
Gözlerimi acıyla karanlığa açtım. Başım zonkluyor, vücudumun çeşitli yerlerinde hafif sızılar hissediyordum. Soğuk, keskin bir hava ciğerlerime dolduğunda bulunduğum yerin ne kadar ıssız ve ürkütücü olduğunu fark ettim. Burada ne işim vardı? Hatırlamaya çalıştım, ancak zihnim bulanıktı. Ne olmuştu? Ne kadar zaman geçmişti? Bir korku dalgası içimi sararken, etrafıma bakmak için gözlerimi zorladım. Ama karanlık, yoğun ve derindi.
Elleri ve bilekleri saran baskıyı hissedince, ellerimi hareket ettirmeye çalıştım. Yavaşça, baş parmaklarımı bükerek direncini hissettim. Bir ip… Bileğime dolanmış kalın, sert bir halat. Ellerim bağlıydı. Bunu hissettiğimde, bir an için donakaldım. Bir sandalyeye oturuyor olmalıyım. Yavaşça omuzlarımı hareket ettirip, vücudumu hafifçe salladım. Oturduğum şeyin eski, gıcırdayan bir sandalye olduğunu fark ettim. Sandalyenin ahşap yapısı, üzerimdeki baskıyı her hareketimde daha da derinleştiriyordu.
Hafif bir acı, belime doğru yayıldı. Bir ip daha… Belimi saran bir başka halat da vardı. Bedenimin her yerinde, zor bir şekilde harekete geçme çabalarımda keskin bir acı hissediyordum. Ama duramayacak kadar kararlıydım. Bunu başarmalıydım. Parmaklarımı ve ellerimi kullanarak bağları çözmek için yeniden mücadele etmeye başladım. Derin bir nefes almak bile zordu. İçeriyi aydınlatan tek şey, pencereden süzülen solgun, donuk bir ay ışığıydı. Hafif bir rüzgar vardı, ama o da tozu daha fazla havalandırıyordu.
Gözlerim karanlığa alışmaya başladığında etrafımdaki siluetleri fark etmeye başladım. Zar zor seçilen eski bir dolap, bir çekmece ve bir çalışma masası… Her şey uzun zamandır terk edilmiş gibiydi. Burada ne işim vardı? Ne amaçla getirilmiştim? Hatırlayamıyordum. Hatırlamam gereken bir şey var mıydı? Vücudumda hissettiğim sızılar, ne olursa olsun, devam etmem gerektiğini söylüyordu.
Halatların üzerindeki baskıyı daha da hissettikçe, parmaklarımı zorla hareket ettirmeye çalıştım. Ellerim birbirine kenetlendi. Bileğimi kendime doğru çekip, sertçe karnıma vurdum. İlk denememde çözülmedi. Halat sıkıydı. Vücudumda yanma hissi yaratan bu halatın dağılması için, elimi ikinci kez daha sert bir şekilde çekmeye karar verdim. Sonunda, halatın düğümü zayıfladı ve halat yere düştü. Serbest kaldım. Ellerimi serbestçe hareket ettirirken, ellerim üzerindeki kan dolaşımının hızlandığını hissedebiliyordum. Ancak içimde bir his vardı; bu rahatlama uzun sürmeyecekti.
Bileğimi rahatça çözmek için bir süre çabaladım. Belimdeki ipi de sabırla çözdüm, o da yavaşça gevşedi. Sandalyeden hafifçe kalkarak etrafı daha dikkatli bir şekilde inceledim. Toz kokusu ve nemin yarattığı rahatsız edici bir koku… Odanın havası boğucuydu. İçerinin sıcaklığı bile bana yabancı geliyordu. Odayı incelediğimde, zemin kısmı oldukça eski ve zarar görmüş görünüyordu.
Kapıya doğru ilerlemeye başladım. Kapıyı açmaya karar verdiğimde, menteşelerinin gıcırdaması beni korkuttu. Yavaşça açıldığında, karşımdaki adamı fark ettim. Ay ışığının solgunluğu, onun siluetini oldukça belirginleştiriyordu. Derin bir nefes aldım ve onu dikkatlice inceledim. Onun boyu… Hayatımda gördüğüm en uzun adamlardan birine benziyordu. Muhtemelen 1.90’ın da üzerindeydi. İnce ama keskin hatlara sahip bir yüzü vardı. Saçları, kömür karası kadar koyu kahverengiydi ve hafif dalgalıydı.
Ancak en dikkat çekici şey, gözleriydi. Kan kırmızısı gözleri parlıyor, adeta bana doğru bakıyordu. Gözlerindeki o korkutucu derinlik, içimde garip bir rahatsızlık hissi uyandırıyordu. Ama bir şekilde, ondan gözlerimi alamıyordum. Yavaşça, gözlerimi yukarı kaydırarak, burnunun küçük ama keskin hatlarına, dudaklarının ince fakat belirgin çizgisine odaklandım.
Yüzündeki ifade, tam olarak ne düşündüğünü belli etmiyordu ama biraz da kibirli bir hava vardı. Gülümsediğinde, o gülümsemenin ardındaki gururu ve kibiri net bir şekilde hissedebiliyordum. Beni süzüşü, adeta dikkatimi çektiğini biliyor gibi bir izlenim veriyordu. Koyu ve derin sesiyle, hafifçe dudaklarını araladı:
“Yüzümle biraz ilgilendin galiba.”
Gülümsemesiyle birlikte, belirgin bir şekilde küçümseyici bir hava vardı. Fakat, ona karşı duyduğum rahatsızlığa rağmen, gözlerimi ondan ayıramadım. Ama yine de, gözlerimi kırptım ve düşündüğüm her şeyi bir kenara bırakıp soğukkanlı bir şekilde cevap verdim:
“Kırmızı gözlere sahip olman şaşırtıcı. Anlaşılan, Sisenia Krallığı’ndansın.”
Sisenia Krallığı, son yıllarda birçok savaşla adını duyurmuştu. Bu diyarda, kırmızı gözlere sahip olanların sayısı oldukça fazlaydı ve kırmızı gözlü insanlar bir şekilde Sisenia’lı olmak zorundaydılar. Bu yüzden bu adamın kimliğini tahmin etmem fazla zaman almadı.
Adamın yüzünde hafifçe bir gülümseme belirdi, ancak bu sefer gülümsemesi farklıydı. Kaşlarını hafifçe kaldırarak, başını eğdi.
“Doğru tahmin, Amelia.”
İsmimi nasıl bildiğini sormaya fırsatım olmadan, hızla, ama dikkatlice bana doğru bir adım attı. Elini bana doğru uzattı. Bir an tereddüt ettim ve doğal olarak geri çekildim. Ancak geri çekilmeyi daha fazla sürdüremedim. İçimdeki o korku duygusunu bir kenara bırakıp, cesurca gözlerinin içine bakarak sordum:
“Beni neden kaçırdın?”
Elini indirdi, ancak yüzündeki gülümseme daha da genişledi. Gözlerini kıstı ve hafifçe dudaklarını araladı:
“Korkma, sana zarar vermeyeceğim.”
İçimden küçük bir kahkaha attım. Gerçekten ne olduğunu bilmediğimi hissetmek, en azından şimdilik, büyük bir rahatlama gibi geldi. İçimdeki öfkeyi bastırarak, küçümseyici bir ifadeyle cevap verdim:
“İstesen de veremezsin zaten.”
Christan gülümsedi. Kollarını göğsünde bağlayarak bana doğru bir adım daha attı.
“Cesur olduğunu görüyorum. Ama seni buraya bu yüzden getirmedim.”
Sesindeki kendinden emin ifade değişmedi. O anda dikkatlice bakmaya devam etti ve:
“Sana bir teklifte bulunmak için kaçırdım seni.”
Adımımı geri attım ama kalbim hızla çarpmaya devam ediyordu. Bundan sonra neler olacağı hakkında hiçbir fikrim yoktu.
“Diyarda bir gelenek var,” dedi. “Eğer bir yıl içinde 18 varis birden Kraliyet Okulu’na giderse, aralarından bir imparator veya imparatoriçe seçilir. Bu sene benim son yılım ve bu fırsatı kaçırmak istemiyorum.”
Şaşkınlıkla gözlerimi kırptım. Ne demek istiyordu?
“Sana teklifim şu: Okula git ve bir prenses gibi davran. Maisie’nin yerine geç.”
Sözleri, beynimde yankılanıyordu. Bu teklif, beni hayatım boyunca değiştirirdi. Ama bir tuhaflık vardı. "Bu teklifin ne kadar gerçekçi olduğunu sanıyorsun?" Diye sordum, sesimdeki titremeyi bastırarak. Gerçekten ne olduğunu anlamak zor bir hale geliyordu. Sadece bir oyun gibi hissettim. Hayatımda daha önce hiçbir şey bu kadar garip ve tehlikeli olmamıştı. Bir anda neler olacağına dair binlerce düşünce kafamı sarhoş gibi döndürüyordu.
Christan, duraksamadan gözlerime bakarak sakin bir şekilde yanıt verdi:
"Gerçekten buna karar verip vermeyeceğini bilmeden, sadece korktuğun için reddetmeni istemem. Ama burada bir fırsat var ve çok değerli."
Bir anda tüm oda sessizleşti. Her adımım, her nefesim ağırlaştı. Ne olduğunu tam olarak anlayamıyordum, ancak yüzümdeki maske kırılmak üzereydi. Her kelimesinde derin bir anlam vardı, her hareketinde bana yönelik bir izlenim vardı. Sadece bir teklif değil, bir tercih, bir güç savaşıydı.
"Teklifin... İlginç," dedim, fakat yine de başımı salladım, "Ama buna inanmıyorum. Bir prensesin yerine geçmek? Ne tür bir oyun oynuyorsun?"
Christan, başını eğdi ve bir süre sessiz kaldı. Yavaşça adım attı ve bir adım daha yakınlaştı. Nefesimin hızlandığını hissedebiliyordum. Ona yaklaşmanın tehlikeli olduğunu biliyordum, ama bir şekilde, onun güç dolu bakışları beni çekiyordu.
"Bu bir oyun değil," dedi, sesi daha düşük ve daha ciddi bir tonda. "Bu, seni bir geleceğe taşıyacak bir fırsat. Sadece gözlerindeki korkuyu aşmanı istiyorum, Amelia."
Beynim resmen kendini imha etmişti. Şu an vereceğim karar sadece kendimin değil, tüm diyarın geleceğini değiştirecekti. Bunu bir oyun gibi düşündüm. Bir tiyatro oyunu. Ben bir prensesi oynuyorum ve adım Maisie. Eğer sırrım açığa çıkmazsa rolü kapacağım. Çıkarsa kariyerim ve hayatım bitecek.
Sana bir teklif sunuyorum. O cümle yeniden yankılandı kulaklarımda. Bir fırsat. O kırmızı gözleri ile bana bakarken zorlanmam daha da artıyordu. İyice köşeye sıkışmış hissediyordum.
"Prenses olarak mı?" diye sordum, yavaşça ama sert bir şekilde. "Sadece o rolü mü oynayacağım? Ve daha sonra ne olacak?"
Christan gözlerini bir an için kısıp, ardından sakin bir şekilde cevap verdi:
“Evet, bir prenses gibi davranacaksın, yıllardır eğitim görmüş ve imparatoriçe olmak için okula giden bir prenses gibi.”
Kelimelerinin ağırlığı, her birini içimde hissetmeme yol açtı. Bir prensesin yerine geçmek… Kraliyet ailesinin gücü… Her şey karışıktı. Fakat bir anda hissettiğim korku ve çaresizlik, sabırsızca beni harekete geçirdi. Bu adamın teklifini reddetmek, bana ait olan her şeyi kaybetmek gibi bir şeydi. Hızla kararımı verdim. Beklememi gerektirecek bir sebep yoktu.
"Neden bana bunu yapıyorsun?” Diye sordum. "Beni neden seçtin? Yani, daha fazla prenses adayı var."
Christan gözlerini bana sabitleyerek, ciddiyetle başını salladı:
"Evet, var. Ama seni seçtim çünkü senin içindeki gücü hissediyorum. Sadece cesur değilsin, aynı zamanda stratejik zekaya sahipsin. Ve herkesin gözlerinin önünde olacağı bir oyunla, doğru zamanda hamle yaparak bu tahtı alabileceksin."
İçimdeki tüm karmaşa bir anda açıklığa kavuştu. Bu sadece bir teklif değil, aynı zamanda bir testti. Benim gücüm, cesaretim, zekâm ve en önemlisi, hayatta kalma içgüdüm test ediliyordu. O zaman fark ettim. Bu teklifin içindeki gizli mesajı, benim potansiyelimi ona kanıtlamamı beklediğini anladım.
Sözlerinin sonu içimde bir kıvılcım yakmıştı. "Peki, kabul ediyorum," dedim, kararlı bir şekilde. "Ama bunun bedelini sana ödeyeceğim."
Christan, hafifçe gülümsedi. O gülümseme, tebrik ediyormuş gibi bir şeydi. Fakat, yüzündeki gurur ve kontrol arzusu hâlâ belirgindi. Bir yanda hayal kırıklığına uğramış bir şekilde duruyordum, ama diğer yanda, içimdeki güç, amacım uğruna mücadele etmeye karar vermişti.
"Beni yanlış anlama, Amelia,” dedi. “Bu sadece bir başlangıç. Eğer gerçekten bu tahtı almak istiyorsan, önünde pek çok engel var. Ama unutma, seni hiçbir zaman yalnız bırakmayacağım."
Bir süre sessiz kaldık. Duygularımın fırtınası, içimdeki derin boşlukları doldurmaya devam ediyordu. Ama bir şey kesindi; bu yolculuk kolay olmayacaktı.
Christan, yere doğru birkaç adım attı ve ardından arkasını döndü. Sesini duyduğumda, içimden bir dürtü beni takip etmeye zorladı.
“Amelia. Hayatın değişecek. Ama önce, hazırlıklı olmalısın."
"Akşam saat sekizde, Samanlı Tavernası'nda buluşacağız," dedi. Sesindeki tını, bir kararın verilmişliğini ve bir planın hızla şekillendiğini yansıtıyordu. "Orada, her şeyi detaylıca konuşacağız."
İçimde bir kıpırtı vardı. Nehrin hızlı akan suları gibi, aklındaki düşünceler de birbiri ardına geçiyordu. Bu gece önemli olacaktı. Her şeyin başlangıcıydı belki de. Şimdiye kadar yaptığım tüm seçimler, bu akşamın buluşmasında birleşecek, bir yol ayrımına dönüşecekti. Christan’ın sözleri kalbimi hızlandırmış, her bir hücremi uyandırmıştı. Akşam, her şeyin şekilleneceği an olacaktı.
Sözlerini alır almaz, kalbimde karışık bir telaş başladı. Gözlerimde bir huzursuzluk olsa da, yüzüme yansıttığım tek şey derin bir soğukkanlılıktı. Hazırlık yapmam gerektiğini biliyordum. Derin bir nefes alarak, vücudumdaki titremeyi bastırmaya çalıştım. Ardından, odadan sessizce çıkarak evime doğru yola koyuldum.
Eve vardığımda, içinde bulunduğum karmaşık duygu hallerine rağmen, ne yapmam gerektiğini gayet iyi biliyordum. Zamanı boşa harcamayacak, her şeyin mükemmel olmasını sağlayacaktı. Yavaşça yatak odasına yöneldim. Odaya girdiğimde, dolabıma göz attım, her elbise bir seçenek, her seçenek bir olasılıktı. Derin bir iç çekişle, nihayet kararımı verdim. O an, siyah simli straplez bir elbise gözlerimin önünde belirdi. Bu elbise, zarafetimi ve gücünü simgeliyordu. Her ayrıntısında, seçiciliğim, kararlılığım ve şıklığım vardı.
Elbiseyi giyerken, vücudumun hatlarına nasıl tam oturduğunu, simlerin parıldarken ışığa nasıl yansıdığını hissedebiliyordum. Elbise, siyahın derinliğini ve simlerin ışıltısını bir araya getirerek hem gizemli hem de etkileyici bir hava katıyordu. Bu gece kesinlikle tavernada çok uğraşacaktım.
Gözlerimi daha da belirginleştirecek bir makyaj yapmalıydım. Aynada kendime bakarken, kırmızı rujumu dudaklarına nazikçe sürdüm. Rujun renginin yoğunluğu, hem cesur hem de baştan çıkarıcı bir izlenim bırakacak şekildeydi. Kırmızı, tutkunun rengiydi. Dudağımdaki kırmızı, adeta gizli bir mesaj gibiydi. Her dokunuşuyla dudaklarımın daha da belirginleştiğinin farkındaydım.
Gözlerine odakladığımda ise eyeliner’ın kalemi, gözlerimin kenarlarında narin bir çizgi oluşturdu. Göz kapaklarımı vurgulayan bu ince çizgi, bakışlarımın derinliğini artırıyor, bir adım ötemdeki karanlığa adeta meydan okuyordu. Siyah ve kırmızı, kontrastın mükemmel örneğiydi.
Makyajımı tamamladıktan sonra, saçlarımı düzelterek ince ince şekil vermeye başladım. Saçlarım, tam istediğim gibi düzelmişti. İnce ince düzleştirirken, her tutamın saç telinden geçişi, bana bir anlam yüklüyordu. Saçlarım boynumun hemen altına kadar inmişti, ipek gibi pürüzsüzdü. Her bir dalga, her bir kıvrım, bana bir tür zarafet kazandırıyordu.
Yavaşça dönerek aynaya bakarken, kendimi son bir kez gözden geçirdim. Bir kadın, her detayında kendi gücünü taşımalıydı. Bu akşam, sadece bir toplantı olmayacaktı; bu, bir dönüm noktasıydı. Her şeyin mükemmel olması gerekiyordu. İçsel bir güç, vücudumdan dışarıya doğru yayıldı. Hazırdım. Her şey olması gerektiği gibiydi. Şimdi, akşamın gelişine odaklanmak kalmıştı.
Ayaklarım yavaşça tavana tıklarken, kapıyı ardına kadar açtım. Gecenin soğuk havası, evin dışına adım attığımda beni karşılayan ilk şeydi. İçimdeki huzursuzluk gitmiş, yerine bir kararlılık ve güven duygusu yerleşmişti. Gecenin ne getireceğini bilmeden, o an için sadece tavernaya doğru yöneldim.
Samanlı Tavernası onun için yalnızca bir mekân değil, bir yolculuğun başlangıcıydı. Bu buluşma, yalnızca bir akşam yemeğinden ibaret olmayacak, bir yol ayrımının simgesi olacaktı. Christan ile yapacağım konuşma, her şeyi değiştirebilirdi. Ama ben, ne olursa olsun, cesaretimi ve kararlılığımı bir an olsun kaybetmeye niyetli değildim ve olmayacaktım.
Samanlı Tavernası’na yaklaştığımda, ışıkların parlaklığı yüzüme yansıdı. Zamanı gelmişti. Ne yapacağım, nasıl hareket edeceğim sadece bana bağlıydı. Kendimi bu geceye, kendi gücüme ve hikayeme layık hissettim…
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |