38. Bölüm

•Bölüm 34 🖤🖤

selin özgen
writerladyy

 

Yıkık dökük bir harebe evin olduğu yere getirmişti beni. Neden burada olduğumuzu anlayamadım. Dışarıdan kırık olan kapısından içeri adımımızı atmıştık ama değişen bir şey yok gibiydi. Sonuçta dökülmeye yüz tutmuş kolon duvarları da olmasa dışarıda olmuş gibi oluyorduk bir bakıma. Tedirgin bir hâlde etrafa bakınırken korkusuz bir şekilde karanlıkta yürüyordu. Doğru ya karanlıkta göremeyen bendim, o değildi. Ay ışığının yansıması olmasa ortam zifiri karanlıktı ama ışık yanıyormuş gibi yürüyordu. Nasıl becerebiliyordu bilmiyorum ama ışıklı düz bir yolda ilerliyormuş gibi hızlı ve netti adımları. Bense bir şey çıkar diye bakınırken onu takip etmeye çalışıyordum. Yıkık dökük binanın en üst katına soluksuz bir şekilde çıkmıştık.

 

Adımı atar atmaz da rüzgarın o tatlı soğuk esintisi yüzüme vurmuştu. Üzerimde ki monta sarılırken neden burada olduğumuzu anlamaya çalışıyordum. Konuşmaya çekindiğim için de onun bir açıklama yapmasını bekliyordum. Duvarın yanına giderek bedenini koltuğa bırakırmış gibi soğuk beton zemine bırakmıştı. Sırtını duvara dayarken bacağının birini yere doğru paralel olarak uzatırken bir diğerini karın boşluğuna doğru çekmişti ve kolunu da onun üzerine koymuştu.

 

–“ Bizim fakirhane de burası işte.. Gel buyur Hazel hanım ayakta kaldınız kusura bakmayın oturtacağımız rahat koltuklarımız veya bir sandalyemiz yok. ”

 

Sessiz bir şekilde olduğu yere doğru gitmiştim ve tam karşısında olan kolonun önüne kurulmuştum. Sırtımı kolona dayarken ayaklarımı da birbirine dolamıştım.

 

–“ Güzel, kendinize bir yer bulduğunuza göre konuşabiliriz. Kartları açmanın vakti geldi de geçiyor bile değil mi? Madem ki bile isteye o karanlık kuyuya atlamayı seçtiniz madem ki siyah dünyanın eli kana bulanmış adamının yanında olmak istiyorsunuz.. öğreneceklerinizden sonra siz o eski siz olamayacaksınız bunu da iyi bilin. Şimdi açılsın mı kartlar yoksa burda bitirelim mi geceyi? ”

 

–“ Ben kartların açık olmasından yana olurum her zaman ve ben o eski ben değilim ki artık. ”

 

Kafasını çevirip de dışarıya bakmıştı, uzaklara ışıldayan yerlere sonrasında gökyüzünde parıldayan yıldızlara. Yüreğim kanat çırparak birazdan duyacaklarından korku sinyallerini veriyordu bedenimin her bir uzvuna. Yüzünü benim olduğum tarafa dönüp de öyle bir bakıyordu ki gözlerimin içine öldürmek istediği düşmanına bakıyormuş gibi. Bir yabancıya bakarmış gibi bakışları soğuk ve boştu.

 

–“ Ben bir lafı tekrar etmem ama eğer ki istemiyorsan kalkıp gideriz buradan seni evine bırakırım. ”

 

–“ Bende aynı şekilde. ”

 

Anlamsız bakışlarla gözlerimin içine bakmıştı, ne demek istediğimi anlamaya çalışır gibi bir hâli vardı. “ Lafı yani ” diye demem ile o bakışları yerini donuk ama normal olana bırakmıştı ve yüzünde de belli belirsiz bir tebessüm oluşup silinmişti sanki.

 

 

–“ O karanlık adamı anlat bana her şeyini bilmek istiyorum onun ”

 

Sözlerimin ardından gözlerimin içine bakmıştı, derinlemesine göz kırpmadan. Bende kırpmamaya çalışmıştım ne görmek istiyorsa görebilsin diye. Ama onun kadar dayanıklı değildim ki kapanıp açılmıştı göz kapaklarım.

 

–“ Ben Hazar Arıkan namı değer Buz kral. Eli kana ruhu siyaha boyanmış bir adam. Bu yer bir zamanlar yetimhaneydi ve ben burda büyüdüm. Yani anlayacağın yetimhane köşelerinde büyüyen hayatının geri kalanını da sokaklarda geçiren kimsesiz biriyim. ”

 

–“ Sen kimsesiz değilsin. Ben varım. ”

 

Sessiz kalıp onu dinlemeyi tembihlemiştim kendime fakat son sözlerini duymamla duramamıştım. Bir anlığına duraksamıştı tekrardan konuşmaya devam etmesi zaman almamıştı ve kaldığı yerden getirmişti sözlerini dile getirmeye.

 

–“ Burayı bu hâle ben getirdim. 15 yaşlarım da falan aldım elime kibriti yaktım koca binayı. Bir kibrit çöpü kül etti betondan binayı. Bir kibrit çöpü. O yaşlarda bulandım kötülüğe ben. Tek tek önüme çıkan kim varsa ezip geçtim, acımadım anlıyor musun? Acımadım. ”

 

Yutkunamamıştım, boğazıma gelip bir şey takılmıştı ve öylece kalmıştı. Yaşlar birikmeye başlamıştı fakat akıtmadan elimin tersiyle kurutmuştum. Ondan nefret etmem için konuşuyordu böyle uzaklaşmam için. Konuşacak gibi olmuştu ki araladığı dudaklarını bir şey demeden geri kapatmıştı. Bir iki saniyeliğine bakışlarımı ondan ayırıp da dayandığı duvarda gezdirdiğimde dağınık bir şekilde büyük küçük bir şeyler yazılı olduğunu fark etmiştim. Duvarla aramda çok bir mesafe olmamasına rağmen karanlığın vermiş olduğu etkiyle tam olarak ne yazıldığını çözmekte zorluk çekiyordum. Kalkıp bakabilirdim fakat dikkat çekmemek için uzaktan anlamaya çalışmayı tercih etmiştim. Küçük bir ışık yansımasının vermiş olduğu etkiyle de kısa anlığına bir yazıyı okumuştu gözlerim. Beynim ise okuduğunu birkaç kere tekrar etmişti anlamak için. Bu tekrar edişin sonucu sesli dile gelmişti ve okuduğumu dışarıya yansıtmıştım istemeyerek de olsa.

 

–“ İSABEL ”

 

–“ İsabel kim? ”

 

Hazar'dan anlatım:

 

Ben kirpiklerine takılıyorum. Ya da onlar benim kalbime saplanıyorlar. Sesi çok uzaktan dalga dalga yaklaşıp kulağıma doluyor.

 

“ İsabel? ”

 

“ İsabel, teknenin ismi. ” diye geçiştirmek için söylemeyi düşünürken dudaklarım hür takılıp da düşündüğümden farklı bir şey dillendirmişti.

 

“ Cefi’nin annesi… ” diyorum bir an boş bulunup. Şimdi işin yoksa Cefi’yi anlat.

 

–“ Cefi kim? ”

 

Hazel boşluğumu yakalıyor. Elini uzatıp avuçluyor, tutuyor. İçimdeki kızgın demirin suyla buluşması gibi, soğuyor, sertleşiyor, katılaşıyor.

 

–“ Arkadaşım-dı. Öldü. ”

 

Bunu söylemekten nefret ediyorum. Hazel de duymaktan pek hoşlanmıyor. Yaptığı gaf kaşlarının arasında çatılıyor.

 

–“ Nasıl tanışmıştınız? ”

 

Bir soru daha soruyor ve ben ne diyeceğimi düşünmeye başlıyorum. Ne ara soru cevap şeklinde ilerlemeye geçmiştik. Beynim kurmaya başlayarak nasıl bir cevap verse diye düşünme içersinde.

 

Açık görüşte. On yıl falan önce, üvey annem cezaevinde, Aydın’da. Ben de görüşüne gittim. Cefi de yine serserilik peşinde. Onun sıvışıp kurtulduğu çatışmada hasmı yakalanmış. Olay yerindeki cesetlerin üçünün silahından çıkan mermilerle öldüğü anlaşılınca müebbet yemiş herif. Görüş bitiyor, ben aylak aylak dolaşıyorum. Bir baktım, herifin kardeşi elinde bıçakla sinsi sinsi yanaşıyor Cefi’ye.

 

–“ On yıl falan önce. Annem pansiyon işletiyor o zaman, Aydın’da. Ben de tatilde yanına gidiyorum. Yine gitmiştim. Cefi de orada kalıyor. Annemle alışverişten dönüyoruz. Annem dinç bir kadındır ama, yardım etmek için yanında gidiyorum. Cefi de bisiklete binmiş, o da yolda… Müzik dinliyor herhalde. Çünkü arkadaki arabanın kornasını duymuyor. Ama araba virajı nasıl sert aldı, nasıl süratli! ”

 

Bir an durup Hazel’e bakıyorum. Ona yalan söylediğim için kendimden ne kadar nefret ettiğimi belirlemeye çalışıyorum. Bunu ölçebilecek bir şey yok. Kendimden, boylayacağım cehennemin dibi kadar nefret ediyorum. Hazel heyecanla kocaman olmuş gözleriyle bakıyor. O kadar merakla dinliyor ki devam etmek istiyorum ben de.

 

Ben de hızla arkasından yanaşıp alaşağı ettim adamı.

 

–“ Ben de bisikletin üzerinden kaldırıma çektim onu. ”

 

–“ Hayatını kurtardın yani? ”

 

Bilmiyorum. Hayat mı kurtardım, ruhumu mu kiraladım? Hayatımın dönüm noktasıdır o an. Daha fazla gözlerinin içine bakamayarak bakışlarımı dışarıya çevirmiştim.

 

–“ Yok, canım, abartma. ”

 

–“ Ne iş yapıyorsun peki? ”

 

Hay ben şansımın… Ne çok sordun kızım sende diye çıkışmak istedim ama yapamadım. Kendim istemiştim bunu. Beynim bu soruyu içinde tartmaya başlamıştı. Adam öldürüyorum. Nasıl çevirebilirdim kendimden bunu.

 

–“ Niye hep sen soruyorsun? ”

 

–“ Çünkü… Ben misafirim. ”

 

Diyerek öyle bir gülümsüyor ki, böyle bir gülüş yoktur. O gülümsemesine ölünür işte. O gülümsemesine can verilir.

 

Bilmiyor, misafir değil ev sahibi olduğunu. Adam öldürüyorum. Bu, kulağa çok ürkütücü geliyor. Adamları tahtalıköye postalıyorum. Tahtalıköy? Öteki dünya. İnsanların öteki dünyaya göç etmelerini sağlıyorum. Yani, ebedi seyahat.

 

–“ Turizm. ”

 

–“ Çok geziyorsun o zaman? ”

 

Maktüllere bağlı. Çok seyahat edenle ediyoruz. Yalanın ucunu yakalayıp beynime doluyorum. Bir kere bulaştın mı yalana gerisi geliyordu. Kalbim ışıl ışıl. Beynimin duvarlarından geçmesin diye o ışık zenginliği, hayatım aynı yerden iki kere yırtılmasın diye duvarlar örüyorum beynimin etrafına. Hazel’in gülüşü tuzla buz olmasın diye. Onun gerçek bir hayatı var. Benim tek gerçeğim, ölüm. Onun hayatını karanlığa bulamaktan vazgeçiyorum son anda. O yüzündeki gülümsemesi silinip gitmesin diye yalanlarıma bir yenisini ekliyorum. Oysa ki kartları açık oynayacaktım ama o kırılgan meleğe yapamazdım bu kötülüğü. Onun o cennet yüzünün gülüşünü alamazdım.

 

–“ Turlara ben de katılıyorum. Buraya da turla gelmiştim. Bir haftaya gideceğim buralardan. ”

 

***

 

 

Ve bir sessizlik oluşmuştu aramızda. Beynimde ona soracak bir soru bulamamıştım. Yüzüm ise gidecek olmasının tepkisini asılmakla vermişti. Kafamı yere doğru eğip de soğuk betona bakmıştım.

 

 

“ Boşver şimdi bunları… ” diyerek sessizliği bozmakla birlikte konuyu da dağıtıyor.

 

–“ Sen ne rüya görüyordun, hatırlıyor musun? ”

 

“ Hı hı… ” Başım önümde. Sormadan söylüyorum. Onun konuşmasını bekliyormuş gibi. Belki de bekliyordum.

 

“ Rüyamda Şeker Kız Candy olmuştum. Ben çok severim onu biliyor musun? ”

 

Kafamı kaldırıp gözlerine bakıyorum. Ciddiyetle beni dinliyor. Parmaklarımı aralayıp ellerimi kaldırıyorum. Saçlarımın uçlarına dokunup devam ediyorum.

 

–“ Onun saçları da benimki gibi, sarı. Ama benim kurdelem eksik. ”

 

“ Peki… ” diyor merakla gözlerini kocaman açarken.

 

Şeker Kız Candy’i biliyorum. Aptal bir sırıtışa sahip iyilik meleği. Hazel'in saçları onunkinden bin kere daha güzel. Üstelik melekleri kıskandıran gülüşü de gerçek. Terry onda ne buluyor, hiç anlamıyorum. Tüm bunları biliyorum, çünkü Poyraz da izliyor bu çizgi filmi. Onun idolü Terry. Büyüdüğünde onun gibi olacakmış. Ne ironi ama! Karanlık ve gizemli adamlardan hoşlanıyor.

 

 

–“ Sen Anthony’i mi seviyordun? ”

 

“ Ah, hayır… ” Omuzlarımı bir çocuk gibi kaldırıp itiraz ediyorum.

 

–“ Ben Terry Grandchester’i seviyordum. Biliyorsun değil mi? Uzun saçları var. Serseri ruhlu ama bir o kadar da ince düşünceli bir çocuk. Gizemli ama çok çekiciydi. ”

 

Anlattıklarım dudaklarımda küçük bir tebessüm olup bitiyor. Sessizce iç çekiyorum.

 

–“ Çok da güzel mızıka çalıyordu. ”

 

–“ Ben de çalarım. ”

 

Gözlerim heyecanla büyüyor söylediğine. O kadar seviniyorum ki nedenini sorgulamıyorum bile. Bunun nedenini sorgulayacak kadar mantıklı düşünemiyorum o anlarda. Kalbimin ritminin artışların da nefes almaya çalışıyorum.

 

–“ Belki… Bir gün bana çalarsın. Olmaz mı? ”

 

–“ Belki. ”

 

–“ Belki. ” diye kısa ve net cevaplıyorum sorusunu. İleriki günlerde birlikte olduğumuz zamanlar olursa çalardım elbet.

 

Gözlerimi gözlerine dikip içini görmek istercesine bakıyorum. Yalan söylemiyordu değil mi? Beni kandırmak için değildi bu sözleri.

 

–“ Belki, geri dönersin. Olmaz mı? ”

 

Ufak bir tebessüm etmişti, yalandan. Olur ya da olmaz diye cevaplamak yerine susmuştu tebessümle.

 

Yalandan da olsa bir tebessüm etmiştim sadece sorusuna. Bu sorusunun cevabı belirsizdi çünkü vereceğim bir cevap yoktu..

 

 

Ellerimi kalbimin üzerinde birleştirerek gülümseyişine ve söylediklerine umut bağlamıştım.

 

Elimi kalbimin üzerine bırakıp da geri dönerek kirli ruhumdan arınmayı dilemiştim.

 

 

 

Ve sen adam..

 

Ne zaman içindeki o kalbini bana açacaksın ne zaman bu soğuk maskeden vazgeçeceksin?

 

 

Umarım severek okumuşsunuzdur. Yazarınızı mutlu etseniz ve yorumsuz bırakmasanız olur mu? ❤ En yakın zamanda yeni bölümüyle geleceğim..

Bölüm : 19.01.2025 13:15 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...