken fark edilmesinden ve erken müdahaleyle midesini temizledik. Şu an iyi dinleniyor yarına taburcu edebiliriz."

 

"Kızımı göreceğim!" dedi sert bir tonla Kadriye Hanım.

 

"Kızınız, Doğu Beyi görmek istediğini söyledi." Bakışlar Doğu'nun üstünde toplandığında Doğu sıkıntılı bir nefes çekti içine.

 

Doğu başıyla doktora teşekkür edip Berivan'ın kapısını çalarak içeriye girdi.

 

Zayıf bedeni daha da yorgun düşmüşken yatağın içinde sırt üstü uzanıyordu Berivan. Doğu'yu gördüğünde belini hızla doğrultmaya çalıştığında Doğu onu durdurdu.

 

"Kalkma yat."

 

Genç kadın hafifçe gülümseyerek tekrar başını yastığa bıraktı. Doğu'yu görmek onu mutlu etmişti. Gözlerini Doğu'dan alamazken her hareketini usulca izledi.

 

Doğu yatağın karşısında dim dik ayakta durduğunda bakışları kadının ona bakan gözlerinde değildi.

 

"Neden yaptın bunu Berivan?" En başından beri bunu soruyordu kendi kendine. Bir insana canından vazgeçiren nedeni merak ediyordu.

 

"Sevdim ben seni." dedi tek nefeste.

 

"Beni sevdiğin için mi yaptın?" Yatakta yatan kuzenin sözleri onun için en başından beri anlamsızdı.

 

"Beni sevmediğin için, o kadınla evlendiğin için yaptım. Senin ona öyle baktığını görmektense ölmek istedim."

 

"Berivan!" dedi Doğu sinirlenmemeye çalışıyordu. Konuşmakta zorlanıyordu, onun artık kelimeleri tükenmişti fakat Berivan için tükenen bir şey yoktu.

 

"O gelmeseydi ben evlenecektim seninle!" Doğu'nun konuşmasına izin vermemişti.

 

"Evlenmeyecektin Berivan! Rona gelmese de seninle evlenmeyecektik sok şunu aklına artık ne hale geldin bir baksana kendine."

 

"Sana olan sevdam," dedi.

 

"Sen bana sevdalı değilsin hiçbir zaman olmadın, halam seveceksin dedi sende gözün kapalı kabul ettin. Sana yaşayacaksın dedi yaşadın Berivan. Sen bu hayatını hep başkalarının sözleri üzerine yaşadın sakın kimseyi suçlama."

 

Genç kadının bakışları öfkeyle dönerken Doğu'nun ona sarf ettiği sözleri değildi sinirlendiren, Rona için bu konuşmayı yapmaları onu deliye çevirmişti.

 

"O senin babanı sakat bırakan adamın kızı!" Doğu'nun canını yakmaya çalışıyordu.

 

"Sakın!" dedi Doğu sesini yükselterek. İşaret parmağı kadının üstünde dururken, "Sakın annenin sözlerine bürünme. Sana son kez söylüyorum. Ben evliyim, Rona'yla evlendim. Bin kez de olsa onunla evlenmeyi seçerim. Yapma Berivan artık önüne bak."

 

Kadının gözleri buğulanırken Doğu kapıya doğru bir adım attı.

 

"Bin kez de olsa bir kez beni seçmezsin öyle mi Doğu?"

 

"Öyle. Sonum olacağını bilsem de ben yine Rona'yı seçerim."

 

"Peki ya bu onun sonu olsa?" dedi kadın.

 

"O zaman herkesin sonu olur!" Son kelimeyle birlikte konuşmayı sonlandıran Doğu'nun sertçe kapattığı kapı olmuştu. Koridordaki bakışlar ona dönerken halasının önünden geçip dil ucuyla geçmiş olsun dedi.

 

Rohat'a burada kalmasını işaret ederek acil çıkış merdivenlerine açılan kapıyı sertçe itip ceketinin cebinde duran telefonu çıkarttı.

 

Numaraya tuşladığında telefon birkaç kez çaldığında onun sesini duymuştu.

 

"Doğu?" dedi Rona.

 

"Bir şey mi oldu Berivan'a?"

 

"O iyi. Sen iyi misin?" Kadının verdiği nefesi duyduğunda Doğu'da yeniden nefes alıp vermişti.

 

"İyiyim ben. Annenler geldi ama çıkıp yanlarına soramadım," dedi sonlara doğru sesi kısılmıştı.

 

"Berivan iyi yarın taburcu olacak, sende daha düşünme bir sorun yok."

 

Kısa bir sessizlikten sonra "Sen?" dedi naif sesiyle.

 

"Sende iyi misin?" Son kata geldiğinde kapıyı itip çıktığında bir adımda dışarı çıkmıştı Doğu. Güneş çoktan doğmuş hava aydınlanmıştı.

 

Başını kaldırıp gökyüzüne baktı gözlerini kısa bir an kapayıp açtığında derin nefesi içine çekmişti. Nefesinin sesi Rona'ya ulaşmıştı.

 

Rona sorana kadar iyi miydi değil miydi fark etmemişti bile. Kimse ona sormamıştı. O herkesi düşünürken ona belki de ilk kez sorulmuştu.

 

"İyiyim," dedi.

 

"İyi ol." dedi Rona.

 

"İyiysen iyiyim," dedi bu kez de Doğu Rona'ya.

 

"Eve ne zaman geleceksin?" Hala sesindeki endişeyi anlayabiliyordu Doğu.

 

"Şirkete uğrayacağım birkaç işim var geç olmadan gelirim."

 

"Peki kolay gelsin o zaman."

 

"Görüşürüz" diye mırıldandı Doğu yavaşça. Sesi ona huzur vermişti. Nefesi onun sesiyle aynı anda solumuştu içine.

 

Gün onunla doğuyordu artık, gece onunla batıyordu. Ruhu dinginleşmişti adeta. O bütün bu kaosun içinde bile hatta kendisi bir kaos olmasına rağmen bile bu adamın hayatına ışık olmuştu.

 

Doğu ışıksız yürüdüğü her adımına lanet etti.

 

Sonra ise bir söz verdi kendine. Işığını kaybetme dedi çünkü biliyordu bu onların son şansıydı. Işık son kez onların yüzüne vuruyordu.

 

Ya aydınlıkta yaşayacaklardı ya da ilelebet karanlıkta tutsak kalacaklardı...

 

🔗

 

 

Telefonu sıkıntıyla yatağa fırlattığımda içimdeki kötü his yine hızla yayılmaya başlamıştı. Helin endişeli gözlerle beni izlerken yerinde duramamıştı.

 

"Yenge iyi bir fikir değil ama bak bu en azından ağabeyime söyleseydin."

 

"Olmaz Helin," dedim. "O izin vermez oraya gitmeme ama gitmezsem de benim içim rahatlamayacak."

 

"Çok ısrar ettiler söylemem için halamı biliyorsun az çok gördün burnumdan getirirdi söylemesem."

 

"Hayır Helin sen iyi bir şey yaptın zaten Berivan'ı görmek istiyorum içim içimi yedi tüm gece."

 

Giyinme odasına girdiğimde o da peşimden geldi.

 

"Ağabeyim öğrenirse çok kızacak, ya hem eve gelirse seni görmezse ne diyeceğim?"

 

"Zaten ona haber verecekler ben o gelene kadar konuşsam yeter, hem ben kendim gitmek istiyorum sen bana söylediğini söylemeyeceksin kimseye."

 

Sıkıntılı bir of çekti. O da benim ve ailesi arasında kalıyordu sürekli. Kadriye Hanım Helin'i tembihlemişti, Berivan uyandığında benimle konuşmak isteyecekmiş bundan çok emindi.

 

Ceketi kolumdan geçirdiğimde siyah çantayı da boynuma astım. "Beni merak etme ağabeyin gelene kadar geleceğim, kimseye de bir şey söyleme."

 

"Ya Fırat söylerse?" dedi.

 

"Söylemeyecek."

 

Merdivenlerden indiğimde Berfin Hanım'ın odasında dinlendiğini biliyordum. Kalender Ağa'nında odasının kapısı kapalıydı. Hızla girişe indiğimde. Fırat her zamanki yerindeydi, beni görünce koşarak geldi.

 

"Yenge hayırdır yolculuk nereye?"

 

"Fırat" dedim gülümseye çalışarak. O ise hemen anlamıştı yüzü perşembe pazarına dönerek gözlerini yumdu.

 

"Yenge hayır yenge," diye serzenişte bulunuyordu.

 

"Çok küçük bir iş Fırat sen sadece Doğu'ya haber vermelerini geciktirsen yeter."

 

"Yok yenge yapmam al vur beni artık sen de bende kurtulalım, bu korkuyla yaşanmaz yok valla." Belindeki silahı çıkartıp hiç düşünmeden bana uzattı.

 

"Vakit harcıyoruz Fırat haber verme demiyorum ki ben hastane kapısındayken haber versen bana yeter."

 

"He bir de hastaneye mi gidiyoruz?" Tansiyonu düşüyormuş gibi eli bileğine sarıldı.

 

"Berivan'ı görmem gerek," kendimden emin bir şekilde konuşuyordum aynı anda da etrafı kolluyordum.

 

"Yenge biz çıktığımız gibi haber verecekler, zaten ağabeyimdeki yerim sayende biraz sarsıntıda şu sıralar."

 

"Vermemelerini sağla!" dedim sertçe.

 

Kıpkırmızı olmuş suratıyla kan ter içinde kalmıştı neredeyse turuncu saçlarıyla aynı renkteydi.

 

"Anahtarı ver."

 

"Af buyur?"

 

"Arabanın anahtarını ver, bağırdığımda herkesle birlikte içeriye geç sonra çaktırmadan çık alt sokakta bekleyeceğim seni."

 

"Yenge kurban olayım" diyordu ki "Kalender Ağa hepinizi yanına çağırıyor!" Duydukları isimle birlikte herkes dumura uğramışken koşar adım herkes Fırat'ın yönlendirmesiyle konağa girmişlerdi.

 

Fırat anahtarı havaya fırlattığında hızla yakalayıp bahçenin çıkışına doğru koştum. Anahtara basıp kapıyı açtığım arabayı çalıştırıp avludan geri geri çıkıp vitesi hızla değişip ileriye doğru gaza bastım. Fırat'ın gelmesi için bir dakikası vardı yoksa onu bırakıp gideceğimi biliyordu.

 

Arabayı alt sokakta durduğumda ayağım frenin üstünde hafifçe duruyordu. Dikiz aynasında koşarak bayır aşağıya gelen Fırat'ı gördüğümde kapının kilidini açıp bindiğinde daha kapıyı kapatmasını beklemden ayağımı frenden çekip gaza bastım.

 

Arabanın içindeki derin nefes alışverişleri yankılanırken korkuyla kemerini takmaya çalışıyordu. Dar sokaklardan hızla geçerken ayağını sürekli frene basarmış gibi öne itiyordu. "Ağabeyim almasa canımı zaten Rabbim alacak birazdan."

 

"Yolu tarif et." dedim.

 

"Yenge iki saniye çek sağa ben süreyim yoksa bu hızla ikimizde morga gideceğiz."

 

Önümüzde yol ayrımı vardı ve Fırat hızlı olmazsa onu arabadan atacaktım. "Sağ mı sol mu?" diye bağırdım.

 

"Sağ!" diye haykırdığında en soldan sağa geçmek onun için biraz korkutucu olmuş olmalı ki ellerini sıkı sıkıdıya gözlerinin önüne sarmıştı.

 

"Hangi hastane?" Dedim ekrandaki navigasyonu açıp.

 

"Şehir hastanesi" dedi ellerini gözünden çekerken.

 

Ekrana dokunurken Fırat'a döndüm sinirle. "On beş yaşından beri araba kullanıyorum ben, bir daha öyle hareketler yapıp dikkatimi dağıtma yoksa arabayla üstünden geçerim."

 

"Sağa" dedi usulca konuşan mekanik sesle birlikte.

 

Kısa bir süre sonra hastaneye gelmiştik ki arabayı tanıyan korumalar telefonlara sarılmışlardı bile.

 

"Ağamı arıyorlar," dedi Fırat korkuyla kemerini çözmüş inmemi bekliyordu.

 

"Ben odadan çıkana kadar etrafta gözükme o bütün sinirini bana akıtır şimdi ben bertaraf edebilirim ama senin hiç şansın yok Fırat."

 

Çantamı alıp arabadan indiğimde beni tanıyam korumalar yanıma gelip hastaneden içeriye almışlardı beni. Başarıyla usulca selam veriyorlardı ama konuşmuyorlardı iki tanesi benimle asansöre binmiş kata basmışlardı.

 

Kata geldiğimde asansörden inip odasının kapısında koruma olan tarafta doğru döndüm.

 

"Müsait mi?" dedim genç korumaya. "Evet efendim" dedi.

 

"Biri var mı yanında.?"

 

"Hayır, hala Hanım kafeteryaya indi."

 

Başımla onayladığımda kapıyı çalıp içeriye girdim.

 

Odanın ortasında büyük yatağın içinde küçücük kalmış bedeniyle yan dökmüştü Berivan. Arkası bana dönükken bir süre sessizce bekledim.

 

En sonunda yüzünü döndüğünde gözlerindeki nefret yerli yerindeydi. Gözlerinin altı simsiyahtı, saçları gelişi güzel toplanmıştı. Onu izlediğimi fark ettiğinde bundan rahatsız olmuş gibi yerinden doğruldu.

 

"Nasılsın?" dedim ne diyeceğimi bilmeyerek.

 

Her yanımdan soğuk havalar geçiyordu, bu odanın içerisinde birazdan donmak üzereydim. Tek bir dokunuş beni paramparça edecek diye korkuyordum.

 

"Nasıl gözüküyorsam öyleyim" dedi. İyi gözükmüyordu, iyi değildi. Kızmak istedim bunun için ona bağırmak istedim. Neden bunu kendine yaptığını sormak istedim. Öfke doluydum ona karşı güçsüzlüğüne öfkeliydim en çokta.

 

"Beni görmek isteyeceğini düşünmüş annen ama henüz iyi bir fikir değildi sanırım." Adımlarım geri geri gidiyordu. Burada kalırsam kendine yaptıklarından dolayı kendimi tutmayacak gibi hissediyordum. Gözleri pişman gibi değildi çünkü, öfkeliydi sadece bana. Bana bakarken değişen ifadesi ye aynı şeyi tekrar yapacak cesareti barındırıyordu içinde.

 

Yüzümü kapıya döndüğümde zorlukla çıkan sesi durdurdu beni. "Seviyorum ben Doğu'yu on yaşımdan beri sevdalıydım ona." Kapı koluna uzanan elim usulca aşağıya indi.

 

"Evlenecektik yazın, yengem geldi konuştu annemle, sözlüydük bir nevi." Sustu.

 

Sonra hıçkırdı.

 

"Sonra sen geldin, evlendin onunla." Hıçkırıklarla ağlarken sözleri yarım kalıyordu.

 

Yüzümü ona döndüğümde kızarmış gözleriyle bakıyordu bana.

 

"Üzgünüm." dedim gözümden tek damla yaş akarken. Üzgünlüğüm benim yüzümden çektiği acıyaydı.

 

"Sana nasıl baktığını gördüm." Bu söylediği onun canını acıtmış olmalı ki daha hızlı akıttı yaşlarını.

 

"Bana bir kez bile öyle bakmadı."

 

"Tüm bunlar benim suçum değil hatta Doğu'nun da değil. Aşkına karşılık alamaman çok üzücü bir şey ama canına kıyacak kadar değerli değil hiçbir şey. Sen çok güzel bir kadınsın, bir adam aşkına karşılık vermedi diye hayatına son veremezsin!"

 

Akan yaşları arasında sözlerim onu sinirlendirmişti çenesini sıkıca kapamış yanaklarını ısırmaya başlamıştı.

 

"Ben istemedim tüm bunları yaşamayı, buraya kendi isteğimle bile gelmedim beni zorla getirdiler evleneceksin dediler. Ağabeyim kendi canımdan can yaptı bana bunu. Söyle şimdi ben mi suçluyum Berivan?"

 

"Git o halde!" dedi ama bunu diyen Berivan değildi. Odanın içindeki tuvaletin kapısından Kadriye Hanım çıkığında en başından beri her şeyi duyduğunu anlamıştım. Kapıdaki koruma yalan söylemişti Kadriye Hanım buradaydı.

 

"İçeride mi saklanıyordunuz, rahat duydunuz bari tüm konuştuklarımızı?"

 

"Duydum duydum her şeyi çok net duydum. Madem zorla geldin o halde gideceksin."

 

"Ne diyorsunuz siz Allah aşkına, Berivan görmek ister diye beni getirttiniz buraya, amacınız neydi sizin çocuk gibi saklanıyorsunuz?"

 

"Kocan olacak o adam seni bir daha yanımıza yaklaştırmaz bilirim ama seni duydum bir şeyi istersen yaparmışsın, buraya geleceğini biliyordum."

 

"Ne istiyorsunuz benden?" Berivan'a dönüp baktığımda bir bana bir de annesine bakıyordu korkuyla.

 

"Mühim bir şey değil senin de istediğin bir şey nihayetinde." Anlamayan gözlerle baktım ona.

 

"Gideceksin Doğu'yu terk edeceksin!"

 

"Öyle mi?" dedim gülerek

 

"Neden yapacakmışım bunu?"

 

"Arkadaşının yaşayabilmesi için." Elinde tuttuğu telefonu kaldırdığında izbe bir yerde elleri kolları bağlanmış başı öne düşmüş kadın vardı. Seçemiyordu gözlerim, ellerim titremeye başlamışken gözlerimin önü kararmıştı tek bir saniyede.

 

Hızla telefonu elinden çekip aldığımda titreyen parmaklarımla ekranı yakınlaştırmaya çalıştım.

 

"Hayır!" dedim.

 

"Hayır o değil!"

 

"Arkadaşın, o dur." dedi kendin emin bir sesle.

 

"Tek sevdiğin oymuş birlikte büyümüşünüz özel yurtta, kardeşin gibi severmişsin onu."

 

Kulaklarım uğuldarken parmaklarım ondan bir iz aradı fotoğrafta. Omzundan düşen hırkasının açıkta bıraktığı tenine yaklaştırdım parmaklarımı. Sol omzunda iki tane parıltılı figür vardı. Onda olan şey bende de vardı. Kalbim o hisle çarptığında telefon elimden yere düşmüştü.

 

"Ona bir şey yaparsan seni öldürürüm, duydun mu beni seni yaşatmam?" Titreyen elimi kaldırmıştım ama tek adım atamıyordum olduğum yere çakılıp kalmıştım.

 

"Tabi ben önce onun işini bitirmezsem."

 

"Ne istiyorsun Allah'ın belası?" diye bağırdım, "ne istiyorsunuz siz benden?"

 

"Git," dedi öfkeyle Berivan. "Geldiğin yere defolup git. Terk et Doğu'yu, et ki benim kıymetimi bilsin."

 

"Kafayım mı yedin sen, bu kadar mı gözün döndü senin Berivan?" Ruhum sıkışıyordu bir el beni geri çekiyordu sanki. Hem öfke hem acı aynı anda iştirak etmişlerdi bedenime.

 

"Ne olacaksa olsun artık ben yolun sonuna geldim, ama sende geldin o yüzden arkadaşının yaşamasını istiyorsan gidin buradan."

 

"Bulur beni," dedim öfkeyle. "Bırakmaz beni o."

 

"O zaman bulamayacağı yere gideceksin!" dedi omzunda ki şalı düşünce sakinlikle omuzlarına geri koydu.

 

"Beni düşünmüyorsan yeğenleri düşün, Dilan hamile bunu ona nasıl yaparsın ben gidersem o da gelmek zorunda kalacak."

 

"Yaptığı rezilliğin bedelini elbet ödeyecekti bir gün."

 

Sözlerim artık tükenmişti daha ilerisi yoktu. Her şeyden geçmişlerdi her şey onlar için zafere giden yol gibiydi. Birkaç adım geriye sendeledim Şebnem'e bir şey olursa ben yaşayamazdım o bu hayattaki tek ailemdi ona bir şey olamazdı.

 

"Rona!" diyen sesini işittim kapının ardından.

 

"Arkadaşının yaşamasını istiyorsan bu gece yarısı arka kapıya gelecek olan arabaya bin, arkadaşında o arabada olacak. Nereye giderseniz gidin ama sakın bir daha buraya dönmeyin. Boşanma kağıtları iç çamaşırlarının olduğu çekmecede imzala öyle git."

 

Aldığım nefes ciğerlerime takılmışken başım dönmeye başlamıştı. Kapı sertçe açıldığında Doğu öfkeyle içeriye dalmıştı.

 

Hızla güç almak için koluna tutunduğumda aynı anda eli belimi sarmıştı.

 

"İyi misin ne oluyor burada?" Halasına doğru bağırıyordu.

 

"Gidelim," dedim kolunu sıkarak.

 

"Bir şey mi yaptılar sana bu haline ne, ne işin var burada?"

 

"Doğu," dedim güçlükle. "Lütfen gidelim."

 

Bir kolunu güç almam için uzatırken diğeriyle sıkı sıkıya sarmıştı beni. Odadan çıkıp asansöre bindiğimizde başım dönmeye başlamıştı gözlerimi sıkı sıkıya kapattığımda gözlerimin önünden Şebnem'in görüntüsü gitmiyordu.

 

Kapının önüne çıktığımızda hızla bir araba önümüzde durmuştu. Ön kapıyı açtığında binmem için yardım etmişti, hafifçe eğilip kemeri bağladığında kapıyı kapatıp şoför koltuğuna geçti.

 

Bakışları üzerimdeyken arabayı çalıştırıp hızla kavşaktan dönmüştü.

 

"Ne işin var senin burada Rona, sen beni çıldırtmak mı istiyorsun bu kaçıcı vukuatın?"

 

"Gelmek zorundaydım." dedim başımı deri koltuğa bastırıp.

 

"Sana hiçbir şeye mecbur değilsin dedim en başında söyledim bunu, neden kafana göre iş yapıyorsun her seferinde?"

 

"Mecburdum diyorum sana mecbur, neden anlamıyorsun Doğu neden beni boğuyorsun?" Gözümdeki yaşları sıkı sıkıya tutuyordum ama sesimin titremesine engel olmamıştım

 

"Ne var senin bana söylemediğin?" dedi keskin sesiyle. Arabayı sertçe durdurup kenara çekmişti.

 

"Delirdin mi sen Doğu ne duymak istiyorsun?" taktığı kemeri sertçe çıkartıp açtım.

 

"Ne dediler sana diyorum, geldiğimde halini gördüm ne saklıyorsun benden?"

 

"Sen haricinde kimse bana bir şey demiyor, kimse beni eve hapsetmiyor kurallar koymuyor Doğu. Fark et artık beni sen tutsak ettin ve ben çok sıkıldım bu işten. Evden çıkmak için evde yaygara kopartmam gerekiyor her seferinde neden bunu yapmak zorunda bırakıyorsun beni?"

 

"Ben keyfimden mi yapıyorum, tüm bunlar senin güvenliğin için."

 

"Ben güvende olmak değil sadece yaşamak istiyorum ama nefes alamıyorum seninleyken!" Bakışlarında içinde kopan bir şeyler olduğunu net bir şekilde görmüştüm. Lanetim ona da bulaşmışken içimin ateşi daha hızlı yanmaya başlamıştı.

 

"Sen nefes al diye gerekirse ben nefessiz kalırım merak etme bundan sonra daha rahat nefes alacaksın."

 

"Doğu." dedim sadece bir şey diyemeden öylece bekledim. Konuşmamı o da bekledi ama tek bir kelime edemedim.

 

Arabayı tekrar çalıştırdığında yol boyunca sessizce akan yolu izledim.

 

Tekrar bir uçurumun kenarındaydım. Yıllar boyunca zaten hep gidip gelmiştim o yamaçtan. Bir ileri iki geri süren hayatımda hep ipin ucunda düşmeye razıydım.

 

Ama şimdi ilk kez düşmek istemiyordum, aşağıya bakmaktan bile korkuyordum.

 

Doğu'yu bırakıp gitmek yüreğimin yanması demekti, Şebnem'i kaybetmek ise kendimi yakmak demekti.

 

Düşünmekten kafayı yemek üzereyken araba konağın önünde durmuştu hızla arabadan inip konağın içine girmiştim.

 

Merdivenleri ikişer ikişer çıkarken ardımdan seslenenleri net duyamıyordum.

 

Odaya girdiğim gibi kapıyı kilitleyip giyinmeye odasına girdim çekmeceleri tek tek açtığımda en son çekmecede aradığımı bulmuştum.

 

Dosya kağıdını alıp parmaklarımın arasına sıkıştırdığımda öfkenin beni ele geçirmemesi için uğraşıyordum. Kendimi kaybedersen taş taş üstünde kalmazdı ama Şebnem yanıma gelene kadar bir şey yapamazdım.

 

Kapana kısılmış gibiydim. Şebnem'i gördüğüm hal gözümün önünden gitmiyordu benim yüzümden belkide ona zarar vermişlerdi.

 

Yere çöküp dizlerimi kendime çektim, boşanma kağıdını da buruşturup fırlattım.

 

Ne zaman bitecekti cezam, tüm bunlar ne zaman son bulacaktı?

 

Başım ellerimin arasındayken tüm şakaklarım acıyla dolmuştu. Bir sonraki adamımı artık bilmiyordum, yere düşmüştüm ve artık kalkacak halim yoktu.

 

Doğu'yu kırmıştım. Hiç düşünmeden parçalamıştım. Böylesi kolay olur sandım ama hiçbir şeyin kolay olduğu yoktu.

 

Kapı birkaç kez çalındığında ileriye attığım kâğıda hızla uzanıp cebime sıkıştırdım. Ayağa kalktığımda kapıya gidip kilidi açtım.

 

Rohat karşımda dururken öylece yüzüne baktım.

 

"Yengem rahatsız ediyorum fakat bugün kızıl ejderime ulaşamadım. Dün gece onu otelde bırakmıştım gidip sordum sabah erkenden çıkmış, aradım da açmadı acaba nerde olduğunu biliyorsan şu yakışıklı kaynına söyler misin?"

 

"Ben," dedim geveleyerek "Ben bugün konuşmadım Şebnem'le."

 

"Ne!" diye büyük bir tepki verdi. "Nasıl konuşmadınız bu nasıl mümkün olabilir? Küs müsünüz?"

 

Hayır anlamında salladım başımı.

 

"Rona sen iyi misin?" Ciddileşmişti bir anda.

 

"İyiyim" dedim kapının kolundan güç alarak. "Şebnem arada yapar böyle şeyle alışverişe kaptırmıştır kendini ben ulaşırım ona merak etme sen." Kelimeler dudaklarımda bir bir dönerken midem altüst olmak üzeydi, burada öylece dururken hiçbir şey yapamıyordum Şebnem için.

 

"Tamam yenge sen biraz dinlen o zaman rengin kaçmış, hasta oluyor gibisin."

 

Arkasından Gülfem yavaşça geldiğine "Gelin abla Ağam yemeğe çağıyor herkes salonda."

 

"Ben gelmeyeceğim Gülfem, Ağana söylersin dinleneceğim."

 

Gülfem ne diyeceğini bilmeyerek suratıma baktığımda yüzünü saniyelik Rohat'a çevirmişti. Rohat başıyla aşağıyı işaret ettiğinde ikisi de bir şey demeden merdivene döndüler.

 

Artlarından kapıyı kapattığımda sırtım tahta kapıya yaslandı. Artık güçlü değildim. Ayaklarım yere basıyordu ama sanki bilinçsizdi. Nefeslerim yarım kalıyordu ciğerlerime yeterince gitmiyorlardı. Ne yapacağımı artık bilmiyordum, sürekli beni karanlığa çekiyorlardı.

 

Yine karanlığın en dibindeydim işte. Peşimden kovalayıp hayatımı bir kumar masasına yatırıyorlardı. Kalkmama izin vermiyorlar her seferinde bedenime darbe indiriyorlardı. Bir savaşçı ne zaman savaşmayı bırakırdı? Öldüğü zaman mı? Peki ya ölmek sadece nefesini son kez vermek miydi, ben defalarca son nefesimi vermiştim ruhum ölmüştü ama usanmadan beri her seferinde tekrar toprağın altına koydular.

 

En büyük düşmanım ailem oldu önce onlar soktu beni diri diri mezara, sonra bir adam çıktı tutsak etti beni kendine ölmek değildi belki de yaşamak budur dedim fakat izin vermediler ben doya doya nefesi içime çekemden yine güneşi bana haram kıldılar.

 

Elimden tutan beni ayağa doğrultan küçük kızı aldılar benden şimdide. Kırık cam parçalarının dizimizi kanattığı günden farkı yoktu geleceğin, biz yine kırık can parçalarıyla kanıyorduk.

 

Tekrar elimden bir hayatın alınmasına izin vermeyecektim.

 

 

 

Gece yarısına beş kala...

 

İçinde büyüyen yangın yalnız ruhunu değil etrafındaki her şeyi kül etmeye yemin etmişti. Tek bir şey istiyordu sadece, bu istediği ise zehirli bir çiçeğin yüreğine kök salmasını sağlamıştı.

 

Kimse onun içindeki bu feryadın fısıltısını anlamazdı. Bağırsa dahi kimse dinlemezdi onu, fakat o fısıltısını duyacak birini olduğunu biliyordu.

 

Adımlarını konağın arka kapısına doğru ağır ama kararlı şekilde attı. Her bir adımı yutkunamadığı acının hıncının yankısıyla attı. Renkli gözleri geceye bürünmüş kararmıştı... Acımayla baktığı gözleri artık sadece soğuk bir intikamın senfonisinin notasına dönmüştü.

 

Benim canımı yakanın kendi ateşinde kaçacak yeri olmayacak dedi kendi kendine. Ve o an anladı ki intikam sadece bir bedel değildi, yaşatması gerekendi.

 

Onda kapanması ömrünü alan yaraları tekrar kanatmaya çalışan insanlarda derin yaralar açacaktı.

 

O yara karşısındakinin sonsuz uykusuna kadar hatırlatacaktı, yapılan her bir yanlışı.

 

Karanlık sokakta geceyle saklanmış arabanın ışıkları anında yandığında adımlarını sertçe o yöne doğru attı.

 

Büyük arabanın önüne geldiğinde kapısı onun için ağır ağır açıldı.

 

Derin bir nefes çekti içine, nefret her zerresinde dolanırken gözleri onu buldu.

 

Birinin gözünde öfke diğerinin zaferi ile birleşti.

 

Zafer ve öfke... İkisi de savaş meydanında doğan iki kardeşti. Biri zaferi gururla taşırken diğeri karanlıkta kanayan yara gibi debelenirdi.

 

Geçmişten gelen tanıdıklık zaferin coşkuyla parlattı gözlerindeki acıyı fakat öfke ateşle yanmaya devam etti.

 

İkisi de kuşanmışken en görkemli kılıçlarını birbirlerine hükmetmek istemişlerdi bir zamanlar. Fakat şimdi öfke zafere hükmedemezse altında ezilirdi, zafer hükmedemezse onun alevinde yanıp kül olurdu.

 

Tek bir seçenek vardı artık zafer ve öfke birbirlerini affedeceklerdi, öyle ki zamanı geldiğinde dünyayı yerle bir edebilsinler.

 

 

 

Sabah saat sekiz.

 

Odanın kapısını birkaç kez yavaşça çaldıktan sonra içeriden ses gelmeyince kapı kolunu çevirip içeriye girdi Doğu. Gece boyu çalışma odasındaydı. İçi içini yese de Rona'ya alan tanımak istediği için odaya gelmemişti.

 

Gözleri odada dolandığında yatağın düzenli ve hiç bozulmamış olduğunu gördü.

 

Rona diye seslendi banyoya doğru. Işığın kapalı olduğunu fark ettiğinde yine de temkinle kapıyı açıp içeriye baktı fakat boştu. Giyinme odasına yöneldiğinde ise bu odada kimse yoktu.

 

Az önce avluda adamlarla konuşurken kimse çıktığını söylememişti, aile üyeleri de kahvaltı için inmişken kimse Rona'dan söz etmemişti.

 

Pantolonun cebinden telefonu çıkartıp Rona'nın ismine dokunup açmasını bekledi. Telesekreter çıkıp mekanik sesle konuştuğunda telefonu kapalıydı.

 

İçi kasvetle dolmuştu o an. Dün söylediği sözler gece boyunca ruhunu sıkıştırmıştı zaten yeterince.

 

Arkasını hızla dönüp kapıya yürüğünde ayağının altında bir şeyi ezdiğini fark ettiğinde durup ayağını kaldırdı.

 

Buruşmuş kâğıt parçasının ellerinin arasına alıp açamaya başladı.

 

Fazlaca buruşmuş kâğıdı okumaya çalışıyordu.

 

'Anlaşmalı boşanma protokolü' dudaklarında dönen kelimeler kulağına ilişemiyordu.

 

Davacı Rona Karahanlı...

 

Davalı Doğu Karahanlı...

 

Dava; Evlilik birliğinin temelinden sarsılması nedeniyle anlaşmalı boşanma.

 

Sözcükler Doğu için birbirine karışırken öfke şah damarındaydı.

 

Davacı ile davalı 15.01.2024 tarihinden bu yana evlidirler.

 

Yüzünün her bir zerresi kasılmışken parmakları kâğıdı parçalamak istercesine sıkıyordu.

 

Davacı ile Davalı uyum sağlayamadığından müşterek hayat çekilmez bir hale gelmiş, evliliğin devamında tarafların ve toplumun hiçbir menfaati kalmamıştır.

 

Ela gözleri ateşin harıyla bezenmişken gözleri maddeleri takip ediyordu.

 

Davacı ile Davalı medeni bir şekilde bir araya gelerek şartları ayrıntılı olarak görüştükten sonra boşanmanın hukuki ve..

 

Devamını okumak bile ruhuna dokunacakken kâğıt parmakları arasında bir paçavraya dönüp parçalanmıştı.

 

Öfkesi sessiz bir volkan gibi içten içe büyüyordu hızla yüreğindeki yara kabuk bağlamışken tek bir dokunuşla yeniden kanamaya başlamıştı.

 

Öfkesi şimdi kılıçtan daha keskindi, zehir ise daha bir öldürücü. Damarlarında dolaşan kan çekilmiş yerini aleve vermişti.

 

Bir fırtına gibi patlamayı bekleyen duygusu ne bir merhamet ne de bir mantık kabul ediyordu şimdi.

 

Dili zehir gibi keskinleşmiş sözleri taş misali olmuştu. Kendini bir savaş meydanında gibi hissediyordu, düşmanı yoktu ama kendisiyle savaşmaya hazırdı.

 

Daha önce de bu duyguyla tanışmıştı fakat şimdi kalp acısı da ona eşlik etmişti bu ise onu daha çok öfkelendirdi.

 

Öyle ki onun ruhunun derinlerinde sakladığı, zincire vurduğu karanlıkla beslediği duygusu zincirlerinden kurtulmuştu.

 

Bu kurtuluş bir yıkım mıydı yoksa herkes için bir kıyamet mi?

 

Kim bilir belki de ikisi de birden... Ama şunu biliyordu ki öfkesini susturamadığı her an daha çok büyüyecekti, ta ki o kadın ona tekrar dönene kadar.

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 22.01.2025 20:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...