
Biz ne arkadaş olabilirdik onunla
ne de bir aşık bir yarası ortak olan yaradaştık.
Bizim asıl kaderimiz buydu...
"8.Bölüm Yaradaş"
Her kurşun sesi beni geçmişe götürürdü. Bir kez daha patladı sonra bir kez daha. Küçüktüm çok küçüktüm. Kimlerin düşman kimlerin kötü olduğunu bilmeden yaşarken ölmemi dileyen insanların gerçekliğiyle tanışmıştım. Patlayan silahın her kurşun sesine kriz geçirirdim. Yere çöküp hıçkırarak ağlardım. Bazen patlayan balon, bazen arabanın tekerliği sebep olurdu krizlerime.
Geçti sanmıştım ama geçmemiş. Ölüm korkusu benimle birlikte büyümüş. Kalbim ağzımda hızlı hızlı atarken üstüme kapanmış olan Doğu bir nefeslik alanımı daraltıyordu. Elim göğsüme gitti. Büyümüştüm yeni bir kriz geçiremezdim. O anın bana yaşattığı heyecanı tekrar yaşamak istemiyordum. Sesler kesildiğinde hızla arabanın caddede çıkardığı tekerlek sesini duydum üst üste ateş açmış şimdide kaçıyorlardı.
Doğu eliyle karnımı belimi yokladı hızla. Ben iki büklüm dizlerimle yerde eğik haldeydim.
Temkinle üstümden kalkıp önümde eğildi. "İyi misin bir yerine bir şey oldu m Rona? " Cevap vermek için derin derin nefesler almaya çalışıyordum ama sabırsızca eğik başıyla benden cevap bekliyordu, kendimi toplayarak başımı salladım.
"İyiyim yok bir şeyim." Başını kaldırıp ayağa kalktı sonra kollarımdan kalkmam için yardım etti. "Kimdi onlar tanıyor musun?"
Sinirlenmişti adamlar etrafımızda etten duvar örmüşken birkaçı kaçan arabanın peşinden ateş açmaya devam etmişlerdi Fırat'ta onların arasındaydı. Koşarak geri geldiğinde nefes nefeseydi "Ağabey iyi misiniz?" bana döndü sonra "iyi misin yenge bir yerine bir şey oldu mu? " Fırat'ın endişeli yüzü beni şaşırtmıştı. Beni bile merak etmişti, üstelik onun için zor olan bir gerçeği kabullenmişti ama buna gerek yoktu. "İyiyim Fırat ve aramızdaki düşmanlığını yengeye tercih ederim."
Doğu'ya döndüğümde bizi dinlemiyordu. Gözlerinden ateş çıkacak kadar öfkeliydi. Yumruk yaptığı ellerini sıkarken "Bulun bana o itleri hepsini." Diye soludu sonra hızla Fırat'a döndüğ ve ondan şaşılacak o şeyi yaptı Fırat'ın yakasına yapışmıştı. "Nasıl etrafı kontrol altında tutmazsın lan. Rona yanımdayken sana uçan kuştan haberim olacak demedim mi?"
Fırat tek kelime etmiyor olduğu yerde Doğu'nun yüzüne haykırmasını dinliyordu. Kafasını yavaşça aşağıya eğdi. "Doğu tamam bırak herkes bize bakıyor." Az önce İstanbul'un göbeğinde herkesin gözü önünde çatışma çıkmıştı ve ilk dakikadan sonra insanlar koşuşturmaya başlamıştı.
"Ya ona bir şey olsaydı. Biz yanımızdakileri böyle mi koruyacağız Fırat?"
Adeta haykırıyordu bütün sinirini Fırat'tan çıkartıyordu. Yakasına tekrar yapışınca ona uzanan kolunu tuttum. "Doğu yeter bırak, öfkeni ondan çıkartamazsın. Kocaman cadde burası on tane adamla buranın güvenliğini de sağlayamazsın bırak yakasını."
Artık bende sinirlenmiştim. Az önce saldırıya uğramıştık daha kendimi sakinleştiremeden kendimi ikisinin arasında bulmuştum. Buradan gitmek istiyordum. Bu şehirden. Artık burası evim gibi hissettirmiyordu.
Bana döndüğünde sert olan ifadesi yavaşça eski düz bakışı haline geldi ama hala sinirli ve stresli olduğu belliydi. Adamlara dönüp baktığımda hiçbirinde bir şey yoku. Bir tek önünde durduğumuz arabamın bütün camları aşağıya inmişti. Artık kullanamaz haldeydi. Arabaya gelene kadar çok şeye üzüleceğim için dönüp bir kez daha bakmadım bile.
Fırat'a dönüp Doğu'nun ayaklarının altında olan evin anahtarını eğilip yerden aldım. "Asansörü kullanabilirsin Fırat artık bir an önce gidelim buradan." Elimden anahtarı aldığında artık eski Fırat değildi, saygıyla hafifçe eğildi ve kimseye bakmayarak büyük adımlarla apartmana girdi.
"Ofis bürosuna gitmem gerekiyor Avukatımı göreceğim sen bırakır mısın?" Yandan arabama baktığımda o da arabanın içler acısı haline bakıyordu. "İnat ettiğin her şey elinde kalıyor."
"Birazdan sende elimde kalacaksın, bana bir araba borçlusun ayrıca." Hafifçe gülümsediğinde adamlardan biri arabasını tam önümde durdurmuştu. Doğu arabayı işret ettiğinde sürücü koltuğuna yürümüştü. Kendisi kullanacaktı.
Arabaya binip emniyet kemerini taktığımda ofisin nerede olduğunu söylemiştim. Çok uzak değildi ama trafik vardı, sabah trafiği.
"Neden avukata gidiyorsun?" Bana değil yola bakarak konuşmuştu.
"Evlilik sözleşmesi yazdıracağım." Tuhaf tuhaf baktığında eminim ki bu anlamsız hareketimi sorguluyordu. "Saçmalıyorsun" dedi sadece ve önüne döndü.
"Şaka yapıyorum hiç eğlenceli değilsin." Başını sen iflah olmazsın dermiş gibi yana sakladığını gördüm ona bakınca. "Ayrıca yapar mıyım öyle şey can güvenliğim yok ve her an bir yerde vursalar seni dul başıma peş parasız kalırım ama ben servetime servet katmayı planlıyorum."
Bana döndüğünde gülüyordu. "Zeki insanları severim" dedi.
Trafik açıldığında artık büronun önüne gelmiştik arabayı durduğunda gelmesine gerek olmadığını söyledim. "Sürekli gelip gidemem diye kâğıt sepet işler için vekaleti Şebnem'e vereceğim önemli bir şey değil yani." Hemen gelirim deyip kapıyı kapatmıştım.
Can Bey'in yanına çıktığımda bu kararım onu da şaşırtmıştı ama işimi eksiksiz halletmişti.
Hisselerimi satılığa çıkartmıştım aile ya da aile dışının olması fark etmez demiştim. Annemin fabrikasını da ona devrettiğimde Adalet Hanım'ın avukatıyla bu işi halledeceğini söylemişti.
Belki bazı şeyleri kaybetmiştim ama kendimi kuş gibi hafif hissediyorum. Buruk anımı sessize almışken çıktığım merdivenleri yavaşça inip temiz havayı içime çektim. Doğu kapıya park ettiği arabasına yaslanmış içine çektiği zehri yavaşça dışarıya üfledi. Beni gördüğünde son bir derin nefes alıp ben yanına gelene kadar söndürüp çöp kovasına yürümüştü.
"İşim bitti gidebiliriz artık" dedim.
"Rona!" İsmim arkamdan sertçe seslenince o tarafa doğru döndüm. Doğu öne doğru atıldığında bağırmıştı. "Ben seni bir daha görmeyeceğim demedim mi lan kıl kuyruk."
Emir karşımda dururken bir gözü mordu bir kolu askıda alçıda dudağı da patlamıştı ki bantlanmıştı.
"Emir ne işin var senin burada?"
Bizden uzak duruyordu ama Doğu'yu bıraksam bir saniyede onu yerdi. Belli ki onlar daha önceden tanışmış ve Emir'in yüzündeki tuvalin renkleri ona aitti.
"Tanıyor musun sen bu kıl kuyruğu?"
"Tanıyorum" dedim sadece. Hem de çok iyi tanıyordum. Şebnem'in partide tanıştığı adamın arkadaşıydı iki yıldır peşimde sapık gibi geziyordu. Kaç kere dövüp postalamıştım en son uzaklaştırma kararı bile aldırmıştım ama yine karşımdaydı.
"Sevgilisiyim lan ben onun tanıyor tabii beni." Doğu tekrar öne atıldığında yine durdurmuştum. "Hasta delinin tek bak ne hale gelmiş hala konuşuyor bırak hadi gidelim Doğu."
"Gidemezsin bir yere Rona sen benimsin." Doğu'yu artık tutamadığımda elimden sıyrılıp gitmişti.
"Lan senin o ağzını sikerim berduş. Senin cesedini çıkartırım burada piç kurusu." Emir'i yere düşürmüş yüzüne üst üste yumruk atıyordu.
Emir'in her yeri kana bulandığında bilincini kaybetmiş gibiydi ama umursamadı iki yakasından tutup kaldırdı. Kulağına bir şey söylemişti duymamıştım ama Emir duymuştu kafasını sallayıp yere düşen bedeniyle ağzından canının acıdığını gösteren bir ses çıkartmıştı.
Sapık insanların son bu olmalıydı. Kadınların özgürlüğünü kısıtlamak isteyen herkesin sonu bunun gibi olmalıydı.
Emir var gücüyle yerden kalkıp düşe kalka arkasına bile bakmadan koşup gittiğinde. Doğu'da yere dayadığı bacağından güç alıp hızla kalktı. Bana baktığında gözleri öfkenin her tonunu içinde taşıyordu ama adımlar attıkça eski elalar beni tanırmış gibi yerini alıyordu.
Gözüm eline kayarken sargı benzine sardığı elinin kanadığını gördüm. Eline uzanıp yavaşça sargı bezini kaldırıp baktım. Kabuklarının altından tekrar kanamış sargı bezi ıslanmıştı.
Bu yara artık benim yüzümden açılmıştı.
"Bu yaranı kapatmam gerekiyor bu sefer gerçekten benim yüzümden oldu."
"Hani sebep sende olsan benim kapatmam gerekirdi." Aramızda çok bir mesafe yoktu, eli ellerimin arasındayken.
"Boş versene yaradaşlar birbirlerinin yarasını kapatmalı. Bizde yaradaşız. Meğer bilmeden ne çok yaralar açmışız birbirimize ama sen saramamışsın düzgün." Elindeki ıslak sargı bezini söktüm yavaşça. "Ben tekrar sararım." Dedim.
"Ben hep yara açtım yara sarmayı bilmem akıp gitsin bırak."
"Bana çok yara açtılar ben çok kapattım yani. Senin yaran bana sökmez." Çantadan çıkardığım iki tane yara bandını taktım.
Hareketlerimi izledi. İşim bitince yavaşça bıraktım elini.
Arabaya doğru yürürken arkamdan sesini duydum. "Sen başkasın, deri mevzusun."
Kime göre başkaydım bilmiyorum ama derindik ve ikimiz konuşunca birbirimizin sınırlarında boğuluyorduk.
🔗
Midyat'a ulaştığımız saat sabahın altısıydı. Sokaklar sessiz ve en güzel haliyleydi. Konak yeni doğan güneşe daha kalkmamıştı ama Berfin Hanım'ın odasının ışığı yanıyordu. "Namaza kalkmıştır" dedi nereye baktığımı anlayan Doğu.
"Bavulları odaya sabah mı çıkartayım yenge?" dedi Fırat. Fırat'taki değişim beni korkutmaya başlamıştı. Sadece benimle konuşuyordu yol boyuncuda arada Doğu'nun kullandığı arabada da Doğu'yla tek kelime konuşmamıştı, benimle muhatap olması da Doğu'ya bir nevi tripti. Fırat'ın kuması gibi hissetmem normal miydi?
"Gerek yok sizde dinlenin hem ev halkı sese kalmasın Fırat" dedim.
Doğu'ya yarım yamalak baktığında gitmek için izin istiyordu. Doğu ise sadece bakmış Fırat'ta anlamıştı.
Yavaş adımlarla avlu boşaldığında ikimiz tektik artık. "İyi misin sen yol boyunca konuşmadın bir yerin mi ağrıyor, bir şey mi oldu? "
Çok şey olmuştu. Hayatım tepetaklak olmuştu. Hayatımın bittiğini ya da yeniden başladığını anlamıştım ama ona ses etmedim.
"Yorgunum sadece yollar beni yoruyor malum on yıl Diyarbakır İstanbul arası gidip geldim."
Ne dediğimi anlamıştı ama o da uzatmamayı seçmişti.
"Uyu o zaman sen kimse kaldırmaz istediğinde yemek getiriler sana bu sefer ye ama."
"Yiyeceğimden emin olabilirsin," dedim gülümseyerek. Gözleri dudaklarıma kaydığında gözü gülüşümde kalmıştı.
Karşılaştığımızdan beri birbirimize o kadar çok bağırıp nefret kusmuştuk ki güldüğümüzü gördüğümüzde afallıyorduk.
"Hep gül sen." Dedi ondan beklenmeyecek bir sakinlikle.
"Çok da gülünecek şeyler yaşamıyoruz. Özellikle de bu ay tam bir trajediydi. Düşük puanlı yeşilçam filmi hayır hayır korku filmi." Söylediklerime kahkaha atmıştı, kimsenin duymasını umursamadan kahkaha atmıştı Doğu Ağa. Onu ilk defa böyleyken görüyordum. Yanağında sakallarının altında sol yanağında çukur vardı. Çok ince çizgi gibiydi zaten kahkaha atınca ortaya çıkmıştı çıkıyordu. Acaba onun orada olduğunun oda farkında mıydı, düşünmeden edemedim.
"Hadi yukarı çık sen dinlen biraz."
"Olur," dedim. Arkamı dönüp yavaşça açık olan salon kapısından içeriye geçtim. Merdiveni usul usul çıkarken kapısı yarım açıp tek bir oda dikkatimi çekmişti.
İleride karartı vardı dikkatli baktığım bir tekerlekli sandalyeydi o.
Saate çok erkendi kim varsa yatıyor olmalıydı daha fazla mahreme girmemek için yavaşça çekilip odamın olduğu kata gitmiştim.
Deri ceketi çıkarttığımda üstümde pamuklu askılı ince elbise vardı. Onunla uyumam beni rahatsız etmezdi. Pikeyi kaldırıp yatağın içine girdiğimde ikinci dakikasında uykuya esir düşmüştüm bile.
Elime uyumadan önce koyduğum telefonum gelince yastığın altından tutup çıkardım. Saat bir buçuk olmuştu. Bütün kaslarım ağrırken bedenimi yavaşça kaldırdım. Boynum tutulmuştu ayaklarım yere basacak halde de değildi. Her biri şişmişti çünkü gün boyu ayağımda topuklu ayakkabılar vardı.
Banyoya gittiğimde makyajı umursamadan yüzüme su çarptım sonra dolapta olan ıslak mendille makyajımı sildim. Eski Rona olsa cinnet geçirirdi ama adı üstünde eskiydi. Eski Rona'nın o hayatı geride kalmıştı burası onun evi değildi.
Odaya geri döndüğümde dolabı açarak geçen olan elbiselerden daha fazla kıyafet görmemle şaşırmıştım. Boru paça bir kot ve üstünde kuş olan beyaz tişörtünü alıp üstüme geçirdim. Odanın içinde olan siyah yumuşak terliği de ayağıma geçirdiğimde odadan dışarı çıktım.
Aşağıya inene kadar kimseyle karşılaşmadım ama mutfaktan sesler geliyordu Dümdüz bahçeye çıktığımda Fırat'ı araba yıkarken gördüm. Birkaç kez seslenmiştim ama duymuyordu beni. Yanına kadar gittiğimde elindeki süngerle defalarca üstünden geçtiği camı silmekle meşguldü.
"Fırat," dedim daha yüksek sesle.
"Buyur yenge." dedi kendine gelerek. Berbat bir haldeydi. Yakası dağılmış gömleği su içinde kalmıştı.
"İyi misin? Seslendim ama duymadın." Çeşmeye giderek vanayı kapatmış geri gelmişti.
"Dalmışım yenge kusura bakma."
"Bana yenge deme Fırat."
"Yengemsin, yenge."
"Fırat" dedim sinirlenerek. "Buyur yenge." Dedi hemen.
"Bir şey mi diyecektin?"
"Valizlerimi müsait olduğunda getirebilir misin diyecektim."
"Hemen hallediyorum sen geç yenge" dedi. Teşekkür edip gidecektim ki durdurmuştu beni.
"Yenge asıl ben teşekkür ederim."
"Ne için?" Anlamamıştım teşekkürün sebebini.
"Dün ağabeyime karşı beni savundun ya. Yanlış anlama ağabeyime boynum kıldan ince çekip vursun ses etmem kimseye de karıştırmam ama ilk defa biri beni korudu yenge evet ağabeyim sahip çıktı baba oldu ama sen korudun be yenge. Anam babam yok benim," dedi sonra gözleri dolduğunda kolunun tersiyle hızla sildi.
"Bize kimse sahip çıkmadı bir Ağabeyim işte ama sen öyle önüme geçince ben kötü oldum. Hakkını da helal et elimiz uzandı sana, kötü düşündük yenge. Sen ne derse de bundan sonra boynum sana kıldan incedir. Yengemsin," dedi eyvallah dermiş gibi elini kalbine götürdü. "Bu konakta bir kardeşin var bil bunu."
Fırat belki benden büyüktü ama bana saygı duyduğunu gösteriyordu. Onun için yaptığım ufak şeyin altında kalmamak için beni koruyacağını söylüyordu. Verecek bir şeyi olamayanlar canında verir derdi babam haklıydı. Aklıma abim gelmişti dünden beridir de çıkmamıştı zaten.
"Eyvallah benden Fırat," dedim gülerek. "Beni bugün İpekoğlu konağına götürebilir misin? Doğu'ya söyle bir şey demeyecektir."
Arkamı dönüp mutfağa giren kapıdan geçtim. Helin ve Berfin Hanım karşılıklı kahve içerken Berfin Hanım uzaklara dalmış gibi geldiğimi fark etmemişti.
İçeriye girdiğimde Helin yerinden kalkıp boynuma sarılmıştı "Rona abla hoş geldin." cıvıl cıvıl neşeli ama zeki bir kızdı acısını güzel saklıyordu. "Hoş buldum Helin nasılsın?" dedim. Berfin Hanım kızının arkasından kalkıp önümde durduğunda yüzünde anaç bir duyguyla elini öpmem için havaya kaldırmıştı. Bunu beklemiyordum. Yüzüne baktığımda gülümsüyordu ama acıyla. Acısını saklamıyordu ama güçlü durmak istiyordu.
Elini uzatmıştı çünkü kabullenmişti. Uzattığı eli öpmüştüm çünkü kabullenmiştim. Elini öptüğümde beni kendine çekip sıkıca sarıldı. Hasretini çektiği kızına sarılıp ağladı. Hasretini çektiğim anneme sarılırmış gibi sıkı sıkı sarıp ağladım bende. Bir şey konuşmadık o anda içli içli ağladık sadece.
Berfin Hanım kollarını çektiğinde yüzü kıpkırmızıydı kızı görmesin diye sağa doğru çekip "Helin çık dışarıya kimsede gelmesin söyle," dedi. Helin başıyla onayladığında tek kelime etmeden çıkıp kapıyı çekmişti
"Otur." dedi bana karşısındaki sandalyeyi gösterirken.
Yavaşça oturdum. Önümde Helin'in yarım bıraktığı kahveye baktım bir süre yaşlarımın durmasını bekleyene kadarda kafamı kaldırmadım.
Gözünü sildiği peçeteyi masanın üstüne koyup parmağıyla dokundu. Konuşmaya hazırlanıyordu ama nereden başlayacağını bilmiyordu sessizce onu bekledim bende. Çünkü benimde kelimelerim tükenmişti. İkimizde acı içindeydik, çaresizlik bizi sadece ağlatıyordu.
"Biliyorsun," dedi. Islak gözlerini kaldırıp bana baktı. Bir annenin gerçek acısı vardı karşımda. Kendi annemi düşündüm.
Başımı salladım ona yavaşça. Biliyorum dedim sessizce.
"Ben dönecek diye beklerken bu haber yüreğime yangın düşürdü." Yüzünü yukarı kaldırdı. Yardım dilermiş gibi bekledi.
"Rabbim bana gücenmesin onun ol dediğine isyan edecek değilim ama o da beni bebeğimdi. Dilan'ım başkaydı." Tekrara ağlamaya başlamıştı. Bende kendimi tutamıyordum, Berfin Hanım'ın her göz yaşında sanki ben ne kadar yalnız ve kimsesiz olduğumu tekrar tekrar hatırlıyordum.
Benim ağladığımı görünce elime uzanıp tuttu. Kırışmış elleri sıkı sıkıya sardı parmaklarımı, benim güçlü durmamı istiyordu ama faydasızdı ben yolumu kaybetmiş gibiydim.
"Sakın yanlış anlama beni Allah şahit ben yine görsem tanısam seni, seni gelin isterdim yiğidime ama bu canımızı çok yaktı kızım," dedi.
Haklıydı. Bizim soyadımız hep onlara acı vermişti, diyecek tek kelimem yoktu.
"Kabullendim ama ben Dilan'ım gelmeyecek gelmez." Başını ağır ağır salladı.
"Sende üzme kendini tamam mı güzel gözlüm. Benim Doğu'mun gözünde gördüm onu, ben ağa olarak yetiştirdim onu ben tanırım sana bakarken içi titriyor onun canı yanıyor, seni üzdüğünün farkında. O da sana bunları yaptığından pişman."
Uzanıp yanağımdan akan yaşı sildi. "Sen bana gelin değil kız geldin, bende sana ana olacağım üzülme tamam mı eşek gözlüm." Ağlarken hafifçe güldüm çünkü annemde böyle seslenirdi çoğu zaman bana.
"Yüreğime tam yirmi üç yıl önce bir ateş düştü ama o ateş seni de yakmış meğer. Biz bilmeden seni de almışız ateşin içine. Hakkını bize helal et kızım. Bizim yüzümüzden ırak yaşamışsın sabi yaşında."
Ağlamam durmuştu ama Berfin Hanım her konuştuğunda tekrara yaşlar akmaya başlamıştı. "Sabi'ye düşman olunmaz affet bizi."
Elimin üstünde olan eline uzandım sizde çok acı çekmişsiniz sizde hakkınızı helal edin. "Bu olanlar keşke hiç yaşanmasaydı, Dilan için keşke elimden bir şey gelse ama kabullenmekten başka ne yapabiliriz ki?"
Usulca salladı başını onun içinde her şey çok ağır ve zordu anlıyordum.
"Ama keşke evinden gelinlikle davulla zurnayla çıksaydı. Öyle yetim gibi tek başına," sonra durdu. "Bilirim Adalet onu sahipsiz bırakmaz ama ..."
"Ben en azından onu halledebilirim belki siz üzülmeyin daha fazla. "
"Gerçekten mi?" dedi. Gözyaşları için gülümsüyordu.
"Konağa gideceğim bugün onlarla konuşacağım ben oradan çıkarsam Dilan'da buradan çıkar."
Sonra yüzünü bir endişe kapladı. "Kızım gitmen nasıl olur bilemedim ama Doğu gitmene bir şey demesin?"
Durumu kurtarmak için "babam orada değil annemle konuştum hem annemi görmem gerek," dedim.
"Tamam ama bizimkiler de gelsin seninle," dedi sevinmişti Dilan'ı göreceği için ama bir tarafıda düşünceliydi.
Ayağa doğrulduğumda fazla vaktim yoktu yukarı gidip çantamı almam gerekiyordu. "Fırat'la gideceğim hemen dönerim," dedim. Berfin hanım ayağa kaktığında tekrara tekrar teşekkür etmişti. Hızla yukarı çıkıp çantamı aldığında içine koyduğum şeyin varlığından emin olup ceketimi üstüme aldım. Bavullarım gelmiş kapının köşesinde beni bekliyordu. İçinde ayakkabı olduğunu bildiğim valizi yatağımın üstüne çıkartıp içinde beyaz spor ayakkabıyı çıkartıp giydim.
Aşağıya indiğimde Fırat beni beklerken telefonum çalmaya başlamıştı arayan numara kayıtlı değildi ama içimden bir ses Doğu'nun olduğunu söylüyordu. Sessize alıp çantanın içine attım. Belki şimdi değil ama döndüğümde onunla ancak konuşabilicek gücüm olurdu.
Arabanın kapını açtığında "Ağabeyim ben Rona'yı arayacağım dedi konuştun mu yenge?" dedi Fırat.
"Evet konuştum az önce bir saat durup gelin dedi." Fırat kapımı kapattığında bende hızla iki koltuğun arasında duran telefonunu alıp kapattım ve Fırat gelene kadar eski yerine koydum.
Yolda Fırat'a bin bir çeşit soru sorup kafasını karıştırdığım iki saatlik yolda telefonunun varlığını hatırlamamıştı bile. Tek bir saniye susmamış onunla Doğu'nun dedikodusunu yapmaya bile çalışmıştı ama Doğu hakkında ser verip sır vermiyordu.
Şimdi neden Doğu'nun sağ kolu olduğunu anlamıştım ama saftı. Onu kullanmamıştım ama herkesten her şeyi beklemesini ona öğretmiştim kötü bir şey yapmıyordum bir dakikada olsa o konağa gitmem gerekiyordu ve Doğu buna izin vermezdi hele ki babamla karşılaşmalarından sonra asla.
Batman üzerinden Midyat'tan Diyarbakır'a bir saat kırk beş dakika gelmiştik.
Büyük sokaları geçtiğimizde dar sokağın başında olan konağın önüne geldiğimde açtığım pencerede beni gören herkes önce bir afallayıp sonra hızla içeriye haber vermişlerdi.
Fırat'a burada kalmasını ve geleceğimi söyleyip çantamı kolu asıp ağır adımlarla arabadan indim.
Konağın kapısı yıllar sonra benim için açılırken ilk önce annemi gördüm.
Siyah şalını koluna takmış koca gülümsemesiyle beni bekliyordu avlunun ortasında.
Annem kollarını kocaman açıp girmemi mutfaktan çıkan onu gördüm.
Adımlarım annemi geçip gittiğinde yere düşen çantamdan sonra bütün gözler bana döndü hızla Baran İpekoğlu'nun elinde hamile karısına götüreceği süt ise yer bir olmuştu çünkü elimdeki namlu ateşlenmek için ona dönüktü.
Bölüm Sonu
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 8.63k Okunma |
453 Oy |
0 Takip |
30 Bölümlü Kitap |