5. Bölüm

“5.Bölüm İlk Atış”

esra
wolffcuub

kalbini bilen dilini anlar çiceğim,

fazla kelâm, harflere zulüm.

 

 

 

5.Bölüm İlk Atış

 

Ruhum bir cam fanusun içerisinde hapsolmuşken sanki ezilmiş bedenim yerden kalkmaya bile takati kalmamış gibiydi. Duyduğum fısıltılar gözler önünde kalkan cenazenin bir ağıtı gibi önce hoş ama netleştikçe ızdırap gibiydi. Ölünün öldüğünü fark ettiği o an da gibiydim sanki ne bir adım ileri ne de geriye adım atabilirdim. Ortaya açılmış bir obruk vardı ve ben kaya parçaları ile birlikte o derin kuyuya hapsolmuştum; elimi uzatsam dışarısı kan, içeride kalsam yerin dibi har.

 

 

Sanki ağzımdan çıkacak olan onun için en mühimi olandı. Kaybolmuş gibi bakıyordu. Adım atması için, önünü görebilmesi için benim kelimelerime ihtiyacı varmış gibiydi. Oysa bende ondan farksızdım. Bildiğim tek şey bu cehennemden çekip gitmekti. Gün gelmişti yana yakıla gelmek istediğin şehir seni yangınının içine almış kül olmaya mecbur etmişti.

 

"Değil seninle üç ay bu evde senin o kirli soyadının pençesinde yaşamak için üç gün bile kalmayacağım. Şimdi sen karar vereceksin ya beni bırakırsın giderim ya da üç gün sonra ben buradan kendim çıkar giderim. Bir daha sizin ağzınızdan çıkacak olana köle kalamam."

 

"Yanlış kararlar veriyorsun ama belli ki sen güzel dilden anlamıyorsun. Benimle yapmadığın anlaşmanın pişmanlığını yaşayacaksın çok değil kısa zaman sonra." Karanlığın sardığı avluda biraz sonra aydınlatan sarı ışıklar açılmıştı ama o sanki hala gölgede gibiydi.

 

"Ya da sen bu üç günde beni bırakmamanın pişmanlığını yaşarsın o işler hiç belli olmaz. Seninle yalandan da olsa asla evlenmeyeceğim bu evden ancak beyaz kefenim çıkar!"

 

Yanından geçip giderken parmakları usulca tutunda bana. "Büyük sözler küçük insanları içindir," İşaret parmağını yukarı kaldırıp siyah gökyüzünü işret etti. "O bana büyük konuşmamayı kafama vura vura öğretti. Yapma canın çok yanar."

 

"Bırak kolumu." Gevşek parmaklarımdan kolumu iğrenirmiş gibi çektiğimde her hareketimi dikkatle izliyordu. "Benim canım zaten çok yandı o bilir, hem de senin yüzünden." Çenem dikleşip yüzüne yaklaştı, "Şimdi can yakma sırası bende kardeşine çıkamadın ama kendine sahip çıkabilirsin değil mi Ağa?"

 

Önünden geçip gittiğinde konuşmasını beklememiştim zira o da konuşacak durumda değildi.

 

Her adım attığımda sanki bedenimden parçalar dökülüp gidiyordu. Bunca yaşımla bin bir emekle geldiğim hayatımın en üst katından sırt üstü aşağıya doğru itilmiş gibiydim. Yere düşmeden önce sadece birkaç saniyem vardı, bazı kabullenişlerimin bazı pişmanlıklarımın tam ucunaydım. Hayat yüzünü döndüğünde seçim bana bırakılmıştı fakat kendimi duyamayacak kadar bir gürültü içindeydim. Yıkılmış bir evin içerisinde savunmasız kalmış gibiydim. Bedenime yüklenen ağır parçalar sanki her tarafımı kanatıyor gibi sızı yayıyordu kalbimden aşağıya.

 

Benden istenen alelade bir sorunun gereksiz cevabı değil hayatımın sarsılan temelinin bütünüydü. Ben çaresizliği daha ilk adımlarımda kazımıştım beynime, yani bana hissettirdiği duygusu bu bedene yabancı değildi ama sanki bu bir çaresizlik değil bir savaşı başlatan ilk kurşun ya da savaşı bitirmek isteyen birinin son sözleri gibiydi. Her bir sözcüğü beynime mıh gibi kazanmışken adımlarımı da sanki o yönetiyor gibiydi yürüyordum ama yine onun hanesine, adım atıyordum onun kendi mabedine.

 

Derinlerden gelen ses tekrarlandığında eğik yüzümü kaldırdım. "İyi misin Rona abla?" Sıcak eli koluma dolandığında ana geri dönmüştüm.

 

"İyiyim." Kalbimin hızla bedenime çapışlarından zorlukla nefesimi düzeltemeye çabaladım. "Merdivenleri hızlı çıktım." İlk katın merdivenlerinin başında dururken gecenin karanlığını aydınlatan önünde durduğumuz beyaz ışıklı odaydı.

 

"Bende su almaya gidiyordum, seni gördüm çok kez seslendim ama duymadın, tekrar bayılırsın diye korktum." Arkasından vuran sahte aydınlığa rağmen ipek gibi parlayan gür siyah saçları ve kalın biçimli kaşlarının yüzü ile uyumunu ilk kez fark ediyordum. Çok değil en fazla yirmi yaşlarındaydı ama olgun duruşunun bedenine yüklediği ağırlığın altında ezilen çocukluğu görebiliyordum. Gülerken bile temkinli, ağzından çıkacak olan kelimeleri defalarca düşünüyor gibiydi. Karşımda yıllardır olmamı istediklerinde örnek gösterdikleri insan duruyordu, bir nevi gıpta edilesiydi.

 

"Odama geçelim biraz laflarız açılırsın sende yüzün solmuş görünüyor ." Gözlerindeki hevesten masumiyetinin ve açlığının en alın halini görebiliyordum o hala küçük bir kız çocuğuydu.

 

Geçmem için geri çekildiğinde beyaz ışıkla aydınlanan odaya adım attım. Beyaz döşemeli mobilyaların büyük odayı kalabalık gösterecek kadar göz dolduruyordu. Karışıktı ama her bir köşesi sanki farklı bir ruh hali içindeyken dizayn ediliş gibiydi. Büyük bir renk uyumunun dıştan görüntüsüne nazaran yaklaşınca asıl kararsızlığın hâkim olduğu açık ve netti.

 

Sürgülü camı saran beyaz tül perdeyi kenara doğru çektiğinde orada bir balkonun olduğunu gördüm. Odalarımız aynı tarafa bakıyordu fakat kaldığım odada camdan başka dışarıyı izleyebileceğim seçenek yoktu. Bu balkonda fazla geniş değil dikdörtgen gibi ince uzundu ve az önce durduğumuz yerin en yakın tanığı gibi bahçenin tüm görüntüsünü gören bir manzarası vardı.

 

"Gel buyur şöyle, Tüm Mardin'i göremesen de tüm Mardin'i misafir etmiş bahçemizi izleyebilirsin buradan."

 

Karşılıklı olan kare masanın iki ucunda duran sandalyelere oturduğumuzda an önce bizi gördüğünü kendince benden saklamıyordu.

 

"Nasıl gözüküyordum yukarıdan." O ana bakarken ben az önce durduğum yeri işaret ediyordum. "Ağabeyine başlattığım savaşı görebildin mi?" Kendi sözlerime gülümsedim.

 

"Ağabeyimle savaşma kazanamazsın, çünkü o herkes için en uygununu düşünür taşınır ve karar verir." Derin bir nefes çekti içine kahve gözlerinin içinin titrediğini görmüştüm. "Yanılıyor sanırsın kendi bildiğini yaptırmak istiyor diye düşünürsün ama başına gelen musibetlerden sonra aslında onun senin hakkında verdiği kararın en doğrusu olduğunu öyle ya da böyle anlarsın."

 

Ağzından çıkanlar sanki benim üstümden kendine sürekli hatırlatması gereken bir kuralmış gibi ezbere ettiği sözlerini sıraladı. Gözlerini tek bir an üstümden çekmedi bunu yaparken bir duygu belirtmedi sadece beni telkin etmeye çalışıyordu.

 

"Biz ağabeyim için koruması gereken bir mücevher gibiyiz. Ben çok babamı görmem görmedim yani, kimse çok görmez." Sesi sona doğru titremişti, gözleri bahçeden vuran verandanın ışığıyla dolu dolu gözüküyordu. "O yüzden ağabeyim bize baba ama gerçekten baba oldu. Sadece bize değil bütün şehre. Her şeyi kendine görev bildi bir süre sonra hayatı kaçırdı ben bunun farkındayım, tek derdi düzeni sağlamak olağan akısında her şeyin onun bilgisi dahilide ilerlemesi oldu ve yine aynı şeyi yapıyor ama bu sefer onunla savaşan ona karşı gelen biri var."

 

Sözlerinden eminmiş gibi büyük bir gururla kaldırdı başını, beni izlerken sanki bana bir şey anlatmak istiyor gibi beni gözlerinin hapsine almıştı.

 

"Ağabeyimle değil kendinle savaş, onun söylediğini duydum bunun senin için ne kadar zor olduğunu biliyorum ama vazgeçmeyecek Dilan'ı eve getirtmek için her yolu dener ben senin bu yolda onunla savaşmanı değil onun yanında olup savaşmanı istiyorum."

 

"Ben anlamıyorum seni Helin."

 

"Anlayacaksın ama şimdi değil, siz aynısınız seninle konuşurken karşımda o var sanıyorum sen ona gönderilmiş bir armağansın bunu yanlış anlamanı istemem ama siz bu farklı dünyada aynı yöne bana tek iki insansınız," Masada duran sıktığım yumruğuma sardığı sıcak elini yavaşça avcuma yasladı. "Kendin için son kez savaş bu ikiniz içinde sonu hüsranla biten başkalarının karar verdiği bir son olmasın. Ben ağabeyimi ya da ablamı kaybetmek istemiyorum yalvarırım ona yardım et."

 

Bana tek bir saniye seçme hakkı verselerdi buradan ardıma bakmadan kaçıp giderdim. Bugüne karar üstüme yüklene ağır sorumlulukların her yeni bir güne yenisi eklendi. Bu evdekiler bana en erin acılarımı vermişken ben neden bu evde acılarımın sadece sızıya dönüşüp dindiğimi hissediyordum?

 

⛓️

 

Bu gece hiç rüya görmedim, oysaki başımı yastığa koyduğum an o gece beni çıkmaza sokan her konu için bilinç altımın en yüksek hissi bana doğru adımı gösterir karar almam için bana bütün ihtimalleri yok saydırırdı fakat iki saat önce kapayıp dakikalar önce açtığım gözlerimin ardı bomboştu. Çok düşündüm kim olduğumu var olduğumu ayağıma batan dikenleri geçtiğim zor günleri.

 

Bir şey size altın tepside sunulmadıysa o var oluştan vazgeçmek akıl karı değildi. Üniversitede bir hocam istediğiniz bir olay sizi gelecekte feraha kavuşturacaksa o an için gururu hiçe saymalısınız derdi. O an o cümlenin altında ezileceğimi hiç düşünmemiştim.

 

Boy aynasının karşısında üstüme bol gelen eşofmanların içinde dururken bana beni unutturmuştu bu bir hafta ama bugün olduğum insana geri dönüyordum. Buraya geldiğim üstümde olan eteği fırlattığım yerden bulup bacaklarımdan geçirdim. Eteğin takımı olan yeleğimi de çıplak kollarımdan geçirdiğimde günlerdir duş almadığımın farkında bile değildim. Düğümünü açtığım saçımdan zorla ayırdığım tokayı tekrar düzenli şekilde at kuyruğu yaptığım saçıma takarken geldiği günden geri dolabın önüne sinmiş siyah stilettoları ayağıma geçirip çantamı elime aldım.

 

Her zamanki gibi değildim, gözlerimin altı mor, dudaklarımın rengi birkaç ton daha açıktı. Saçlarım dağılmış ve tokaya tutsak edilmişti. Daha farklı bir zamanda olsak bu görüntüme canımı fazlasıyla sıkabilirdim ama o gün bugün değildi.

 

İlk adımımla yırtmaçtan çıkan bacağımda kendimi dahada dik ayakta tutmaya çalışıp elimi kapı koluna uzatıp hızla adımımı ileriye doğru attım. Son kez ait olmadığım yere orada bir şey olmadığını bile bile ardımda unuttuğum şey var mı diye baktım. Dağılmış yatak ve odanın içerisi en az benim kadar dikkat çekiyordu fakat bunu toplamak için yeterince vaktim yoktu.

 

Saat sekize gelirken konağın içinde duyulan tek ses birbirine vuran tabakların sesiydi kadınlar kalkmış olmalı ki bu saatte kahvaltının hazırlandığına birkaç kez şahit olmuştum.

 

Olduğum katta her odanın boş olduğunu geçen günlerde öğrenmiştim o yüzden onu burada aramadım. Gece Helin'in odasından çıkarken son anda koridorun sonunda olan odaya onu girerken görüştüm ve Helin'de beni doğrulamak adına odasının orada olduğunu söylemişti.

 

Şimdi koridorun en başında duruyordum birkaç büyük adımla o odanın önünde olabilirdim. Sakince durup nefeslenmeyi bekledim, bunu bu kadar zor olacağını tahmin etmemiştim.

 

İlk adımın boş koridorda yankılanırken ardını iki ve üçüncü adımlarda tamamladı. Sekiz adımın sonunda o kahverengi kapının önündeydim.

 

Alt kattan gelen sesler daha da yaklaşırken birazdan ev halkını uyandırmak için yukarı çıkacaklardı. Bir ses daha yaklaşırken hızla elimi kaldırıp tahta kapıya vuracaktım ki aynı anda hızla açılan kapı ile arkasında olan bedenle karşı karşıya geldim.

 

Yüz hizamda üstten iki dümesi açık olan boynunu çıplak duruşu varken siyah gömleği kırışıktı. Gözlerimi yüzüne kaldırdığımda ayakkabılarıma rağmen yetişememiştim ona. Aydınlanan güneşe inat odanın içi büyük bir karanlıkla kasvetli duruyordu. Kulağının arkasından güneş ışığını engelleyen fon perdelerini gördüm.

 

Sonunda ela gözlerine ulaşabildiğimde ise beyazlarını kaplayan kırmızı kılcallarının en koyu halini gördüm. Çoğu zaman uyumakta ben de zorluk çekerdim ve bu göz duruşuna alışıktım ama o fazla dağılmış gibiydi. Gözlerini çekmeden bana bakarken içimden sayısızca tekrarladığım kelimelerin aklımdan uçup gidişine hâkim olamamıştım.

 

"Bir şey mi diyecektin?" Her zamanki kalın sesi yorgun tonlamasıyla çıkmıştı bu seferde.

 

"Evet." Boğazımı temizlediğimde gözlerimi kapatıp açtım.

 

"Dinliyorum."

 

Kuruyan dudaklarımı ıslattığımda gözleri saniyelik anda bakış açısını değişip kendini toparlamıştı. "Ben dediğini kabul ediyorum altı ay bu evde seninle evli kalacağım ama tek bir şartım var."

 

Onu okumak çoğu zaman anlamak çok zordu fakat gözlerinin içinin aldığı yergin asıl göz rengi olduğunu gördüğümde bunu gerçekliğini sorguladım. Sözlerim onu kasmış ama sanki üstünden yük kalkmış gibi yüzü rahatlamıştı.

 

"Konuşmadı ama başını dinliyorum dermiş gibi eğdi."

 

"Benim bugün şirkete gitmem gerekiyor uzaktan halledemem üç ay boyuncaya zaman zaman uğramam gerekecek. Bu benim içi çok önemli. Bir adamını yollarsın yad herhangi birini ama benim işleri kontrol etmem gerekiyor."

 

Cümlemin sonunu beklemeden "Tamam,"dedi kalın sesiyle.

 

"Tamam mı nasıl yani kabul ediyor musun?"

 

"Bu bir anlaşma Rona Sen kabul ettiğine göre bende ediyorum hazırsan çıkalım."

 

Kalbim tek bir kez attı sadece onu hissettim ya da. Midemi bir kramp kapladı ama bu mide bulandırıcıydı bana verdiği hissi sevmemiştim bana yabancı bir histi.

 

"Ben hazırım hemen gitmek istiyorum." Arkamda adım seslerini duyduğum birileri oradaydı hatta geçip duruyorlardı ama ben pek umursamıyor gibiydim Onun gözleri arkama döndü. "Ağam kahvaltı hazır."

 

Kadına başına salladığında önünde duran bana çevirdi ela gözlerini. "Sen geç kahvaltı yap ben hazırlanıp geliyorum." Ben içimde susturmaya çalıştığım seslerle etrafımda dönenleri tam kavrayamıyorken kapının kapanma sesini duyduğumda kendime geldim. Önümde kapanan kahve kapı ile bakışırken yüzüme kapanmasıyla yüz yüzeydim. "Hayvan." Söylenip önüme döndüğümde kapının tekrar açılmıştı. "Bir şey mi söyledin?"

 

"Hayırlı günler dedim, günaydın da diyememiştim."

 

Kafasını ağır ağır salladığında ikimizde kör sağır gibi birbirimizi ağırlıyorduk.

 

"İniyorum ben sende gelirsin."

 

Kapıyı tekrar kapattığında bu sefer arkama bakmadan merdivenlerden indim. Salonun ortasında kurulan kahvaltı masasının etrafı şu anlık boştu ama arkamdan adım sesleri geliyordu. "Günaydın Rona abla." Helin dün geceye nazaran daha iyi görünüyordu.

 

"Günaydın Helin." Arkamdan dolanıp masaya oturduğunda bende yanında duran boş sandalyeye oturdum. Berfin Hanım'da omzundan sallandırdığı şalını geriye atıp konuşarak geldiğinde Helin'e sesleniyordu. "Annem havanın güzelliğine bak biraz da olsa serinlik geldi topraklarıma, çiçekler bayram edecek."

 

Helin yudumladığı suyu bıraktığında cevap veren bendim. "Bende yağmur çok severim Berfin Hanım."

 

Etraf sessizliğe gömüldüğünde yüzünü bana çeviren kadının suratındaki şaşkınlık en belirgin duyguydu. Beni burada görmeyi beklemiyorlardı zira ben günlerdir masaya inmemiş çoğu zaman yemekte yememiştim. "Rona Kızım, günaydın."

 

Hafifçe gülümseyerek "Günaydın" dedim.

 

Berfin Hanımın arkasından uzun boylu genç bir çocuk konuşarak geliyordu. "İyi bu sabah annemin bu kız açlıktan ölecek gazellerini dinlemeyeceğiz." Annesini geçip Helin'in karşına oturmuştu. Şimdi fark ediyorum ki Helin'le çok benziyorlardı kavisli burunları, dudaklarının altında olan benlerinin duruşu hatta boyları bile.

 

"Hozan ben tanışamadık." İnce parmakları elini önüme uzattı. Kibar biriydi abisine benzemiyordu.

 

"Rona."Eline uzanıp sıktığımda elini çekip yemek yemeğe başlamıştı.

 

"Kızım giyinmişsin bir yere mi gidiyorsun arabaların hazırlatayım sen bilmezsin buraları?"

 

"Yok aslında Doğu ile birlikte gideceğim onu bekliyorum." Helin'in dudaklarındaki su bardağını kavramakta zorlandığını gördüm. Hozan'ın ağzına atmaya çalıştığı peynirin dudaklarının kenarından düşüşünede şahit olmuştum.

 

Berfin Hanım bile şok olmuş şekilde bana bakarken ben hiçbir şey olmamış gibi tabağıma zeytinleri dolduruyordum. Helin'den ekmek istediğimde herkes dumura uğramış gibiydi. Günler önce bu masayı dağıtıp ölümle tehdit ettiğim adamla dışarı çıkmam onları germiş olmalıydı.

 

Berfin Hanım kısık bir öksürükle masadaki yerini aldığında ben günler sonra ilk defa bu kadar çok şey yemenin mutluluğunu yaşıyordum.

 

"Nereye gidiyorsunuz kızım?" Benim cevap vermeme kalmadan aramıza giren yine o özgüvenli ses olmuştu.

 

"Rona Hanım nereye derse oraya, akşam yemeğine beklemeyin yarın akşama anca geliriz."

 

Herkes Doğu'ya bakarken ben çayımı bitirip ayağa kalktım. "Afiyet olsun herkese kısa bir süre sonra tekrar görüşmek dileğiyle." Bacaklarıma örttüğüm mendili katlayıp tabağımın yanına bırakıp Helin'e göz kırpıp çıkış kapısında bekleyen Doğu'nun yanına yürüdüm.

 

Dış kapıyı açtığında yeni durmuş yağmurun toprakta bıraktığı ıslak kokusunu ciğerlerime çektiğimde yeni başlangıçların ruhumu saran sarmaşıkları yükselip bana güven vermek istercesine varlığını hatırlattı.

 

Omzumda hafif dokunuşuyla soğuk elini hissettiğimde yürümem için beni bekliyordu. Büyük bahçenin içi üç araba ile dolmuşken önünde durduğumuz siyah camları sedan aracın iki kapısı açıldı. Fırat'ın yeni alçıdan çıkmış kolu ile arabanın ön tarafından beni izlerken görmüştüm. Bu sefer saçlarını geriye doğru jöle ile yatırmıştı. Onunla konuşmamam için yüzünü geri çevirdiğinde açılan kapıya doğru yürüdüm.

 

"Bu kadar arabayla gitmeye gerek var mıydı? Uçakta kullanabilirdik."

 

Arka tarafa dönerken ileriye doğru bakıyordu ama beni dinlediğini biliyordum. "Sen yanımdayken olmaz, güvenli değil." Durmadan arabanın diğer tarafından arkaya bindiğinde ben son anda yakalayabildiğim kelimeler için donup kalmıştım.

 

Arkamdan biri yaklaştığında arabanın kapısını kapatacakmış gibi ileriye doğru itelediğinde bu sinsi hareketi tek yapacak olan insanla göz göze geldim. "Ne yapıyorsun tıraşlanmış havuç biraz dikkat etsene daha binmedim."

 

Gözü yavaşça seğirmeye başlarken kapıdaki elini cama doğru yapıştırıyordu. Bana cevap vermemek ona acı çektiriyor gibiydi.

 

Adımımı arabanın içine attığımda kapıyı suratıma yapıştırmak için bekleyen Fırat'a tekrar seslendim. "Saçını mutfaktaki kuzuya mı yalattırdın?" Rengi bir pancar gibi hızla renk değiştirirken bunu bir tek o duymuştu belki birde arabanın içindeki Doğu çünkü diğer adamlar yola çıkmak için hazır şekilde arabada bekliyorlardı.

 

Fırat'la uğraşmayı sonraya bırakacaktım çünkü bugün günler sonra keyfim yerindeydi.

 

Kapıyı kapattığında dudaklarından sabır çektiğini anlayabiliyordum. Arabaya kurulduğumda Doğu az önce dediklerimi duymuş gibi dudağının bir kenarı havadaydı.

 

"Benimle konuşmamasını mı söyledin?" Yüzümü ona değil arabanın önünde dolanıp sürücü koltuğuna yaklaşan Fırat'a çevirmiş izliyordum.

 

"Sana asla saygısızlık yapmamasını söyledim. Yanlışlıkla bile."

 

Ela gözleri kelimelerle kendine emin bir şekilde kapanıp açılırken kısa bir an ona döndüm. O da çoktan bana dönmüş bir şekildeydi.

 

 

Araba çalışıp büyük konaktan çıktığında iki arabada arkamızdaydı. Bindiğim süre zarfında daha şehrin çıkısına varamadan altı kez neden uçakla gitmediğimizi bir daha asla onunla gelmeyeceğimi söyledim. Bütün söylediklerimi sakince bertaraf ettiğinde Mardin'i gerimizde bırakmış Diyarbakır tabelasına girmiştik. En son hatırladığımda Fırat'a zorla açtırdığım şarkının sesini kısıp klimayı biraz açmasını istemekti.

 

Yarım saatin sonunda uyuya kaldığımı fark ettiğimde soğuk bütün bedenimi kas katı etmişti. Yırtmacımı kapayıp kollarımı bedenime sardığımda aynı anda yanımda bir hareketlilik fark etmiştim. İnce kumaşın sıcaklığı bedenimdeki soğuklukla birleşince eksik olan şey tamamlanmış gibiydi.

 

Üstümdeki kumaşa daha çok sarıldığımda kapanan bilincime yayılan koku bütün ruhumu sarmalamıştı. İlk kapı açıldığında buruma gelen toprak kokusunu tekrar duyuyor gibiydim. Ağır değildi genzimi yakmıyordu ama hep buna ihtiyacım varmış gibiydi.

 

Yavaş yavaş bu kokuya teslim olduğumda artık nerede olduğumun bilincinde bile olmadan uykuya dalmıştım.

 

Ne kadar zaman geçmişti bilmiyorum ama sanki uykumun tamamını almış gibiydim. Uykuyla uyanıklık anında olduğumun farkındayım arabanın hızla durduğunu ve yükselen seslerin olduğunu duymam ama algılamam zordu kalabalık sesi seçemiyordum. En sonda patlayan kulakları sağır eden kurşun sesiyle hızla olduğum yerden fırlamıştım. Bir el öndeki koltuğa yüzümü çarpmamam için beni yavaşlattığında arabanın içinde olduğunu fark ettim.

 

"Bir şey olmadı sakin ol!" Bir eli omzumu sıkı sıkı tutarken diğeri yüzüm ile koltuk arasında tampon görevindeydi.

 

"Ne yapıyoruz abi iniyorum ben?" Fırat hızla konuşurken bağırıyor gibiydi.

 

Kapı açılıp Fırat hızla çıkrığında sıcak hava hızla arabanın içini kapladı.

 

"Rona sakın arabadan inme sakın! Yaptığımız anlaşmayı unutma." Doğu'nun ilk defa tedirgin olmuş halini görürken ben kendime gelememiştim, algılayamıyordum yaşananları.

 

"Ne oluyor Doğu?"

 

"Baban önümüzü kesti seni almak istiyor, inme Rona."

 

"Babam mı?"

 

Öne eğilip arabanın önünü saran adamlardan hızla onu görmeyi denedim ama fazla kalabalıktı.

 

"İnme Rona, tamam mı, dinle beni."

 

İnmesi gerekiyordu ama benden emin olamadığı için olduğu yerde kalıyordu.

 

"Baba." Onu duymuyor gibiydim öne atılmaya çalıştım ama beni tuttu. Yüzümü ellerinin arasına almaya çalıştı. "Rona inersen onunla gidersen her şey mahvolur."

 

Onca uğultu arasından sesini net duyduğum sadece oydu, sesini bana duyurmuştu. Dokunuşları bedenime yayılıyordu kokusu en büyük sakinleştiriciydi.

 

"Tamam, tamam inmeyeceğim." Ben artık önümü göremiyordum ben artık kendimi bilemiyordum. Ben belki bu kapıdan çıkıp babamın yanına gidip hayatıma dönebilirdim ama artık mesele ben değildim her şey pamuk ipliğine bağlıydı. Tekrar kan dökülecek ben değil belki ama benden sonrakiler onlara miras bıraktığım can korkusu ile yaşayacaktı. Ben bunu yapmayacaktım.

 

"Söz veriyorum git, gitmeyeceğim babamla."

 

Yüzümde dolaşan parmakları gevşediğinde yüzümün her zerresini bir daha fırsatı olamazmış gibi sakince inceledi. Ayırmamıştı ama parmaklarının bıraktığı boşluklar hemen donmuştu, şu an sadece onun sıcaklığına ihtiyacım vardı ama bu onun içinde çok zormuş gibi benden ayrılıp hızla indi ve kapıyı kapatıp kapandığından emin olarak dokundu.

 

Öne doğru eğildiğimde Doğu giderken kalabalık dağılmış ve onun geçmesi için boşluk yaratmışlardı.

 

Kabalığın içine yürüdü Babamı gördüm tam onun karşısında durdu. Babamın arkasında bir ordu vardı hepsinin silahı Doğu'nun adamlarına dönükken Doğu'nun on tane adamının silahlıda karşı tarafa dönüktü.

 

Birinin kurşunundan çıkan bir ateş parçası ortalığı kan gölüne çevirecekti.

 

Doğu'nun adımları üç adım bırakarak babamın önünde durdu. Babamın yorgun gözleri benim orada olduğumu bilmeden dolandı yavaşça arabanın üzerinde.

 

İkisi de sakin değillerdi ama ikisi de konuşmadan gözlerle ortamı ateşe veriyorlardı.

 

İlk konuşan babam oldu fakat duyamıyordum ne dediğini. Doğu'nun yüzünü görememiştim fakat elinin yumruk olduğunu gördüm o an. Babam ona bir şeyler sıralıyor o kabul etmiyordu.

 

Çok kısa bir boşlukta babam hızla belinde duran silahı çekip Doğu'nun kalbine doğru indirdi

 

Elimi kapıya atıp hızla arabadan atıldığımda sertçe bağırdım. "Baba silahını indir!"

 

Herkesin başı bana döndüğünde orada oluğumdan habersiz olan babamın başı omzuna doğru eğildi. "Babam, Rona'm gel kurban olduğum seni almaya geldim."

 

"Baba silahını indir!"

 

"Kızma bana geç kaldım, gel hadi gözümün nuru."

 

"Baba!" O beni ben ise onu duymuyor gibiydik.

 

Toprak zeminde ayaklarım bata çıka yürüdüm hızla.

 

Babam ile Doğu'nun arasına girdiğimde babamın gülen yüzü o andan itibaren donuklaşmıştı.

 

"Rona çekil." Doğu kolumu tutmuş diğer taraf çekmeye çalıştığında boşta olan elimle kolumun üzerindeki elini avucumun içine aldım.

 

"Silahını kocamın üzerinden çek!"

 

 

Bölüm sonu.

Bölüm : 03.01.2025 21:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...