2. Bölüm

Bölüm 2: “Taverna”

Yağmur Kahraman
yagmurkahramann_

Tavernanın zeminine her adım attığımda topuklarımın çıkardığı ses, ahşap döşemelere meydan okur gibi yankılanıyordu. İçerideki uğultu, bira kokusu ve garip bir şekilde yakılmış portakal kabuklarının kokusu beni ilk başta sersemletmişti. Ama asıl baş döndüren şey, gözlerimin bulmaya çalıştığı kişiydi: Christan.

 

Tavernadaki dağınık kalabalığın arasında onu fark etmem zor olmadı. Sandalyeye öylesine yayılmış, bir ayağını masanın altına uzatmış, bir elinde bira bardağı, diğerinde ince, buruşuk bir kâğıt. Kaşları çatık, ama dudak kenarındaki kıvrımdan belli ki bir şeylere gülüyordu. Muhtemelen yine bir plan kuruyordu. Ve muhtemelen bu planın merkezinde yine ben vardım.

 

Gözlerim her detayı sanki bir düş gibi tarayarak ilerledi. Tavernanın duvarları kararmış, mum ışıkları sararmış yüzleri daha da korkutucu hale getiriyordu. Gecenin ilerleyen saatlerinde insanlar eğlenmekten çok, yaşamlarının sıradanlıklarına kaçış arıyordu. Ama bu gece… her şey farklıydı. Çünkü ben farklıydım.

 

Ve o. Christan. Her zaman bir adım önde olan, başını her duruma rahatça yaslayabilen çocuk. Ne zaman yanımda olsa, hep bu kadar karizmatik oluyordu. Ama içimdeki huzursuzluk, sadece ona karşı değildi. Planın çıkacağına dair en küçük bir inancım yoktu. Hem daha önce bu kadar riske girmemiştim, hem de her şey beni ondan daha fazla korkutuyordu.

 

Oturmak için sandalyeye uzandığımda başka bir el benden önce davrandı. Donuk sesimle, “Teşekkürler” dedim. O da cevap vermek yerine gözleriyle karşılık verdi.

 

Oturduğumda garson hemen yanımıza geldi, ağzımı açmadan Christan konuşmaya başladı bile. “Bir bira, bir de kırmız şarap.” dedi.

 

Gözlerimi kısmıştım. Ne içeceğimi nasıl biliyordu?

 

“Sen…”

 

“Ben…”

 

“Nasıl biliyorsun?”

 

“Karıştırma orasını, etkilen yeter.” Konuştuğu dil ergence, salakça ve türkçe karışımı bir dildi herhalde. Çünkü ben sadece birkaç kelime anlıyordum, muhtemelen sadece türkçe olanları.

 

“Sen 21 yaşını geçmiş miydin?”

 

“23.”

 

“Hayret, yani ergenliğin de bitmiş aslında! Herhalde büyüme hormonların sadece fiziğe çalışmış. Görüntü yaşı 20, akıl yaşı… 5 felan.”

 

“Desene ikisinde de senden büyükmüşüm.” Bir yandan iltifat ediyor, bir yandan laf sokuyordu. Nasıl beceriyorsa her konuşmasında ona daha da yakınlaşıyorum ama aynı zamanda daha gıcık oluyorum.

 

“Anlat bakalım, dâhiyane planımızı.”

 

“Sabırsızsın,” dedi, ellerini arkasında kavuşturup sandalyeye yaslanarak. “Ama sabırsızlık asil bir meziyet değil, Prenses.”

 

“Ben asil değilim. Bunu baştan kabul etmiştik,” dedim gözlerimi devirmeden önce.

 

“İyi. Çünkü asil numarası yapman gereken zaman daha gelmedi,” dedi. “Dinle şimdi. Maisie’nin bu işten haberi var. Haftaya Cumartesi sabahı ailesiyle birlikte şehir dışına çıkacaklar. Ev boş kalacak. Ben at arabalarını ayarladım. Seni o sabah alacaklar ve Kraliyet Okulu'na götürecekler. Oradan sonrası tamamen senin performansına kalmış.”

 

“Yani tek yapmam gereken bir saray mensubunun hayatına sızmak, tanımadığım insanları kandırmak ve imparatoriçe olma oyununu kusursuzca oynamak, öyle mi?”

 

“Basitçe anlatınca kulağa kolay geliyor, değil mi?” dedi, yine o sırıtışıyla.

 

“Senin için her şey ‘basit’ galiba.”

 

“Yok, sadece senin yeteneklerine güveniyorum,” dedi göz kırparak.

 

“Yeteneklerime değil, benzerliğimize güveniyorsun,” diye düzelttim onu.

 

Christan kısa bir kahkaha attı. “Eh, biraz da çene yapına.”

 

Kaşlarımı kaldırdım. “Pardon?”

 

“Yani... kendini ifade şeklin. Maisie de senin gibi düz konuşur. Ama seninki biraz daha… bıçaklı. Taktiksel avantaj. Sadece bir korkum var.”

 

“Neymiş o?”

 

“Dayanamayıp gıcık olduğun bir prense, prensese ya da hocaya gidip bu sivri dilinle laf sokmandan. İşte o zaman fena yanarız.”

 

“Merak etme ben baş harfi Christan olan manyakların yanı dışında ağzımı tutmayı bilirim.”

 

Tam o sırada garson içkilerimizi getirdi. Şarabımdan küçük bir yudum aldım, gözlerimi onun üzerinden ayırmadan. “Peki, görgü kuralları dersi aldım mı ben? Ya da yürürken etek ucunu nasıl tutacağımı biliyor muyum? Cevap veriyorum: Hayır. En son tekme attığımda etek giymemiştim. Bu işte bir yanlışlık var.”

 

“Prenses olmanın altın kuralı: Rol yapmak,” dedi Christan. “Yemek yerken ağzını şapırdatmayacaksın. Konuşurken ağzını kullanmadan düşünmeye çalışacaksın. Çatal ve bıçakla yemek yiyeceksin. Peçeteni dizlerinin üstüne yerleştireceksin. Prensler elini öpmeye kalkarsa elini çekmeyeceksin—”

 

“Prensler elimi mi öpecek? Evet, bu plan giderek iğrençleşiyor,” dedim iç geçirerek.

 

“Henüz bitirmedim,” dedi alayla. “Kötü sözcükler yasak. 'Hadi oradan', 'kes şunu', 'aptal mısın' gibi ifadeler kesinlikle yok.”

 

“Yani sana nasıl hitap edeceğim?” dedim, sesimde alayla. “Zekâsı tartışılmaz efendi Christan mı demeliyim?”

 

“Efendi Christan kulağa hoş geliyor. Devam et,” dedi kendini beğenmiş şekilde.

 

“Rüyanda bile göremezsin! Düzelteyim. Rüyanızda bile göremezsiniz Prensim.”

 

“Sizi rüyamda görürsem göreceğim şeyler bunlarla sınırlı kalmaz Prensesim.” İmalı bir bakış ile konuştuğunda gözümü kısıp ardından devirdim.

 

Başından beri elinde tuttuğu kağıdı bana uzattı. “Unutma diye liste hazırladım.”

 

Kağıdı aldım. Göz gezdirdim. “Bu... bu ne ya? Prensler selamlanırken göz temasından kaçınılacak mı? Sen bunları uyduruyorsun!”

 

“Hayır, tamamen resmi kaynak. Ben kaynak gösteren bir adamım.”

 

“Sen kaynaklı bela gibisin, Christan.”

 

“Tatlı bela en azından,” diye sırıttı.

 

Kadehimi kaldırıp sustum. Christan ikinci birasını neredeyse bitirmişti. “Biraz hızlı gitmiyor musun?”

 

“Ben sarhoş olmam,” dedi omuz silkerek. “Alkole dayanıklıyım.”

 

“Alkole değil ama eleştiriye dayanıksızsın.”

 

“En azından ben her konuşmamda laf sokmaya çalışmıyorum.”

 

“Laf sokmuyorum. Sadece doğruları söylüyorum. Acıtıyor olabilir.”

 

“Gerçekten bir prenses gibi konuşuyorsun, sert ama soğuk.”

 

“Sertim çünkü hayat öyle. Sen de oldukça sıcakkanlısın. Birbirimizi bulduk çünkü: ‘Zıt kutuplar birbirini çeker’”

 

“Yani bana karşı dayanılmaz bir çekim hissediyorsun ve kendini korumaya çalışıyorsun, öyle mi?”

 

“Dediklerimden bunu mu anladın gerçekten? Yeter, sana laf anlatılmaz. Sadece sessiz ol, biraz da sessizliği dinleyelim.”

 

Christan sırıtarak bardağını kaldırdı. “O zaman Prenses, sessizlik şerefine içelim.”

 

Şarabımı onun bardağına değdirirken yüzümü buruşturdum. “Bu kadar boş konuşmaya nasıl bu kadar enerji buluyorsun?”

 

“Çünkü senin gibi sivri dilli bir kızla konuşmak başka türlüsüyle mümkün değil,” dedi ve ekledi: “Ama itiraf etmeliyim, eğleniyorum.”

 

“Ben değil,” dedim soğukça. “Ben plan yapmaya geldim. Mizah gecesi için yanlış adres.”

 

“Planı zaten sana anlattım. Şimdi sıra sende: Rolü benimsemen gerekiyor. Prenses Maisie’nin yürüyüşünü, bakışlarını, mimiklerini… hepsini taklit edeceksin. En azından sırıtmayacaksın.”

 

“Sen tabii ciddi kalmanın c harfini bile bilmediğinden benide senin gibi zannettin.

 

“Olabilir. Ama senin bu kadar ciddi olman ters köşe yaşattı. Hem alaycısın, hem ciddi. Hem savaşçısın, hem asil. Çok zor bir kadınsın.”

 

“Beni çözmeye çalışma. Yanarsın,” dedim ve şarabımdan uzun bir yudum aldım.

 

“Ben zaten alevlerle dans etmeyi seven biriyim.”

 

“Senin dansların genelde felaketle bitiyor gibi,” dedim, göz ucuyla bardağına bakarak. “Üçüncü birayı söylersen sahnede düşersin.”

 

“O zamana kadar sen bana yardım edersin,” diye kıkırdadı.

 

Başımı iki yana salladım. Bu çocuğun ciddiyeti yoktu. Bu yüzden de hâlâ neden onun planına dahil olduğumu sorguluyordum.

 

“Elbette. Seni sırtımda taşırım. Ama sonrasında seni kuleye kilitlerim. Sonsuza dek.”

 

“Benimle sonsuza dek aynı kulede olmak istediğini bu kadar belli etme Amelia, utanırım.”

 

“Hah. Şaka bir yana, eğer gerçekten aynı kuleye kapansaydık iki seçenek olurdu. Ya seni boğardım, ya da kendimi.”

 

Christan daha fazla yanıt vermedi. Birkaç saniye boyunca sessizlik hakim oldu. Havanın ne kadar yoğunlaştığını fark ettiğimde, Christan’ın yüzündeki ciddiyetin bir anlık geçişi gözlerimden kaçmadı. Şaka yapıyordu, ama belki de sadece daha derin bir anlam taşıyordu. Bir an için her şey durdu ve sadece birbirimize bakarak nefes aldık. Gerçekten sonrasında ne olacağını kestirebilmek zordu, ama bunun hiç de kolay bir yolculuk olmayacağı kesin gibiydi.

 

Christan sonrasında bir yudum daha aldı, gözleri benden kaçmadan. “Eğer her şey yolunda giderse, bir hafta içinde Prenses Maisie’nin yerine geçmek için tam anlamıyla hazır olacağız. Her şey senin elinde, Amelia. Hem bu bir şans. Herkesin bir ömre bedel fırsatları olur, senin de bu şansın var. Ama bu şansı nasıl kullanacağını bilmek sana kalmış.”

 

O kadar derin konuşuyordu ki, o an duyduğum her kelime bana farklı bir anlam yüklemeye başladı. Gerçekten Prenses Maisie’nin yerine geçmek, yıllarca beklediğim bir şeydi. Ama bu, sadece hedefe ulaşmakla ilgili değildi. Kendimi nasıl hissedeceğimi, nasıl bir insan olacağımı, o pozisyonda başkalarına nasıl etki edeceğimi düşünmek beni büsbütün karmaşaya sürüklüyordu.

 

“Her şey yolunda gitmeyecek,” dedim, içimden geçen endişeleri dile getirmekten geri kalmadım. “Plan her ne kadar dikkatlice hazırlanmış olsa da, her zaman bir hata olabilir. İnsanlar şaşırabilir, bir şeyler ters gidebilir. En küçük detaylar bile her şeyi altüst edebilir.”

 

Christan gülümsedi, ama bu kez sırıtmak yerine ciddi bir ifadeyle bana bakıyordu. “O zaman hatırlaman gereken tek şey: Hiçbir şey mükemmel olamaz, Amelia. Biz sadece planı oluşturuyoruz, fakat hayat, genellikle ona bir şeyler ekleyip çıkararak bizlere başka bir yol sunuyor. Yani bizim yapmamız gereken, her ne olursa olsun o yolu takip etmek ve ona en uygun şekilde adapte olmak.”

 

O sözlerin ardından tavernada duyduğum gürültüler ve garip bir şekilde öne çıkan fısıldamalar daha da dikkatimi çekmeye başladı. Gerçekten dikkatimi dağıtacak kadar çok şey vardı. Gözlerim tavernanın her köşesini taradı, adımlarımın yankıları yavaşça kayboldu. Ama sonunda, başımı geri çevirdiğimde Christan’ın gözlerinde bir şeylerin değiştiğini fark ettim. O, beni en iyi şekilde tanıyordu. Bu kadar güvenli olmasından dolayı, ona karşı hissettiğim şeylerin karmaşıklığı artmıştı.

 

“Anladım,” dedim, bir adım daha yaklaşıp düşüncelerimi netleştirmeye çalışarak. “Beni ne kadar iyi tanıyorsun, farkındayım. Ama ben öyle gözün kapalı güvenebileceğin bir kadın değilim. Sırlarla doluyum, sivri dilliyim… Bana neden güvendiğini merak ediyorum.”

 

Christan, bana karşı oldukça soğukkanlı bir şekilde, dikkatlice baktı. “Her şeyin bir denge olduğunu bilmek lazım, Amelia. Yani... evet, sana güveniyorum. Ama bu, senin güvenilir olduğun anlamına gelmiyor. Şu an bu kadar konuşmamızın tek sebebi, her şeyi ortaya koymak. Birbirimize zarar vermek değil, birbirimizi daha iyi tanımak.”

 

Bir süre sessizlik oldu. Sonra Christan gülümsedi, ama bu kez o alıştığım kayıtsız gülümseme değildi. “Planın burasından sonrası benden çıkar, ipler tamamen senin önünde. Sen sürücü koltuğundasın. Dikkatli sür, ufak yayalara çarpma.”

 

Sözlerinden sonra sesini daha da kısarak, dikkatlice ekledi: “Prenses rolü, tıpkı senin gibi birine çok yakışır, Amelia. Ama bu yolculuk zorlu olacak. Yine de sana olan güvenim sonsuz. Bu geceyi yalnızca iş için değil, seni tanımak için de değerlendirebiliriz.”

 

Evet, şimdi gerçekten gerçeği dile getirmişti. Bu sadece bir görev değil, aynı zamanda karşılıklı bir meydan okuma, belki de birbirimizi ne kadar anlayabileceğimizi test etme meselesiydi. Ama bütün bunların içinde bir şey vardı, içimi kıpırdatan, merakımı uyandıran bir şey: Christan, o kadar da kayıtsız değildi. Onun da bir amacı vardı, ama neydi? Bana bu kadar güvenmesinin altında kesin bir şey yatıyordu. Ama artık kararımdan dönmek için çok geçti, deprem sırasında balkona çıkıyordum. Hem de göz göre göre…

 

Bir an için tüm gözlerimin üzerinde olduğunu hissettim. Bu gece, daha önce hiç yaşamadığım bir atmosferdeydim. Her şeyin çok daha derin bir şekilde işlediğini, her adımın gelecekte bir anlam taşıyacağını fark ettim. Bu akşam sadece bir başlangıçtı, ama hangi başlangıçlar sonunda kocaman bir değişim yaratmaz ki?

 

Sonunda gözlerimi onun üzerinden ayırarak, sözlerimi toparladım. “O zaman, daha fazla zaman kaybetmeden harekete geçmeliyiz. Ne de olsa plan bu gece başlıyor, değil mi?”

 

Christan başını salladı, ciddi ama bir o kadar da güven veren bir tavırla. “Kesinlikle. Ama unutma, her şeyin bir riski vardır. Ve seni uyarıyorum, Amelia: Kendini kaybetme. Bir adım bile yanlış yaparsan, her şey sona erer. O yüzden dikkatli ol.”

 

Başımı eğerek ona karşılık verdim. “Hiç merak etme. Benim için kaybetmek, sadece daha güçlü bir şekilde başlamak demek.”

 

Christan’ın gözleri bir an için daha da parladı. “İşte bu kadar! Şimdi bu işin içine tam anlamıyla girdik. Hazır mısın?”

 

Kadehimi kaldırarak ona bakıp, kararlı bir şekilde cevap verdim: “Hazırım.”

 

İçimde, her ne kadar hala bir korku bulunsa da, bu yolculuğa başlamanın verdiği bir heyecan vardı. Ne de olsa, sonrasında ne olursa olsun, bu akşamdan sonra hayatım hiç eskisi gibi olmayacaktı…

Bölüm : 14.04.2025 19:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Yağmur Kahraman / İKİ YÜZLÜ TAÇ / Bölüm 2: “Taverna”
Yağmur Kahraman
İKİ YÜZLÜ TAÇ

28 Okunma

4 Oy

0 Takip
2
Bölümlü Kitap
Hikayeyi Paylaş
Loading...