
Karısının eline tekrar küçük bir öpücük bıraktı Zagros. Karısının uyandığı zamanki üzüntüsünü tahmin etmek bile istemiyordu. Kendisi bile bu kadar üzülürken..
Avuç içindeki parmakların hareket ettiğini hisseden Zagros, hemen Roni'nin yüzüne baktı. Gözlerini yavaşça açmaya çalışan karısıyla hemen ayaklandı. Karısının sonunda uyandığını görmek iyi hissetmesini sağlamıştı.
"Roni..." Şükreder gibi dökülmüştü dudaklarından karısının ismi. İçinden binlerce kez şükretmeyi de ihmal etmemişti.
Karısının ışıktan rahatsız olup gözlerini açamadığını fark ettiğinde hemen kendi bedenini gölge etti karısının henüz tam açılmayan gözlerine.
Roni yavaşça açmaya başladığı gözleriyle ilk karşılaştığı şey ona heyecanla bakan kocasının gözleri olmuştu.
"Zag..ros.." kurumuş dudaklarını aralayıp kocasının ismini fısıldadığında boştaki eli istemsizce karnını bulmuştu.
"Zagros'un ömrü..." Karısının onun ismini fısıldaması karşılığında Zagros'un dudaklarından da dökülen bu olmuştu.
"Bebeğim..." dediği anda gözlerinden yaşlar akmaya başladı. "Gitti... Beni bırakıp... Git..ti"
Karısının gözyaşlarını silmek yerine saçlarını okşayıp yanında duruyordu. Karısının acısını yaşamasına izin veriyordu. Kendisinin de durumu karısından farksız değildi. Karısının hıçkırarak ağlarken kendisi sessizce dokuyordu gözyaşlarını...
"Koruyamadım... Ben bebeğimi koruyamadım..."
Roni'nin kendini suçlamaya başladığını fark ettiğinde kendi gözyaşlarını umursamayıp, karısının gözyaşlarına uzandı. Hemen onları silip, karısını yatakta oturur pozisyona getirdi.
"Hayır Roni. Bu senin suçun değil. Sakin kendini bir daha suçlama."
"Benim suçum koruyamadım... Yapamadım... Ona... Ona sahip çıkamadım."
"Bu olanlarda sende en az bebeğimiz kadar masumsun bunu sakın unutma."
Karısını sakinleştirmeye çalışırken bir yandan da karısının başını göğsüne yaslamış, kömür karası saçlarını okşuyordu.
"Bizim bebeğimiz.. İkimizin..." Bu sefer kendi gözyaşını kendi silmeye başladı Roni, aynı zamanda gülümsemeye de. "Onu gördüm Zagros..."
"Nasıl?" diye merakla sordu Zagros. Karısının birden gülümsemeye başlaması onu endişelendirse de karısını dinlemek istiyordu.
"Bebeğimizi... Gitmeden önce..." Kocasının elini tutup karına götürdü. "Buradan kopmadan önce rüyama geldi. Çok... Çok güzeldi. Biliyor musun aynı benim küçüklüğüm gibiydi. Benim gibi kömür saçları vardı."
Karısının başını avuçlarının arasına alıp dudaklarına şefkatli bir öpücük kondurdu Zagros.
"En az annesi kadar güzel olduğuna yemin edebilirim."
"Benden daha güzeldi meleğim. Kızımız olacakmış Zagros. Bizim minik bir kızımız olacakmış. Daha adını bile koyamadığımız minik bir kız..."
Akıtmak istemesede ondan izinsiz yanaklarından aşağıya süzülüyordu gözyaşları...
"Kızımız... Bizim kızımız..." Kendi kendine fısıldadı Zagros.
"E.. vet. Bizim kızımız. Giderken... Senden bahsetti biliyor musun?"
Karısının dudaklarından dökülenler kalbinin heyecanla atmasına neden oldu. Heyecan ve merak içinde karısının dudaklarına bakıyor ve oradan çıkacak kelimeleri duymak için sabırsızlanıyordu.
"Aslan babam diyordu senin için. Duyuyormuş karnımdayken senin sesini... Onu çok sevdiğimi söyle ona dedi." Hem ağlıyor hemde gördüklerini anlatıyordu Roni.
"Bende yavru aslanımı çok seviyorum. Ve hep seveceğim..."
"Biliyorum." Dedikten sonra sıkıca sardı kollarını kocasının boynuna.
Bunu bekleyen Zagros da sardı kollarını karısının beline.
Uyandığında kendini kötü hissedeceğini bildiği için kimsenin hastanede durmasına müsade etmemişti Zagros. Elif buna itiraz etsede Zagros'un kararının kesin olduğunu fark ettiğinde usulca ayrılmıştı hastaneden. Kendi ailesine bile müsamaha göstermemiş annesi dahil Zeynep ve Sonay'ın tüm itirazlarına rağmen konağa geri yollamıştı.
Bebeklerinin acısını yalnız yaşamak istemişti. Beraber atlatmaları gerekiyordu acılarını...
Nasıl ki mutluluk ikisinin ise acı da öyleydi...
Günün sonunda herkes kendi çatısının altına girdiğinde onlar birbirlerinde teselli bulacaklardı.
Karı koca birbirlerine teselli verirken Cüneyt çoktan Serap'ı depoya götürmüş ve Davut'tun da sinir dışına kaçmak üzere yakaladığı Sidar'ı depoya getirmesini bekliyordu. Sidar da geldiğinde Zagros'u arayıp haber verecekti.
Saatler gece yarısını geçtiği sırada bir hastane odasında, kollarında ağlamaktan uyuya kalmış karısıyla birlikteyken çaldı Zagros'un telefonu. Karısını uyandırmadan sessize atıp karısının yanından kalktı. Odadan çıkmak için odanın kapısına yöneldiğinde, kocasının kalktığını hisseden Roni de açmıştı gözlerini. Kocasının odadan çıkman üzere olduğunu gördüğünde o da yavaşça doğruldu yattığı yataktan. Yavaş adımlarla takip ediyordu kocasını. Kapının yanına geldiğinde telefonda Cüneyt olduğunu tahmin ettiği kişiyle konuşan kocasının konuşmalarına kulak kesilmeye başladı.
"Hesabını verecek o piç! Bizim bebeğimizi bizden koparmanın bedelini ödeyecek her ikiside!" Bağırmamak kendini zor tutsada sesindeki öfke elle tutulur cinstendi. Sesindeki hiddet sessiz konuşmasına rağmen hissediliyordu.
"Sakın Cüneyt! Hata istemiyorum. Birkaç saate orada olurum. Sadece Karımın iyi olduğunu kontrol etmem gerekiyor. Daha sonra geleceğim." Konuşmasını bitirip telefonu kapattığında odaya doğru yönlendirdi adımlarını. Kocasının yönünü değiştirdiğini fark ettiği an olabildiğince hızlı hareket edip yatağına geri uzandı Roni. Kocası geldiğinde daha yeni uyanmış gibi davranmaktan başka şansı yoktu.
Odaya giren Zagros, karısının yatakta nefes nefese kaldığını görünce endişeyle yanına koştu. Aklına onu dinlemiş olabileceği ihtimali bile gelmemişti.
"Neyin var Roni? Ne oldu sana?" Endişesi ve merakla sormuştu Zagros.
"Kabus... Kabus gördüm." Yalana sığınıyordu Roni.
Yeniden bebeklerini görmüş olabileceğini düşündüğü için mantıklı gelmişti Zagros'a. Karısının yanına yeniden uzandığında, tekrar almıştı karısını kollarının arasına.
Bir saate yakın odayı dolduran tek şey ikilinin sakinleşen nefes alışverişlerinin sesleriydi.
Roni'nin uyuduğunu uzun zamandır kapalı olan gözlerinden tahmin eden Zagros, yavaşça yeniden ayrıldı yataktan. Gitmeden önce karısının yüzüne düşen saçları bir kenara çekip anlina küçük bir öpücük bıraktı.
"Sen uyanmadan döneceğim. Hemde bebeğimizin intikamını almış bir şekilde..."
Sessiz sve sakın adımlarla hastane odasından ayrılan Zagros, gece yarısı kendi aracına atladığı gibi tutmuştu Serap' ve Sidar'ın tutulduğu deponun yolunu....
Kısa bir süre içinde depoya varan Zagros öfkeli ve aynı zamanda kararlı adımlarla depoya vardığında burası onun depolarından biriydi. Eski olduğu paslanmaya yüz tutmuş, aynı zamanda yağlanmadığı için her açılıp kapandığında gıcırdayan demir kapısı ve örümcek ağlarıyla dolu pencere demirlerinden anlaşılıyordu. İçeriye adım attığında borulardan yere damlayan su sesinin yanında yanıp sönen florasan daha da tenha ve korku dolu bir yer olmasını sağlıyordu.
Depoda sadece Zagros'un ayak sesleri ve aynı zamanda Serap'ın Cüneyt'e "Beni neden buraya getirdin?" soruları duyuluyordu. Sidar ise suçunu bildiği için sessizce bekliyordu sonunu. Serap'ın konuşmalarına daha fazla dayanamayan kişi Sidar olmuştu.
"Yaptığın onca şeyden sonra hâla konuşuyorsun. Sen nasıl bir yaratıksın?"
Bunu Sidar'ın ağzından duymayı ne Cüneyt nede Zagros beklemiyordu.
Son birkaç adımını atıp, kolları iki yandan bağlı olan ikilinin karşısında durdu Zagros.
"O boktan ağzın ilk defa doğruyu söylüyor. Şaşırttın beni Sidar." diyen kişi Cüneyt'ti.
"Bozuk saatin bile günde iki defa doğruyu gösterdiği bilinirde, senin gibi bir piçin ağzından doğru bir şey duymak... İnanılır gibi değil!" Son cümlesiyle başını sağa sola salladı Zagros.
"Zagros... İyiki geldin. Bu..." başıyla parmağıyla Cüneyt'i işaret edip konuşmasına devam etti. " Cüneyt olacak adam beni tutup buraya getirdi üstelik beni bu hâle getirerek. Ben senin kuzeninim Zagros bana nasıl böyle davranır ?" Son çırpınışlarıydı bunlar Serap'ın.
"Kuzenisin evet ama ona ihanet eden bir kuzen." Dalga geçer gibi konuşuyordu Sidar.
"Ne ihaneti? Ne diyorsun sen? Hem... Hem sen kimsin?"
"Ben mi kimim? Duydunuz mu?" Diyerek kocaman bir kahkaha attı o halde Sidar. "Ben kendi kuzenini sattığın hatta onun karısını öldürmek için yardım dilendiğin kişiyim."
Dehşet içinde Sidar'a baktı Serap.
"Yalan... Yalan söylüyor. Ben... Sana asla ihanet etmem biliyorsun. Bu yalancı pisliğin lafına inanacak değilsin herhalde!"
Vahşi bir hayvan gibi demirlere asılıp Sidar'ın üzerine atlamaya çalışıyordu. Şuan elleri bağlı olmasaydı Sidar'ı parçalayacak gibiydi. Bağırmaya devam edip Zagros'un ona inanmasını istiyordu. Bağırışlarının yanında timsah gözyaşları döküp etkilemeye çalışıyordu.
"Ben hiçbirşey yapmadım! Yemin ederim Zagros. Bu benim üzerime atmaya çalıştığı iftiradan başka bir şey değil."
Sidar artık kaybedecek bir şeyi olmadığını biliyordu. En azından yalnız gitmeyecekti. Kendiyle beraber Serap'ı da yakacaktı.
En azından onlara bunu borçluydu.
Zagros ve Cüneyt öylece durmuş kendisini kanıtlamak için kendini parçalayan Serap'ı izliyorlardı. Ama onları asıl şaşırtan sesini bile çıkarmadan bekleyen Sidar'dı.
Sanki artık bir şeyleri kabullenmiş ve sonunu bekliyor gibiydi...
"Yeter artık! Sustur artık şu kadını! Ne yapacaksan yap artık! Herşeyi biliyorsun zaten. Neden hâla uzatıyorsun? Çek vur işte!" Bu cümleler Sidar'ın dudaklarından dökülüyordu. "Ama bilmediğin bir şey daha var Zagros. Bu dünyadan gitmeden önce bunu sana söyleyeceğim zaten. En azından bunu bilmeye hakkın var."
"Gitmeden son bir iyilik ha! Senin yapacağın tek bir iyilik bile seni kurtaramayacak! Boşuna o çeneni yorma!" Cüneyt bu işin fazla uzadığını düşünüyor olacaktı ki Sidar'ın konuşmasını bile beklemek istemiyordu.
Onun aksine Zagros Sidar'ın ne söyleyeceğini merak ediyordu. Saatlerdir burada olmasına rağmen Serap'ın aksine kendisini savunmak için tek kelime etmemişti.
"Bu konu seni ilgilendirmez Cüneyt! Benimle Zagros'un arasında. Biraz sessiz olursan ben konuşacağım."
Cüneyt Sidar'a yumruğu geçirmek için bir adım öne atıldığında onu durduran şey Zagros'un eliydi.
"Anlat bakalım. Sonuçta idam mahkumlarına bile ölmeden önce son sözleri soruluyor. Umarım vaktimizi alacak kadar önemlidir anlatacağın şeyler."
"Önemli olmasa konuşmam bile. Çünkü ölmeyi hak ettiğimin farkındayım. Bu vicdan azabıyla yaşayamıyorum zaten. Ben kendimi öldürmeden sen öldür beni!"
"Tamam kes artık! Anlat ne anlatacaksan!"
Sidar önce başını yan tarafına çevirdi ve timsah gözyaşları akıtan Serap'a baktı ve gülümsedi.
"Şimdi bu anlattıklarımdan sonra seni kim kurtaracak bakalım Serap hanım."
Serap anlamaz gözlerle bakıyordu Sidar'a.
Ne demek istiyordu bu adam?
"Bundan iki buçuk hatta neredeyse üç yıl olacak değil mi Zelal'in ölümünün üzerinden geçen zaman."
Serap'ın sahte gözyaşları akmayı bırakmış oda diğerleri gibi Sidar'ı dinliyordu. Ama Sidar'ın yaptıklarını öğrenmesine ihtimal dahi vermiyordu. Bunu sadece o ve ona yardım eden doktor biliyordu.
"Sanane lan Zelal'in ölümünden. Konuşmana izin verdim diye bu sana ağzına geleni söyleme hakkı verdiğim anlamına gelmiyor Sidar!"
"Sakın ol Zagros. Onun ölümüne bende çok üzülmüştüm o zaman. Ama birileri o kadar da üzülmedi hatta ölmesi için elinden geleni yaptı değil Serap?"
Serap'ın gözleri yerinden çıkacaktı neredeyse. Şok olmuş gözlerle bakıyordu Zagros'a. Artık yolun sonu yaklaşıyordu Serap için.
Ama bunu nasıl öğrenebildi Sidar?
"Ben... Bilmiyorum. Neden bahsettiği hakkında hiçbir fikrim yok." Başını hızla sağa sola sallamaya başladı. "Sende oradaydın. Kalbi doğumda çektiği acıya dayanamayıp durmuştu."
"Sen sus!" İşaret parmağını Serap'a doğrulttu. "Devam et! Konuş hadi! Konuş lan susma!" diyerek yakasına yapıştı Sidar'ın.
"Sen tabi öyle biliyorsun. Kalbi falan durmadı. Ona kalbi dursun diye iğne yapıldı."
"Ne?" diye bir fısıltı döküldü Zagros'un dudaklarından.
"Evet yanlış duymadınız. Zelal'e kalbi dursun diye iğne yapıldı hemde senin biricik kuzenin Serap tarafından."
Zagros duyduklarını kabul etmek istemiyordu. Dizleri duyduklarının ağırlığına daha fazla dayanamamış olacaktı ki birden dizlerinin üzerine çöktü. Dizlerinin üzerine çöktüğü an saatlerdir onları depo kapısında izleyen Roni kocasının yanına varmak için olabildiğince hızlı hareket etti.
"Nasıl yaptın lan bunu? Neden yaptın?" Depoda yankılanan ses Cüneyt'e aitti.
Zagros ise yanına gelen karısına baktığında, gözleri buğulu buğulu bakıyordu karısına.
"Duydun değil mi? Zelal'i bilerek... İsteyerek öldürmüşler. Oğlumu bu cani kadın bilerek annesiz bırakmış." Roni kocasını yaşlı gözleriyle onayladı. Başını kollarının arasına alıp göğsüne bastırdı.
"Hoşgeldin Roni. Iyiki geldin. Ölmeden önce seni görmek iyi oldu aslında." Roni ile konuşmaya çalışsa da Roni onu duymuyordu. Kulakları şuan sadece Zagros'un sesine odaklanmıştı.
Roni'ninonu umursamadığını fark ettiğinde devam etti konuşmasına. "Konuşmaya devam ediyorum o zaman." Sidar konuşurken Serap ise öfkeyle Zagros'a sarılmış Roni'ye bakıyordu.
"Bu kadın herşeyi sana olan takıntısından yapmış."
"Benim aşkıma takıntı diyemezsin. Benim aşkım o Zelal'in aşkından da hatta Roni'nin aşkından da daha büyük." Artık kurtuluşunun olmadığını anlamıştı Serap. Herşeyi aşkı için yapmışken, kimse onun aşkına takıntı diyemezdi.
"Benden Roni'ye zarar vermem için yardım istediği gecenin sabahı Serap'ı araştırınca benim devamlı müşterim olan doktorla beraber çalıştığını öğrendim. Doktorda iki kadına döküldü herşeyi. Serap'ın onu nasıl kandırdığını, kandırıp birlikte Zelal'i nasıl öldürdüklerini. Ama merak etme o doktor artık yaşamıyor." Hafif bir gülümsedi Sidar. "Bu kıyağımı da unutma sakın."
"Sadece Zelal değil aşkıma engel olan herkes ölecek! O Arjen nasıl yaşadı hâla anlamış değilim. O kadar bozuk mamaya rağmen. Beşikten aşağıya düşmesine.." cümlesini tamamlayamadan depoda bir tokat sesi yükseldi.
Dakikalardır kocasını kolları arasına alıp yanında olan Roni söz konusu oğlu olunca daha falza dayanamayıp Serap'ın üzerine atladı. Ellerini Serap'ın saçlarının arasına daldırıp yolmaya başlayan Roni kendini kaybetmişçesine vuruyordu cani kadına.
Kendine gelen Zagros karısının beline asılıp, dakikalardır Serap'ı öldüresiye döven karısını uzaklaştırdı Serap'tan.
"Dur artık Roni! Daha iyileşmedin. Bu kansızlar yüzünden sana bir şey olmasına izin vermem."
"Neden? Neden ha neden?" Saçı başı dağılmış bir halde konuşan Serap'tı. "Neden bir kere olsun beni görmedin? Ha neden? Annelerimiz... Biz daha küçükken bizi evlendirmek için anlaştılar. Ama sen... Sen ne yaptın? Gittin o Zelal'i seçtin. Tam ondan kurtuldum derken Arjen kaldı. Ondan kurtulursan benim olursun dedim olmadı. Sonra... Sonra Roni çıktı ortaya. Ona Zelal'e olduğundan daha çok aşık oldun. Onu korudun, kolladın. Ama beni bir kere görmedin. Belki... Ondan da kurtulursak beni seversin diye gittim Sidar'dan yardım istedim. Seninle... Cüneyt'in konuşmalarına şahit oldum. Oradan duydum ismini. Ama o da beceremedi. Gitti sadece bebeği öldürmekle kaldı."
Artık yolun sonuna geldiğini biliyordu Serap.
"Yaptım. Allah beni kahretsin ki yaptım! Allah benim belamı versin ki yaptım! Senin yüzünden kendi bebeğimi öldürdüm." Bu sefer gözyaşı döken kişi Sidar'dı.
Ona şaşkın gözlerle bakanlar ise Cüneyt ve Serap'tı...
"Haklıydın... Sen haklıydın Roni. O bizim bebeğimizdi."
"Hayır! Sus! O senin bebeğin değildi o benim..." Zagros'un yanına yaklaşıp elini tuttu. "Bizim bebeğimizdi ve öyle kalacak."
"Sana inanmalıydım. Ağalık hırsı gözümü öyle bir kör etmişti ki hiçbirsey düşünemiyordum. Ta ki gece rüyama gelip bana hesap soran siyah saçlı kız çocuğuna kadar. Bana 'Seninle mahşerde hesaplaşacağız. Kendinden bir parçayı öldürdün sen! Ama şunu sakın unutma benim babam aslan babam. Sen değilsin!' diyip arkasına bakmadan gitti. O an anladım yaptığım yanlışı. Ben bu vicdan azabıyla yaşayamam lütfen sık artık kafama Zagros." Konuşmasını bitirdikten sonra hüngür hüngür ağlamaya başladı.
Etrafı derin bir sessizlik kapladı. Güneş neredeyse doğmak üzereydi. Kaç saattir burada olduklarının farkında bile değillerdi.
"Şimdi ne olacak?" diye soran Roni'ydi.
"Ne olacak yenge ikisininde kafasına sıkacağız. Olacak olan bu!" Bu görüş Cüneyt'indi.
"Hayır! Ölüm ikisinede kurtuluş olur. Ölümden beter şeyler de var."
"Sık artık bitsin bu işkence." diyen Sidar'dı.
"Sana ölüm yok Sidar." Cüneyt'e bakıp konuşmasına devam etti. " Bu adi köpeği al evinin önüne at. Bu vicdan azabıyla fazla yaşamaz zaten. Duydum ki karısı hamileymiş. O çocuğa her baktığında öldürdüğün o masum can aklına gelsin. Gelsin ki hergün ölmekten beter ol!"
"Hayır! Hayır! Yapma bunu bana! Öldür beni ne olur yalvarırım sana!" "Ölmek için yalvarıyorum sana. Lütfen öldür beni!" Ölmek için yalvarıyordu Sidar.
Bu ona işkenceden beterdi. Ömür boyu sürecek bir işkence...
"Sana gelince Serap. Senide öldürmeyeceğim. Sanada kurtuluş yok." Eline telefonu alıp İran'da yaşayan vahşi olarak bilinen arkadaşını aradı. Bu adam insanlar üzerinde onlarca deney yapıp kendince eğleniyordu. " Selamünaleyküm Selman. Bende iyiyim sağ ol." Bir süre sessiz kalıp, karşi tarafın konuşmasını bekledi. "Sana güzel bir haberim var. Sana bir denek buldum. Ona ne istersen yap. Oda senin gibi vahşi. Yabancılık çekmezsin. Hem bak kendisi hemşire üstelik. Hem deneylerinde de sana yardımcı olur. Geçen sefer asit hazırlarken erittiğin parmağına çok üzüldüm. Artık sen değil o hazırlar." Karşı tarafın mutlu sesi telefondan taşıyordu. Anlaşıp telefonu kapatırken ona şok olmuş gözlerle bakıyordu Cüneyt.
"Abi. Bu kadarı çok çok fazla. Selman delinin teki. Kaç kişiyi denek yapıp parçalara ayırdı. Kaç kişiyi asitle yaktı. Yem ettiklerini saymıyorum bile. Sırf zevki uğruna yapıyor üstelik."
"Ne!" "Hayır! Bunu bana yapma Zagros!" Duyduklarından sonra dehşetle bağırmaya başladı Serap. "Hem ailem buna asla müsaade etmez!"
"Senin sesini kullanıp yurt dışına çıktığını söylemek zor olmamalı. Zaten üç gün sonra iki yıllık eğitim için gidecektin Rusya'ya. Erken gidersin. O zamana kadar ölmez sağ kalırsan ki kalırsan da nasıl kalacağın muamma. O zaman gelmeni düşünürüz. Hem Selman senin için bir ödül. Kıymetini bil."
Konuşmasını bitiren Zagros. Söylediklerini yapması için Cüneyt'i orada bırakıp karısının elini tuttu. Karı koca el ele tutuşmuş bir şekilde çıktılar o depodan.
Arkalarında Sidar'ın 'Lütfen beni öldür!' diye yalvarışı, Serap'ın ise 'Lütfen beni gönderme!' diyen seslerine kulak tıkayıp. Arabalarına atladıkları gibi hastanenin yolunu tuttular. En azından hayatlarında artık bu insanlar olmayacaktı. Bu bile onlara yeterdi.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |