
Dünyanın meydana gelmesinden ve belli bir düzene oturmasından öncesinde var olmuştu. Tüm bu zaman içerisinde en çok ilgi duyduğu zaman dilimi insanların var olduğu ve olmaya devam ettiği asırlar olmuştu. Tüm insanlığın bugüne gelişine birer birer tanık olmuştu. Diğer hiçbir canlının bu denli ilgi çekici olmaması onu insanlara daha da çok bağlamıştı. Fakat bu bir zayıflıktı. İnsanlara bağlanmak en büyük zayıflıktı. Hele ki bir melek için en büyük cezaydı.
Var olduğundan beri böyle öğretmişlerdi ona. Aksini iddia edenler düşen meleklerdi. Kanatlarından, güçlerinden ve en önemlisi de cennetten sonsuza dek mahrum kalanlardı.
İlk düşen meleğin hep Lucifer olduğu söylenirdi. Şimdi ise dünyada bir yerde insanların arasında dolaştığı söylenirdi. Kimse düşüşünden beri ona ne olduğunu bilmiyordu. Tek bilinen söylentilerde yaşadığıydı.
Castiel ise tüm bu zaman diliminde tüm bu söylentiler ve ona bizzat söylenenlerle yaşamıştı. Peki ya şimdi ne olmuştu? Ne olmuştu da kendini bu halde bulmuştu? Şimdi cennetten atılan kendisiydi.
-----
Bölüm şarkısı: Angel / Massive Attack
***
Adam o gün öğrendi ki ölüm bir son olmamıştı onun için. Bir kez ölmüştü ve şimdi bin kez yaşayacaktı. Bir kez daha öldüğünde, işte o zaman, ah o zaman en kötüsü olacaktı. Bu sefer ölüm gerçekten onun için son olacaktı. Bazı ölümler vardı ki, ah o ölümler ne tatlıydı. Sanki yeniden doğmak gibiydi. Sanki hayatın amacına ulaşmaktı. Hiçbir şeyin sonunu düşünmemekti. Ne olduğunu, ne olacağını umursamamaktı. Bazı şeyler uğruna değecek olandı. Bazı yaşanan şeyler uğruna, bazı kişiler uğruna... Ve yine bazı ölümler vardı. Onlar ise size başka çare bırakmayanlardı. Ah, o ölümler ne acıydı. Kalbini göğsünden sökercesine acıtan cinsten. Sanki bir daha dönüşü olmayanlardan. Sanki ... Artık sona gelinendi. Artık ne olduğunu, ne olamayacağını bilmekti. Her şey uğruna değecek olandı. Yaşanan her şey uğruna, onun uğruna...
Adam o gün yeniden doğdu. Birkaç saat önce tamamen duran kalbi tekrardan atmaya başladı. Bir kişi ölmüştü, dünyada hiçbir şey değişmemişti. Bir kişi tekrar yaşama dönmüştü, dünya tersine dönecekti.Adam bunun farkında olmadı. Sanki birkaç saatlik uykuya yatmış gibiydi. Sadece daha ağırından daha dönülmezinden. Önce tüm vücudunda soğuğu hissetti. Ardından nerede olduğunu bilmediği bir yerde gözlerini açtı. Nihayet kendine geliyordu. Birkaç saat önce tüm yaşananların zıtlığı ile gördüğü ilk şey karşısında dikilen adamdı. Yaslandığı duvarda doğruldu.
Karşısında kendisine bakmakta olan adama doğru kaldırdı kafasını.
"Ne hatırlıyorsun?" dedi karşısında öylece dikilen adam soğukkanlılıkla. Sesi bir o kadar donuk bir o kadar da tekdüzeydi.
Dean bedenini saran yorgunluğun ve ağırlığın etkisiyle kafasını zar zor kaldırabilmişti. Sanki yüzyıllar boyunca uyumuştu da tüm bu yorgunluk o yılların birikmişliğiydi.
"Ben..."
Elini kaldırdı. Adama doğru uzattı. Yardım istercesine. Fakat adam oralı olmadı. Ardından yorgunluğun tesiri ile uzattığı eli tekrardan yere indi.
Yine aynı cümleyi tekrarladı karşısındaki adam hiç değişmeyen ifadesi ve ses tonuyla.
"Ne hatırlıyorsun?"
Dean bir süre cevap vermeden adamın yüzüne baktı. Yorgun ve açmaya zorlandığı gözleriyle.
Adamın tavrı onu ister istemez rahatız etmişti. Bu garip ve ısrarcı sorusuna cevap vermek istemedi. Bu yüzden bir süre cevap vermeden öylece adama baktı. Ne anlamasını istiyordu o da bilmiyordu fakat adamda onu rahatsız eden bir şeyler vardı.
"Ne oldu bana?" dedi kısa süren sessizliğin ardından. Sahi ne olmuştu ona? Adamın sorduğu soruyu düşündü. En son hatırladığı hapisten çıktığıydı. Onun ardından gecenin bir saatinde karlı yolda yürüyor olduğuydu. Ardından dükkan camında gördüğü yılbaşı süsleri, nefesinin kesilişi, göğsüne saplanan acı, elindeki kanlar...
Gözleri dehşetle açıldı. Ani hareketlerle yerinden zar zor doğrularak ayağa kalktı. Ağzından tükürükler saçarak elini karşısındaki adama doğru yöneltti.
"Ne yaptın bana?" dedi dehşet içinde. Az önceki halinden eser kalmamış yerine etrafa dehşet saçan biri gelmişti.
Vücudu bu ani tepkiye dayanamayarak sendelemesine sebep oldu. Tutunacak yer ararken adam birden kolundan tuttu.
"Bana" dedi soluyarak. Nefes nefese kalan Dean kolunu yanındaki adamdan kurtaramayacak kadar güçsüzdü. "Ne yaptın?"
Gittikçe başı dönüyordu. Etrafı adeta bir deprem etkisiyle sarsılıyordu. Kendine gelmek istedi. Neler olduğunu anlamaya ihtiyacı vardı. Adamdan kurtulmak, ona hesap sormak istedi. Aslında onun yapıp yapmadığını bile bilmiyordu. Fakat tüm bu yaşananların tanığı o adamdı. Onu suçlamak içini rahatlatmak, belki de bu iyi bir fikir değildi fakat, olaylara bir anlam verebilmek için en basit yoldu.
Dean olduğu yerde duramaz hale gelmişti. Adamın bir cevap vermesini umarak tekrarladı defalarca.
"Ne yaptın bana?"
Karşısındaki yabancıdan herhangi bir cevap alamadan adamın kollarına yığıldı.
****
Havada uçuşan toz tanecikleri bir kar tanesiymişcesine süzülüyordu. Kırık camdan içeri süzülen kar taneleri yerle buluştuğunda su damlacıklarına dönüşüyordu. Gün çoktan doğmuştu. Kar hâlâ etkisini gösteriyordu. Yılın son günüydü. Her sene olduğu gibi yoğun kar yağışı ile geçecekti yılbaşı.
Son 10 yılbaşını hapishanede geçirmişti. Ne zaman doğru düzgün kutladığını bile hatırlamazdı.
Dean gözlerini açtığında bu sefer hapishanede değildi. İçerisinde birkaç varil ve zincirlerden oluşan soğuk bir depoda koltukta yatarken buldu kendini. Etrafına bakındı fakat kimseyi göremedi. Varillerin birkaç tanesinde yanan ateşe baktı. Hava soğuk olmalıydı ancak ilginç olan şuydu ki soğuğu hissetmiyordu. Koltukta doğrularak ayağa kalktı ve ateş yanan varillerden birine doğru yürüdü. Elini yavaşça yanan ateşe doğru yaklaştırdı. Neden bilmiyordu fakat içinden bir ses ona bunu yapmasını söylüyordu sanki.
Ateşe yaklaştırdığı elinde hiçbir sıcaklık hissetmedi. Gözlerini kısarak baktı ve elini yanan ateşe daha da yaklaştırdı. Meraklanmıştı. Nasıl olur da bir şey hissetmezdi? Sanki alevler yakmayacakmış gibi elini bütünüyle öylece alevlerin içine soktu. Gerçekten de yakmadı. Elini alevlerin içinde gezdirerek bir süre öylece izledi alevlerin içinde gezinen elini. Ardından elini alevden çekti. Havada tutarak elini inceledi. Hiçbir şey olmamıştı. Birden diğer elinin göğsüne gittiğini fark etti. Kan içinde olan gömleğinin düğmeleri yarıya kadar açıktı. Elini fark etmeden kapanmış bir yaranın üzerinde gezdirdiğini gördü. Ne yarasıydı bu, ne zaman ve nasıl olmuştu? Bir delik gibi gözüken fakat delik kadar da yuvarlak olmayan bir parıltıya benzeyen keskin köşelere sahip bir izdi bu. Tüm bunlara anlam vermeye çalışan Dean o an önündeki alevin birden bire yükselmeye başladığını fark etti. Dean kafasını kaldırarak gittikçe yükselen alevlere baktı.
Hızla harlanan alevlerin arasında bir görüntü belirdi. Alevlerin arasında beliren görüntüde kendini gördü.
Karşısındaki görüntüsüne baktı. Kendisiyle göz göze geldi. Kalp atışları hızlandı. Birden karşısındaki görüntüsü gülümsemeye başladı. İrkilerek geri çekildi. Ellerini yakan sıcaklık sardı bedenini. Kıpkırmızı olan ellerine baktı. Kanın sıcaklığı elini sarmıştı. Kanlar elinden damlarken kafasını alevlerin içinde duran kendi görüntüsüne çevirdi. Hayır, bu kendisi değildi. Kendi görüntüsü olamayacak kadar korkunç bir şeydi bu.
Karşısındaki adam ona gülümsemeye devam etti.
Ardından kendi sesini duydu gülümsemenin arkasından.
"Ne o, geçmişinden mi kaçıyorsun?"
Dean panikle kanlı ellerini aceleyle gömleğine sürdü. Sanki kanlardan kurtulmak istercesine. Fakat kendini bu şekilde daha çok kana buluyordu.
Alevlerin içinden ona bakan görüntüsü gülümsemesini sürdürüyordu.
Dean "Kimsin sen?" diye haykırdı. Sesi boş depoda yankılandı.
Ardından ona hiç de yabancı olmayan ses sorusunu yanıtladı.
"Kim miyim? Ben senim. Senin kendine bile söyleyemediğin şeyleri söyleyecek olanım. Geçmişinden kaçamazsın Dean. Bunu en iyi ben bilirim."
Dean, parmağını sinirle sallayarak "Sen hiçbir şey bilmiyorsun. Bilemezsin de."
Alevlerin arasındaki görüntü kafasını yana yatırdı.
"Öyle mi? O zaman sana birkaç şey göstereyim."
Ardından alevlerin arasındaki görüntü kayboldu. Yerini birkaç saniye içinde Dean'in geçmişine dair görüntüler aldı. Bölük pörçük anılar Dean'in görüş alanına girdi. Hapishanede olduğu bir andı. Hapse girdiği ilk gün. Ne kadar da genç ve canlı görünüyordu. Aradan sanki yüzlerce yıl geçmiş gibi şimdi daha çökmüş ve yorgun bir haldeydi. Gözleri eski canlılığını kaybetmişti sanki. Bir süre parmaklıkların ardındaki kendine baktı. Hapiste geçirdiği ilk günün her anını hatırlıyordu. Ne kadar da çaresizdi. Kendinden nefret etmişti. Orada geçirdiği 10 yıl boyunca da kendinden her gün nefret etti.
Ardından görüntüler tekrar değişmeye başladı. Bu sefer önünde daha eskiye dayanan anılar belirdi. Dean görmek ve hatırlamak istemediği ama bir an bile unutamadığı o görüntüleri gördüğünde hızlıca kafasınınyana çevirdi. Bakmak istemiyordu. Bakamazdı. Tekrar o güne dönemezdi.
Bu yüzden ne zaman ki görüntülerin yerini yeni görüntüler almaya başladı o zaman kafasını çevirip bakma cesareti gösterdi.
Bu sefer görüntü dünkü geceyi gösterdi. Hapisten çıkışını, sokakta yürüyüşünü...
Ancak kopuk kopuk gözüken görüntüden dolayı sonrasında neler olduğunu anlayamadı Dean. Kaşlarını çattı. Zar zor da olsa kar içinde olan yere yığılışını, parlayan gökyüzünü ve ardından o adamı gördü. O sırada depodaki tüm alevler birden sönerek küle dönüştü. Haliye görüntü de kaybolmuştu. Dean etrafına bakındı ve arkasında dün geceki ve sabah kollarına yığıldığı o adamı gördü. Adam, Dean'in konuşmasına fırsat vermeden lafa girdi.
"Buradan gitmeliyiz."
Adam, Dean'e yaklaşarak elini omzuna koydu.
"Uyan Dean."
Dean birden kendini aynı koltukta yatarken buldu. Etrafına bakındı. Varillerle dolu o depodaydı. Varillerde yanan ateş, zincirlerle dolu o depo... Az önce gördükleriyle hepsi aynıydı. Yavaşça, bu sefer tereddütle, içinden alevler çıkan varile doğru yürüdü. Nefesini tutarak elini ateşe doğru yaklaştırdı ve ardından ateşin sıcaklığını tüm vücudunda hissetti. Rahatladı. Az önce gördükledi birer rüyadan ibaretti.
Gördüğü kabusun etkisi hâlâ devam ediyordu. Gözleri rüyasında gördüğü adamı aradı. Birkaç saat öncesinde kollarına yığılmıştı. Onu bu depoya o adam getirmiş olmalıydı. Eğer onlardan değilse bu adam kimdi? Ve rüyasında ona ismiyle seslenmişti? Onu tanıyan biri miydi? Etrafa göz gezdirdi. Ancak Dean içinde bulunduğu depoda kendinden başka kimseyi göremedi. Aceleyle depodan dışarı çıktı. Etrafı kolaçan ederek önüne çıkan ilk yola saptı ve sisli yolun içinde kayboldu.
O sırada Castiel:
Castiel'ın aklını karıştıran birçok şey vardı. Fakat şu an düşündüğü o adamı orada bırakmakla doğru mu yapmıştı? Aklındakilere bir çözüm bulmadan şimdilik adamı işin içine katmamak en mantıklısıydı.
Castiel, adamı bulduğu o sokağa geri dönmüştü. Sokak ışığının altındaki saatler öncesinden kalan kurumuş kana baktı. Ölümüne sebep olduğu adamın kanına... Kafasını bir tarafa yatırmış bir şekilde öylece bakmaya devam etti.
Elini kaldırarak avcunun içine baktı. Avucundan çıkan mavi ışığı izledi bir süre boyunca. Güçleri artık yerindeydi. Güçleri yerindeydi. Fakat kara yansıyan cılız, tüyleri yolunmuş kanatlarının gölgesi için aynısı söylenemezdi.
Castiel tüm bunları düşünürken birden kolunda bir el hissetti. Ani bir refleksle kanatlarını kapattı. Elindeki ışık yok oldu.
Ve hızla arkasına döndü. Karşısında o adam vardı. Adamın adı Dean'di. Deniz mavisi gözler ve zümrüt yeşili gözler birbiriyle buluştu. Castiel, adamın gözlerindeki korkuyu gördü. Ona korkuyla bakan o yeşil gözler çok tanıdıktı. Castiel zihnini zorladı. Ancak çıkaramadı. Daha önce bu gözleri görmüş olduğuna emindi. Aynı korkuyla doğrudan gözlerinin içine bakan bir çift göz. Yemyeşildi. Şüphesiz ki yeşilin en güzel tonuydu.
"Nesin sen?" dedi Dean, Castiel'ın kolunu bırakmadan. Göz temasını kesmeden aralarındaki gerilimi sürdürdü.
Castiel, Dean'in her şeyi gördüğünü biliyordu. Kanatlarını, elinden süzülen ışığı şu zamana dek fark etmiş olmalıydı. Belki de başından beri onu izlemişti. Ortada inkar edecek bir şey yoktu.
"Meleğim." dedi gayet sakin ve tok bir sesle. Ortada ne bir yanıltmaca ne de hile vardı. Yalnızca gerçekler açığa çıkmaya yüz tutmuş haldeydi.
Dean, o an tanık olduklarına inanmak istemedi.
Dean'in karşısına şu ana kadar biri çıkıp da ona ben meleğim deseydi "Evet ben de tanrıyım." diye cevap verirdi.
Fakat şu an hiç de öyle bir an değildi. Çünkü her şeyi görmüştü. İki yana açılmış kanatların kara yansıyan gölgesini, elinden çıkan o mavi ışığı... Dean o anda hissettiği duyguları açıklamakta zorlandı. Korku? Şaşkınlık? Ve içinden bir anlığına geçen nefret hissi. Her ne kadar buna anlam verememiş olsa da o anda sorgulayacağı en son şey olurdu.
Dean duyduğu cevap karşısında içini saran korkuya karşı gelemiyordu. Sanki karşısındaki adam kolunu tuttuğu elinin nasıl tir tir titrediğini hissedecekmiş gibi güçle sıkı sıkı tuttu adamın kolunu.
Ancak karşısındaki adam kuşkusuz görebiliyordu adamın onun karşısında nasıl da titrediğini. Tüm insanlar meleklerin karşısında böyle korkudan titrer miydi? Bu durum Castiel'ın hoşuna gitmedi.
"Korkuyor musun benden?" diye sordu melek.
Dean elini yavaşça meleğin kolundan çekti.
Yüzündeki şaşkınlığı ve korkuyu gizleyemediğini fark etti.
"Beni nereden tanıyorsun?" dedi Dean sesinin titremesini bastırmaya çalışarak.
Castiel'a bu adam her ne kadar tanıdık gelse de ortada net olmayan bir şey için kafa bulandırmanın anlamı yoktu.
Bu yüzden "Tanımıyorum." diye kısaca yanıtladı.
Dean bunu söylemenin saçma olacağını düşünse de bunu sormadan edemeyeceğini düşündü.
"Bir kabus gördüm ve sen de oradaydın. Bana adımla seslendin. Yani... Sadece çok gerçekçiydi. Eğer bir meleksen bunu yapamaz mısın zaten?"
Castiel adama baktı ve bir süre düşündü.
Dean'i güvenli sayabileceği depoya getirdikten bir süre sonra Dean'in rüyasına girmişti. Eğer Dean o an uyanmasaydı her şeyi öğrenecekti ve bu henüz olayları netliğe kavuşturamayan Castiel için hiç iyi bir durum olmazdı. Bu yüzden müdahale etmişti. Fakat Castiel da nasıl olup da bu adamın adını hatırladığına dair hiçbir fikri yoktu. Sanki geçmişten bir iz gibiydi. Hatırasının en köşesinde hatırlanmayı bekleyen birisiydi.
"Ben." dedi. Bir süre daha ne diyeceğini etraflıca düşündü.
"Rüyana girdim. Çünkü oradan çıkman gerekiyordu. Gördüğün kabus herhangi bir şey değildi. Ve adını nereden bildiğimi bilmiyorum. Sadece o an aklımda çağrışım yarattı."
Dean tüm bunlara inanmakta güçlük çekse de inanmaktan başka çaresi yoktu. Karşısındaki adam bir melek olmasa bile normal herhangi biri olmadığı ortadaydı.
Dean'in devam eden sessizliği karşısında Castiel sözünü yinelemeye karar verdi.
"Benden korkmana gerek yok."
Dean doğrudan adamın yüzüne bile bakamazken nedense adamın bu cümlesi biraz da olsa içini rahatlattı.
"Bak bana ne oluyor bilmiyorum. İçimi kaplayan bu korku beni deli ediyor fakat ben senin gibi bir melekten korkacak değilim."
Nedense ondan korkmayacağını belli etmek istemişti.
Castiel ise ona hiçbir şey demeden bakarken Dean konuşmaya devam etti.
"Ayrıca, ben tanrıya bile inanmıyorum. Yaptığın iki gövde gösterisiyle sana inanmamı mı bekliyorsun? Beni baygınlen hipnotize etmiş etkin altına almaya çalışıyor da olabilirsin. Belki de onlardansındır. Melekmiş, kıçımın kenarı."
Dean, Castiel'a hızlıca bir bakış atarak tepkisini ölçtü. Ancak hâlâ gözlerine bakabilecek cesareti bulamıyordu kendinde.
Castiel tekdüze bir ses tonuyla "Sürekli onlar deyip duruyorsun. Onlar her kim bilmiyorum fakat madem bu kadar çok istiyorsun sana kim olduğumu göstereyim."
diyerek tam elini Dean'in omzuna koyacaktı ki birden karşıdan hızla birisi gelerek Castiel'a yumruk çaktı.
Castiel, yana savrularak karşısındaki adama baktı.
Aniden yüz ifadesi değişen Castiel, adama doğru bakarak "Uriel" diye hırladı.
Dean'in iyice kafası karışmıştı. Uriel da kimdi? Kendi sorunları yokmuş gibi şimdi de bu melek bozuntusunun sorunları çıkmıştı başına.
"Uzun zaman oldu Castiel." diye seslendi adam.
Castiel doğrularak adamın karşısında dikildi. Oldukça sinirli görünüyordu.
"Cennetle bağlantı kuramıyorum. Bunda senin bir parmağın mı var yoksa?"
Uriel şaşkınlıkla Castiel'a baktı. Görüüşe göre haberi bile yoktu.
"Ah, şimdi anladım. Herkesin senden neden bu kadar nefret ettiğini. Cennetten kovuldun demek."
Castiel sessiz kaldı. Uriel ise fırsatı değerlendirerek konuşmaya devam etti.
"Yoksa." dedi. "Bir insan-" Kendi cümlesi yarıda kaldı ve bir süre düşündü.
Yanındaki adamı gördüğünde yüzünde her şeyi anladığına dair bir gülümseme belirdi.
"Şimdi anladım. Bu adam için mi yaptın her şeyi? Castiel sen bir insana aşık mı oldun?"
Castiel gözlerini devirdi. Böyle bir şeyin mümkün olması imkansızdı.
Cennetten düşmesi de imkansızdı fakat olan olmuştu.
"Saçmalama Uriel." dedi bıkkınlıkla. "Sırf benimle uğraşmak için yapıyorsun bunu biiliyorum."
Dean ikisinin arasında dönenlere bir anlam veremedi. Aşık olmak derken neyden bahsediyordu bu adam? Kafasındaki sorular daha fazla aklını karıştırdığından Castiel'a doğru kafasını uzatarak sordu.
"Neler oluyor? Bu da kim?"
Castiel, Dean'e dönmeden doğrudan Uriel'a bakarak onun da duyduğundan emin olarak "Cennetten birisi. Uzun süredir aramızın pek de iyi olmadığı biri. Anlaşılan beni öldürmeye karar vermiş içten içe."
Dean, Castiel'ın ne kadar sinirli olduğunu fark etti.
Geri çekilerek ikisinin arasına girmenin faydasız olacağını düşündü.
Uriel elini öne uzatarak "Sen." dedi.
"Sen cennetten düştün ve hiç mi korkun yok?"
Castiel Uriel'ın içindekileri kusmasını bekledi. Neler bildiğini öğrenmeye çalışıyordu. Belki kendisinden bile daha çok şey biliyordu.
"Lanet olsun sana Castiel. Cennettekiler ayağa kalktı. Tüm melekler peşinde seni köşe bucak arıyor. Şansa bak ki ilk bulan benim."
Castiel ifadesini değiştirmeden sinirli bir şekilde konuştu.
"Beni sorgulamak sana düşmez."
Uriel'in kahkahası boş sokakta yankılandı.
Yavaş adımlarla Castiel'a doğru yürüdü. Adım adım.
"Sorgulamak ha."
Castiel yerinden kıpırdamadı. Dean işlerin kötü bir yere gittiğine dair içinde oldukça büyük bir korku hissetti. Buradan gitmeliydi. Başından beri burada, bu adamın etrafında olması yanlıştı. Bu adam her neyse, melek ya da insan tehlikeyi çağırıyordu. Dean buradan gitmesi gerektiğini hissetti. Uriel, Castiel'a yaklaşırken Dean dikkatli adımlarla geri geri yürümeye başladı.
Sadece birkaç yavaş adım ve ardından koşarak köşeyi dönüp yok olacaktı.
O sırada Uriel denen adam birden olduğu yerde durarak Dean'e döndü. Dean adamla göz göze geldi. Ve o anın korkusuyla kaçmaya çalıştı. Ancak Uriel'in elini ona yöneltmesiyle Dean yerinden kıpırdayamadı. Dean ne yaparsa yapsın olduğu yerden bir adım bile uzaklaşamıyordu. Ayakları sanki bir betonla yere çakılmış gibiydi.
Castiel bu duruma daha da sinirlendi. Kendi işine başkalarını bulaştırmayı sevmezdi. Hele ki şu an neyin içerisinde olduğunu bile bilmeyen bir adamı sürüklemeyi hiç istemiyordu.
"Bırak onu." diye haykırdı. "Onun bunlarla bir alakası yok."
Castiel tek bir el hareketiyle Dean'i serbest bıraktı. Dean kıpırdayabildiğini anladığında arkaya doğru adım adım giderek az da olsa uzaklaştı ancak gitmedi.
"Cennet seni sorgulamayı uzun süre önce bıraktı."
Castiel, Uriel'in ne demek istediğini anlamadı. Neler olmuştu sahi cennette?
Uriel bu sefer tekrardan Castiel'a doğru ilerlemeye başladı. Adım adım. Yavaşça. Gerilimi arttırırcasına.
Uriel, Castiel'a doğru ilerlemeye devam ederken yüzündeki sırıtışla aniden arkasından oldukça uzun olan bir bıçak çıkardı.
Dean işlerin hiç de yolunda gitmediğini anladı. Neler dönüyordu ortada? İkisi arasında neler vardı? Cennet dedikleri bir metafor muydu yoksa gerçek bir cennetten
mi bahsediyorlardı? Bu adam gerçekten de bir melek olabilir miydi?
Uriel elindeki uzun bıçağı yavaşça kaldırarak Castiel’a doğrulttu. Metalin soğuk yüzeyi, sokak ışıklarının solgun parıltısında parladı. Gözlerindeki o şeytani parıltıyla Castiel’a bakarken yüzündeki sırıtış daha da belirginleşti.
“Beni sorgulamak sana düşmez, öyle mi?” diye tekrarladı Castiel’in sözlerini, alaycı bir tonla. “Cennetin seni neden bu kadar kolay gözden çıkardığını hâlâ anlamadın mı, Castiel?”
Castiel hiç kıpırdamadan Uriel’e bakıyordu. Olası bir saldırıya karşı hazır görünüyordu ama gözlerindeki ifade ciddiyetin ötesindeydi. Onun Uriel’in söylediklerine, düşündüğünden daha fazla dikkat ettiğini gösteriyordu.
Uriel, Castiel’ın yüzündeki ifadeyi görünce sinsice güldü.
“Seni cennetten atanlar artık peşinde bile değil.” dedi. “Sen onların gözünde zaten ölü sayılırsın.”
Dean, gerilimle nefesini tuttu. İçindeki bir şey ona burada olmaması gerektiğini, olaylara bulaşmaması gerektiğini söylüyordu ama yine de içinde bir şeyler onun gitmesini engelliyordu. Korku hissi içini kemiriyordu ama gitmemeyi seçmişti.
Uriel bıçağı Castiel’e biraz daha yaklaştırdı, tehditkâr bir şekilde.
“Ama seni gerçekten öldürmek için birine ihtiyaçları varsa...” diye devam etti.
Uriel bir adım daha attı Castiel’a doğru. Aralarındaki mesafe gittikçe kapanıyordu. Uriel gözlerinde vahşi bir pırıltıyla "Ve eğer ölü bir melek olacaksan en azından seni öldürenin kim olduğunu bilmelisin.”
Sözleri buz gibi havada asılı kaldı. Dean, içini saran ürpertiyle geriye doğru bir adım attı. Bu adam… Bu varlık, gerçekten de Castiel’ı öldürmek için buradaydı.
Castiel ise gözlerini Uriel'den ayırmadan, en ufak bir korku belirtisi göstermeden duruyordu.
O an yaşanan her şey Dean için saniyeler hatta adeta bir an gibiydi. Tahmin edemeyeceği olaylar ona tahmin edemeyeceği bir duygu karmaşası yaşatmıştı.
Ne hapse girdiği gün ne de hapisten çıktığı gün onun için yeni bir hayatı ifade ediyordu. Asıl her şeyin tekrar başladığı an Dean için tam da şu andı. Tam da şu an yaşananlardı. Bir meleğin olabileceğine inandığı ve bu meleğin, aklına gelemeyecek şeyleri gerçekleştirebildiği o andı. Bir insanın hayatı birçok şekilde değişebilirdi tek bir günde.
Dean'in hayatı ise eskisine dönülmeyecek bir şekilde o an ikinci kez değişmişti.
İlki... İlki hatırlamak istemediği kadar kötüydü. Şimdi ise onu neler bekliyordu bilemezdi. Ancak içinde o kadar da iyi bir his yoktu bundan sonra olabileceklere dair.
Uriel, elindeki bıçağı kaldırarak Castiel'ın üstüne yüzünede kocaman bir gülümseme ile koştu.
Bir saliseden de kısa bir süreydi. Dean'in fark edemeyeceği kadar kısa bir süre.
Az önce biraz ötede olan Castiel yoktu. Dean etrafına bakındı. Onu hiçbir yerde göremedi.
Ardından etraf mutlak bir sessizliğe gömüldü.
Sessizlik, ölümcül bir ağırlık gibi etrafa yayılmıştı.
Dean, etrafta uçuşan kar tanelerinin havada kalışına baktı. Bir şeyler demek için ağzını araladı fakat ağzından hiçbir laf çıkamadı.
Kar taneleri öylece havaya sabitlenmişti. Az ötedeki sokak lambasının titreyen ışığı şimdi titremiyordu. Elindeki bıçak havada kalan Uriel'ı gördü. Öylece donakalmıştı.
Zaman durmuştu.
Az önce hissettiği rüzgarı şimdi hissedemez olmuştu.
Gerçek miydi yaşadıkları? Yoksa birer hayalden mi ibaretti?
Elini kaldırarak havada asılı duran kar tanesine dokundu.
Tekrardan gözleri etrafta olabileceğini düşündüğü Castiel'ı aradı. Arkasına döndü ve etrafa bakındı. Hiçbir yerde yoktu yine.
Ve Dean döndüğünde tam önünde belirdi Castiel. Dean hafifçe irkildi ancak yerinden kıpırdamadı. Nereye gitmişti ve ne ara gelmişti buraya? Gerçi bu durumda son şaşıracağı şey olabilirdi adamın nasıl kaybolduğu.
Şaşkınlıktan mıydı yoksa zamanın durmuş olmasından mı bilmiyordu fakat nefesinin kesildiğini hissediyordu.
Tüm yaşadıkları dehşet verici bir şeydi. Nefes kesici, büyüleyici sayılabilecek türden...
Zamanın donduğu o anda iki çift göz tekrardan birbiriyle buluştu. İkisi de birbirinin sonsuz derinliğinde kaybolurcasına bakıştı. Son derece durgun olan bulundukları sokaktan da öte içlerinde kopan fırtına bir o kadar deliydi.
İşte tüm o durgunluğun ve fırtınanın arasında Castiel, Dean'e fısıldadı.
"Görmek istiyorsan..."
Ve meleğin içinde kopan fırtına bir kasırgaya dönüşerek Dean'i de içine çekti.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |