38. Bölüm

36. BÖLÜM : İTAAT

petrikor.
yagmurluhikayeler

 

 




"Kendine emir veremeyen, kendine itaat eder."

 

 

-friedrich nietzsche.

 

36


 

Bazı umutlar gökyüzü ve yeryüzünü kesiştirirdi. Bense tepetaklak bir ablukada esirdim. İyiydim ama. Kara, bana hep güven verdi. Bazen istemeden ondan kaçtım ama ne yaparsam yapayım hep onda buldum kendimi. Her zerremi.

Arabadan inerken gözlerimde Mısır'dan yeni aldığım güneş gözlükleri, boynumda bir şal vardı. Saçlarımı muz tokayla at kuyruğu yapmıştım.

Derin bir iç çekip kıkırdadım mahallenin girişine bakarken. Buraya geldiğim günkü şaşkınlık ve korkunun aksine kendimden emin ve cesurdum.

"Vay," dedi Hakan pastane kapısına çıkarken. Ona gülerek el salladım. "Sonunda Mısır'dan döndünüz mü? Haftalardır yoksunuz. Hoş geldiniz çifte kumrular." Ağzında yakmaya hazır sigarasını ateşlediği sırada Kara valizimi eve çıkartıyordu.

Ablam hemen Hakan'ın arkasından çıkıp unlu ellerini çiçek desenli önlüğüne sildi ve bana sıkıca sarıldı. "Ablasının fındığı," dedi sırtımı sıvazlarken. "Nasıl geçti? Güzel miydi oralar?"

Kıkırdamayı kesemiyordum. "Çok eğlendim," dedim heyecanla. "Nil Nehri'nde bir sandalla dolaştık. Deveye bindik ve lokal gece eğlencelerine katıldık. Mısırlı dansözler çok güzeldi ama Kara onlara hiç bakmadı, biliyor musun? Hep bana baktı dansözler oynarken!"4

"Aman aferin," dedi ablam gülerek benim anılarımı anlatmamı izlerken.

"Bir sürü buzdolabı magneti ve kartpostal aldım," dedim ve apartmana baktım. "Herkese aldım! Abla dur, Kara çıkarttı valizi yukarı. Sana güzel elbiseler de almıştım, göstereyim."

"Dur şimdi, acelesi mi var?" dedi ablam gülerken. "İyi bak mutlu ediyor seni. Aferin."

"Evet abla çok mutluyum, evin son haline bakayım görüşürüz!" dedim hızla apartmandan girerken. Kara'nın tepkisini çok merak ediyordum. Koşar adımlarla eve çıktığımda kapı aralıktı. Kara etrafı inceliyordu.

Ellerimi önümde birleştirip, "Beğendin mi?" diye sordum. Haki yeşili bir koltuk almıştım. Yanına ceviz dayanaklı bohem bir sallanan sandalye ve İran örmesi halı istedim. Her yeri sarmaşıklar ve devetabanı bitkilerle süsledim.

Turuncu tüplü televizyonun yanındaki figürleri inceliyordu. İstemeden gülümsedi. Saat Kulesi'nin önünde güvercinlere yem verdiğimiz fotoğrafa baktı.

"Çok beğendim," dedi ve seksenler modası gümüş balon köpek biblosunu eline aldı. "Bizim mi burası şimdi? Sen böyle her gün o küçücük boyunla bu salonda dolanacak mısın?"

İçim sıcacık bir şekilde, "Şey evet," diye mırıldandım. "Dekorları beğendin mi? Yuva gibi hissettiriyor mu burası Kara? Beğenmediğin bir şey varsa değiştirebiliriz."

Elindeki bibloyu yerine yerleştirdi. "Burası değil, sen ev gibi hissettiriyorsun. Nefes gibisin. Aldıkça alasım geliyor, güzeller güzeli karıcım."2

"Kara ya," dedim bedenimi sağa sola döndürürken. Kıkırdadım. Gülüşü yüzüne yayıldı. Gözleri kısıldı. "Bir türlü alışamıyorum senin bu romantik cümlelerine."

"Bu aralar iyice de arttırdım aslında," dedi bedenime inerken mavi gözleri.

"Evet ama genelde bir kapalı kutu gibisin ya," dedim ve koltuğa oturdum. Ne yapacağımı bilemedim çünkü beni izlemesi bedenimi egale etti.

Yanıma oturup geriye yaslandı ve halıya bakarken sırıttı. "Söylemediğim, hissetmediğim anlamına gelmez. Hem ben elimden geldiğince sana bunu hissettirmeye çalışıyorum."

"Kara hani adamlar böyle bir yaramazlık yaptıklarında eşlerine durduk yere çiçek alırlar ya da sürekli överler ya," dedim başımı omzuna yaslarken. "Aynı o adamlar gibisin."

"Öyle mi yapıyormuş şerefsizler?" diye sordu. Göremedim ama sesi keyifli geldi.

"Evet," dedim salondaki duvarda asılı yağlı boyayı incelerken. "Belki de sen de yaramazlık yapıyorsundur."

"Belki de sadece içimden geldiği içindir."

"Ama ben hep utanıyorum," diye mırıldandığımda yavaşça başımdan öptü. Yeni evimizde ilk günümüzdü ve ben etraftaki küçük detaylarda boğulmuştum. Ya da Kara'nın kokusunda nefes alıyorum, bilmiyorum.

"Söylediklerin beni hep çok etkiliyor."

"Söylediklerim bazen beni bile etkiliyor."

Başımı omzundan çekip ona döndüm. "Nasıl yani?" diye sordum.

Halıdan çekti gözlerini. Bana baktı ve bir süre gülümserken beni izledi. "Bazı cümleleri kurmak beni de zorluyor."

"Ne mesela?" dedim merakla gözlerimi kırpıştırırken. Eski figürlerin nostaljik huzuruna, onun mavilerindeki tatlı dalga sesleri karıştı. Gözlerimin içine bakıyordu ama sanki daha derine, daha uzağa dalıyordu.

"Mesela..." dedi yavaşça. Bir yutkunma. Ama bu duyabileceğim kadar güçlü ve zor bir yutkunmaydı. Adem elması oynadı. Sesi belli belirsiz titredi. "Burada kendimi ilk defa bir evde hissediyorum."

Dudaklarını kısa bir an yaladı, sonra daha da alçalan bir fısıltıyla devam etti. "Senin olduğun yerde, ilk kez kendimi yalnız bir adam gibi hissetmiyorum."

Bir şeyler düğümlendi içimde. Yutkunamadım. O gözlerini kaçırsa da, sanki aklımız hala el eleydi.

"İlk kez biri beni anlamaya çalıştı," dedi. Sesi, içinde boğulmaya hazır bir adamın son nefesi gibiydi. "İlk kez biri benden korktuğu için değil, beni ben olduğum için anlamak istedi. Düşünsene güzel karıcım..."

Sehpadaki derginin jelatinini parmaklarının arasında gezdirdi, sanki kelimeleri tartıyordu içindeki ağırlığı hafifletmek ister gibi.

"Bunu hayatımı adadığım kadın yaptı."

Eliyle jelatini yavaşça söktü. Kopkoyu sesi biraz daha derinden geldi.

"Bunu canımdan çok istediğim kadın yaptı."

Son cümleyi söylerken gözleri tekrar bana döndü. Bu sefer kaçırmadı. Bakışlarında bir savaş vardı. Galibiyet miydi yenilgi mi, bilmiyorum ama içinde bir yerlerde kazandığı bir şeyler olduğu kesindi.

"İlk defa bir şeyi başardım amına koyayım."

Ve o an ben de anladım. Evin dekorasyonu onun umurunda bile değildi. O yalnızca bu evde anlaşılmak istiyordu. Birilerinin onu dinlemesini, birilerinin onunla bir şeyler paylaşmasını istiyordu. Bahsettiği yuva kavramını benimle tamamlamak istedi.

Kendi kendini duraksattı. Kara, uzun süreler konuştuğunda onu bir elim çenemde hep dinlemek isterdim ama buna pek fırsatım olmazdı. "Benim de aklımda birkaç soru var. Hazır çoğu şeyi halletmişken ona sıra anca gelebildi."

"Tabii sor," dedim merakla. "Benim gizlim saklım olmaz asla. İstediğin her şeyi sorabilirsin."

"Pekala," dedi ve geriye yaslı bedenini kıpırdattı. "Şu Müjgan karısının ölmediği muhabbet var ya hani.." Gözlerim kocaman açıldı ve hızla önüme döndüm. Kalbim tekledi.

"Ne alaka şimdi?" dedim bir çırpıda. "Ne olmuş ona şimdi durduk yere ortalığı karıştırıyorsun Kara?"

"Daha sormadım bile sorumu."

"Saçma sapan işler. Kim söyledi onu mu soracaksın?" dedim ve ayaklandım ama bacaklarım tutmadı. Geri oturdum telaşla. "Kimse söylemedi ben telefon rehberinden aradım insanları da kendim öğrendim."

"Kimi aradın? Kim söyledi? İsim ver bana."

"Ya ne bileyim!" dedim hiddetle, tekrar ayaklanırken. "Onu mu hatırlayacağım? Birini aradım işte onun telefon rehberinden! Onlar da bana ölmediğini söyledi!"

"Melek," dedi ayaklanırken. Bana doğru yavaşça bedenini eğdi. Bense nefesimi tutmuş, başımı yana çevirmiştim. "Bana yalan söylediğinde bunu anlayabiliyorum."

"Ne yalanı ya? Hem sen onu saklarken sorun yok da ben öğrendiğim için mi sorun çıkıyor Kara?" dedim ona bakmadan. O kadar yakınımdaydı ki yüzü, istemden bir adım geri gittim.

"Kaçma kocandan," dedi sinirle. Sesi kızgın çıkınca ona döndüm. Ağzı aralık, ifadesi harlıydı. "Nereye kaçıyorsun kızım sen? Kimden kaçıyorsun?"

"Bitti," dedim ellerimi çırparak.

"Ne?" diye fısıldadı kaşları çatılırken. İfadesi alev etti beni.

"O olay diyorum bitti. Kapandı. Seneler oldu!" dedim sinirle. "Tamam abarttım seneler değil ama aylar oldu. Neden açıyorsun şimdi o olayı? Bak hatırladığım için seninle küsme sürem her an uzayabilir ona göre."

"Yaklaş," dedi. Sesi bir nebze olsa yumuşamıştı. "Bana gel. Kimden uzaklaşıyorsun kızım sen?"

"Gelmiyorum. Hadi sen git bir mahalleyi dolaş," dedim kekeleyerek. Elimle dış kapıyı gösterdim. "Hadi sen git turla mahalleni. Günlerdir neler olmuş öğren bakalım."

"İstesem her şeyi öğrenirim Melek," dedi. Gözlerini gözlerime sabitlemişti.

"Öğren o halde Karahan," dedim ve gözlerimi kıstım. Ona bir adım attım ve başımı kaldırdım. "Bana da Melek deyip durma yoksa sana sürekli Karahan derim."

Belli belirsiz bir mimik yaptı. Öfkeli miydi, gülmek mi istiyordu, yoksa ikisinin arasında bir yerde miydi çözemedim.

"Demek Karahan," dedi başı hafif yana eğilirken. Gözlerini kıstı. "Öyle mi diyeceksin bana?"

"Dedim bile," diye mırıldandım ama daha fazlasını söyleyemedim.

Bir anlık sessizlik. Gözleri gözlerime mıhlanmıştı. Göğsüm inip kalkarken nefesini duyabiliyordum. "Sen bana meydan mı okuyorsun?" diye sordu, sesi daha da kısık çıkmıştı bu kez.

"Hayır," dedim zar zor, başımı yana eğerek. "Sadece şartları eşitliyorum."

Beni süzerken dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra aniden hareket etti ve bir anda beni kucağına çıkarttı. Bacaklarım beline dolanırken istemeden kollarım boynuna sarıldı. "Ne yapıyorsun?" dedim hızla, nefes nefese.

"Ben de mesafeyi eşitliyorum," dedi ve bacaklarımdan sıkıca tutarken gözlerini dudaklarıma indirdi. "Eşitlik iyidir, değil mi bebeğim?"

Kalbim heyecandan yerinden çıkacaktı ama onunla oyun oynamanın tehlikesi de güzeldi. "Beni yere bırakırsan sevinirim," diye mırıldandım.

"Bırakmam," dedi ve bacaklarımdan sıkıca tutarken koltuğa oturdu çünkü bacaklarımı o kadar çok indirmek için bastırıyordum ki kucağından düşecek gibi oldum. Geriye yaslandı ve elleri belime gitti. "Biliyorsun, bırakmam."

Kucağından kalkmaya çalıştım ama gitmeme izin vermedi. "Ne oldu minik öfke topu?" dedi yavaşça. "Sesin soluğun kesildi mesafeler eşitlenince."

"Hiç de bile," dedim ve kucağında biraz kıpırdandım. "Hem ben minik falan değilim. Ben gayet manken gibiyim."

Sırıtıyordu bedenimi izlerken. "Miniciksin," dedi ve gözlerime baktı. "Öfkelendiğinde karşımda yavru bir kedi miyavlıyor gibi hissediyorum."

"Dikkat et de seni miyavlatmasınlar," dedim başımı onaylar sallarken. Kaşları çatık, sırıtıyordu. Bense öfkeyle ona bakıyordum.3

"Kocan mıyım düşmanın mı kızım ben senin?" dedi sırıtırken. "Bu konu ablukada kaldı ama şu anki manzaram daha güzel olduğu için sorun etmiyorum."

"Bu konu kapandı!"

"Ben kapatırsam kapanır, evet."

Gözlerimi kıstım. "Bu evde kuralları ben koyarım, Çakır."

"Cezaları da ben veririm. Ceza mı istiyorsun?"

Bacaklarım titredi. Kalbim bir anda çarptı. "Git başımdan," diyebildim zar zor. Kucağından zar zor kalktım. "Git."

Ayaklandı. "Pekala, gidiyorum. Yol yorgunusun zaten. Uyu birkaç saat. Ben de bir mahalleye bakınayım."

"Olur," dedim ve ayaklandım ama ses tonu beni çoktan azdırmıştı. Onu davet etmek istedim. Nasıl yapacağımı düşündüm biraz. "Duş alayım," dediğim sırada ona yan bakış attım. Beni izliyordu. "Şöyle köpüklü köpüklü, sıcacık... Şipşak bir duş."

Elinde evin anahtarları varken gözlerini kıstı ve sırıttı. Davetimi havada kapmış gibi anahtarları tekrar yerine koydu beni izlerken. "Şipşak diyorsun, öyle mi?"

"Hım hım," dedim ellerimi önümde birleştirip. "Şöyle hızlıca alayım. Sıcacık."

"Sıcacık," dedi bana adımlarken. "Sıcacıktır."

"Ne sıcacıktır Çakır?"

"Gel bakayım bir kucağıma," dedi ve koltuğa oturdu. Bacaklarını araladı. Kaşları ile kucağını gösterdi. "Gel buraya."

Yavaşça bir bacağına yan bir şekilde oturdum ve gözlerimi kırptım. "Gelmeseydim ceza mı verecektin?"

"Ceza mı istiyorsun? Öyleyse izninle bebeğimi biraz cezalandırayım."

Yutkundum.

"Nasıl bir ceza?"

 

 

---AYIPLI SAHNE BAŞLANGICI UYARISI---

Belimden tutup beni kucağında kaldırdı ve yüz üstü koltuğa yatırdı. Karnım onun bacaklarının üzerindeyken ne yapacağımı bilemedim. Yavaşça elbisemin eteğini sırtıma doğru kaldırdı.

"Kocandan kaçmaman gerektiğine dair ufak bir uyarı."

Gözlerim açıldı ve alnımı koltuğa dayadım. "Popoma mı vuracaksın?"

Yavaşça vurdu. Nefesimi tuttum. Heyecanlanmıştım.

"Kocana yalan söylememen gerektiğine dair ufak bir uyarı."

Önce bir eliyle avuçladı. Popomu sıktı. Sonra tekrar vurdu. Biraz hızlı ama canımı acıtmadı.

"Kara," dedim yavaşça.

"Var mı kocandan kaçmak?" diye sordu. Tekrar vurdu. Daha sert.

"Yok," dedim biraz inlerken. Bedenim hafif öne sıçradı. Tekrar vurdu. "Ah! Kara! Sadece biraz korkmuştum ondan kaçtım bir iki adım. Sadece bir iki adım kaçtım!"

"Benden korkarsan bile..." dedi ve elini bana doğru uzattı. İşaret parmağını yavaşça dudaklarıma sürttü. Biraz ıslatıp deliğime doğru bastırdı. İçime soktu parmağını. "...bana sığınacaksın."

İşaret parmağına orta parmağı da eklendi. İçime doldurdu. Alt dudağımı dişleyip alnımı koltuğa dayadım. "Of," dedim inlerken. Parmaklarını sürekli sokup çıkartmaya başladı.

"Kasma bedenini," dedi yavaşça. Hırs dolu ama sert. "Parmaklarım bile zar zor giriyor minicik amcığına."

"Kara," dedim bağırırken. Yanağımı koltuğa yasladım ve ağzımda akmaya yüz tutmuş salyalarımı emdim. "Of!" dedim ağlamaklı sesle. "Devam et lütfen."

"Zevkli mi?" dedi hızlanırken. Parmaklarını her soktuğunda amımdan çıkan su onun siyah kumaş pantolonuna bulaşıyordu.

"Çok," dedim ağlamaklı sesimle nefes nefese, beni parmakladığı sırada. "Çok zevkli. Devam et. Devam."1

"Ama cezalar zevk vermemeli güzel bebeğim." Parmaklarını bir anda içimden çıkarttığında ürperdim.

Neye uğradığımı şaşırdım. "İstiyorum," dedim doğrulurken. Ona döndüm ve gözümü ovuşturdum. Yaş akmıştı zevkten.

Kumaş pantolonunun kemerini çıkartmaya başladı. Koltukta bana doğru yeltendi ve üzerime çıkarken dudaklarımı öpmeye başladı. Çok yumuşak ama haz dolu. Dudaklarımı çekiştirdi.

Ellerim boynuna gitti ve ona sarılıp kocaman bedenini kendime iyice bastırdım. Üzerimdeydi ama ağırlığını vermiyordu. Dudaklarımı öperken bir yandan kemerini çıkarttı.

Tek eliyle popomdan kavrayıp beni kucakladığında dudaklarımı ısırarak öpüyordu. Ağır adımlarla bizi tuvalete soktu. Hemen sonra küvete girdik.

Dudaklarımızı ayırmadan ellerimi boynundan çekti. İki elimi birden kendi arkama doğru götürdü ve bileklerimi tek eliyle sıkıca tuttu. Kemerle bağlamaya başladı öpüştüğümüz sırada.

Ona itaat eden bir köle gibi hissettim. Güçsüz ama istekli. Kokusu delirtmişti. Dudakları azdırmıştı. Bedeni bedenimi hoplattı. Ellerimi bağladıktan sonra dudaklarımızı ayırdı ve bir anda beni arkasına aldı. Yanağım küvetin soğuk mermerine dayandığında sertçe dudaklarımı yalıyordum. Zonkluyorlardı.

Suyu açtığında tepeden kaynar bedenime buz gibi su aktı. Üzerimdeki elbise yavaş yavaş ıslanıyordu. Islandıkça koyulaşıyordu. Arkadan bağlı ellerimi biraz kıpırdattığım sırada çoktan dizlerinin üzerine çöktü küvetin içinde. Bir anda nefesini popomda hissettim. Yavaşça popomu öptü. Sonra bir süre batkı ve tekrar öptü. Sonra ısırdı.

"Kara," dedim alnımı küvetin mermerine götürerek. Dili deliğime doğru gittiğinde gözlerim yukarı kaydı ve sırıttım. "Çok güzel," dedim damlalar yavaşça tepeden bedenime dökülürken.

Başını oraya gömdü ve deli gibi yalamaya başladı. Arkadan bağlı ellerimi biraz daha kıpırdattım. Bacaklarım titredi. Heyecanlıydım.

"Tadın," dedi dili içime girip çıkarken. Sıcacıktı. Yangınıma odun ekliyordu. "Tadın çok güzel." Dudakları biraz yukarı kaydığında nefes almayı kestim.

"Yanlış delik!" dedim bağırarak. Alt dudağımı ısırdım. "Orası değil! Çekil!"

"Şşt," dedi dudakları popoma sürterken. "Sessiz ol."

"Ama Kara-" dedim ama dili çoktan popomu ıslattı. Ne yapacağımı bilemedim ve kıpırdanmaya çalıştım. Elleri sıkıca bacaklarımı tuttu. Hapsoldum.

"Korkma, dilimle sikeceğim sadece," dedi ve dilini yavaşça içeri doğru soktu. Gözlerim kocaman açıldı ama utancımdan yanaklarım yandı. Ellerimle yanaklarımı tutmak ister gibi bağlı bileklerimi sağa sola çekiştirdim. Dili popoma girip çıkarken tıslayarak başımı öne eğdim ve ıslaklıktan rengi koyulaşan elbiseme baktım.

"Çok ama çok utanıyorum Kara," dedim nefes nefese. "Oramdan çekilir misin lütfen?" Dudakları oramı deli gibi öperken gülmeye başladı. Güldükçe sıcak nefesi orama çarptı. Son kez yavaşça öptü. Doğrulduğunu hissettim. Arkadan uzanıp boğazımı yavaşça sıktı.3

"Her deliğini sikesim geliyor," dedi elini biraz sıkarak. Boynuma doğru burnunu sürttü. Semsert sikini birkaç saniye amıma sürttü ve içime soktu. "Hepsi daracık. Hepsi minicik."

"Of!" dedim ve bağırdım. Yavaş yavaş sokup çıkartmaya başladı. Gömleğini çıkartıp küvetten dışarı attı. Bedenini bedenime dayayıp yavaşça omzumu öptü.

"Güzel mi?" dedi kibarca. Başım olumlu sallandı ama gözlerimi hiç açamıyordum. Tıslayarak bedenlerimizin bütünleşmesini hissediyordum.

"Çok güzel," dedim dudaklarımı yalarken. "Çok ama çok güzel! Hani beni korkutacaktın? Hani böyle kibar olmayacaktın?"

İçime sokup çıkartması artarken bedenini geriye doğru çekti ve arkamdan bağlı bileklerimi tuttu. Hızlandı.

"Kocan seni sert siksin mi istiyorsun?" diye sordu. Hırladı. Beli popoma öyle sert çarpıyordu ki tuvalet bedenlerimizin şaklaması ile yankılanıyordu.

"İstiyorum," dedim ama bağırmaktan kelimem tam çıkmadı. "Evet!" dedim yanağım her seferinde soğuk duvara sürterken. "Of! İstiyorum."

Bağlı ellerimi tutmayı bıraktı ve saçlarımı kavradı. Bir anda kendine doğru çektiğinde başım tavana kalktı. İnlerken gözümden yaş aktı. Daha da hızlandı.

"Bak sen şu yaramaz bebeğe," dedi deli gibi sokarken. O kadar sert sikiyordu ki tavana bakarken boşalmaya başladım. Bir anda. Uçurumdan aşağı yuvarlandım.

"Boşalıyorum Kara," dedim saçlarımı bıraktığı sırada. Başım hızla yere eğildi ve titrerken sikini içimde sıkıştırdım.

Hızla bağlı ellerimden tutup beni kendine doğru çekmeye başladı. Ellerimden tutup bedenlerimizi birleştiriyor, belinden tekrar uzağa itiyordu. O kadar hızlandı ki kafam çalkandı.

Bir anda içimden çıkarttı. Dizlerinin üzerine çöküp az önce boşalırken akıttığım zevk sularını emmeye başladı. Günlerce aç kalmış gibi içine çekiyordu. Susuz bir akbaba gibi, aç bir yırtıcı gibi amımı resmen yiyordu. Dayanamadı ve ayaklandı. Belimden sıkıca tutup tekrar içime doldurdu.

"Güzel bebeğim?" dedi sertçe sikerken.

"Of! Efendim!" diye bağırdım. Gözlerim sıkıca kapalıydı.

"Senin bu tadın neden beni köpek ediyor kendine?" dedi. Sesi o kadar tahrik etti ki tekrar boşalasım geldi.

"Bilmem!" dedim bağırırken. "Kara boşal artık," diye inledim. "Boşal sersem oldum!"

O kadar hızlı ileri geri gidiyordum ki bedenim bayılacak gibi oldu. "Ama seni sikmeyi bırakasım hiç yok," dedi. Göremesem de sesi çok keyifli geldi.

"Kara boşal!" dedim çırpınarak. "Bayılmak üzereyim lütfen!"

Belimden tutup daha da hızlandı. Hem içim hem dışım depremi tattı. Öyle sert sikiyordu ki yanlışlıkla beni yukarı kaldırdı. Ayaklarım soğuk küvetten ayrılınca neye uğradığımı şaşırdım. Sertçe soktu. Öne doğru savruldum. Tekrar soktu. Bu sefer inledi. Onun inlemesi beni delirtti. Sesine bile boşalabilirdim. Öyle güzel inledi. Son bir kez soktu. İçime sıcacık bir şey fışkırdı.

Sonra nefes nefese duraksadı. Belimdeki elleri gevşedi ve ayaklarım yavaşça soğuk küvete dokundu.

"Acıdı mı?" dedi hızla kemeri çözerken. "Acıttım mı?"

"Hayır ama hayvan gibiydin," dedim nefes nefese küvete bakarken. Ellerimi çözdüğünde bileklerimi ileri geri oynattım. "Ben kibar olma dedim ama bu kadar da dememiştim."

"Affet," dedi telaşla kemeri yana atarken. Hızla eğilip boynumu öptü. "Çok özür dilerim."

Nefes nefese ona döndüm ve kıkırdadım. "Hayvan," dedim gülerek. "Parçaladın beni. Hayvan."4

Sırıttı ve sertçe aralık dudaklarımı öptü. "Hayvan ettin beni," dedi ve küvetin tıpasını kapattı. Bir uca oturdu ve yavaşça suyun dolmasını bekledi. "Gel bebeğim seni yıkayayım."

 

 

---AYIPLI SAHNE SONU UYARISI---

Küvette sırtımı onun göğsüne yasladım. Bacaklarını iki yana açmış, beni kendine iyice yapıştırmıştı. Başımı omzuna doğru dayayıp nefes verdim. Saçlarımı köpürttü ve kibarca duruladı. Mayışmıştım.

"Bak bu Müjgan karısı konusu egale oldu. Lakin eninde sonunda bu konuşma tekrar açılacak," dedi. "Buna hazır ol."

O an gerçekten de kaçamayacağımı anladım. "Kim söylediyse söyledi. Unutur musun şu konuyu?"

"Kim söyledi?"

"Bak yeter üzerime gelme," diye mırıldandım.

"Sen kimi koruyorsun böyle? Neden koruyorsun?"

"Çünkü artık insanlara zarar gelmesini istemiyorum," dedim yavaşça. "Çünkü artık bu mahallede birilerinin bir şeylerin bedelini ödemesini istemiyorum. Özellikle de insanlar olanı söylediği için cezalandırılmamalı."

"Hani telefon rehberinden bulmuştun? Mahalle ne alaka şimdi?"

Ne yapacağımı bilemedim. Konuyu değiştirmek istedim. "Yarından itibaren okula devam edeceğim," dedim yavaşça. Mayışmıştım. "Edebiyat dersindeki hoca sene sonuna kadar müddet verdi. Bir ödev yapacağız. Ya bir şiir ya da roman kitabı. Ben de bir roman yazmak istiyorum. Bizi yazmak istiyorum."

"Öyle mi?" dedi kolları ile beni iyice sararken. Verdiği nefes başımı hafif oynatıyordu.

"Evet," dedim heyecanla. "Kitapta seni ve beni anlatacağım. Çevremizi de. En çok seni ama. Kitabın ismi de Kara Çiy olacak."

"Çok karizmatik yaz beni," dediğinde küvetteki suya bakarak gülümsedim.

"Olmaz," dedim kıkırdayarak. "Kızlar seni beğenir o zaman."4

Başımın üzerinden öptü. Gözlerimi kapattım. Suyun sıcaklığı, onun nefesinin tenimde bıraktığı o hafif ürperti. Yaşam huzurluydu.

"Eğer gerçekten yazarsan," diye fısıldadı. "Beni nasıl anlatacaksın?"

Tam olarak ne duymak istiyordu bilmiyorum ama meraklıydı.

"Olduğun gibi," dedim. "Bazen sert, bazen yumuşak. Bazen de... bilmiyorum, öyle bir şeysin ki... Tanımlayamıyorum. Sanırım insanlar okurken bazen sana çok kızar bazen de çok sever."

Parmakları suyun içinde elimi yakaladı. Başparmağıyla avucumun ortasını usulca okşadı. "Sen peki?" dedi alçak sesle. "Kitapta sen beni sevecek misin Kara'nın Küçük Kiracısı?"

Kalbim bir an duracak gibi oldu. Dudaklarımda belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Çok seveceğim."

"Çocuklarımız da olacak mı?"

"Olsun bence," dedim ona çevirirken başımı. Omzuna yasladığım başımı biraz kaldırınca gözlerimiz buluştu. "Şebnem adında çok şeker bir kızımız olsun," diye fısıldadım, sonra gülerek tekrar başımı ona yasladım.

"Öyle mi?" dedi, sesi hafifçe çatallandı. Küvetteki suyun hafif dalgalanmasını hissettim, sonra beni kendine çekip sımsıkı sarıldı.

"Öyle," dedim usulca. "Mahalleyi de anlatayım kitapta. Sosyolojik ele alırım."

"Kızım aşk romanı mı yazıyorsun belgesel mi?" dediğinde kıkırdadım. Ona döndüm gülerken çünkü güldüğümde hep onun gözlerinin içine bakmak istiyordum.

"İkisi birden olsun olmaz mı Kara? Hem aşk olsun, hem de Han Mahallesi. İnsanlar İzmir'deki tepe mahalleleri de okumuş olurlar hem."

"Nasıl yani? Zeki de mi olacak?"6

"Elbette," dedim kıkırdayarak. "Erkeksi Kızıl Zeki."

"Amına koyayım milletin mahallesinin bozacısı olur bizim mahallenin kezzapçısı var."3

Kıkırdayarak tekrar önüme döndüm. Küvetteki suyu avcuma doldurup oynamaya başladım. Çenesini başımın üzerine yasladı. "Annemi de yaz olur mu? İnsanlar onu da bilsinler."

"Söz," dedim yutkunurken. "Handan Çakır ismini insanlara duyuracağım." Su artık biraz soğumaya başlamıştı ama Kara'nın kolları sıcaktı.

Minik bir titreme hissettiğimde hemen fark etti. "Üşüdün mü?" diye sordu, sesi koruyucu bir tona bürünmüştü.

"Biraz," dediğimde ayaklandı. Bedenime bir havlu sarıp beni kucakladı. Yatak odasına gittiğimiz sırada kıkırdıyordum. "Saçlarımı örecek misin?"

"Nasıl yapılıyor o dediğin?"

"Gösteririm," dedim beni yatağın karşısındaki yeni makyaj masama oturttuğu sırada. Ahşap çekmeceleri kurcalayıp tarağı buldum. Saçlarımı taradığı sırada yandaki diğer dolaba uzanıp önüme bir kağıt ve mürekkepli kalem yerleştirdim.

"İsimlerimizi değiştireyim mi kitapta?" Aynadan ona baktığımda merakla saçlarımı tarıyordu. Altına eşofmanını giymişti ama üstü çıplaktı. Su damlaları hala tek tük küme halinde teninde imzalıydı.

"Nasıl istersen bebeğim," dedi saçlarımı yavaşça tararken. Başım her seferinde hafif geriye gidiyordu.

Omuz silktim ve aynadan onu izlemeyi bırakıp önüme döndüm. "Bilmiyorum, düşüneceğim. Aslında aynı kalsak güzel ama belki de değiştirmeliyim Kara. Kendi ismimi de değiştiririm belki."

Tekrar ona baktığımda gülümsüyordu. "O zaman sen de Melek olmazsın. İkimiz de başka biri oluruz, öyle mi?"

Yüzümü buruşturdum. "Ama biz yine biz oluruz, değil mi?"

Tarak saçlarımın ucunda takılı kaldı. Bakışlarımız aynada buluştu. "Ne isim vereceksin bana?" diye sordu, sesi yumuşak ama dikkatliydi.

"Hım," dedim ve dudaklarımı büzdüm. Kağıdı önüme çektim, mürekkep şişesini açarken hafifçe düşündüm. "Sana... Belki Kadir diyebilirim?"

Kaşları hafifçe kalktı. "İlla diyorsun ki git o yavşak Kadir'in suratına kafa at."

Kıkırdadım ve kağıda baktım. "Tamam tamam. Sen Karahan Çakır olarak kalırsın. Ben de yine Melek olacağım."

"Bana bak Kadir Madir yazma sakın minik parmakların o herifin adını yazarsa gerçekten taşındığı yeni eve molotof atarım, Melek. Senle beni yaz geç işte."

"İyi de insanlar senin manyaklıklarını okuması mı?"

"Okumasın," dedi ve hafif nemli saçlarımı havluya kurulayıp kaşlarını çattı. "Nasıl yapacağım şimdi bu örme muhabbetli şeyi?"

"Bak üçe ayır," dedim saçlarımı onun avcundan alıp omzumdan kendime çekerek. Aynada izlerken ona gösterdim. "Bunu buraya, bunu buraya. Anladın mı?"

"Ver hallederim," dedi ve saçlarımı tekrar geriye attı. Nefes verdi. "Sıçtığımın Kadir'i. Onun ölmüş anasını si-"

"Hey!" dedim şaşkınlıkla. "Ne biçim konuşuyorsun ölmüş kadın hakkında?"

"Kızım ölmedi ki anası. Torbalı taraflarında yaşıyor, doksan yaşında karı yeni koca bulup kaçmış," dedi kaşlarını çatarak. "Oluyor gibi saçın. Ben ne yetenekli adamım amına koyayım? Valla elimden her iş geliyor."1

"Ölmediyse niye ölmüş annesi diyorsun, manyak mısın?"

"Manyağım," dedi ve başını aynadan bana kaldırdı. "Senin manyağınım. Bak çok efsane laf ettim. Yaz bunu kitaba. Karahan hep çok romantik laflar ediyor diye ekle."

"Tamam," dedim gülerek ve kağıda not aldım. Yazdığımı sesli okudum. "Saçlarımı örerken çok romantik laflar etti."

Ucunu bağlayıp bir adım geriye attı. "Şerefime kıyak oldu. Bence başardım."

"Bakayım," dedim ve tutamı kendi omzuma attım. "Kara üç parça olacaktı bu iki parça olmuş."

"Kızım örerken bir parçayı kaybettim ikili devam ettim. İkili örgü olsun bu da. Olmaz mı?"4

"Tamam olur," dedim gülerek geriye atarken saçımı. "Ellerine sağlık. Bayıldım. Çok güzel ördün."

"Yaz bunu da kitaba," dedi kaşları ile kağıdı gösterirken. "Mükemmel ördü saçlarımı yaz."

Ve Kara, o gün saçlarımı mükemmel örmüştü.

Bir süre geçti. O, içeride futbol maçına bakarken ben yatak odasında kitabımı yazıyordum. Üzerimi giyinmiştim. Örgülü saçlarımı çok beğenmiştim. İlk denemesi olduğu için çok komikti ama sevmiştim işte.

Kapı çaldığında hızla ayaklandım. "Ben bakarım Kara!" Kızmıştım.

"Neden yeni gelin evine geliyorsunuz hem de ilk günden!" diye söylendim. Sinirle kapıya ilerlediğim sırada Kara ayaklanmıştı. Sakallarını ovduğu sırada hiddetle kapıyı açtım.

Çatık kaşlarım yumuşadı çünkü Kaya'nın ifadesi beni ürküttü.

"Abi?" dedi yavaşça. "Kusura bakmayın rahatsız edilmezsiniz ama acil. Bir gelebilir misin?"

"Sebep?"

"Zeki biraz kötü olmuş."

Kara bıkkın nefes verdi. Fısıltıyla karışık, "Amına koyduğumun ayyaşı," dedi ve yanımdan geçti. Birkaç saniye onları izledim ve hemen koşarak arkalarından ilerledim. Apartmandan çıkıp Kırmızı'ya doğru adımladığımızda Kaya sürekli olarak bir şeyler anlatıyordu.1

"Bu aralar iyiydi azaltmıştı ama özellikle sizin düğünden beridir abarttı içmeyi," dedi ve Kırmızı'nın kapısını itti. Üst kata çıkmaya başladı. Şaşkınlıkla peşlerinden ilerliyordum. Kırmızı denilen yapının üst katında Zeki'nin oturduğunu o an fark ettim.

Aralık kapıdan içeri girdiğimde Hande'yi koltukta otururken gördüm. Zeki onun bacağına başını yaslamış, sırt üstü uzanıyordu.

Hırslar hep kurban ederdi insanı. Zalime cesur derlerdi, hoyrata zulüm. Zengin çalardı padişah, fakir çalardı hırsız. Bu düzen insanoğlunun değişmeziydi.

Her evlat, ailesinin portresiydi. Genden gene aktarılırdı boya darbeleri. Kötüden doğan iyilik pek olmazdı ama iyilik bir noktada kötüyü döllerdi. Handan Çakır'ın sonu da böyle geldi. Kendi elleriyle aldığı canın hesabını kalanlar verdi. Zeki de bunlardan biriydi.

"Ne yaptın lan sen kendine?" dedi Kara şaşkınlıkla ona adımlarken. İstemeden ağzım aralandı çünkü Zeki'nin kolları ve yüzünde et yanığı gibi yaralar çıkmıştı.

"Allah'ım sen koru," dedim hızla ellerimle ağzımı kapatırken.

Zeki mırıldandı ama bir yandan sırıtıyordu. "İyiyim yahu," dedi gülerek tavanı izlerken. Eliyle sürekli tavanı yakalamaya çalışıyordu. "Baksanıza cennetten hurma topluyorum."

Kara bıkkın nefes verdi ve yavaşça Zeki'nin dibine çöktü. Hande ise sürekli ağlıyor, bir yandan Zeki'nin saçlarını seviyordu. "Bana bak," dedi Kara yavaşça onun tişörtünün yakasından tutup. "Sen kendini öldürmeye mi çalışıyorsun amına koyduğumun psikopatı?"1

"Lan iyiyim ben," dedi Zeki gülerek. Diş etleri bile kızarmıştı. Muhtemelen kanamıştı. "İyiyim amına koyayım bana oradan bir hap versenize."

Kara bir anda Zeki'nin yakasından tutup onun başını Hande'nin bacağından kaldırdı ve koltuğa sırt üstü dayadı. "Bak lan buraya Zeki," dedi yavaşça. "Bak lan!" diye bağırdı. Başını tutup yana doğru çevirdi. Camın silik yansımasından Zeki'ye kendini gösterdi. "İnsanlıktan çıkmışsın amına koyduğumun çocuğu!" dedi sinirle. "Derdin ne birader?"

Zeki bir süre aynadan kendine baktı. Gülüşü yavaşça soldu ve başını iki yana sallayıp boğazını temizledi. Yavaşça şarkı mırıldanmaya başladı. "Yalnızlığım, yaşamak zorunda olduğum beraberliğimsin," dedi gülerek yere bakarken. Bedeni tir tir titriyordu ama sesi oldukça netti. "Yalnızlığım, kanımsın, canımsın sen benim vazgeçilmezimsin."

"Geceleri yalnız uyuduğu için uyuşturucuya sarılmış," dedi Hande gözlerini silerken. "Öyle söyledi bir ara. Tek dostu uyuşturucuymuş."

"He," dedi Zeki gülerek şarkı söylerken. "Beni bir haplar anlar."

"Geri zekalı," dedi Kara sinirle ayaklanırken. "Kaya birader."

"Buyur abi?" dedi Kaya boğazını temizleyerek.

Kara birkaç saniye Zeki'yi izledi. Zeki gülerek yere bakıyordu. "Bu piçin evindeki tüm uyuşturucuları topla."

"Heh!" dedi Zeki kahkaha atarken. "Bir sen akıllısın değil mi Kara! Ulan adım atsam mahall-"

"Tüm mahalleden toplayın."

"Ne?" dedi Kaya şaşkınlıkla. "Abi?"

"Evet?" dedi Kara ona dönerek. Ağzı aralık başını onaylar salladı. "Evet abicim?"

"Yok bir şey," dedi Kaya boğazını temizlerken. "Hem zaten derdimiz bu orospu çocuğu mahalleliyi uyuşturucuya alıştırıp bir anda ellerinden uyuşturucuyu kesmek ve nikotinsizlikten acı çekmelerini izlemekti, değil mi abi?"

"Evet. Toplayın. Hemen."

"Yapmayın lan!" dedi Zeki ayaklanmaya çalışarak. "Son bir hap verin bana! Son!" Titriyordu başı olumsuz sallanırken. Parmağını bir yapıp uzattı. "Nolur lan bir tane verin Allah belamı versin son bir!"

"Sen görürsün Ahraz Zeki," dedi Kara başı onaylar sallanırken. "Bu mahallede bir daha kimse bir şey içmeyecek. İçeni bana verin."

"Tamamdır abi," dedi Kaya hızla Kırmızı'dan inerken. Diğer mahalleliye haber salacaktı.

"Bir tane bir tane!" dedi Zeki dizlerinin üzerine çöküp. "Bir tane ver sonra siksinler içeni! Allah aşkına!"

"Hande sen dur bunun başında," dedi Kara bıkkın nefes vererek. Zeki'nin çekmecesinin anahtarını çevirdi ve içindeki hapları avuçladı. Zeki ise başını olumsuz sallıyordu.

"Yapma yapma!" dedi Zeki korkuyla. "Son bir tane ver bana son! Son!"

Kara çekmecedeki her şeyi cebine atıp elini bana uzattı. Şaşkınlıkla oradan çıktığım sırada Hande, Zeki'nin dibine çökmüş onu sakinleştirmeye çalışıyordu.

"Oğlum bir tane lan!" dedi Zeki bağırırken. Hande'ye döndü. "Bir tane versin söylesene!"

"Tamam abi gel," dedi Hande onu koltuğa oturtmaya çalışırken.

"Kara!" diye haykırdı. "Bir tane bir! Bir! Bir! Bir! Bir!"

Oradan çıktık ama Zeki'nin gür sesi hala duyuluyordu. İnsanlar şaşkınlıkla sağda solda dolanırken ellerinden zorla alınan tüm yasaklı maddelerin toplanılmasına şahitlik ediyordu. Bazıları aynı Zeki gibi bağırırken bazıları korkuyla ellerinde kalan son hapları ağzına atmaya çalışıyordu.

Pastaneye girdiğimden beridir öylece etrafa bakınıyordum. Zeki'nin o hali beni kahretmişti. Önümdeki gazeteyi okurken bir yandan da dışarıya bakıyordum. Kocaman bir kamyon geri geri mahallenin girişine vardı.

"Ne oluyor?" dedi Hakan karşımdaki sandalyeye otururken.

"Zeki cezalı," dedim ve parmağımı yalayıp gazetenin diğer sayfasını açtım. Mahallede ortak bir mutabakat sağlandı. Zorunda kalındı çünkü Kara çok katıydı. İlk kez belki de mahalleliye böyle bağırdı.

"Mahalledeki tüm yasaklı maddeler gidiyor." Başımı kaldırıp Hakan'a baktım. "Sende varsa eğer onlara ver bence. Kara çok öfkeli."

"Kullanmıyorum," dedi ve ellerini önünde birleştirip geriye yaslandı. "Zaten hedefleri buydu. İyice alıştırıp bir anda hepsinden maddeyi keseceklerdi."

"Niye? Psikopat mı bunlar? Milletin acısından zevk mi alıyorlar?" dedi ablam yanımdaki sandalyeye otururken. Önüme bir bardak yeşil çay bıraktı.

"Abla sebebi mi var? Nefret ediyorlar hepsinden. Her türlü acıyı çeksinler diye uğraşıyorlar."

"Bana bak senin betin benzin atmış," dedi ablam kaşları ile Hakan'ı göstererek. "Ne oldu?"

Çaydan bir yudum içtim. "Evet ben de fark ettim," dedim merakla. "Ne oldu Hakan?"

"Melisa ile atıştık biraz," dediğinde gözlerim açıldı. Devam etmesini bekler gibi yüzünü izledim ama camdan dışarıya bakıp kamyonete yüklenen mallara baktı. "Bazen insanların yaptığı hatalar sonucunda çok kolay bir şekilde diğer insanları da ateşe atabileceklerini düşünmeleri beni kızdırıyor."

"Ne demek bu?" dedim şaşkınlıkla. "Ne ateşi ne atması?"

"Neyse ben konuşmayayım. Dilim yüzünden bir gün sikecekler beni zaten," dedi ve ayaklandı. "Ben şu malların toplanmasına yardım edeyim Kaya abi gelip fırça çekmeden. Selametle," diyerek dükkandan çıktı. Ablam ile anlamsızca onu izlediğim sırada ablam kolumu dürttü.

"Babam da annem de Kağan ile boşandık sanıyor," dedi yavaşça. "Aziz annemlerin aklını kurcalıyor. Bu işten nasıl sıyrılacağım?"

"Abla bence Aziz'i dövdürelim," dedim sinirle ona dönerek. "Manyak herif bizim ailemizle ne işi var zaten onun?"

"Kızmayacaksan okulu da soracağım sana," dedi alayla karışık. "Var mı okulla bir münasebetin yoksa kaydını dondurdun mu?"

"Birkaç hafta gitmedim sadece," dedim önüme dönüp çaydan bir yudum alırken. "Melisa ile konuşayım ben. Hakan ile ne kavgası etmişler merak ediyorum. Ona da bir sürü hediye aldım Mısır'dan. Onları da veririm hem."

"İyi," dedi ve alnını ovdu. "Annem Kağan olayını ya da senin vurulduğunu duyarsa ne olacak düşünmek bile istemiyorum."

Pastanenin girişinde duraksadım. Zeki çaresizce kamyona yüklenen mallara bakıyordu. "Abi bir tanesini bıraksanıza," dedi bir çocuk gibi. "Abi yalvarırım bir tane son! Son ya yemin ederim son!"

"Şunu götür başımdan yoksa döveceğim," dedi Kaya sinirle Hakan'a dönerek. "Al şerefime ağzını burnunu kıracağım."1

Hakan, Zeki'yi pastaneye sürüklerken Hande hemen peşlerinden geliyordu.

"Kız bu ne zombi olmuş bu iyice?" dedi ablam korkuyla. Ayağa kalktı ama birkaç adım geriye gitti. "Zeki bu halin ne ablacığım sen delirdin mi?"

"Abla son son!" dedi korkuyla sandalyeye otururken. "Versinler! Bir daha tövbe içmem ağzıma sürmem!"

"Of!" diye bağırdı Hande sinirle ayağını yere vurarak. Hakan bu sırada Zeki'ye su içiyordu. "Of koskoca adamsın bir madde bağımlılığı yüzünden ne hallere düştüğünün farkında mısın!" diye çığlık attı. "Of abi seni böyle gördüğüm için çok öfkeliyim!"

"Tamam dur," dedi ablam yavaşça Hande'nin kolunu sıvazlayarak. "Kriz geçiriyor baksana. Gitme üzerine, ne yapsak AMATEM'e mi yatırsak?"

"Hep bu Melisa yüzünden!" dedi Hande sinirle. "Sürekli Hande ile olsana deyip durdu abim de artık içinde ne yaşadıysa son birkaç haftadır durmadan hap atıp duruyor!" Durup hızla nefes verdi. "Ben o kızın ağzını burnunu kırmaz mıyım şimdi?"

"Saçmalama," dedi Hakan hızla araya girerek. "Ne saçmalıyorsun ne vurması vurulur mu lan ona?"

"Niye?" diye bağırdı Hande sinirle. "O dokunulmaz da bizim mi haberimiz yok?"

"Lan kız iki canlı, iki!" dedi Hakan ağzı aralık, Hande'ye bakarken. "Karnında can taşıyor. Vurulur mu lan ona?"

"Ne?" dedim gözlerim kocaman açılırken. Ellerim hızla yanaklarıma gitti. "Ne?"1

"Evet!" dedi Hakan nefes nefese Hande'ye baktığı sırada. "Geçen geldi bu. Babam öldürür en azından çocuk doğana kadar evli gösterelim kendimizi dedi."

"Ne diyorsun ya?" dedi ablam korkuyla. "Allah'ım yardım et, gencecik kız. Kaya'dan mıymış?"

"Sen ne dedin Hakan?" diye sordum. Üst üste sorularımıza karşı birkaç saniye nefes nefese söyleyeceklerini hesapladı.

"Ben de aklımı peynir ekmekle yemedim herhalde," dedi sinirle etrafa bakarken. "Kaya zaten belamı sikmeye yer arıyor. Git başka yalancı koca bul kendine dedim kovdum." İşaret parmağını Hande'ye savurdu. "Bana bak kızım ona vurmaya kalkarsan seninle çok kötü dalaşırım duydun mu?"

"Aman tamam," dedi Hande omuz silkerek. "Şey mi yani şimdi ben hala mı olacağım? Abimden miymiş? Ben ne dedim ona! Ortada kalır demedim mi!"

Yavaşça yerime oturduğum sırada Hakan bu sefer bana döndü. "Melisa sana hazır olduğunda söyler. Rica ediyorum bu gebeliği bildiğini belli etme."

Başım onaylar sallandı ama konuşmak için fazlaca şaşkındım. Geriye yaslandığım sırada ablam bu sefer ellerini çırpıp ortamı toparlamaya çalıştı.

"Hadi bakalım gençle-"

"Yalan," dedi Zeki masaya anlamsızca bakarken. "Ben Hande'ye o gözle bakmam! Yalan, iftira." Başını kaldırdı ve kısık gözlerle pastanenin içinden Hande'yi seçmeye çalıştı. "Kezzaplayayım mı o eski yenge bayan karısını bana iftira attığı için? Mahalle kuralı biliyorsun. İftiranın bedeli."1

"Dur abi yok hayır," dedi Hande onun kolunu sıvazlarken. "Kimse de seni dövmeyecek, tamam mı? Korkma."

"Kara bana vurmasın! Külliyen yalan," dedi Zeki başı tekrar masaya inerken. "Ben kardeşime o gözle bakmadım. Yalan atıyor o Melisa denen zibidi, annem ölsün ki yalan. Vurmasın lan Kara."

"Yok abi vurmayacak Kara sana," dedi Hande sinirle nefes vererek. "Yemin ederim ben bunlara ablalık yapmaktan sıkıldım."

"Siz hadi alın Zeki'yi açık alanda dolaştırın biraz," dedi ablam acıyarak ona bakarken. "Gidin piknik falan yapın. Açık hava sinemalarına gidin. Dolaşın gelin, hadi ablacım."

"Kafamı dağıtın evet!" dedi Zeki hızla ayaklanırken. "Oyalayın beni. Lan Hakan!" diye kükredi. "Gel lan güreşelim! Hadi len!"

"Benim aklımda çok güzel bir fikir var!" dedim korkuyla bağırarak. "Zeki hemen hazırlan eve gidip! Çok şık ol tamam mı?"

"Şık," dedi başı onaylar sallanırken. "Oyalayın beni. Şık olalım. Hadi."

"Hadi koş giyin Zeki biz de plan yapalım."

Birkaç saat geçti. Her şeyi ayarladık. Yola çıktık. Arabada giderken kafamda çok fazla şey dönüyordu. Bir yandan Melisa'nın hamileliği, diğer yandan Zeki'nin bu çaresizliği. Bir de ablamın annemlere uydurduğu bahanelerin ardı arkası kesilmeyen külliyesi.

"Her şey üst üste geliyor," dedim camdan dışarı bakarken. Kara, bacağıma elini koydu ve yavaşça sıktı.

"Nedir kafanı kurcalayan meseleler? Söyle, halledeyim."

"Şey," dedim ve ona döndüm. Yavaşça yutkundum. Zeki merakla camdan dışarı izlerken Hande kulaklıklarını takmış, walkman müzikçalardan şarkı dinliyordu. Fısıldadım. "Kara sana bir sır versem tutabilir misin?"

"Tutabilirim," dedi yolu izlediği sırada.

"Bak ama Kaya duymasın, olur mu?" dediğimde Hande arkadan bir kulaklığını çıkarttı.

"Melek?" dediğinde hızla önüme döndüm.

"Efendim?" dedim yavaşça, sesimi kısarak. "Ne oldu Hande?"

"Ne yapıyorsun?"

"Hiç," dedim ve omuz silktim. "Kara ile sohbet ediyorum."

"İyi," dedi ve mesajı aldığımı anlamış gibi kulaklığını tekrar taktı. Yanaklarımı şişirdiğim sırada Kara yolu izlerken kaşlarını çattı.

"Dinliyorum. Sendeyim," dediğinde tekrar Kara'ya döndüm.

"Sonra söylerim, tamam mı?" dedim ve kendi kendime başımı onaylar salladım.

Arkadaki arabayı Kaya kullanıyordu. Park ettiğimiz sırada camdan onunla göz göze geldim. Hızla önüme dönüp kemerimi açtım ve arabadan indim. Ablam ve Hakan da onunla gelmişti.

Kalabalık bir şekilde arabalardan indiğimiz sırada Zeki şaşkınlıkla gözlerini kırptı. "Ne yapıyoruz burada?" dedi merakla girişe bakarken. "Beni eve mi getirdiniz?" Kara'ya döndü. "Sıkıldınız mı benden? Buraya mı bırakacaksınız?"

"Gel bakalım kezzap güzeli," dedi Kara, onun önünden ilerlerken. Zeki mahcup bir şekilde ellerini önünde birleştirip ilerlemeye başladığında Hakan bagajdan alınacakları çıkartıyordu.

"Ne istediler?" dedi ablam elindeki poşetleri bir bir Kaya'ya uzatırken. "Arayıp sordunuz mu?"

"Abla valla iki valiz yeni ceket aldık. Bir de ayakkabı," dedi Kaya poşetlerle birlikte yetimhaneye ilerlerken. "Başka bir eksik yok dediler. Üç beş oyuncak da aldık."

Menemen çocuk yurdundaydık. Burada Zeki'nin geçmişi ile yüzleşmesini ve kendi çocukluğunu hatırlamasını istedim. Ondan buraya gelmesini istedim. Herkesi de yanımızda istedim. Zeki kendini özel hissetsin istedim.

Ben belki de çok şey istiyordum hep ama niyetlerim hiç art olmuyordu. Bahçedeki parkta sallanan iki oğlan çocuğu bizi görünce bir tanesi hızla koşmaya başladı. "Top mu getirdiniz!" diye bağırdığı sırada Zeki hızla duraksadı ve ona döndü.

Dibine çöktü ve yavaşça gülümsedi. "İsmin ne senin?"

"Mehmet!" dedi çocuk heyecanla. "Bize futbol topu mu getirdiniz?"

"Canını yerim sen iste buraya sana halısaha dikeyim," dedi Zeki Hakan'a dönerken. "Mehmet'in topu nerede?"

"Burada abi al," dedi Hakan aldıkları toplardan birini Zeki'ye atarken. Zeki topu tuttu ve doğruldu.

"Kaç yaşındasın sen?"

"Yedi."

Mehmet'in gözleri heyecanla parlıyordu. Bu sanki Zeki'nin itaat ettiği birkaç zehirli maddeyi de öldürmüştü. Topu yavaşça Mehmet'e uzattı ama çocuk topu alırken elleri hafif titredi. Sanki o küçücük eller yıllar önceki Ahraz Zeki'nin elleriydi. Onun da aynı bu bahçede bir zamanlar böyle heyecanla bir abiye baktığı bir an vardı belki. Belki de yoktu ama Mehmet'in böyle bir anısı olacağı için Zeki'nin gözleri de parladı.

Derin bir nefes aldı. İçini burkan o hisleri belli etmemeye çalışarak eğilip Mehmet'in omzunu sıktı. "Koş fırla, benim için de bir gol at tamam mı?"

Mehmet topu kucakladı ve hızla koşarak arkadaşlarının yanına gitti. "Mehmet!" diye bağırdı Zeki hemen arkasından. "Ben buradayım, seni izliyorum!"

Zeki, çocuğun arkasından bakarken bir an çocuk sesleriyle dolu bahçeye göz gezdirdi. Bu bahçede kaç kez üşüyerek oynadığını, kaç kez yemek sırasında beklediğini, kaç kez geceleri battaniyesine sarılıp annesinin sesini hayal ettiğini düşündü belki.

Ama şimdi, şimdi buraya bambaşka biri olarak dönmüştü. Bu dalgınlığından istifade arkada bahçeyi süslüyorduk. Kaya, yetimhane görevlileri ile çoktan konuşmaya gitmişti.

"Hay anasını," dedi Zeki cıkcıklayarak etrafa bakarken. Kaşları ile berideki büyük çitleri gösterdi. "Eskiden bu çitler yoktu burada. Ben atlar atlar kaçardım, sonra iyice sıkılaştırmışlar bak güvenliği."

"Kaçıp ne yapıyordun?" dedi Hande kıkırdayarak onun koluna girerken. Zeki elleri ceplerinde bedenini hafif ileri geri oynattı. Gülümsüyordu.

"Serserilik yapıyordum," dedi ve başını Hande'ye çevirdi. "Senin abinle tanıştığımda kapkaççılık peşindeydim."

"Abi çok fenasın," dedi Hande gülerek. İç çekti ve yanağını Zeki'nin koluna yavaşça sürttü. "Melek neden buraya getirmek istedi seni anlıyorum. Kendi çocukluğun şu anki çaresiz ve bağımlı Zeki'yi görse çok ağlardı. Bunu hatırlatmak için istedi burayı."

"Çaresiz miyim sence?" dedi Zeki yetimhanenin içine bakarken. Sonra Hande'nin cevabından korkar gibi devam etti. "Şuradaki oda müdürün odasıydı. Her sabah istisnasız bir yumurta atardım camına."

"Niye?" dedi Hande kıkırdarken.

"Piçliğine," dedi ve alt dudağını ısırdı sırıtırken. "Hey gidi günler."

"Hey gidi," dedi Hande ve derin nefes verdi. "Bırakacaksın değil mi? İçmeyeceksin artık."

"Bana bırak diyene bak," dedi Zeki çocukları izlerken. "Sen de bırakacak mısın?"

"Ben içmiyorum," dedi Hande şaşkınlıkla başını Zeki'nin kolundan çekerken. "Ben kullanmam tövbe billah."

Zeki sırıttı kısaca başını Hande'ye çevirirken. "Bırakacak mısın Hande?"

"Tamam. Sen de."

"İyi," dedi Zeki ve boğazını temizledi. "Zaten o pislik şey narin vücuduma zarar veriyordu. Başka bağımlılıklar ararım ben de."

"Aşk gibi mi?"

"O bundan beter."

"Sana bir şey sorabilir miyim?" dedi Hande fısıltıyla. Bir an durup arkasını döndü. Herkes koşuşturma içindeyken ben merakla onları dinliyordum. Hande bana döndüğünde hızla başımı yana çevirdim ve bir şeylerle ilgileniyor gibi yaptım.

"Sorabilirsin," dedi Zeki. Hande tekrar ona döndüğünde hızla onlara bakıp gözlerimi kıstım.

"Kara abimden korkuyorsun ya hani... Melisa'nın söylediği o saçma muhabbet var ya... Seni uyuşturucu krizine sokacak kadar geren o konu var ya hani..."

"Evet?"

"Şey işte," dedi ve durdu. "Yani Kara abimden korkmasaydın olur muydu?"2

"Ne olur muydu?"

"Şey işte abi. Anlasana."

"Valla anlamadım," dedi sırıtarak, oyun oynayan çocuklara bakarken. Hande sinirle koluna vurdu.1

"Anladın işte!" dedi Hande sinirle.

"Yok anlamadım," dedi Zeki sırıtırken. "Açıkça sor bakayım bir."3

"Zeki!" dedi ablam heyecanla. Hande ile aynı anda arkaya döndüler. "Gel bak! Çocuklar gelin siz de!"

Yetimhanede dokuz çocuk vardı. İkisi bebekti. Diğer çocuklar merakla bize doğru adımlarken Hakan onlara yeni ceketler ve oyuncaklar uzatıyordu. Kara ise bir köşede oturmuş, Zeki ve Hande'yi izliyordu.

"Bu ne ki?" dedi Zeki bir adım çardağa doğru atarken. "Ne yaptınız böyle?" Etrafa birkaç balon asmıştık ve bir sürü hediye paketi yığmıştık. Hakanların pastaneden en büyük çikolatalı pastayı da masanın ortasına koymuştuk.

"Herkes senin için çok uğraştı!" dedim heyecanla. "Baksana Zeki! Senin için burada doğum günü yapıyoruz! Bugün senin doğum gününü kutlayacağız!"1

Zeki şaşkınlıkla gözlerini açtı. Nefes almayı kesti gibi oldu. Yıllardır unuttuğu bir sıcaklıkla karşılaştı sanki o mumlarla. Etrafımıza toplanan minik gözlerle de ne yapacağını şaşırdı.

"Çocuklar doğum günleri çok önemli!" dedim heyecanla onlara dönerken. "Doğum gününü bilmeyen var mı aramızda?"

Bir kız çocuğu heyecanla bana doğru parmağını uzattığında dudaklarımı birbirine bastırdım. "Abla ben bilmiyorum! Benim doğum günüm yok!" dedi merakla. "Sen biliyor musun benim doğum günümü!"

"Biliyorum!" dedim hızla ve Zeki'ye döndüm. "Bu abi ile birlikte, tam da bugün sizin doğum gününüz! Hadi hemen doğum günü olanlar pastanın başına!"

"Bak şuna," dedi ablam sırıtarak. "Öğretmen oldu başıma iyice."

"Ay abla dur çocuklara heyecan veriyorum," dedim kıkırdarken. Kız çocuğu utanarak pastanın başına geçtiğinde Zeki merakla ona bakıyordu.

"Sen de geçsene abi," dedi Hakan sırıtarak. "Hadi bak mumlar eridi."

"Şey ben üflemeyeyim," dedi kız çocuğu şaşkınlıkla bakarken. "Ben çirkinim biraz. Abi sen üfle."

"Kim diyor sana çirkin diye?" dedi Zeki şaşkınlıkla onun dibine geçip. "Hangisi diyor söyle ben onun ağzını burnunu kırayım."

"Bir kız dedi. Onu gelip bir aile aldı. Seni kimse almayacak çünkü sen çok çirkinsin dedi bana."

Zeki hızla çocuğu kucağına oturttu ve pastayı biraz daha kendilerine doğru çekti. "Sen benim gördüğüm en güzel prensessin," dedi rüzgardan sönen birkaç mumu çakmakla yakarken. "O kızı da bulup korkutacağım söz."

"Zeki," diye mırıldandı ablam. Bir yandan gözünü siliyordu ama bir yandan da kızıyordu. "Güzel şeyler öğretelim çocuklara."

"Mesaj alındı komünizm kraliçem!" dedi Zeki heyecanla. "Say bakalım, bu pastada kaç mum var?"

Kız çocuğu yavaşça parmağı ile mumları saydı. "Bir... İki... Beş... Altı tane!"

"Nasıl yani?" dedi Zeki şaşkınlıkla. Kız çocuğu ona döndüğünde kıkırdıyordu. "Ben iki tane görüyorum! Ah!" dedi ve bir anda etrafa baktı. "Sadece prensesler altı tane mum görüyormuş! Siz kaç tane görüyorsunuz?"

"Valla ben de iki tane görüyorum!" dedim şaşkınlıkla. "Ben de altı tane görmek istiyorum ben prenses değil miyim?"1

"Altı tane var!" dedi kız gözleri parlarken. "Sadece ben görüyorum!"

"Evet çünkü sen bir prensessin!" dedi Zeki kıkırdayarak. "Üfle bakalım prenses! Bugün Mart ayının ikisi. Prenseslerin doğum günleri bugün olur zaten değil mi arkadaşlar?"

"Evet ben öyle bir duyum almıştım," dedi Hakan kıkırdayarak. "Sadece güzel ve prenses kızlar bugün doğarmış."

"Yani ben! İki Mart!" dedi.

"Hadi aynı anda!" dedi Zeki. Küçük kız ile aynı anda mumu üfledi. Herkes alkışlarken Mehmet heyecanla Zeki'ye bakıyordu.

"Abi? Sen doğum gününü hiç kutlamadın mı?" dedi yavaşça. Zeki'nin kucağındaki kız çocuğu ise gülerek üflediği pastayı kurcalıyordu.

"Kutlamadım," dedi Zeki.

"Olsun," dedi Mehmet elinde futbol topu ile merakla pastaya bakarken. "Biz kutlarız her sene sizin doğum gününüzü bugün işte. Üzülme abi lütfen."

O küçücük cümle sanki Zeki için kırılma noktasıydı çünkü yavaşça gözlerini ovdu.

"Dilek tuttunuz mu?" dedi Kaya sırıtarak.

Zeki dayanamadı. "Ağlattınız beni oros-"1

"Hey!" dedi Kaya gülerek. "Çocukların içinde yapma."

"Ne diledin abi? Mutluluk dileseydin?" dedi Hakan sırıtarak. Zeki kız çocuğunu kucağından kaldırıp ayaklanırken ablam çocuklara pasta kesmeye başladı.

"Anneni diledim yanıma," dedi Zeki merakla. "Getirecek misin bana?"

"Abi yapma etme yaşlı başlı kadın evde çay içiyor," dedi Hakan. Zeki gözleri kısık, başını onaylar sallarken Hakan gülerek çocuklara oyuncak dağıtmaya başladı.

"Hediyelerim nerede benim!" dedi Zeki merakla sağa sola bakınırken. "Bana doğum günü hediyesi aldınız mı?"

"Almaz olur muyuz?" dedim zıplayarak. "Bir sürü paketin var bak!" İşaret parmağımla yandaki hediyeleri gösterdim. "Herkes senin için aldı bunları. Özenle seçtik!"

Zeki merakla paketlerini açarken Hande yanına oturmuş, onunla bir paketleri inceliyordu.

Kara yurdun kapısına çıktı ve bir sigara yaktı. Ablam çocuklarla sohbet ederken Hakan diğer çocukların yanına gitmiş, onlarla futbol maçı yapıyordu.

Ayaklandım ve Kara'nın yanına adımladım. Bir miyavlama sesi duyunca başımı yukarı kaldırdım. Bir ağacın tepesinde küçük bir yavru kedi vardı. "Kara!" dedim heyecanla. "Kedi orada mahsur kalmış! Kurtar lütfen!"

Gözlerini kısarak tepeye baktı ve sigarasını yana fırlattı. "Bak şimdi nasıl tırmanıyorum." Ağacın gövdesine ayağını koydu ve bir dala tutunarak hızla yukarı doğru çıktı. Çok da tepeye çıkmasına gerek kalmadı çünkü boyu zaten çok uzundu. Elini atıp küçük kediyi avcuna aldı ve bana uzattı.

"Ay Kara şuna baksana ya!" dedim kucağımda kediyi birkaç kez havaya doğru pışpışlarken. "Bizim olsun mu lütfen? Ona isim bile buldum. Lütfen!"

Kaşları çatıldı kediye bakarken. "Kancık mı bu? Öyleyse alalım."

"Ne?" dedim aynı anlamsız düzlükte kaşlarım çatılmış. "Kancık ne ya?"

Kaşları ile kediyi gösterdi. "Dişi mi yani?" Durup sırıttı ve gözlerini bana çıkarttı. "Ne düşündün ismini?"

İfadem yumuşadı istemeden. "Karamel," dedim ve iç çektim. Kedi kucağımda etrafı izlerken ben aşk estirdim. "Kara ve Melek'in birleşimi, Karmel. Ben de araya a ekledim. Karamel yaptım."1

"Bak sen," dedi gülümseyerek. "Çok güzel bulmuşsun ismini. Alalım."

Kedi kucağımda uslu uslu dururken Kara'nın dibine girip baktığı yere baktım.

"Kara, çocuklar çok özel. Çok güzel. Neden kendilerine çirkin diyorlar ki?"

"Çünkü onlar sokaklara ait. Sokaklar çirkindir, güzel kiracım."

"O zaman sokakları güzelleştirelim."

"Hisleri değişmez ki," dedi keskince. Beni kandırmayı seçmezdi pek. Gerçekleri her seferinde söylerdi ama ben de pek inanmak istemezdim.

"Nedenmiş o?" Sorumla hafif kıstı gözlerini. O zehirli mahlas illa ki akacaktı zihnime belli ki.

Sesindeki alışılmadık yumuşaklık beni üşütmüştü. "Çünkü sokaklar onların ruhuna işlemiş. Sokakları istediğin kadar güzelleştir, içlerine sinen o kiri pası silemezsin."

Başımı koluna yasladım. "Ama insanlar değişir Çakır, değil mi? Ben değiştim, sen değiştin..."

Gözleri, yetimhane bahçesinde koşan çocuklardaydı. "Biz değişmedik, güzel karıcım. Sadece kendimizi biraz daha iyi saklıyoruz."1

"Kimden?"

"Birbirimizden."

Yetimliği bilmezdim ama yetimleri anlardım. Anlamaya çalışırdım en azından. Elimden geldiğince çalışırdım.

"Sana bir şey söyleyeceğim. Şu arabada söyleyemediğim şey," dedim kedi kucağımda uyuklarken. "Lütfen aramızda kalsın. Sadece söylemek istiyorum."

"Söyle bebeğim," dedi yetimhaneye bakarken.

"Melisa hamile."

Bana çevirdi başını. Şaşkınlıkla gözleri açıldı. "Ne?"

Başımı olumlu salladım. "Sanırım çocuğu yetim büyüyecek. Bu beni çok üzüyor. Keşke Kaya en başında ona ihanet etmeseydi. Özür dilemek yerine hala üste çıkmaya çalışması yok mu bir de? Bu Kaya beni gerçekten bazen delirtiy-"2

Başım biraz arkaya çevirdim. Kaya ile göz göze geldim. Bana öyle şaşkın, öyle heyecanlı bakıyordu ki Kara benim baktığım yere baktı.

"Ne zamandır oradasın sen?" dedim korkuyla. "Ne dedim ben! Ne duydun!"

Elinde bir adet oyuncak vardı. "Abi," dedi şaşkınlıkla. "Çocuklar seninle oyun oynamak istiyormuş ama çekiniyormuş."

Kara başını onaylar sallayıp Kaya'nın elinden oyuncağı aldı ve yetimhaneye doğru adımladı.

Kaya ise hızla arabaya bindi. Oradan uzaklaşmaya başladı. İtaat? En kolayıydı. Önemli olan onun aklından geçenleri bilmekti. Kaya'nın böyle bir tepki vermesi beklenmedik bir şeydi. Şaşkınlık, korku ya da öfke... Hepsi birden vardı yüzünde. Aynı zamanda sadece bir şeyleri sindirmeye çalışan bir adamın boşluğa bakışı vardı gözlerinde.

"Ne yapacağız?" diye fısıldadım, Kara'nın uzaklaşan siluetine bakarken.

Karamel kucağımda uyuklarken mırıldandı, ama bu sefer o bile huzursuzdu. Sanki havadaki gerilimi hissetmişti.

Kaya'nın arabayı nasıl bu kadar hızlı sürdüğünü düşündüm. Önceden de böyle miydi? Bir şeylerden kaçarken hep böyle mi yapardı? Yoksa kaçırdığı şeyleri yakalamaya mı gidiyordu?3

"Ne yapacağımı bilmiyorum," diye mırıldandım Karamel'e bakarken. "Ne yapayım sen söyle lütfen. Melisa beni mahvedecek! Hakan beni mahvedecek! Ne yapacağım Karamel?"

Ardından Kara'nın yetimhaneye girmeden önce bana dönüp baktığını fark ettim. Uyarır gibi ama aynı zamanda anlamaya çalışır gibi. Ve ne olursa olsun, hep benim yanımda olduğunu söyler gibi.

O hep yanımda olacaktı. Her günkü gibi bugün de öyle. Buna ihtiyacım vardı. Ona ihtiyacım vardı. Çünkü bugün, belli ki çok uzun olacaktı.3

 

 

 

-BÖLÜM SONU-

 

Umarım bölümü beğenmişsinizdir. Yeni bölümde neler okumak istersiniz? Kara Çiy ailesini çok seviyorum! Diğer bölüm görüşürüz, hoşça kalın!16

 

Bölüm : 31.03.2025 19:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Hikayeyi Paylaş
Loading...