21. Bölüm

"21.Bölüm Akıbet"

esra
wolffcuub

"21.Bölüm Akıbet"

 

akıbet; bir şeyin sonu.

 

 

 

Kuyumcunun kapısı, eski bir masalın aralığında unutulmuş gibi; ince uzun camları toza bulanmış, içeriden sızan solgun ışık kaldırıma yorgun bir gölge düşürüyordu. Rona, soğuk metal kapı koluna dokunmadan önce bir an durdu. Parmak uçlarında bir ürperti, kalbinde tanıdık bir sızıyla o dar açıklıktan içeriye baktı.

 

Küçük kız...

 

Sanki zaman, onun incecik bileklerinde yeniden ilmek ilmek çözülüyordu. Siyah şalı omuzlarına dökülmüş, mavi gözleri kocaman bir korkunun içinde küçülüyordu. O gözlerde Rona, çocukluğunun kırılgan yankısını duydu. Suskun bir çığlık, dudaklardan dökülmeyen bir ağıt gibi. Küçük kızın duruşu, tedirgin bir serçenin kanat çırpışına benziyordu, kaçmak istiyor ama kaçamıyordu.

 

Yaşlı adamın eli kızın omzuna çökerken Rona'nın nefesi boğazında düğümlendi. O el, sadece o ince omza değil, Rona'nın geçmişine de bastırıyordu sanki. Oysa Rona hiç evlendirilmemişti küçükken, ama ruhunda bir yer hep aynı zincirlerle sarılmıştı. Özgürlüğün tadını hiç bilmeyen bir çocuğun sessiz ağırlığı gibi.

 

Kapının ardında dikilirken, içindeki fırtına ona bir yol çizdi. O küçük kızın suskun bakışlarını bırakamazdı çünkü o bakışlar, yıllar önce kimsenin kurtarmadığı bir Rona'nın da bakışlarıydı.

 

Ve o an, kapının aralığı değil, vicdanın tam ortasıydı Rona için. İçeri girecekti. Çünkü bazı kapılar, sadece açılmak için değil, ardında kalanları kurtarmak için de vardı.

 

Rona, içini kemiren o hisle geri adım attı. Sanki bir şey unutmuştu ama bu bir eşya değildi, bir ağırlıktı, kalbine asılı kalan görünmez bir düğüm. Ayakları, iradesinden bağımsız bir şekilde geri döndü avucunu soğuk kapı koluna koyduğunda parmaklarının titrediğini fark etti.

 

Kuyumcuya yeniden adım attığında, içerideki hava daha da ağırdı. İnce uzun dükkânın sessizliği, zamanın kıyısına sıkışmış gibiydi. Yaşlı adam vitrindeki yüzükleri incelerken kız hâlâ aynı yerde duruyordu, fakat şimdi gözlerinde bir fark vardı. Belki de bir umut kırıntısı, belki de yaklaşan bir fırtınayı sezen bir hayvanın ürkekliği.

 

Rona'nın adımları hafifti ama kalbi gürültülüydü. Sanki her atış, o küçük kızın yüreğinde yankılanıyordu. Bakışları kızınkine kilitlendiğinde zaman kısa bir an için dondu. Maviyle mavinin kesiştiği o yerde, iki hayat birbirini tanıdı.

 

O gözlerde Rona, sadece bir çocuğu değil, kendi geçmişini de gördü. İçindeki küçük kızla da göz göze gelmişti sanki. Yalnız, korkmuş ama umut arayan... O an, ne dükkânın soğuk ışıkları ne de vitrindeki parlayan yüzükler önemliydi. Sadece iki çift göz vardı; biri kurtarılmayı bekliyor, diğeri geçmişin sessiz çığlığını duyuyordu.

 

Rona, hafifçe gülümsedi titrek, ama güçlü bir gülümsemeydi bu. O gülümseme, "Seni gördüm," diyordu, "ve seni bırakmayacağım."

 

...

 

Bazı anlar vardır, insanın içine saplanan bir kıymık gibi kalır. Zaman geçer, dünya döner, ama o an bir yerlerde hep saklıdır bir dokunuşta, bir bakışta yeniden kanar. O kuyumcunun kapısını ikinci kez ittiğimde, işte tam da öyle bir anın içindeydim.

 

Sanki bir şey unutmuştum. Oysa en derinime saklamıştım ki geride asla bırakmazdım. Ama kalbim öyle söylemiyordu. Ayaklarım beni geri sürüklerken, mantığım sessizdi çünkü bazı hisler mantığa sığmaz...

 

İçeri adım attığımda, kızın gözleriyle karşılaştım. Mavi. Öyle tanıdık, öyle kırılgan ki... Sanki yıllar önce aynada gördüğüm o bakıştı. Küçükken hiç evlendirilmedim, ama bu bir şey değiştirmedi. O çaresizlik, o boyun eğmişlik hâli... İnsan bazen zincirleri bileklerinde değil, ruhunda taşır.

 

Beni fark ettiğinde bakışlarında bir kıpırtı oldu. Korkunun içinde saklanan ince bir umut çizgisi... O bakışla nefesim düğümlendi boğazımda. O an anladım, sadece onu değil, kendimi de kurtaracaktım.

 

Bir adım attım ona doğru. Sesim henüz suskun, ama kalbim haykırıyordu "Buradayım. Seni görüyorum."

 

O an her şeyin farkındaydım. Gözleriyle aramızda bir mesafe yoktu artık, zamanın, mekanın hiçbir önemi kalmamıştı. Sadece o an, o bakış... Bir kırılganlık vardı o gözlerde, ama bir güç de vardı. O an, kendimi o çocuğun yerine koymam sadece bir anlık bir his değil, belki de yıllardır içimde büyüyen bir boşluğun yankısıydı. Küçükken kimse beni kurtarmadı, kimse bana elini uzatmadı. Ama o kız, o kırılgan kız... Benim yerime de bağırıyordu, içindeki sesle.

 

Beni fark ettiğinde, yüzü donuklaştı, ama gözlerinde bir şey değişti. Bir an tereddüt etti, belki de bir umut kırıntısı gördü. Yavaşça adım attım, gözlerim ona kilitlenmişken, bir adım daha atarak biraz daha yaklaştım.

 

Telefonumu çantamdan yavaşça çıkardım. Parmağım, ekranda kayarak jandarmanın numarasını tuşladı. Her şey sanki yavaşlıyordu, ama kalbim delicesine hızla atıyordu. Bir elimi cebimde tuttum, diğeri ise titreyen telefona dokunuyordu.

 

Bir an, her şey sessizdi. Ama içimde bir şey patlamaya, bir adım daha atmaya zorlanıyordu. Hızla kıza yaklaştım, kolunu sımsıkı tuttum ve onu arkamda aldım. "Sakın bir adım bile atma!" dedim, sesim kesin ve sertti. O anda, bir tehditten daha fazlası vardı bir koruma, bir güvenlik duvarı...

 

Telefonu suratına yaklaştırarak ekranı ona gösterdim. Gözlerimdeki kararlılık, onun içinde bir şok yarattı. "Bir hareket bile yaparsan," dedim, bir nefes kadar yakındım, "şimdi jandarmayı ararım."

 

Sözcüklerim sert, ama gözlerimdeki derin anlamı hissetmesini istedim.

 

Her şey o kadar hızlı olmuştu ki arkama sakladığım küçük kızın bileğini nasıl sıkıca tuttuğumun farkında değildim.

 

Yaşlı adam, bu ani hareketimle şaşkına döndü. Gözleri genişledi, dudakları titredi. Hiç beklemediği bir şekilde, başını çevirip kıza bakarken, bir an için öylece durdu. Ne yapacağını bilemedi, bir adım bile atamadı. İçindeki soğukkanlılık hızla kayboldu, yerine korku ve şaşkınlık geldi.

 

"Kimi kimden koruyorsun lan sen?!" diye bağırarak üstüme yürüdü.

 

Elini tutup havaya kaldırdığımda ne yapacağı belli olmadığından telefonu hızla cebime koydum.

 

"Asıl sen kim oluyorsun, kimsin nesi oluyorsun?"

 

"Bak kadın madın demem ağzının ortasına bir çarparım senin, kan gölü'ne döner her yer yürü git işine kızı da bırak."

 

"Sen beni tehdit mi ediyorsun?" dedim, öfkem gözlerimden fışkırarak. Her kelime, dudaklarımın arasından bir ok gibi çıkıyordu.

 

Yaşlı adamın gözleri irileşti. Bir an için durdu, ne yapacağını düşünür gibi oldu. Ama sonra tekrar öfkeyle hamle yaptı, her adımında daha da sinirli bir şekilde yaklaşarak, "Deli misin nesin kadın ne istiyorsun ha bırak la kızı?" diye bağırdı.

 

Benim için her şey çok açıktı, sesimi yükseltmiyorum ama ona her hareketimle bir tehdit gönderiyordum.

 

Yaşlı adamın öfkesi, yüzüne yayılan damar kızıllıkla daha da belirginleşti. Gözleri kısıldı, dişlerini sıkarak üzerime doğru bir adım daha attı. Küçük kızı ardıma çekerken, adamın sesi ince bir tıslamayla doldu havaya,

 

"O benim karım olacak! O benim!"

 

Bu sözler, dükkânın duvarlarına çarpıp yankılandı sanki. İçimde bir fırtına koptu, damarlarımda dolaşan kan bile öfkeyle kaynadı. Bir adım daha yaklaştığında, öfkemi dizginlemeye çalışmadan "Gel de al o zaman!" dedim dişlerimin arasından, meydan okurcasına.

 

Öfkem, içimde patladı. Gözlerimdeki alevi kontrol edemedim. "Gel de al kızı!" dedim tekrar. Her kelimem, bir tehditten çok, ona karşı bir karşı duruştu.

 

Hızla yaklaştığında, ayağımı kaldırıp topuğumla nefes boşluğuna sert bir şekilde vurunca gözlerindeki şokun yansımasını gördüm. Hızla geri itildi. Gözleri delice parladı.

 

Adam sendeleyip geriye savrulduğunda, küçük kızı kolundan sıkıca tutup hızla dükkândan dışarı fırladım.

 

O anda, durmak yoktu. Hızla yola doğru koştuk, adımlarımız kesildiği anda nefeslerimizi hızla aldık.

"Koş!" diye bağırıyordum kıza.

 

Tek şansım, Fırat'ları bıraktığım yerde geri bulmaktı. Arabaların önüne atlayıp caddeden geçtiğimde, büyük mağazaya doğru ilerledim.

 

Adımlarım hızla atılıyordu, kalbim de aynı hızla atıyordu. Mağazaya girdiğimizde, hızla elini bırakmadan içeri daldık. Gözlerim hemen her yeri taradı hızlıca, ama bir an sonra uzak köşede bir silüet fark ettim. En arkada, kollarının üstüne atılmış çeşit çeşit kadın kıyafetleriyle duruyordu. Hızla yanına koştuk, her adımda daha da yaklaşıyordum.

 

Yanına koşarken, adımlarım daha da hızlandı. Hızla yaklaştım ve sadece birkaç saniye içinde yanına vardım. "Fırat," diye fısıldadım, sesim titrek ama kararlıydı. "Hadi, gel. Hemen gitmemiz gerek."

 

Fırat, elindeki elbiselerle bana döndü, gözleri sorgulayıcı bir şekilde parlıyordu. "Yenge?" diye sordu, sesinde bir belirsizlik vardı, ama gözlerindeki soru işareti her şeyin önündeydi.

 

Bir an için gözlerim ona takıldı, ama hemen fark ettim. Gözleri, yanımda duran küçük kızı bulmuştu. "Bu kim, yenge?" diye sordu, dudağının kenarında bir gülümseme vardı, ama sorusunun ciddi olduğu belliydi.

 

"Anlatacak vakit yok," dedim hızlıca, bir an bile tereddüt etmeden. "Fırat, hadi arabaya gitmemiz lazım." Bu kadar karmaşa içinde, daha fazla bu civarda durmak tehlikeli olacaktı.

 

Fırat, elindeki elbiseleri bir köşeye fırlatırken, "Dur, nereye gidiyoruz?" diye bağırdı. "Helin'le Şebnem Hanım içeride kabinde bir şeyler deniyorlar." Sesindeki endişe, bizi durdurmaya çalıştığını gösteriyordu, ama zamanımız yoktu.

 

Gözlerim ona kayarken, cevap vermedim. Durmak, bu karmaşada hata yapmak demekti. Ama Fırat hala ne olacağını anlamaya çalışıyordu, bir yandan da hemen bizimle gelmeye ikna olamadığı belliydi.

 

Fırat'ın gözlerindeki belirsizlik devam ederken, elimi kaldırıp küçük kızı gösterdim. "Bak Fırat," dedim, sesim kesik ve kararlı, "Ben az önce bu küçük kızı kaçırdım ve hemen buradan gitmezsek, emin ol, sana yapmakla tehdit ettiğim her şey başıma gelecek."

 

Bunu söyledikten sonra, onun yüz ifadesinde bir değişim oldu. Gözlerinde bir şeyler yerine oturdu, birden afalladı. Artık geriye dönüş yoktu.

 

Fırat, bir an için beni inceledi. Gözleri, her şeyin farkına varmış gibiydi. Sonunda, derin bir nefes aldı ve başını sallayarak, "Tamam," dedi, "gidelim."

 

O an, her şeyin hızla değişebileceğini, kaçışın ve karmaşanın tam ortasında olduğumuzu fark ettim. Fırat'a güveniyordum, ama bu seferki durum farklıydı.

 

Birlikte, hızla mağazanın çıkışına doğru ilerledik. Arkada, Helin ve Şebnem'in ne yaptığı şuanlık umurunda değildi. Bizim yolculuğumuz, şu an her şeyden daha önemliydi.

 

Mağazadan çıktığımızda karşı kaldırımda yaşlı adamla göz göze geldiğimde her şeyi bir an için bittiğini düşünmüştüm Fırat cebinde deli gibi anahtarı aramaya çalıştığında heyecanlanmış sanki girdaba düşmüş gibi bir döngünün içinde titreyen elleriyle anahtarı bulmaya çalışıyordu.

 

"Fırat şu an burada vurulursam yemin ederim seni de kendimle birlikte vurdururum hadi çabuk bul şu anahtarı."

 

Fırat kumandayı bulduğunda arabanın kapısını hızla açtım, küçük kızı içeri itip hemen yanına oturdum. Kalbim göğsümde deli gibi atıyordu, ama buna aldıracak vaktim yoktu. Fırat, tek kelime etmeden direksiyonun başına geçti ve kapıyı çarpıp kapattı.

 

Ayağını gaz pedalına bastığında tekerlekler çığlık attı, araba adeta yerinden fırlamıştı.

 

Camdan geriye baktımda yaşlı adam, dükkânın önünde öfkeyle bağırıyordu ama sesini motorun gürültüsü bastırmıştı.

 

Fırat, arabayı hızla sürerken dikiz aynasından göz göze geldik.

 

"Yenge..." dedi, sesi hâlâ kaçışın tozu dumanı içinde kaybolmuş bir merakla doluydu. "Biz önce ne yaşadık? Ne oluyor? Nereye kayboldun? Geldiğinde niye elinde bir kız çocuğu vardı? Çaldık mı bu kız çocuğunu?"

 

Bir yandan hızla direksiyonu kırıyor, bir yandan da aynadan gözlerime dikiliyordu.

 

Derin bir nefes aldım, küçük kızın elini sıkıca tuttum. "Evet, Fırat. Az önce bir kız çocuğu çaldım," dedim, yüzümde ciddi bir ifade, ama ses tonumun kenarında ince bir alay vardı. "Ve eğer şu an arabayı düzgün kullanmazsan seni onların eline bırakırım. Seçimini yap."

 

Fırat'ın yüzünde garip bir gülümseme belirdi. "Harika. Müthiş. Tam aradığım aksiyon. Bir de bu eksikti," diye homurdandı, ama ayağını gazdan çekmedi.

 

Arabada bir süre sessizlik hâkim oldu. Sadece motorun uğultusu ve Fırat'ın arada bir sinirle mırıldandığı anlaşılmaz sözler duyuluyordu. Küçük kız, yanımda sessizce oturuyor, camdan dışarı bakıyordu. Minik elleri, dizlerinin üzerinde kenetlenmişti.

 

Ona doğru biraz döndüm, yumuşak bir ses tonuyla, hafifçe gülümseyerek sordum.

"Adın ne?"

 

Kız başını yavaşça bana çevirdi. Gözleri, sanki yüzyıllık bir hüzünle doluydu. O maviliklerin içinde kendimi kaybettim bir an. Bir şey söylemeden sadece baktı.

 

"Tamam," dedim fısıltıyla, "Hemen cevap vermek zorunda değilsin."

 

Yine sessizlik. Ama bu kez biraz daha yumuşaktı. Küçük kız dudaklarını araladı, sesi neredeyse fısıltıydı,

 

"Mehlika."

 

Adını söylediği anda kalbimde tuhaf bir sıcaklık yayıldı. Hafifçe başımı salladım.

 

"Merhaba Mehlika. Ben de Rona."

 

"Mehlika" diye tekrarladım usulca, isminin ağırlığını içimde tartar gibi. Küçük başı neredeyse görünmez bir hareketle onayladı. O an, gözlerindeki kederin yalnızca bir çocuğa ait olamayacak kadar derin olduğunu fark ettim.

 

Zordu. Hem de çok zordu. Ama bazen insan, cevabını bildiği soruları sormak zorunda kalırdı. Bir umut, belki de sadece duymak istediği bir yalan için. Yine de sormadan edemedim.

 

"Kimdi o?" dedim, sesim yumuşak ama içinde saklanamayan bir sertlikle.

 

Mehlika'nın bakışları cama döndü yeniden. Sanki dışarıda görebileceği bir kaçış yolu arar gibiydi. Küçük omuzları hafifçe titredi, ama gözlerinden tek bir damla yaş düşmedi.

 

Yüzündeki izlerden, sessizliğinin içindeki çığlıktan belliydi. Yine de onun dudaklarından duymak istedim. Belki de bu, sadece onun yükünü biraz olsun hafifletmek içindi.

 

Bir süre sonra fısıldadı.

 

"O adamla evlendirecekler beni.

 

Yutkundum. Boğazımda düğümlenen kelimeleri zorladım ama hiçbir şey söyleyemedim. Cevabını bildiğim sorunun acısı, duyduğumda daha da ağır gelmişti.

 

Mehlika'nın cevabı boğazımda bir düğüm gibi asılı kaldı. Sessizlik birkaç saniyeliğine ağırlaştı. Derin bir nefes aldım, gözlerimi ondan ayırmadan usulca sordum,

 

"Peki... annenle baban nerede?"

 

Mehlika'nın yüzünde, yıllarca saklanmış bir acının gölgesi belirdi. Gözlerini kaçırmadı benden, sanki içindeki fırtınayı artık gizlemek istemiyormuş gibi.

 

Elif başını hafifçe eğdi, parmakları küçük eteğinin ucuyla oynamaya başladı. Sonra gözlerini tekrar bana kaldırdı, o koca mavi gözlerinde taşıdığı yükü gizlemeden, "Annemle babam yok, öldüler."

 

Bir an, içimdeki tüm sesler sustu. O cümle havada asılı kaldı, kulaklarımda yankılandı. Nefesim daraldı, ama yüzümde aynı yumuşak ifadeyi korudum. Çünkü o an, güçlü olmam gerekiyordu. Onun için.

 

Elini usulca tuttum, sıcaklığımı hissetsin diye.

 

"Artık ben buradayım," dedim fısıltıyla. "Tamam mı? Artık yalnız değilsin."

 

Mehlika hiçbir şey söylemedi, ama parmakları avucuma daha sıkı tutundu. O sessizlik, kelimelerden daha güçlü bir cevaptı.

 

Onun parmakları hâlâ avucumda sıkıca dururken arabanın içindeki sessizlik, sadece motorun hafif uğultusuyla bölünüyordu. Fırat dikiz aynasına kısa bir bakış attı, kaşları hızla çatıldı.

 

Aniden sesi yükseldi, endişeyle karışık bir aceleyle,

 

"Yenge! Birileri bizi takip ediyor."

 

Başımı hızla arkaya çevirdim. Mehlika'nın elini daha sıkı tuttum, sanki o an bile onu kaybetmekten korkar gibi.

 

"Hızlan Fırat!" dedim, sesi titremeyen bir kararlılıkla.

 

Fırat ayağını gaza bastığında araba öne doğru bir hamleyle hızlandı. İçimde bir yer, her şeye rağmen sakin kalmaya çalışıyordu ama avuçlarımın teri o kadarını söylemiyordu.

 

Arabanın içindeki gerilim neredeyse elle tutulacak kadar yoğundu. Fırat'ın elleri direksiyonda gerginleşmişti, gözleri sürekli dikiz aynasında bir o tarafa bir bu tarafa kayıyordu. Araba hâlâ peşimizde, adımlarımızı yutan bir gölge gibiydi.

 

Birden, Fırat dişlerini sıkarak homurdandı,

 

"Yenge, bence ağama haber verelim. Bu iş böyle olmayacak."

 

Gözleri hâlâ aynada, ama kararlılığı sesinde yankılanıyordu.

 

Ben cevap vermeye hazırlanırken, aniden hızını kesti ve arabayı sağa doğru savurdu. Direksiyon hâkimiyetini kaybetmeden ani bir manevrayla aracı son anda başka yola çekti. Fren sesiyle birlikte bedenimiz öne savruldu.

 

Fırat başını bir anlık bana çevirip, gözlerimin içine dik dik baktı.

 

"Ya da duralım! Gidip ben konuşayım, kim olduğumuzu bilsinler. Bu iş böyle kovalamacayla olmaz!"

 

.İçimde Doğu'nun sessiz yüzü belirdi. Onun tepkisini düşündüm, o her zamanki gibi sakin ama sert olurdu. Ama şu an Doğu burada değildi. Karar vermek yine bana düşüyordu.

 

Mehlika'nın elini daha sıkı tuttum.

 

"Hayır," dedim kesin bir sesle. "O riski alamayız. Sen sadece sür. Gerekirse Doğu'ya haber veririz ama şimdi değil."

 

 

Araba hızla ilerlerken, gözleri dikiz aynasında dolaşıyor, bir süre sonra bana döndü ve kararlı bir şekilde söyledi,

 

"Yenge, gerekirse ne demek? Allah aşkına, ara yoksa ben arayacağım!"

 

Sözleri, sesindeki kararlılık beni bir an bile şaşırtmadı.

 

Gözlerimi ona dikip, sabırla ve bir o kadar sert şekilde cevap verdim

 

"Yola devam et. Sadece şu arabayı sür."

 

Mehlika'nın elleri hâlâ avucumdaydı, ama endişe onun suratına da yansımıştı. Hızla geçmekte olduğumuz caddelerin son hızla kayıp gitmesi, seslerin biraz daha yankılandığı bir boşlukta, zihnimde sadece bir şey vardı, "Sen konağı sür, Fırat. Ben Doğu'ya haber vereceğim."

 

Bunları söylerken, sesimdeki tını bir an bile olsa bir emir gibi duyulmuştu. Fırat'ın yanıt vermediğini, sadece yolun sonuna doğru hızla ilerlediğimizi fark ettim.

 

 

Telefonu çantamdan çıkarttım, ekranın ışığı yüzüme vurdu. Birkaç saniye boyunca numarayı bulup, parmaklarımın uçları ekrana dokunmak için hafifçe titredi. Ama sonunda, sesli bir iç çekişle ekrana tıklayarak Doğu'nun numarasına bastım.

 

Telefonun sesi, kulaklarımda yankılandı. Her sinyal sesi, beni daha da gerdi.

 

Ellerim titriyor, sesim çıkmıyordu. Birkaç saniye sonra, telefonun ucundan gelen bir tıkırtı duyuldu. Doğu'nun sesini duymak, hepimiz için bir dönüm noktasıydı.

 

Ve sonunda, o tanıdık derin ses telefonun diğer ucundan geldi.

 

"Rona?"

 

Sesindeki tanıdık sertlik, bana bir an için rahatlık verdi. Ama hemen ardından, içimdeki kaygı yine yükseldi.

 

"Doğu," dedim, biraz derin bir nefes alarak. "Bir şeyler oldu. Bizi takip ediyorlar ve Fırat'la ben bir çıkmaza girdik. Şu an hızla yola devam ediyoruz ama bu durum... sanırım kontrol edilemez hal alıyor."

 

Konuşurken sesimdeki tedirginlik belli olsa da, sözlerimi hep onun duyacağı şekilde seçtim.

 

Telefonun diğer ucundan, birkaç saniyelik bir sessizlik sonra Doğu'nun sesi tekrar duyuldu.

 

"Neredesiniz?"

 

Sözlerindeki kararlılık ve güven, biraz daha rahatlamama neden oldu. Ama bu rahatlama kısa sürdü. Bizi neler bekliyordu, bilmiyorduk.

 

"Yolda," dedim ve gözlerim dışarıda hızla geçip giden manzaraya kaydı. "Bizi takip edenleri atlatmak zorundayız, Fırat ambale olmuş gibi. Yardım lazım."

 

O an Doğu'nun hafifçe derin bir nefes aldığını hissedebildim. Sadece bir nefes, ama o kadar çok şey anlatıyordu ki.

 

"Geliyorum, tamam endişelenme canlı konumunuzu at bana." Konuşurken arkadan bir şeylerin devrilme sesi geliyordu.

 

Telefonu kapattıktan sonra, içimden bir yük kalkmıştı. Ama hala hiçbir şey bitmemişti. Gerçek bir çözümün ne olacağı, hala belli değildi.

 

"Abla," dedi Mehlika mahcup bir ses tonuyla. Bakışlarımı telefondan alıp ona çevirdim.

 

"Abla o size zarar verecek, sizin de başınızı belaya soktum."

 

Mavi gözlerinin her biri yaşla dolarken sanki yüreğimdeki yangına birer damla benzin olmuşlardı.

 

"Sen sakın korkma, kimse bize bir şey yapamaz ben yanındayım senin." Onu kolumun altına çekip bedenime bastırdım.

 

"Sen daha benim yengemi tanımıyorsun o var ya karate kid, herkesi haklar evelallah."

 

Arabanın içindeki hava gergindi ama Fırat'ın yerinde duramayan hali, içinde bulunduğumuz durumu az daha olsa hafifletmeye yetiyordu. Direksiyona sımsıkı yapışmış, gözlerini yoldan ayırmıyordu ama ağzı hiç susmuyordu.

 

"Yenge, ben hayatımda ilk defa çocuk kaçırıyorum. Şu an resmi olarak insan kaçakçılığı mı yapıyoruz?" diye sordu, sesi panik doluydu ama ciddiye almak imkânsızdı.

 

Yanımda oturan küçük kız, kollarını göğsüne kavuşturmuş sessizce camdan dışarı bakıyordu. Küçücük bedeni hâlâ titriyordu. Bir elimle onun küçük elini sıkıca tuttum, diğer elimle Fırat'ın koluna vurdum.

 

"Fırat, Allah aşkına saçmalamayı bırak! Ayrıca beni de kaçırdın onu neden saymıyorsun?"

 

Dikiz aynasında göz göz geldik ama ağzını açıp bir şey dememeyi tercih etti.

 

"Doğu gelene kadar idare edeceğiz. Şurada ki patika yola gir, Mardin'in çıkışına doğru gidelim, konağa gidemeyiz artık" dedim, sesim sertti ama kontrolü kaybetmeyeceğimi göstermek zorundaydım.

 

Fırat derin bir nefes alarak direksiyonu kırdı ve patika yola saptık. Yol daralmıştı, etrafı kuru otlar ve taşlar kaplıydı. Araba her çukura girdiğinde içimizdeki tansiyon biraz daha yükseliyordu.

 

Tam o sırada...

 

Bir kurşun arabanın arkasına çarptı.

 

Fırat öyle bir bağırdı ki kurşun onu delip geçti sanmıştım.

 

"VURUYORLAAAR! YENGE!"

 

Ardından bir el daha ateş edildi. Bu sefer ses daha yakından gelmişti. Arkama dönüp baktığımda uzakta toz kaldıran bir araç belirdi. Peşimize düşmüşlerdi!

 

"Daha hızlı sür, Fırat!" diye bağırdım.

 

"Daha hızlı sür diyor ya, tabii ya, tabii ya! Araba uçacak zaten, kanatlarını açıp havalanmayı bekliyor!" diye söylendi ama yine de gaza bastı.

 

Mehlika korkuyla bana baktı. Gözleri doluydu ama ağlamıyordu. Küçücük elleri kollarıma sıkıca sarıldı. Ona güven vermek için saçlarını okşadım.

 

"Merak etme, güzelim. Kimse sana dokunamayacak," dedim. Ama kendimi de ikna edebilmiş miydim, bilmiyordum.

 

Arkadan gelen arabanın sesi daha da yaklaşınca, Fırat'ın sesi titremeye başladı.

 

"Yenge, sen dövüş falan biliyorsun o gün bana neler yaptığını hatırla!"

 

"Silahın var mı?" dedim hiç düşünmeden

 

"Var."

 

"Ver onu bana."

 

Arkama dönüp gelen araca baktım. Yaklaşıyorlardı. Çok yaklaşıyorlardı. İçimden derin bir nefes aldım.

 

"Doğu gelene kadar hayatta kalmamız lazım" dedim.

 

Fırat başını sertçe salladı. "Olmaz yenge, katil olup içeri girmen eksikti bir."

 

Gözlerimi kıstım. "Fırat! Doğu gelince zaten cehennemi hep beraber izleyeceğiz, bari ölümümüz şaşalı olsun."

 

Fırat yutkundu. "Rabbim bende senin aciz bir kulunum." Torpidoya uzanıp silahı aldı.

 

"Ama lütfen önce Allah rızası için şu adamlara bir şey yapmadan önce beni uyar."

 

Bir kurşun daha arabanın camına isabet etti. Cam çatladı ama kırılmadı.

 

Fırat çığlığı bastı. "UYARMIYORSUN, YENGEE!"

 

Mehlika'nın başını dizlerime gömdüm.

 

"Beni vuracaklarsa ne olur kafama nişan alsınlar yenge! Böyle yaşamak istemiyorum! Başka silah yok, plan yok, çocuk kaçırdık, ben çamura her gün seninle daha çok batıyorum, Allah'ım ne olur bir mucize!"

 

Fırat hâlâ direksiyona yapışmış, panikle bağırıyordu. "Yenge, yetiştiler! Vallahi az önce burnumun dibinden kurşun geçti! Ağabeyim beni sağ bıraksa bile kalp krizinden öleceğim!"

 

Arkamızdaki araç, tozu dumana katarak üzerimize doğru geliyordu. Adamlar camdan sarkmış, silahlarını bize doğrultmuştu.

 

Silahı kaptığım gibi pencereyi açtım, yarı belime kadar dışarı sarktım. Rüzgâr yüzüme çarparken arkamızdaki araca odaklandım.

 

"YENGEE! DÜŞECEKSİN, İÇERİ GİR! SENİ SAĞLAM TESLİM ETMEM LAZIM!"

 

Fırat'ın bağırışlarını duymamaya çalışarak silahı kaldırdım, gözlerimi kısıp nişan aldım. Hedefim adamlar değil, lastiklerdi. Onların hızını kesmemiz gerekiyordu.

 

Kurşun havayı yırtarak geçti, arka lastiğin yanından sıyırdı.

 

Fırat çığlık attı. "YENGEEE! VURAMADIN!"

 

Derin bir nefes aldım. Arabamız patika yolda hızla sarsılırken bir kez daha hedefe kilitlendim. Bu sefer elim titremedi.

 

Lastiğe tam isabet!

 

Arabadaki adamlar sarsıldı, direksiyon hâkimiyetini kaybettiler. Fırat aynadan gördüğü manzaraya inanamıyormuş gibi bir kahkaha attı.

 

"YENGEE! MARDİN'İN BATMANI MISIN SEN?!"

 

"Fırat, dikkatini yola ver!" diye uyardım.

 

Ama peşimizdeki adamlar pes etmemişti. Araba yalpalasa da sürücüsü kontrolü toparlamıştı. Silah doğrultarak bize ateş etmeye devam ettiler.

 

Bir kurşun, arabanın bagajına saplandı. Bir diğeri arka camı sıyırıp geçti.

 

Fırat panikle bağırdı: "YENGE! ONLAR DA SIKIYOR! HEM DE GERÇEKTEN SIKIYORLAR!"

 

Silahı yeniden kaldırdım, bu sefer ön lastiğe nişan aldım. Adamlar tam silahlarını ateşleyecekken ben onlardan önce davrandım.

 

Ön lastik patladı. Araba kontrolünü tamamen kaybetti, büyük bir toz bulutu içinde kayalara çarparak savruldu.

 

Fırat ağzı açık dikiz aynasından manzarayı izlerken, "Yenge?!" diye fısıldadı.

 

Silahı indirip içeri çekildim, derin bir nefes verdim. "Bizi arkadakiler değil, ama Doğu geldiğinde beni öldürebilir iyi ki başını belaya sokma dedi al işte hep kötüyü çağırdı."

 

Fırat başını salladı. "Evet, ama önce beni öldürecek."

 

Sonra, bir saniye sessizlik oldu.

 

Ardından, Fırat yavaşça gülümsedi. "Ama biliyor musun yenge?"

 

Gözlerimi ona diktim. "Ne?"

 

Direksiyonu sıkıca tutarken gururla başını salladı.

 

"O gün iyi ki seni kaçırmışım vallahi hayatımda yaptığım en iyi hareketlerden bir tanesiymiş. Sen zaten hep buraya aitmişsin buraya gelince bir açıldın özüne döndün."

 

Fırat, hızı biraz azalttıktan sonra bana dönerek gözleri parlamıştı, "Yenge, senin nişan alma yeteneğin harika bize katılmaya ne dersin?" dedi. Gururla gülümsüyordu. "Bir kahraman gibisin, şimdi seni daha çok takdir ediyorum."

 

Gözlerimi yola odakladım. Ama içimde bir endişe vardı. "Fırat, dikkatli ol. Gözünü yoldan ayırma."

 

"Merak etme, yenge ben de senin kadar yetenekliyim," dedi Fırat gülümseyerek. "Asfalt üzerinde kaymazsak, birkaç dakikada arayı açarız."

 

Tam bu sırada, önümüze aniden başka bir araba çıktı. Fırat, refleks olarak direksiyonu kırdı ama iş işten geçmişti.

 

"Fırat, dikkat et!" diye bağırdım.

 

Arabayı ağır bir frenle durdurmayı başardı, ama bu durumda ikimiz de öne doğru savrulduk. Arkadaki aracın peşimizden gelmesi de cabasıydı.

 

İki taraftan da pusuya alınmıştık. Yolun her iki tarafında da adamlar belirmişti. Gözlerim dehşetle açıldı.

 

Fırat, şaşkın gözlerle etrafa bakarken, adamlar yavaş yavaş arabamıza yaklaştı. Silahlarını çıkararak bizleri tehdit ediyorlardı. "İnip kızı bize verin!" diye bağırdılar.

 

Arabanın etrafını sarıp silah tutan adamların sayısı arttıkça, içimdeki endişe daha da büyüdü. Fırat, silahının mermilerini kontrol ederken yüzündeki ifade ciddileşti. "Yenge, sakın arabadan inme!"

 

Gözlerimi camdan içeriye bakan adamlardan ayırmadan, "Hayır, Fırat. Sen Mehlika'yı koruyacaksın. Ben iniyorum, Doğu gelene kadar onları oyalarım sen sakın onu bırakma."

 

Kapıyı açıp dışarı adım attığımda, içimdeki korku ve kararlılık birbiriyle savaşıyordu. Silahlı adamlara doğru yürüdüm, aralarındaki mesafeyi açarak onların dikkatini çekmeyi hedefliyordum. Kalbim hızlı hızlı atarken, elimdeki silahı sıkıca kavradım.

 

"Buradayım!" diye haykırdım, sesim gergin ama güçlüydü. Adamların bana doğru döndüğünü görebiliyordum. Onların yüzlerindeki tehditkâr ifadeyi gördüğümde, aralarında bırakmam gereken mesafeyi yavaşça kapattım.

 

Silahımı doğrultarak, "Sakın yaklaşmayın!" dedim. Sesimdeki kararlılığı hissettirmek için tüm gücümü kullandım.

 

Silahlı adamlar gülümsemeyi denedi, ama gözlerinde yatan tehdit hiç de hoş değildi. İçimdeki cesareti besleyen şey, Mehlika'nın güvenliğiydi. Onu korumak için ne gerekiyorsa yapmalıydım.

 

Bir adım daha attım, silahı daha da sıktım. "Dediğimi yapmazsanız, bunun sonuçlarına katlanmak zorunda kalırsınız," dedim, tehditkâr bir ses tonuyla.

 

Fırat'ın arkamdan seslendiğini duydum, ama onu duymazlıktan gelerek dikkatimi adamlara odakladım. Elimle arabayı göstererek, "Onu buradan bırakın defolun gidin. Aksi takdirde başınız büyük dertte!"

 

Aralarındaki gergin hava yoğunlaşmıştı. Onlar da benim cesaretimi gördü ve geri adım atmak yerine, daha da ileri geldiler. Ama bu sefer geri adım atmak yoktu. Benim amacım onlara, Mehlika'nın güvenliğini asla riske atmayacağımı göstermekti.

 

İçimdeki cesaretle onlara meydan okuduğum sırada, aralarından birinin öne çıktığını fark ettim. Dükkanda ki yaşlı, sarsak adam, beni tehdit edercesine yaklaştı.

 

"Sen kimsin ki burada benim adamlarıma karşı duruyorsun?" dedi, sesi kalın ve alaycıydı. "Bilmiyorsun ama bu işte kaybeden sensin. Senin gibi biri, bu kadar güçlü adamlara karşı hiçbir şey yapamaz o yüzden bas git yoluna."

 

Onun alaycı tavrı, içimdeki öfkeyi alevlendirdi. "Beni küçümseme. Bu söylediklerine çok pişman olacaksın," dedim, sesimi yükselterek.

 

Gözlerimi ondan ayırmadan, "Kızı rahat bırakmazsanız, başınıza büyük dert açılır. Şimdi bile, arkanızda ne olduğunu bilmiyorsunuz," dedim, tehditkâr bir gülümsemeyle.

 

Yaşlı adam, alaycı bakışını sürdürdü. "Seni burada kimse dinlemez kadın başına ne yaptığını bilmiyorsun ama merak etme benim adamlarım seni ne yapacaklarını çok iyi biliyorlar" dedi, sesindeki soğuk tonda bir tehdit barındırıyordu.

 

"Tehlikede olan sen olacaksın!" dedim, içimdeki öfkeyle. "Ben buradayken kıza bir şey olmasına asla izin vermeyeceğim. Bunu yapmayı denemek bile senin için çok kötü sonuçlanır."

 

Bütün cesaretimle ona meydan okudum. Onun gözlerindeki alaycılığı kıracak olan benim irademdi.

 

Gözleri, daha da sertleşmişti. "Senin gibi biriyle uğraşmak benim için çok kolay. Birkaç kelimeyle seni etkisiz hale getirebilirim. Kızın hayatı, benim parmaklarımın ucunda."

 

Bu sözleri duyduğumda içimde bir öfke patladı. "Beni tanımadığını sanırım. O yüzden senin parmaklarınla değil, benim cesaretimle karşılaşacaksın. Bir kız çocuğu için ne kadar ileri gidebileceğimi henüz bilmiyorsun."

 

Gözlerimin derinliklerinde bir ateş yanıyordu. "Onu bırakmazsan, asıl sen pişman olacaksın. Beni hafife alma. Burada tek başıma da olsam, bu durumu değiştirecek güce sahibim."

 

Yaşlı adamın alaycı gülümsemesi kayboldu. Bir an duraksadı ve bu sırada onun arkasında duran diğer adamlara baktım. Gözlerindeki tereddüt, benim için bir fırsattı. İçimden geçirdiğim düşünceler hızla şekilleniyordu. Onların ne kadar zayıf olduklarını görebiliyordum.

 

"Senin için bu işin sonu pek iyi olmayacak," dedi.

 

"Ne yaparsan yap, sen ve adamların beni geçip onu alamazsınız" dedim, sesimdeki titreme yerini keskin bir kararlılığa bıraktı.

 

 

Yaşlı adam, bana doğru birkaç adım attı. "Kanının dökülmesini istemiyorsan, bu sefer geri adım atmalısın."

 

"Sen de benim kim olduğumu anlamalısın," dedim, cesaretimi topladım. "Hayatta kalmak için savaşan birini asla hafife alma. İster korkumdan, ister cesaretimden olsun, bugün seni ben bitireceğim."

 

Bu sözlerim, yaşlı adamın gözlerindeki kararsızlığı daha da belirgin hale getirdi. Şimdi onun ne yapacağını merak ediyordum. Arkadaki adamlara da bir göz attım. Onların da dikkatini çektiğimi hissedebiliyordum.

 

Artık daha fazla uğraşmak istemiyordum. İçimdeki gerginlik, zihnimin kenarlarında dolaşmaya başladı. Sıkkın bir tavırla silahımı kaldırdım, yaşlı adama doğru doğrultarak kendimi toparlamaya çalıştım.

 

"Beni daha fazla oyalama," dedim, sesimdeki titremeyi bastırarak. "Şimdi gitmemize izin verirsin ya da başına gelebilecek hiçbir şey benim sorumluluğumda değil."

 

Silahı ona doğru tutarken, gözlerimdeki kararlılık değişmedi. Ne olursa olsun, Mehlika'nın güvenliği için savaşmaya devam edecektim. Geri adım atmaktan ziyade, bu durumu bir an önce sonlandırmayı istiyordum.

 

Yaşlı adamın yüzünde, bu beklenmedik tavrım karşısında bir şaşkınlık belirdi. "Senin bu tehditlerinle korkacak bir adam değilim," dedi, ama sesindeki alaycılığın tonu azalmıştı.

 

"Bunu senin için değil, onun için yapıyorum," dedim, silahı hala doğrultarak. "Bir daha düşün. Eğer yanlış karar verirsen, sonuçları ağır olabilir."

 

"Senin bu oyunların, hem seni hem de adamlarını tehlikeye atabilir."

 

Yaşlı adam, kararsızlık içinde geri adım atmayı düşündüğünü belli etti. Bu durumu değerlendirmek için bir fırsattı. "Şimdi, hemen gitmemize izin ver. Başka bir şansın kalmadı," dedim, kararlı bir ses tonuyla.

 

Eğer bu oyunu kaybedeceksek, bunun için bir bedel ödeyecektik. Ve ben, bu bedeli ödemeye niyetli değildim.

 

"Utanmıyorsun değil mi?" dedim, sesim yükseklik kazandı. "Kızın yaşındaki bir kızla evlenmek isterken, senin gibi birinin yüzüne tüküreyim! Bunca yıl yaşayıp, hâlâ bu kadar aşağılık düşüncelerle dolu olabilmek ne kadar rezil bir durum!"

 

Öfkem, sözlerime yansıdı. İçimdeki isyan, onu daha da cesaretlendirdi. "Bu kadar iğrenç bir zihniyete sahip olduğun için iğreniyorum! Kızın yaşındakine göz dikerek, hayatını nasıl mahvedebileceğini düşünemeyecek kadar zavallısın."

 

Yaşlı adamın ifadesi değişti. Gözlerindeki öfke, onu kontrol edemeyeceğimi düşündüğüm anlar yaşattı. Ama benim için korku söz konusu değildi sadece adalet arayışı vardı. "Senin gibi birinin, onun hayatını mahvetmesine izin vermeyeceğim! Kendi işlerine dön ve kızı bırak!"

 

Sözlerim, tıpkı bir ok gibi hedefini buldu. Onun alaycı tavrı, yerini tedirgin bir ifadeye bıraktı. Ama ben durmayacaktım. "Bu iğrenç düşüncelerini bırak, yoksa seni burada durduracak güce sahip olduğumu göreceksin."

 

Her kelimem, onun kararlılığını sarsmak için bir silah gibiydi.

 

 

Yaşlı adam, silahını havaya kaldırarak tetiğe bastı. "Bir dahaki kurşun senin beyninde son bulacak," dedi, sesi alaycı ve tehditkâr bir tonla yankılandı. Gözlerimdeki öfke, korkunun yerini almasına izin vermeden daha da büyüdü.

 

Tam o sırada, arka planda bir arabanın sert fren sesi yankılandı. Bu ses, ortamda bir sarsıntı yarattı. Adamın dikkatini üzerimden çekip sese döndüğünü gördüm. Kalbimde beliren bir umut, fren sesinin getirdiği gürültüyle birlikte içime doldu. Belki de bu, kurtuluşumuzun ilk adımıydı.

 

"Hemen geri çekilin!" diye haykırdı.

 

Doğu, arabadan indiğinde, etrafı saran gergin hava aniden değişti. O an, sert ve etkileyici bir ses yankılandı. "Geri çekil!" diye haykırdı, sesi öyle güçlüydü ki, tıpkı bir şimşek gibi etraftaki her şeyi aydınlattı.

 

"Şimdi tehditlerinde ne kadar yanıldığını göreceksin," dedim. Yaşlı adama doğru fısıldarken sesim titremedi, aksine kendimden emin bir tonda yankılandı. Etrafımda oluşan gerilim, benim içimdeki cesareti artırıyordu.

 

Doğu'nun bağırışı, yaşlı adamın ve etrafındaki diğerlerinin yüreklerine korku saldı. Gözleri, Doğu'nun kararlı duruşuna odaklandı onun sesi, sadece bir emir değil, aynı zamanda bir tehdit gibiydi. Yavaş ama kesin adımlarla ilerlerken, her bir hareketi güven ve otoriteyle doluydu.

 

Arabadan indiği an etraftaki hava aniden değişti. Gelişi, adeta bir fırtınanın habercisi gibi hissedildi. Soğuk bir rüzgârın estikçe etrafındaki her şeyi savurduğu gibi, Doğu'nun varlığı da korku ve tedirginliği beraberinde getirdi.

 

Yavaş ama kararlı adımlarla yürürken, her hareketi belirgin ve etkileyiciydi. Yüzünde soğukkanlı bir ifade vardı ama bu ifadenin ardında bir volkanın patlamaya hazır bekleyişi saklıydı. Herkes, tanıdıkları bu adamın asla affetmeyeceğini biliyordu onun kararlılığı, karşısındaki her türlü düşman için bir uyarıydı.

 

Doğu, yaşlı adamın önüne geldiğinde, gözleri öfkeyle parladı. Bakışları, adeta bir kılıç gibi keskin ve etkileyiciydi.

 

Yaşlı adam, karşısındaki bu sert duruş karşısında geri çekilme hissi duydu. Doğu'nun kendine güvenen tavrı ve kararlılığı, aralarındaki mesafeyi daha da açtı. Herkes, bu karşılaşmanın korkunç bir sonuç doğurabileceğini hissetti.

 

Ardından, Doğu'nun omuzları gerildi, vücut diliyle bir saldırı bekliyormuş gibi hazırlandı. Etrafındaki her şey, onun varlığıyla ağırlık kazandı.

 

Doğu'nun sesi, gergin havayı yırtarcasına yankılandı. "Karımdan uzaklaş! Bir daha bu kadar yaklaşırsan, ölüden bir farkın kalmaz," dedi, tehditkâr bir tonla. O an, adamın gözlerindeki korkuyu görebiliyordum. Doğu'nun kararlılığı ve gücü, ortamda aniden bir otorite yarattı.

 

Adam, gerilerken Doğu "Burada ne oluyor?" diye sordu. Gözleri, Doğu'nun sert bakışlarıyla buluştuğunda, sanki dünya üzerindeki tüm cesareti elinden alınmış gibiydi. "Ağam!" dedi, sesi titrek bir hal aldı. "Sana bir saygısızlık etmek istemedim, Hanımın olduğunu bilmiyorduk."

 

Doğu'nun ifadesindeki sertlik, bu sözlere daha da belirginleşti. "Bilmiyordun öyle mi?" dedi, sesi bir tehdit gibi havada asılı kaldı. "Ama yine de bir kadına bu kadar adam silah doldurtabilmişsiniz?!"

 

Adam, Doğu'nun tehditkâr duruşu karşısında daha da geri çekildi.

 

Adam, kendini savunurcasına Doğu'ya döndü. "Evleneceğim kadını kaçırdı," dedi, sesi biraz daha cesur çıkıyordu ama gözlerinde hâlâ korku vardı.

 

Sözleri sanki bedenime işkenceler ediyordu daha fazla dayanamıyordum. Sinirle araya girdim, "Karım dediğin küçücük kız!" diye haykırdım. Elimdeki silahı yeniden ona doğrulttum. "Hadi, bir daha söyle! Onun yaşındaki biriyle evlilik edebileceğini mi düşünüyorsun?"

 

Adamın üstüne doğru adım attım ve silahımı onun göğsüne doğrultarak sesimi yükselttim. "Bu kızla evlenmeyeceksin! Öldürürüm seni, yoksa!" dediğimde, içimdeki öfke ve koruma içgüdüsü bir araya gelerek beni sarmaladı. O an, onun yüzündeki korkunun tatmini yaşıyordum.

 

Ama tam o sırada Doğu araya girdi. "Rona, sakin ol," dedi, sesi yumuşak ama kesin bir otorite taşıyordu. Gözlerinin içine baktım. "Silahı bana ver."

 

Düşünmeden silahı saha çok sıktım parmaklarımın arasında. "Hayır, Doğu!" diye haykırdım. Ama o, gözlerimdeki kararlılığı görünce, bana daha da yaklaşarak elimi tuttu.

 

"Gözlerinin içine bak," dedi. "Sakin ol. Bunu senin yerine ben halledeceğim."

 

Doğu, silahı yavaşça elimden alıp beline koyduğunda arkada ki adamların gözleri, Doğu'yu gördükleri an silahlarını indirmişti. O an, onun varlığının ne kadar güçlü olduğunu bir kez daha anladım.

 

Yaşlı adam, mahcup bir tavırla ama hâlâ kararlı bir şekilde, "Kızı verin, gidelim. Bu iş burada kapansın," dedi. "Benide affet ağam."

 

Bu sözleri duyduğumda, içimde bir öfke kabardı. "Asla alamazsın onu!" diye bağırdım, tüm cesaretimle adama doğru atıldım. "Cesedimi çiğnemeniz lazım"

 

İçimdeki koruma içgüdüsü, kalbimin hızla atmasına neden oluyordu. Adamın yüzündeki mahcubiyetin ne kadar samimi olduğunu sorgulamakla birlikte, asla pes etmeye niyetim yoktu. Onun kararlılığı, benim mücadelemi daha da güçlendiriyordu.

 

Doğu, beni arkasına alarak adama döndü ve sesi sertleşerek, "Sen kimlerdensin?" dedi. Sanki onun bu güçlü duruşu, benim içimdeki öfkeyi daha da körüklüyordu.

 

Adam, yanıt vermekten çekinmedi. "Ben Tozan köyündenim, köyün ağasıyım. Amcası da bu kızı bana verdi. Benim hiç çocuğum olmadı soyumun devam etmesi için bu kızla evlenmem gerek."

 

Bu sözleri duyduğumda içimdeki öfke kabardı. Ne cüretle böyle bir şey söyleyebiliyordu? "Soyunun devam etmesi için küçük kızla evleneceksin ha!" diye bağırdım, sesimdeki titremeyi hissetmeden edemedim. "Sadece bir nesil devam ettirmek için bir insanı bu şekilde kullanmak, senin kalbini nasıl rahatlatıyor? Bu kızın okuması lazım evlenmesi değil!"

 

Doğu, yanımda durarak bana güven veriyordu. Onun varlığı, bu çatışmada yalnız olmadığımı hatırlatıyordu. "Rona, sakin ol," dedi ama içimdeki öfke onu dinleyecek gibi değildi.

 

"Bu yaptığın sapkınlık! Bu kız, senin oyunların için bir malzeme değil!" dedim, karşımdaki adamın bakışlarındaki pişmanlığı görememekle birlikte, ona karşı durmaya kararlıydım.

 

Doğu'nun duruşu, bana güç veriyordu ama adamın söyledikleri içimde bir ateş yakıyordu. "Bunu yapmana asla izin vermeyeceğim. Elif, senin pis işlerine alet edilecek bir oyuncak değil!"

 

Kalbim hızlı bir şekilde çarpıyordu ama bunun sonunu görecektim.

 

Doğu'ya dönüp, gözlerimdeki korkuyu gizleyemeden, "Doğu, çok küçük daha. Vermem onu!" dedim. Sesim titriyordu ama içimdeki kararlılığı hissettirerek, adamın söylediklerini unutmak istemiyordum.

 

Doğu, yüzümdeki endişeyi görerek bir an duraksadı. "Rona, sakin ol." dedi, ama ben onun bu sözlerinin yeterli olmadığını biliyordum.

 

"Bu yaşlı adamın, kızı alıp gitmesine asla izin veremem. Mehlika daha çocuk, onun hayatıyla oynayamaz," dedim, içimdeki öfkeyi bastırmakta zorlanarak.

 

"Yalvarırım, Doğu. Onu koru!" dedim, gözlerimi ondan ayırmadan.

 

Adam, sözlerimi duyduğunda yüzünde bir korku belirdi. "Ağam," dedi, sesi titreyerek. "Amcası bana verdi, evleneceğiz. İki güne düğünümüz var."

 

Bu cümleler, içimdeki öfkeyi daha da artırdı. "Ne düğünü?" Adamın korku dolu bakışları Doğu'yu buldu.

 

Doğu, adamın yüzüne dönerek sert ve tehditkâr bir şekilde, "Düğün müğün yok!" dedi. Sesindeki ton, sanki çevredeki havayı değiştirmişti. Korku dolu bakışlar, adamın gözlerinde daha da belirdi.

 

"Bu kızın hayatını mahvedemezsin," diye devam etti. Gözleri, adamın içindeki korkuyu daha da derinleştiriyordu. "Eğer bu konuda ısrar edersen, senin için sonu kötü olur."

 

Adam, Doğu'nun sert bakışları altında ayakta durmakta zorlanıyordu. "Amcası kızı bana vermiştir!" diye itiraz etti, ama Doğu'nun tehditkâr duruşu onu daha da köşeye sıkıştırmıştı.

 

Doğu, adamın gözlerinin içine sertçe bakarak tekrar konuştu. "Sen beni duymuyorsun herhalde. Kızla evlenmeyeceksin dedim! Şimdi al köpeklerini, defol git buradan! Bir daha seni gözüm görmesin!"

 

Bu sözler, ortamdaki gergin havayı daha da yoğunlaştırdı. Doğu'nun sesi, öfke ve kararlılıkla doluydu. Adamın yüzündeki korku belirginleşirken, bu anın gücünü hissediyordum.

 

"Burası benim toprağım, senin gibilerin yerleri değil!" dedi Doğu, sesi titremeden yankılanıyordu. O an, yanımda duran bu adamın gücünü ve cesaretini tüm kalbimle hissettim.

 

Doğu, adamın gözlerindeki korkuyu daha da derinleştirerek devam etti. "Hele ki karıma yaptığın saygısızlıktan dolayı, bunu asla affetmeyeceğim!" Sözleri, kararlılığının ve öfkesinin bir yansımasıydı.

 

Adam, Doğu'nun sert bakışları altında iyice gerildi. "Ben sadece...," diye başladı ama Doğu'nun ondan beklentisi olmadığı belliydi.

 

"Benim karıma bir daha saygısızlık etmeye cesaret etme!" diye bağırdı Doğu, sesi öyle bir tonda yankılandı ki, etrafımızdaki her şey durakladı. "Burada ben varım ve senin bu konuda söz hakkın yok! Şimdi defol!"

 

Bunun üzerine adam, tehdit ve korkunun karıştığı bir ifadeyle arkasına döndü. Sanki Doğu'nun her kelimesi, onu geriye iten görünmez bir güç gibiydi.

 

O an, içimdeki cesaret bir kez daha kabardı. Doğu'nun yanında olmak, yalnızca küçük bir çocuğun değil, kendi hayatımı da korumak için bir savaşa girmeye hazır olduğumu hissettiriyordu.

 

Adam tereddüt etti ama gitmek istemiyordu. Gözleri arada Mehlika'nın içinde olduğu arabaya kayıyordu sonra ise kısa bir an beni buldu. İçinde saf öfke vardı.

 

"Ağa!" diye haykırdı Doğu, sesindeki otorite ve aciliyetle. "Hadi, hemen defolun buradan!"

 

Adam, Doğu'nun sert bakışlarının altında ne yapacağını bilemez halde, adamlarına işaret verdi. Hızla arabalarına doğru yöneldiler, ama gözleri Elif'in bulunduğu arabadan bir an bile ayrılmıyordu.

 

"Hayde!" dedi Doğu, sesi öfkeyle yankılanıyordu.

 

Bu tehdit, havayı daha da gerginleştirirken, adamlar arabalarına binerken bir anlık tereddüt yaşadılar.

 

Arabalarını yoldan çekip geri döndüklerinde, Doğu ve ben kalmıştık sadece. O an, etraftaki sessizlik çok yoğun bir hal almıştı. Doğu'nun gözleri yavaşça üzerimde dolaşırken, kendimi o bakışlardan kaçınmak zorunda hissettim. Gözlerimi kaçırma zahmetinde bulunmuş olmama rağmen, kalbim yine de hızlı hızlı çarpıyordu.

 

"Rona," dedi, sesi biraz daha yumuşak bir tonla.

 

Doğu'nun ne diyeceğini anladığımdan, sözünü keserek ona yaklaştım. Bir adım attığımda, göğüslerimiz birbirine çarptı. O an, aramızdaki mesafenin azaldığını hissettim. "Teşekkür ederim, Doğu," dedim, ona içten bir şekilde bakarak.

 

Doğu ise gözlerini üzerimde oyaladı, belirsiz bir ifadeyle. "Ne yapacağım ben seninle?" dedi, sesi endişe ve kararlılık arasında gidip geliyordu. Gözlerindeki yoğunluk, hissettiğim korku ve cesareti daha da belirgin hale getiriyordu.

 

"Bilmiyorum," dedim, sesim titrek bir şekilde yankılandı.

 

Bir eli yavaşça belime doğru yükseldiğinde gözlerimi gözlerinden çekmedim. "İyi ki başını belaya sokma dedim hiçbir zaman beni dinlemiyorsun. Sen dışarı çıktığın her an diken üstündeyim telefonum çalacak diye bekliyorum ki beklediğim de oldu."

 

İlerideki Mehlika'nın olduğu arabaya doğru döndüm. "Bu seferki farklıydı Doğu, onu orada bırakamazdım."

 

"Anlıyorum Rona," dedi Doğu, gözlerinde bir hüzünle. "Ama en başında bana haber vermeliydi . Ben biraz geç gelseydim, sana bir şey yapsaydı, onu yaşatır mıydım sanıyorsun?"

 

Sözleri, kalbimde bir ağırlık bıraktı. "Biliyorum, haklısın," dedim, sesim titrek bir şekilde. "Ama onun hayatı tehdit altındayken, beklemeye tahammül edemedim. Onu yalnız bırakmak istemedim."

 

Doğu, derin bir nefes aldı. "Benim de senin güvenliğin için endişelerim var. Geç kaldığım her an, tehlike daha da artıyordu." dedi.

 

Kafamı eğdim. "Biliyorum, ama onu orada bırakmak, benim için imkansızdı. Sadece o an kaçmayı düşündüm."

 

Sanki çok yorulmuştum artık ayaklarım bile yere zor basıyordu. İçimdeki gerginlik, tüm bedenime yayılmıştı. Kolumu iki yanından Doğu'nun beline sarıp, hiç beklemediğim bir anda ona sarıldım. Bu anın rahatlatıcı etkisi, yorgunluğumu biraz olsun unutturdu. Doğu, yorgun olduğumu anlamıştı, çünkü hemen ellerini sırtıma koyup beni sıkıca kendine bastırdı.

 

Doğu, benimle kavga etmeyi sanki sonraya bırakmış gibi derin bir nefes aldı. Gözleri, uzaktaki arabaların yolda bıraktığı parçaları tararken, yüzünde belirsizlik ve endişe karışımı bir ifade belirdi. "Bu parçalar ne?" diye sordu dikkatini çeken metal ve cam kırıklarını işaret ederek.

 

Başımı göğsüne daha çok yaslayarak yüzümü gizledim.

 

"Rona?"

 

"Biraz stres attım ama bilerek ıskaladım merak etme yoksa o konuda da en iyisiyim."

 

"Bilmez miyim." Kelimeleri uzatırken bende ondan ayrılmıştım.

 

İleri bir adım attım, sesimi mümkün olduğunca sakin ama kararlı tuttum.

 

"Doğu."

 

Başını kaldırdı. Bir adım atıp arabanın kapısını açtım, başımla içeriyi işaret ettim.

 

"Mehlika'yla tanış," dedim yavaşça.

 

Doğu'nun kaşları çatıldı, bakışları kapının içinde büzülmüş duran küçük kıza kaydı. Küçük ellerini sıkmış, bana sığınmaya çalışan bir yavru gibi kısılmıştı köşeye. Gözleri Doğu'ya korkuyla baktı.

 

Doğu, arabanın kapısını geldiğinde küçük kızın büzülmüş hâlini gördü. Minicik ellerini dizlerine sıkıca bastırmış, gözlerini Doğu'ya kaldırmıştı. Korkuyla çekindiği belliydi ama kaçmak yerine yerinde donup kalmıştı.

 

Doğu, bir an için kıpırdamadı. Sanki zaman durdu, nefesi kesildi. Yüzüne öyle bir ifade yayıldı ki... Ne öfkeydi, ne şaşkınlık. Bambaşka bir şeydi bu. Derin, eski, içinde çok fazla şey saklayan bir duygu.

 

Gözleri, kızın solgun yüzünde, titreyen kirpiklerinde, kollarına sardığı incecik bedeninde gezindi. Küçük kızın ürkek bakışlarını yakalayınca, kaşları hafifçe çatıldı. Ama bu bildiğim Doğu'nun sert ifadesi değildi. Daha çok... yüreğine bir şey saplanmış gibi bir ifadeydi.

 

Öylece durdu, bakmaya devam etti. Hiçbir şey söylemeden.

 

O an anladım. Doğu, Mehlika'nın gözlerinde bir şeyler görüyordu. Belki küçüklüğünü, belki kendini... Belki de yarım kalan bir şeyleri.

 

Göğsümde tuhaf bir sızı hissettim. O sızının ne olduğunu biliyordum. Bir insanın, bir başkasına böyle bakmasını daha önce hiç görmemiştim.

 

O sert, mesafeli adam, tam karşımda, küçük bir çocuğa dünyadaki en dikkatli, en incitmekten korkar gibi bakan gözlerle bakıyordu.

 

Sanki sadece küçük kızı görmüyordu.

 

Sanki kendini de görüyordu.

 

İki çocuğunda omzuna hayat en ağır yüklerini bırakmıştı.

 

Mehlika, Doğu'nun gözlerini yakalayınca bir an daha da küçüldü, sanki koltukla bütünleşmeye çalışıyordu. Gözleri kocaman açılmış, dudakları titriyordu. Minicik elleri dizlerinde sıkılı duruyordu ama sesi, o titrek sesi, arabadaki tüm gürültüyü bastırarak içime saplandı.

 

"Bu kim?" diye fısıldadı. Sonra yutkunup gözlerini tekrar bana çevirdi. "Beni ona verecek misin?"

 

Nefesim kesildi.

 

Elimi usulca onun küçük elinin üzerine koydum, sıcaklığımı hissetsin diye hafifçe sıktım. "Hayır." Sesimin ne kadar yumuşak çıkması gerekiyorsa o kadar yumuşak tuttum. "Kimse seni birine vermeyecek."

 

Doğu, kaskatı kesildi. Kızın o sözleri bir tokat gibi yüzüne çarpmış gibiydi. Kaşlarının arasındaki çizgi derinleşti, nefesi belli belirsiz değişti. Ama en çok gözleri... Gözlerindeki o ifade...

 

Gözlerini Mehlika'dan ayırmadan, sesini yavaşça alçalttı. "Kimse seni zorla götüremez."

 

Mehlika yine yutkundu ama bu kez Doğu'ya bakarken gözlerindeki korkunun yerini dikkat aldı.

 

Doğu, küçük kızın ellerine baktı. Sonra gözlerini kaçırmadan, ilk kez yumuşak bir ifadeyle ekledi "Güvendesin."

 

"Doğu... Doğu benim kocam."

 

Kelimeler dökülürken Doğu'nun bana döndüğünü hissettim. Ama küçük bedenin dikkatini asıl çeken, "kocam" kelimesi olmuştu. Gözlerini kocaman açıp bir Doğu'ya, bir bana baktı.

 

"Senin kocan mı?" diye fısıldadı.

 

Gülümsedim, onu rahatlatmak için başımı salladım. "Evet."

 

Küçük yüzü biraz yumuşadı, ama hâlâ temkinliydi. Sonra Doğu'ya döndü, başını hafifçe yana eğdi ve ince bir sesle sordu.

 

"O zaman... O da iyi biri mi?"

 

Doğu'nun gözleri benimkilere kilitlendi. Cevap vermemi bekliyordu.

 

Derin bir nefes aldım ve en içten sesimle cevapladım. "Evet. O da iyi biri."

 

Doğu'nun bakışları hâlâ Mehlika'nın üzerindeydi. Küçük kız, ona temkinli ama meraklı gözlerle bakıyordu. İçimde bir şeylerin değiştiğini hissedebiliyordum, Doğu'nun içindeki o derin sessizliği, ve küçük kızın sözlerinin ona neler yaptığını görebiliyordum.

 

Ama burada durup daha fazla vakit kaybedemezdik.

 

Doğu, bir an daha Mehlika'ya baktıktan sonra derin bir nefes aldı ve aniden başını çevirip Fırat'a döndü. Sesi kesin ve buyurgandı.

 

"Sen benim arabamı al, konağa gidiyoruz."

 

Fırat, şaşkınlıkla direksiyon başında geriye yaslandı. "Ben götürürüm ağabey—"

 

Doğu'nun sert bakışı cümlesini yarıda kesti. Fırat, kısa bir tereddütten sonra iç çekerek kapıyı açtı ve arabadan indi.

 

Doğu, hızla Fırat'ın boşalttığı yere geçti. Direksiyonu kavrayışı tanıdıktı, sanki biraz önce yaşanan ne varsa bir kenara bırakmış, odaklanması gereken tek şeye dönüş yapmış gibiydi. Motorun homurtusuyla birlikte, arabayı ileri sürdü.

 

Arka koltukta, küçük kız yanıma daha da sokuldu. Küçük elleri hırkamı tutarken, sesi fısıltı gibi geldi.

 

"Nereye gidiyoruz?"

 

Parmaklarını nazikçe okşadım, gözlerimi dikiz aynasından Doğu'ya kaydırarak cevap verdim.

 

"Güvenli bir yere, evime."

 

 

Doğu, konağın büyük demir kapılarından içeri girerken arabayı biraz daha sert sürdü. Lastikler taşlı yolda gıcırdayarak ilerlerken, içimdeki gerginlik iyice arttı. Mehlika sessizce yanıma sokulmuş, ince parmakları hırkamı tutmaya devam ediyordu. Küçük kalbi avuçlarımın içinde atıyormuş gibi hissediyordum.

 

Daha araba tam durmadan, konağın kapısı hızla açıldı.

 

Önce Helin'in sesi duyuldu. "Ağabey!"

 

Ardından Şebnem'in endişeli adımları yankılandı. "Rona! Neredesiniz siz? Ne oldu?"

 

İkisi birden telaşla bahçe kapısından arabaya doğru koştular. Helin'in yüzünde endişeyle karışık bir duygu vardı, Şebnem ise daha çok panikle gözlerini bana dikmişti.

 

Doğu, tek kelime etmeden arabayı durdurdu, direksiyona birkaç saniye boyunca sessizce tutundu. Sonra derin bir nefes alarak kapıyı açtı ve dışarı çıktı.

 

Ben de küçük kızı korkutmadan kapıyı açtım, minik elleri bana tutunuyordu.

 

Helin'in gözleri hızla Doğu'dan bana, sonra da Mehlika'ya kaydı. Küçük kızı fark ettiğinde şaşkınlığı yüzüne çarpar gibi oldu.

 

Şebnem'in sesi hafifçe titredi. "Rona... Bu kim?"

 

Mehlika korkuyla bana baktı. Gözleri dolmuştu ama ağlamıyordu.

 

Elimi onun sırtına koydum, yumuşak bir sesle cevap verdim.

 

"Size içeride anlatacağım. Ama önce misafirimiz içeri girsin."

 

Helin ve Şebnem'in bakışları küçük kızın üzerinde donup kalmıştı. Onun bu ürkek hali, konağın ihtişamlı kapıları önünde iyice belirginleşiyordu. Kendini daha da küçültmeye çalışarak yanıma sokuldu, parmakları hırkamın kenarına yapışmıştı.

 

Helin'in şaşkınlığı hızla yerini öfkeye bıraktı. "Ağabey, yengemden sonra çocuk kaçırmaya da mı başladın?!" diye patladı, ellerini beline koyarak Doğu'ya dik dik baktı.

 

Şebnem ise her zamanki sakinliğiyle ama gözleri endişeyle parlayarak bana döndü. "Rona, neler oluyor?"

 

Doğu, Helin'in tepkisine hiçbir şey söylemedi, gözlerini kız kardeşine bile çevirmedi. Arabanın kapısını sertçe kapatıp birkaç adım attı. "İçeri geçelim." dedi sadece, sesi sert ve kesindi.

 

Şebnem yine de tatlı dille yaklaşmaya çalışarak dizlerinin üzerine çöktü, Mehlika ile göz hizasına indi. Gülümsemeye çalışıyordu. "Merhaba, tatlım. Benim adım Şebnem. Senin adın ne?"

 

Hızla gözlerini bana çevirdi. Çekiniyordu.

 

Nazikçe onun seviyesine indim, sırtını sıvazladım. "Korkma, bunlar benim en yakınlarım. Sana zarar vermezler." dedim fısıltıyla.

 

Bir an tereddüt etti ama sonra o minicik sesiyle, "Mehlika " diye fısıldadı.

 

Şebnem'in gözleri büyüdü. "Rona, yoksa gerçekten kaçırdın mı?"

 

Gözlerimi devirdim. "Kaçırmadım! Onu kurtardım."

 

Doğu, başını hafifçe yana eğerek ilk kez bana baktı. Gözlerinde ne düşündüğünü çözemediğim bir ifade vardı. "İçeri girecek miyiz, yoksa kapının önünde mahkeme mi kuracağız?" diye sordu soğuk bir sesle.

 

Helin kaşlarını çatıp bir şeyler mırıldandı ama ilk adımı attı. Şebnem ise Mehlika'nın elini nazikçe tuttu ve gülümseyerek, "Hadi gel tatlım, içerisi çok daha sıcak." dedi.

 

Yine bana döndü, gözlerinde o çekingen ama güven arayan bakış vardı.

 

Başımı salladım. "Hadi bakalım, birlikte içeri giriyoruz."

 

Küçük kız hafifçe başını salladı, ürkek adımlarla konağın içine doğru yürüdü.

 

Ve biz de onunla birlikte, ardımızda merak, endişe ve henüz cevaplanmamış sorular bırakarak, içeri girdik.

 

Konağın iç kapısından geçerken, kalbim hızlı bir şekilde atıyordu. Salona girdiğimizde, gözlerim hemen Kalender Ağa ve Berfin Hanım'a takıldı.

 

Kalender Ağa, artık görmeye alışkın olduğum köşesinde oturmuş başı eğik bir halde gazeteye göz atıyordu. Berfin Hanım ise, mutfaktan yeni çıkmış görünüyordu elinde bir tepsi dumanı üstünde çaylar vardı. Onların huzurlu hali, içerideki gerginliği biraz olsun hafifletmiş gibi hissettirdi.

 

 

 

"Rona, hoş geldiniz kızım misafirimiz mi var?" Mehlika bir adım geri çekildi. Ama o an, Berfin Hanım'ın yumuşak sesi ve gülümsemesi onu biraz olsun rahatlattı.

 

Kalender Ağa, gazeteyi bırakarak dikkati üzerimize topladı. Gözleri merakla bize döndü.

 

Doğu, bir an duraksadı, sonra derin bir nefes alarak yanıtladı. "Anne önce bir şeyler yemesi lazım."

 

Berfin Hanım, küçük kıza gülümseyerek mutfağı işaret etti. "Helin ablan sana bir şeyler hazırlasın kuzum." Mavi gözler bana döndüğünde sanki benden işaret bekliyordu. Gülümseyerek gözlerimi kapatıp açtığımda önden giden Helin'i takip ederek köşeyi döndü.

 

Kalender Ağa, Doğu'ya dönerek, "Çocuk nereden geldi?" diye sordu.

 

Kendi yerimi bulmak için derin bir nefes alarak oturdum, dizlerimi birleştirdim ve ellerimi kucağıma koydum.

 

Kendimi rahatlatmak için bir an gözlerimi kapattım, sonra yavaşça açıp etrafa baktım. Kalender Ağa, hala merakla bize bakıyordu.

 

"Çarşıda bir dükkândan çıkarken o giriyordu. Bana çarptı ben daha ne olduğunu anlayamadan tek kelime etmeme izin vermeden yaşlı bir el uzanıp çekti onu."

 

Berfin Hanım yavaşça oturduğunda herkes pür dikkat beni dinliyordu.

 

"Kuyumcuya girdiler." Devamını sanki biliyormuş gibi sıkıntılı bir nefes verdi Berfin Hanım.

 

Yutkundum. "Yüzük seçtirmeye çalışıyordu, göz göze geldik. Zaten gözleri ilk andan beri ayrılmadı benden. Yardım istiyordu."

 

Başımı salladım. "Onu orada bırakamazdım bende alıp çıktım."

 

"Kaçırdın yani." Salona girmeye hazırlanan Rohat şaşkınca bana bakıyordu.

 

"Kaç-kaçırdım galiba."

 

Tam o anda, Kalender Ağa'nın sesi araya girdi. "İyi yapmışsın." dedi, sesinde kararlılık ve onay vardı.

 

"Bu dünyada, bazen ne yapacağını bilmeden hareket etmen gerekir," diye devam etti Kalender Ağa. "Bazen cesaret, eyleme geçmekte yatar."

 

O an, Kalender Ağa'nın gözlerinde bana duyduğu güveni gördüm. Yüzümde beliren gülümseme, içimdeki gerginliği biraz olsun hafifletti.

 

"Ama, ne olursa olsun, onu koruyabilmem için sizin yardımınıza ihtiyacım var," dedim.

 

Kalender Ağa, başını sallayarak, "Senin gibi cesur biri, her durumda doğru karar verir. Ailen burada seninle." dedi.

 

Salonda bir sessizlik oldu. Herkes birbirine bakarak düşüncelere dalmıştı.

 

"Kızın ailesi kimlerden." Bu soru Kalender Ağa'dan salonun içinde volta atan Doğu'yaydı.

 

Doğu, sorunun cevabını bilmediği için benimle göz göze geldi.

 

"Ailesi yok," dedim, derin bir nefes alarak. "Amcası var, ama o da... vermiş kızı." Kelimelerim ağır geliyordu.

 

Doğu, düşüncelerinden sıyrılarak lafa girdi. "Verdikleri adamı tanıyoruz ama..." dedi, sesi karamsar bir tonda. O an, salonda herkesin dikkatini çekmişti. Gözleri, içinde bulunduğumuz durumun ciddiyetini yansıtıyordu.

 

Doğu, odada bir anda gerilim yaratan bir isimle konuşmaya başladı. "Cabbar," dedi, sesi net ve kararlıydı. Bu isim, salondaki herkesin dikkatini çekmişti. Kalender Ağa, bu ismi duyunca hemen başını oğluna çevirdi. Gözlerindeki ifade, tanıdık bir tehlikenin belirdiğini anlatıyordu.

 

Kalender Ağa, Doğu'nun söylediklerini düşünerek başını öne eğdi ve ardından sert bir sesle, "Kaçakçı Cabbar, köyün ismimi söyleyince anladım" dedi. Bu kelimeler, salonda bir soğuk rüzgâr estirdi. Herkesin yüzünde endişe belirmişti.

 

"Her türlü yasa dışı işin içinde olan Cabbar." Kalender Ağa'nın sesi, bu kişinin tehlikelerini anladığını gösteriyordu.

 

"Amcası büyük ihtimalle taşımacılığını yapıyordu. Geçen ay patlayan sevkiyatın karşılığı kızda. "dedi, kelimelerin her biri ağır bir gerçek gibi düşüyordu.

 

Kalender Ağa, başını sallayarak gözlerini Doğu'ya dikti. Sanki aralarında sözsüz konuşuyorlarmış gibiydiler.

 

O an, kapı açıldı ve Mehlika içeri girdi. Yüzünde hâlâ korkunun izleri vardı, ama adımlarında bir cesaret beliriyordu. Salondaki hava, onun varlığıyla aniden değişti. Herkes, odaya girmesiyle birlikte ona döndü.

 

"İyi misin?" diye sordu Doğu, kaygılı bir ifadeyle. Başını salladı ve derin bir nefes alarak," İyiyim."

 

Berfin Hanım, onun huzursuz görünümünü fark edince hemen harekete geçti. "Kızım" dedi, yumuşak bir ses tonuyla, "senin için yukarıda bir oda ayarlayacağım. Orada biraz dinlenip ve kendini toparlayabilirsin."

 

Berfin Hanım ile yukarıya doğru ilerlerken küçük kız bir an durup bana döndü. Gözlerinde hâlâ bir parça korku vardı ama aynı zamanda umut da görünüyordu. "Gelecek misin, sen de?" diye sordu, sesi hafif titreyerek.

 

Bu soruyla birlikte içimde bir şeyler hareketlendi. Onun gözlerindeki o çaresizliği görmek, ona destek olma arzumun daha da artmasına neden oldu. İçten bir gülümsemeyle ona cevap verdim. "Tabii ki. Sen Berfin Hanım'la odanı görmeye git, sonra hemen bende yukarı yanına geleceğim," dedim.

 

Onlar yukarı çıktığında, içimde bir huzursuzluk belirmeye başladı. Ayağa kalktım ve düşündüklerimi seslendirdim. "Anladığım kadarıyla onlar da güçlüler. Bell ki aşiretler, belki buraya kadar gelmek isteyebilirler evet alamazlar ama onu dışarıda koruyamayız," dedim, gözlerim salonda dolaşan herkesin üzerine odaklanmıştı.

 

Doğu aniden, "Bu yüzden gidecek," dedi.

 

Hemen irkilerek, "Nereye?" diye sordum, içimde bir korku dalgası yükselirken.

 

Doğu, kararlı bir ifadeyle, "En uzak neresiyse oraya. Burada kalması, onu tehlikeye atar, hem nerede olduğunu biliyorlar." diye yanıtladı.

 

Bu sözler, kalbimde bir tedirginlik yarattı. Onun buradan gitmesi, onun güvenliği açısından iyi bir çözüm gibi görünüyordu, ama aynı zamanda onu yalnız bırakmak istemiyordum. "Ama yalnız hiçbir yere gönderemeyiz," dedim, sesimdeki endişeyi gizlemeye çalışarak.

 

Doğu, "Biliyorum ama başka seçeneğimiz yok. Cabbar ve adamları dışarıda olabilir. Onların kızı bulma ihtimali var. Kızın güvenliği her şeyden önemli," dedi.

 

Kalender Ağa, "Elif'in güvenliği için bir yere gitmesi en mantıklısı. Ama onu koruyacak birini de yanında gitmeli," diye ekledi.

 

O sırada, Şebnem ve Rohat aynı anda göz göze geldiler. Yüzlerinde kararlılık vardı. "Biz gideriz," dedi Şebnem, gözlerindeki cesaretle.

 

Rohat, hemen onun sözünü destekleyerek, "Evet, biz gideriz. Onun orada ancak ben güvenli kalmasını sağlayabilirim." dedi.

 

"Gerçekten mi?" dedim, ona doğru yönelerek. Gözlerimdeki belirsizlik, onun cesaretinden etkilenmişti.

 

Şebnem, başını dik tutarak, "Kardeşim bir kız çocuğunun hayatını kurtardıysa bende elimden geleni yapmak isterim." dedi.

 

İçimde bir sıcaklık hissettim, sanki geçmişken gelen bir esintiydi bu. Şebnem'in bu sözleri, her daim en can alıcı yerinden olurdu.

 

"Teşekkür ederim", sesim titrerken. Kendimi duygularımın içinde kaybolmuş hissettim.

 

Şebnem, başını kaldırdı ve benim gözlerime bakarak, "Birlikte güçlü olmalıyız eski günlerdeki gibi kardeşim. Bir kız çocuğunun hayatını kurtarmak, hepimizin sorumluluğu, Mehlika biziz" dedi. Gözlerimdeki yaşları silmek zorunda kalmıştım. Uzanıp elini tuttuğumda derin bir nefes aldım.

 

"Tamam o zamanen kısa zamanda gitmeniz için her şeyi yapacağım. Sosyal hizmetlerde çalışan bir arkadaşım var onunla görüşmeliyim belki bize yardımcı olabilir."

 

"Güvenli değil." dedi Kalender Ağa.

 

Konuşmalarımızın ağırlığı, odamızı sarhoş eden bir hava yaratmıştı. "Bizim gibi insanlar için oraya sızmak zor değil. O kızı korumak istiyorsan, hiçbir kuruluşla resmiyette bulaşma," dedi gergin ama kararlı bir sesle..

 

"Çok küçük, 13 belki 14 yaşında. Reşit değil. Yurtdışına çıkartamayız onu," dedim.

 

Sesimdeki endişe, içimdeki kaygıyla örtüşüyordu. Zaten onun genç yaşı, onu daha savunmasız hale getiriyordu.

 

 

"Bir süre Rohat'larla kalacak, sonra ben onu yurt dışına çıkartacağım bir şekilde. Bu, onun için en güvenli yol olacak," dedi Doğu

 

Doğu'nun kararlı sesi, ortamda bir güç hissi uyandırdı. "Rohat," dedi, "Hazırlığını yap, sabaha karşı çıkın yola. Adamlarını hazırla, onlar da sizinle olacak."

 

Rohat, başını eğerek söylediklerini onayladı. "Gideceğiniz yeri atacağım sana birazdan. Şimdi gidip dinlenin," dedi. Onun sesindeki kararlılık, benim içimde bir güven duygusu uyandırıyordu.

 

Rohat ayağa kalkınca, Şebnem de yerinden kalktı. Yanına gittiğimde açtığım kollarımın arasına girdi.

 

"Dikkat et, tamam mı? Hep arayın beni," dedim, sesi titrek bir şekilde çıkarken. İçimdeki endişe, her kelimemde yankı buluyordu.

 

"Merak etme. Hep onun yanında olacağım. Gözlerimi ondan hiç ayırmayacağım," dedi, sesindeki kararlılık bana biraz olsun rahatlık verdi.

 

"Sadece kendinize dikkat edin," dedim. "Yolda her türlü tehlike olabilir." Onların güvenliğini düşündükçe içimde bir kaygı daha belirdi.

 

Rohat, yüzünde bir kararlılık ifadesiyle, "Her şey benim kontrolümde yenge sen bana güven. Endişelenme," dedi.

 

"İyi," dedim, Şebnem'e bir süre daha sıkı sıkı sarıldım. "Onun yanında olduğunu bilmek beni rahatlatıyor."

 

"Burada olamasam da senin de hep yanındayım, işleri yoluna sokup geleceğim ama sonra tekrar ayrılmamız gerekecek."

 

Kalbim sanki teklemiş gibi acıyla yayılmıştı içime. Şebnem her gitmekten bahsettiğinde aynı his yayılıyordu bedenime. Ama biliyordum elbet gitmesi gerekiyordu benim omzuna yüklediklerim bekliyordu onu İstanbul'da.

 

Burada yanımdayken bile ne kadar çalışıp yorulduğunu biliyordum. Sürekli telefonla konuşurken görüyordum onu.

 

"Hadi gidip dinlen yine geleceğim yanına."

 

Rohat avluya yöneldiğinde Şebnem de odasına çıkmıştı.

 

"İzninizle bizde çıkalım Mehlika'yla konuşmak istiyorum biraz." Kalender Ağa'ya selam verdiğimde Helin'le ikisini ardımızda bırakıp ben önde Doğu arkamda yukarı çıkmıştık.

 

İkinci kata geldiğimizde Berfin Hanım'ı bir odadan çıkarken gördüm. "Sen git Doğu ben birazda gelirim."

 

Başını usul usul salladığında merdivenlere yöneldi tekrar.

 

"Nasıl, iyi mi?" diye sordum, kalbim hızlı hızlı atıyordu. Berfin Hanım, başını olumsuzca salladı. "Korkuyor. Ama sadece sana güveniyor," dedi.

 

İçimde bir acı belirdi, korkusu, onu nasıl hissettiğini anlamamı sağlıyordu.

 

"Benimle konuşmadı, tek kelime bile etmedi," diye ekledi, sesindeki hüzün belirginleşirken.

 

"Onun için bu çok zor. O daha bir çocuk."

 

Başımı ağır ağır salladım.

 

"Ben bir bakayım. Teşekkür ederim Berfin Hanım."

 

Kapı kolunu yavaşça indirdiğimde, her şeyin sessizliğinde bir an duraksadım. Korkmaması için hareketlerimi çok dikkatli yapıyordum.

 

Kapıyı araladım ve içeriye girmeden önce derin bir nefes aldım. Odanın köşesinde bir yere oturmuş, tedirgin bir şekilde pencereden dışarı bakıyordu. Onun yanına yaklaşırken, her adımımı dikkatlice atıyordum. "Mehlika," dedim, sesim yumuşak ve sakin bir tonda. "Ben geldim."

 

Gözleri benimle buluştuğunda "Korkuyorum" dedi, sesi titrekti. O an, ona dokunmak istedim ama yavaş hareket etmem gerektiğini biliyordum.

 

"Biliyorum, ama ben buradayım. Kimse sana zarar veremez," dedim, onun yanına daha da yaklaşıp yanına oturdum. "Ben seni koruyacağım, bu evdeki herkes seni koruyacak."

 

Gözlerinde beliren yaşlarla bana baktı. "Vermeyeceksin beni ona?" diye sordu, sesi titrekti.

 

"Hayır, asla. Asla seni onlara vermem." dedim, ona güven vermek için gözlerimin derinliğinden bakarak. İçimdeki kararlılık her geçen an daha da güçleniyordu. "Aşağıda gördüğün kızıl saçlı kız var ya, o benim en yakın arkadaşım. O seni buradan götürecek. Herkesten saklayacak, çok uzaklarda."

 

Bir an sessiz kaldıktan sonra, içindeki merak ve endişeyi bir arada taşıyarak, "Sen neden gelmiyorsun?" diye sordu. Sesi, yüzümdeki gülümsemeyi silen bir tonda, biraz kırgın ama bir o kadar da endişeli geldi.

 

Bu soru, benim için önemli bir noktayı işaret ediyordu. "Gelmek istiyorum, ama...," dedim, cümlemi düşünerek tamamlamak için duraksadım. "Ama benim burada kalmam gerekiyor, ben ortadan kaybolursam benim izimi sürebilirler ama kimse Şebnem'i tanımıyor."

 

Küçük başını eğdi ve gözleri doldu. "Ama ben seni bırakıp gitmek istemiyorum. Seninle olmak, daha güvenli hissettiriyor," dedi, sesi kısık ve duygusal bir tonda.

 

"Biliyorum, bende seni bırakmak istemiyorum," dedim, onun duygularını anladığımı hissettirerek. "Ama burası tehlikeli. Senin için en iyi olanı yapmam lazım. Şebnem de aynı benim gibidir hatta aramızda kalsın o benden daha eğlencelidir." Uzanıp burnuna dokunduğumda hafifçe gülümsemişti.

 

"Hem bu sadece geçici bir ayrılık," dedim, ona güven vermek için elimden geleni yaparak.

 

"Nerede olursan ol seni görmeye geleceğim."

 

Zayıf kolları bedenimi sardığında, bana duyduğu güveni en derinde hissetmiştim. O an, üzerimdeki yük biraz olsun hafifledi. Onun bu saf, içten sarılması, bana her şeyin üstesinden gelebileceğimizi bir kez daha hatırlattı.

 

 

Başını omzuma yaslarken, iç çekişiyle duygularını ortaya koydu. "Teşekkür ederim abla."

 

 

O an, hayatın aslında ne kadar önemli olduğunu anladım. O sadece bir kız değil, aynı zamanda binlerce kız çocuğunun umut ve cesaretinin simgesiydi.

 

"Biliyor musun," dedim, ona bakarken, "senin gücün bana da güç veriyor. Birlikte her şeyi aşacağız." dediğimde gülümseyerek başını kaldırdı. Gözlerinde beliren ışıltı, bana her şeyin mümkün olduğunu hatırlatıyordu.

 

"Sadece yaşamak istiyorum," dedi gözlerinde bir parıltı ile. Bu kelimeler, içimde derin bir yankı uyandırdı. Tuhaf bir şekilde tanıdıktı geçmişte duyduğum kelimelerin birer aynasıydı.

 

Aniden, kendi çocukluğuma, koruyucu bir sığınak aradığım günlere döndüm. O zamanlar da benzer bir çaresizlik içinde hissetmiştim. "Sadece yaşamak," dediğim günleri hatırladım. O an, içimdeki kaygı ve korkuların onun gözlerinde yansıdığını görmek, geçmişin acı hatıralarını bir kez daha gün yüzüne çıkardı.

 

Aynı hisler farklı yaşamlar...

 

🔗

 

Merdivenleri çıkmak bile bana zulüm gibi geliyordu. Her basamakta içimde birikmiş olan kaygı ve korkular, adımlarımı ağırlaştırıyordu. Nihayet odanın içine girdiğimde derin bir nefes aldım sanki içimdeki gerginlik biraz olsun hafiflemişti.

 

Doğu'yu o an gördüm üstünü değiştirmiş, gün batımına karşı sigara içerken duruyordu. Sırtı bana dönüktü ama çatık kaşlarını ve uzağa dalmış elalarını tahmin edebiliyordum.

 

Silueti, altın sarısı ışıkların içinde kaybolmuştu. Kollarını hafifçe yana açarak destek aldığı tırabzanlarda, içindeki düşüncelere daldığını hissedebiliyordum.

 

İçimdeki duyguların karmaşası, onu izlerken daha da yoğunlaştı. O an, ondan bir şeyler duymak istiyordum belki de sadece yanında olmanın verdiği huzuru arıyordum.

 

"Doğu," dedim, sesimdeki endişeyi gizlemeye çalışarak.

 

O, yavaşça başını çevirerek bana baktı. Gözlerindeki derinlik, içindeki fırtınayı açığa çıkarıyordu.

 

Sigarasını yarım bırakıp küllüğe bastırırken, kafasını hafifçe çevirdi. "Mehlika nasıl?" diye sordu, merak dolu gözleriyle.

 

Üstümdeki ceketi çıkarıp yatağa attım.

 

"Uyudu ama defalarca uykusunda sıçradı."

 

İçeri girip tül perdeyi arkasından düzeltti.

 

"Onun için her şey çok zor ve korkunç böyle tepkiler çok normal. Zaten bir tek seninle konuşurken gözlerinin içine bakabiliyor."

 

"O kadar küçük bir yaşta bu kadar ağır yükler taşımak zorunda kalmak..." diye mırıldandım, gözlerim dolarak. "Bir çocuğun yaşaması gereken tüm sevinçleri kaçırdı."

 

Doğu, başını eğerek bir süre sessiz kaldı. Sonra, derin bir nefes alıp, "Hayat bazen acımasız olabiliyor, Rona. Ama o şimdi yanımızda. Onu korumak bizim sorumluluğumuz," dedi.

 

"Yaşadığı travmalar çok derin. Profesyonel bir yardım alması gerekiyor," dedim. "Bir terapistin onunla çalışması bu süreçte ona yardımcı olabilir."

 

"Önce onu güvenli bir yere yerleştirelim sonra elimden geleni yapacağım Rona."

 

Doğu, gözlerini bana dikti. İçinde hem öfke hem de bir tür kabullenmişlik vardı. Derin bir nefes aldı, sonra usulca yanıma yaklaşıp oturdu.

 

"Rona..." dedi, sesi her zamankinden daha yumuşaktı. "Bunu tek başına yüklenmek zorunda değilsin. Onu oradan çıkardın, ona yeni bir hayat verdin. Ama sen de yoruldun, kendini rahat bırak artık sıkma."

 

 

Gözlerimi kaçırdım. İçimde bir yerler sızlıyordu. Çünkü Doğu'nun haklı olduğunu biliyordum ama bunu kabul etmek istemiyordum.

 

"Ben iyiyim," diye mırıldandım. "Önemli olan onu güvende olması."

 

Doğu, başını iki yana salladı. "Hep böyle yapıyorsun. Kendini hep en sona bırakıyorsun."

 

Ona bakmadan cevap verdim. "Çünkü başka şansım yok."

 

O an hiç beklemediğim bir şey oldu. Doğu, parmaklarını çeneme hafifçe dokundurarak yüzümü kendine çevirdi. Bakışları ciddiydi.

 

"Ben buradayım, Rona."

 

Bir an nefesim kesildi. Sesindeki kesinlik, içimde duvarlar ördüğüm ne varsa çatlatıyordu.

 

"Her ne olursa olsun, neyin içine çekilirsek çekilelim, ben buradayım. Sen yalnız değilsin."

 

Gözlerim doldu, ama ağlamamaya direndim. "Bunu söylemen güzel ama..."

 

"Ama'sı yok," diye kesti sözümü. "Bunu bilmeni istiyorum. Sadece bil. Yalnız değilsin."

 

Birkaç saniye boyunca hiçbir şey söyleyemedim. Sonra başımı hafifçe salladım.

 

Hafifçe ona döndüğümde bacaklarım baldırlarının üstüne değiyordu. Gözleri gözümden bir an ayrılmazken uzun uzun baktı.

 

Sessizlik aramızda yankılanırken, Doğu'nun bakışlarındaki ağırlık omuzlarıma çöküyordu. O ilk günden beri gözlerinde gördüğüm şey... Ne olduğunu tam anlamasam da oradaydı. Değişmemişti.

 

Hafifçe yutkundum. "Neden böyle bakıyorsun?" diye fısıldadım.

 

Doğu, gözlerini benden ayırmadan, bacaklarımı biraz daha kendine çekti. "Bilmiyorum," dedi dürüstçe. "Sana bakınca bazı şeyleri unutuyorum."

 

Kaşlarımı çattım. "Ne gibi?"

 

Bir an sustu. Sanki kelimeleri tartıyordu. Sonra omuzlarını hafifçe silkti. "Dünyanın ne kadar kötü bir yer olduğunu."

 

İçimde bir şey, hafifçe sarsıldı. Gözlerimi kaçırmak istedim ama Doğu bırakmadı. "Rona, sen bazen farkında bile olmadan, insanın elini en karanlıkta bile sımsıkı tutuyorsun."

 

Yüreğim hızlandı. "Bunu neden söylüyorsun şimdi?"

 

Doğu derin bir nefes aldı. "Çünkü sen, herkese güç verirken kendine vermiyorsun."

 

Başımı eğdim. Parmaklarımı birbirine geçirdim. Söyleyecek bir şey bulamıyordum. Ama Doğu, bekledi. Suskunluğumu kabullenmedi.

 

"Rona," dedi yumuşak ama kesin bir sesle. "Ben buradayım. Ve seni kimse taşımasa bile, ben taşıyacağım."

 

Gözlerimi ona kaldırdığımda, ne kadar ciddiyetle baktığını gördüm.

 

Doğu'nun bakışlarındaki ciddiyet, içimde bir yerlere dokundu. Gözlerimi kaçırdım, ama o bekledi. Gitmiyordu, susmuyordu, vazgeçmiyordu.

 

"Teşekkür ederim," dedim usulca. "Her şey için. Bu öylesine bir teşekkür değil."

 

Doğu kaşlarını hafifçe çattı.

 

İç çektim. Ellerimi dizlerimin üzerine koydum, parmaklarım hafifçe titriyordu. "Sen olmasaydın... belki de ona yardım edemezdim."

 

Doğu hafifçe öne eğildi, sesi yumuşaktı ama bir o kadar da derindi. "Rona, sen güçlü bir kadınsın. Ben sadece yanında durdum. Hepsini sen yaptın."

 

Gözlerim doldu ama düşmesine izin vermedim. "Bazen, insan güçlü olduğunu unutuyor," diye mırıldandım.

 

Doğu hafifçe gülümsedi, ama gözleri hala ciddiyetini koruyordu. "O zaman sana hatırlatmak da benim görevim."

 

Başımı kaldırıp ona baktım. Söylediği şey o kadar gerçek, o kadar samimiydi ki, içimde bir şey yavaş yavaş çözülmeye başladı. Derin bir nefes aldım. "Bunu yapmaya devam edecek misin?"

 

Doğu gözlerimin içine baktı ve başını eğerek fısıldadı "Son nefesime kadar."

 

Sesi o kadar net, o kadar kesin çıktı ki... İçimde bir şey duraksadı. Yıllarca birilerine güvenmenin nasıl bir şey olduğunu unutan yanım, Doğu'nun kelimeleriyle sarsıldı.

 

Başımı hafifçe yana eğdim, onun gözlerinin içine baktım. "Bu kadar kolay mı senin için?" diye sordum, sesi titreyen ben miydim bilmiyorum.

 

Doğu, hafifçe kaşlarını çattı. "Ne kolay mı?"

 

"Yanımda durmak, beni taşımak, hiç tereddüt etmeden 'son nefesime kadar' demek... İnsan bu kadar kolay..."

 

Doğu derin bir nefes aldı, aramızdaki boşluğu kapatacak kadar yaklaştı. " Burada olmam gerekiyorsa, buradayım."

 

İçimdeki bütün duvarlar, bütün savunmalar bir anlığına çöküyordu sanki. "Neden?" diye sordum.

 

Doğu gözlerini benden kaçırmadan, hiçbir şeyden korkmadan cevap verdi "Çünkü senin yanındayken, ilk defa bir şeyleri gerçekten doğru yaptığımı hissediyorum."

 

Sözleri havada asılı kaldı. Yüreğim sıkıştı. Ne diyeceğimi bilemedim. Ama bir şey dememe gerek de yoktu. Çünkü ilk defa, birinin sadece sözcüklerine değil, varlığına da inanıyordum.

 

Oturduğu yerden geriye giderek başını yatak başlığına dayadı. Yana uzattığı koluna baktım. O kadar doğal, o kadar kendiliğinden söylemişti ki... "Gel hadi."

 

Yavaşça hareket ettim. Ayakkabılarımı çıkardım, yatağın kenarına oturdum. İçimde bir huzursuzluk vardı, ama aynı zamanda garip bir güven duygusu da.

 

Yavaşça yanına uzandım, başımı dikkatlice omzuna yasladım. Göğsü hafifçe inip kalkıyordu, nefesini duyabiliyordum. Kolunu usulca omzuma doladı, çekinmeden ama acele etmeden.

 

Bir süre ikimiz de konuşmadık. Sadece nefes alıp verdik.

 

Sonra, çok alçak bir sesle fısıldadı "Yalnız değilsin, Rona."

 

Gözlerimi kapadım. İlk defa, gerçekten yalnız olmadığımı hissettim.

 

 

🔗

 

 

Avluda hafif bir esinti vardı. Gökyüzü hâlâ geceyle gündüz arasında sıkışıp kalmış gibiydi. Şafak sökmek üzereydi ama hava griydi, kasvetliydi. Herkes sessizdi. Kalender Ağa, Berfin Hanım, Doğu, Rona... Hepsi Rohat ve Şebnem'in Mehlika'yı güvenli bir yere götürmeleri için uğurlamak üzere avluda bekliyordu.

 

Mehlika küçük bedenine ağır gelen bir montun içine saklanmış gibiydi. Ellerini sıkıca birbirine kenetlemiş, titreyen dudaklarıyla Rona'ya bakıyordu. O bakışı tanımak zor değildi. Yıllar önce Rona da bir kapının önünde durmuş, kimsenin ona zarar vermeyeceğini söylemesini beklemişti birinden.

 

Rona yavaş adımlarla küçük kızın yanına gitti. Küçük ellerini avuçlarının arasına aldı. "Korkma," dedi, sesi yumuşaktı. "Güvendesin. Şebnem ve Rohat seni çok iyi koruyacak. Kimse sana gittiğin zarar veremeyecek."

 

Gözlerindeki yaşları saklamaya çalışıyordu ama sesi titredi. "Sen gelmiyorsun ama."

 

Rona derin bir nefes aldı. Başını eğip onun seviyesine indi. "Keşke gelsem, ama burada olmam gerekiyor. Ama ne olursa olsun, ben hep senin yanındayım, tamam mı? Nerede olursan ol, bir telefon uzağındayım."

 

Küçük beden hıçkırarak boynuna sarıldı. Zayıf kolları Rona'nın bedenini sardığında, o da gözlerini kapattı. Küçük kızın fısıltısı geceyi böldü. "Teşekkür ederim. Beni kurtardığın için."

 

Rona, saçlarını okşadı. "Senin artık yepyeni bir hayatın var. Kendi hikâyeni kendin yazacaksın, bende senin hep yanında olcağım."

 

Bir süre böyle kaldılar. Sonra Rona ağır ağır geri çekildi. Kapının önünde bekleyen Rohat ve Şebnem'in bakışları Mehlika'ya kilitlenmişti.

 

Özellikle Şebnem, dudaklarını sımsıkı bastırmış, duygularını saklamaya çalışıyordu. O an Rona anladı küçük kızın gözlerinde gördüğü duygunun aynısı Şebnem'in gözlerinde de vardı. Gitmek istese de geride bırakmak istemiyordu.

 

Rona, Mehlika'nın titreyen ellerini bırakıp ağır adımlarla Şebnem'e yaklaştı. Gözleri, en yakın dostunun yüzüne kilitlenmişti. Şebnem'in bakışlarında bir sürü duygu vardı endişe, hüzün, ama en çok da kararlılık. O da Rona gibi bir çocuğun korkularını, çaresizliğini iliklerine kadar hissetmişti. Onun yanında olmayı, onu korumayı gerçekten istiyordu. Ama gidişi, Rona için bir ayrılıktı.

 

Birbirlerine birkaç adım kala durdular. Söylenecek çok şey vardı ama kelimeler, duyguların ağırlığı karşısında kifayetsizdi. Rona, derin bir nefes aldı ve Şebnem'in ellerini tuttu. "Bir yanım seni bırakmak istemiyor," dedi, sesi boğuk çıkmıştı.

 

Şebnem, buruk bir tebessümle başını salladı. "Sen olsan, aynı şeyi yapardın."

 

Rona, kederli bir gülümsemeyle başını eğdi. "Bunu bildiğini biliyorum."

 

Sonra, düşünmeye fırsat vermeden Şebnem'i kollarının arasına çekti. Şebnem de anında sarıldı ona. Küçüklüklerinden beri ne zaman birbirlerine ihtiyaç duysalar böyle kucaklaşmışlardı. Ama bu sefer farklıydı. Bu bir veda gibiydi.

 

Rona, kollarını sıkıca sardı dostuna. "Dikkat et, tamam mı? Hep arayın beni. Ne olursa olsun, hep."

 

Şebnem, başını usulca salladı. "Hep," diye fısıldadı.

 

Bir an daha öyle kaldılar. Sonra, istemeyerek de olsa ayrıldılar. Şebnem, son kez ona bakıp derin bir nefes aldı. Ardından Rohat'la birlikte Mehlika'nın yanına gitti. Küçük kızın elinden tuttu ve ona güven dolu bir gülümseme verdi. "Hazır mısın, güzelim?"

 

Mehlika başını salladı ama arkasına dönüp bir kez daha Rona'ya baktı. Gözleri, hâlâ ayrılığı kabullenemeyen bir çocuğun gözleriydi. Rona, ona cesaret vermek istercesine hafifçe gülümsedi ve başını salladı. "Hadi gidin, sizi bekleyen yeni bir hayat var."

 

Şebnem ve Rohat, küçük kızla birlikte arabaya yöneldiğinde, Rona içindeki boşluğu hissetti. Ama aynı zamanda, doğru olanı yaptıklarını biliyordu. Bir hayat kurtulmuştu ve bundan daha önemli bir şey olamazdı.

 

Arabalar avludan çıkarken, onların arabası ortada olmak üzere üç araç sırayla hareket etti. Rona, yolculuğun başlamasıyla içindeki kaygıyı hissederken, Doğu yanına yaklaştı.

 

"Rona," dedi, sesi yumuşak ve teskin edici bir tonla. "Her şey yolunda gidecek. O artık güvende."

 

Rona, gözlerini Doğu'nun gözlerine dikip derin bir nefes aldı. "Ama onu bıraktık. Bu kadar tehlikeli bir duruma... Ne olacağını bilmiyoruz."

 

Doğu, onu sakinleştirmek için elini omzuna koydu. "Şebnem ve Rohat onun yanında. Onlar bu işin üstesinden gelebilir. Biz de elimizden geleni yapmalıyız."

 

Rona, Doğu'nun sıcak ve güven veren bakışlarını gördüğünde içindeki endişenin biraz daha azaldığını hissetti. "Yanımda olduğun için teşekkür ederim," dedi, sesi hafif titrek olsa da kararlılığını koruyarak.

 

Doğu, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Her zaman yanındayım, Rona. Biz bu savaşı birlikte çıktık."

 

Rona, Doğu'nun güven veren sözlerine inanarak biraz daha rahatladı. Birlikte, Küçük bir kızınkorumak ve ona güvenli bir gelecek sağlamak için mücadele edeceklerdi.

 

Doğu'nun arabası avludan çıkmaya hazırlanırken, Rona hızlı adımlarla yanına yaklaştı.

 

"Hemen çıkıyor musun?" diye sordu, gözlerindeki kaygı belirginleşmişti.

 

Doğu, arabaya doğru yönelirken durup ona döndü. "Evet, bu amcayı araştıracağım uzun zamandır köylerdeki işlerler ilgilenemiyorum belli ki kendi aralarında toplanmışlar."

 

Rona, Doğu'nun arabanın kapısını kapatıp yola çıkmasını izlerken, gözlerinde bir parıltı belirdi. "Dikkat et," dedi, sesi yumuşak ama kararlıydı. Ardından Doğu camı indirdiğinde, "Seni akşam bekleyeceğim,bir hediyem var," diye ekledi Rona.

 

Doğu, bu sözleri duyduğunda hafif bir gülümseme belirdi yüzünde. "Hediye mi?" diye sordu, meraklı bir ifadeyle.

 

Rona, gülümseyerek, "Bunu şimdi söylemeyeceğim. Döndüğünde vereceğim o yüzden işlerin bitince gel, yani tabii istersen." diye yanıtladı.

 

Doğu gülümseyerek karşılık verdi. "İşlerim bitince evde olacağım."

 

Ardından arabayı hareket ettirirken Rona'ya döndü. "Unutmadan, bugün Fırat seni avukatın bürosuna götürsün," dedi, sesinde hafif bir ciddiyetle. "İpekoğlu tekstil için imzalaman gereken birkaç evrak var ama sonra hemen eve dön. Ortalık biraz karışabilir bugün."

 

Rona, Doğu'nun yüzüne bakarak başını salladı. "Tamam."

 

Doğu, ona güven verici bir şekilde gülümsedi. "İyi ol," diye mırıldandı...

 

...

 

Rona, sabah yaşanan olayların ardından yukarı odasına çekildi. Yatağına uzanırken, zihnindeki karmaşayı biraz olsun dağıtmak için uykuya daldı. Gözleri ağırlaşırken, Mehlika'nın yüzündeki korku ve Doğu'nun güven verici bakışları zihninde dönüp duruyordu.

 

Saat öğlen bire doğru, güneşin ışıkları odayı hafifçe aydınlatırken, Rona yavaşça uyanmaya başladı. Gözlerini açtığında, göz kapaklarının altında yatan yorgunluk hissiyle başı dönüyordu. Bir süre daha uzanmayı düşündü, ama sonrasında kendine gelerek yataktan kalktı.

 

Aynada kendine baktı yüzünde uykusuzluğun izleri vardı ama buna aldırış etmedi. Üzerine bir şeyler giydikten sonra, Berfin Hanım'ın sesiyle aşağıya indi. Berfin Hanım, mutfakta bir şeyler hazırlıyordu.

 

Birlikte bir şeyler yedikten sonra Fırat'ın bekleyen arabasına gitmek için avluya çıktı.

 

Fırat, arabanın kapısını açarak Rona'ya nazikçe "Avukata mı yenge?" diye sordu. Rona, başını sallayarak içeri girdi. Fırat, arabanın kapısını kapatırken, Rona bir an için içindeki huzursuzluğun içine yayılmasına izin vermeden gözlerini dışarıda geçip giden manzaraya sabitledi.

 

"Mehlika'lar şimdiye yoldadır yenge," dedi Fırat.

 

"Umarım gönlünce yaşar bundan sonraki hayatını, darısı tüm çocukların başına," diye mırıldandı.

 

Rona, Fırat'ın söylediklerini düşündü ve içindeki duygularla baş başa kaldı. "Böyle şeyler bu yörede eski nazaran da az çok görülüyor, yenge," dedi Fırat, gözlerini yola odaklayarak. "Ama ne yazık ki hala devam ediyor."

 

Rona, başını onaylar bir şekilde salladı.

 

Fırat, yüzünde bir hüzün ifadesiyle, "Küçük çocukların hayatlarını altüst etmek hiç kimsenin hakkı değil." dedi.

 

Rona, Fırat'la konuşurken aklında birçok düşünce dönerken bir an çantasını açtı. Doğu'nun ona verdiği dosyaları düzenlemek için çantasını karıştırırken, gözleri bir anda kadife kese ile durdu. İçini çekerek keseyi eline aldı. Doğu'ya ona akşam vereceği alyansın bulunduğu bu kese, bir an için kalbinin hızlı çarpmasına neden oldu.

 

Keseyi açtığında, içindeki alyansı görünce duyguları kabardı. Bu Doğu'ya ilk hediyesi olacaktı.

 

Rona, bu yüzüğü ona vermenin düşüncesiyle dolup taştı bu, sadece bir hediye değil, aynı zamanda geleceğe dair bir umut ve inanç ifadesiydi.

 

Yüzüğün parıltısı, Rona'nın gözlerinde bir umut ışığı yaktı. "Bu yüzük, onunla olan her anımın, paylaştığımız tüm zorlukların hatırası olacak," diye düşündü.

 

Rona, bir an için hayal kurdu Doğu'nun parmağında bu alyansı görmek, ona bir ömür boyu sürecek bir bağlılığın ve sevginin varlığını hissettirecekti. İçinde bir sıcaklık hissetti, bu yüzüğün sadece bir nesne olmadığını, aynı zamanda ikisinin de kalplerini birbirine bağlayan bir köprü olduğunu anladı.

 

Keseyi geri çantasına koymak için yöneldiğinde, aniden etrafında bir şeylerin değiştiğini hissetti. Sanki zaman durdu, dünya etrafında dönmeyi bıraktı. İçini kaplayan huzur bir anda yerini derin bir korkuya bıraktı.

 

Bir patlamaya andıran ses kulaklarını sararak bütün dikkati üzerine çekti. O an her şey bulanıklaştı sesin yankısı içinde kaybolmuş gibiydi.

 

Vücudunu geriye bastıran ağırlık, onu sarsarken adeta bir kayaya çarpar gibi hissetti. Kalbi göğsünde güm güm atıyor, her nefes alışverişinde gerginlik daha da artıyordu. Zihninde beliren korku düşünceleri, bir yangın gibi yayılarak içini kaplamaya başladı.

 

Takla atan arabanın içinde, Rona'nın vücudu sağa sola çarparken her darbe ile birlikte metalin yere çarpma sesi yankılandı. Sanki zaman yavaşlamıştı her çarpma, her ses, bir yüzyıl gibi uzuyordu

 

Araba, dönüşler yaparken camların kırılma sesi ve metalin gıcırdaması her tarafa dağılırken, Rona'nın kalbi adeta boğazına kadar geldi. Her şey karmaşık bir kargaşaya dönüşmüştü. Fırtınanın ortasında kaybolmuş gibiydi fakat bu korkunun içinde, içindeki güçlü hislere sarılmaya çalıştı.

 

Her çarpışmada, vücudu bir başka yere savrulurken bir anlık sessizlik, takla atan arabanın içinde yerini yoğun bir gürültüye bıraktı.

 

Artık her şey yerini sessizliğe bırakmıştı. Rona'nın kalbi, her bir darbe ile birlikte ağırlaşıyor, hisleri yavaşça onun bedenini terk ediyordu. Gözleri, sanki sonsuzluğa kadar kapanmak istercesine ağırlaşmıştı bir tarafa doğru kayar gibi, yaşadığı her şeyin ağırlığını hissediyordu. İçinde bir boşluk oluştu bu boşluk, hem korku hem de umutsuzluğun karanlığına gömülmüştü.

 

Düşünceleri karışmış, sesler giderek uzakta kalıyordu. "Doğu," diye fısıldadı içinden, ama sesini duyan yoktu.

 

Bütün hatıraları, onunla geçirdiği anlar, sanki bir film şeridi gibi gözlerinin önünden geçiyordu. Onun gülümsemesi, ellerinin sıcaklığı, birbirlerine duydukları ulaşılmaz his... Her şey bir bir hatırlanıyordu ama bu anların sonu korkunç bir belirsizlikte kayboluyordu.

 

Ve o an, içindeki güç savaşı sona ererken, son bir nefesle kendisini bırakmanın eşiğine geldi. "Beni bırakma, Doğu," dedi içinden, ama sesinin yankısı bile kayboldu. Sadece sessizlik vardı artık her şey durdu. Rona, bedeninin ağırlaşmasını hissederken, o sessizlik içinde kaybolmaya doğru sürüklendi...

 

Bölüm Sonu

Bölüm : 21.02.2025 20:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...