"Ne garip... değil mi? Sevdiğimiz insanın her yalanında bir doğru, sevmediğimiz her insanın doğrusunda bir yalan ararız."
-dostoyevski.
37
Bu bölüm tamamen Melisa'nın gözünden yazılmıştır. Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın lütfen. İyi okumalar.
Bazı iğneler can yakardı ama sonunda iyileştirirdi. Elimdeki tığ iğnesini de aynı umutlarla soktum bez bebeğin kafasına. Bir ipliği dolayıp tekrar bastırdım.1
İğneler bazen güzelleştirirdi insanı.
Tekrar ördüm bez bebeğin kafasını.
Bazen yaktığımız yerlerden güzel şeyler ortaya çıkardı.
Bir daha bastırdım ama bu sefer daha hırslı. Kendi çocuğuma örüyordum bu bebeği ama kendi kaderimi yaşamasından korkuyordum.
Beğenmedim. Tüm ipleri bir makasla kestim. Kimisini elimle koparttım.
Tığıyı bir daha bastırdım. Yeniden başladım. Zaten ben çok alışıktım yeniden başlamaya.
Bez bebeği yırttım. Elimdeki pembe örgü topunu fırlatıp yeni bir yün aldım. Bu sefer mavi.
Öfkeli ama en çok kendine. Kendime.
Tığın kancası iyice yamuldu. Çok öfkeliyim.
İçimde tuttuğum, çaresizce bir başka adamdan yardım istemek zorunda bırakıldığım bu düzene.
Bu düzenden nefret ediyorum. Erkekler.
Bez bebeği sertçe işliyorum. Niye mavi seçtim ki şimdi? Hangi müssebbipten ötürü mavi?
Sinirle yana fırlattım. Ayaklandım. Bebeğin ne suçu var ki?
Mutfağa ilerlediğim sırada radyoda bir şarkı çalıyordu. Mırıldanmaya başladım. Dolabın kapağını açtım ve bir muz çıkartıp tezgaha oturdum. Ayaklarımı sallandırdım.
Yaşıtlarım evleniyordu artık. Hepsi. Ben ise karnımdaki can ile tezgah tepelerinde tek başına muz yiyen, aptal bir kızdım. Her işi eline yüzüne bulaştıran, bağırarak söylese kendi sesini tanımayacak bir kızdım.
Okul bile okumadın. Liseden sonra bıraktın. Önce babanın parasıyla hayatta kaldın, şimdi de hedefindeki para; gelecekteki kocanın.
Kapı çaldığında tezgahtan indim. Muhtemelen komşu teyzenin bana dolma getirdiğini düşündüm. Bu aralar aklımda bebek ve dolma dışında pek bir şey yoktu. Kapıyı açtığımda Haydar abiyi gördüm. Elimle ağzımı kapattım çünkü muzun yarısı yanağımdaydı.
Yanağım dolu bir şekilde, "Buyur abi," dedim. Sesim boğuk boğuk çıktı. "Babama mı baktın? Kahvehanede kumar oynuyordur."
"Yok," dedi Haydar ve bıkkın nefes verdi. "Seninki geldi mahalleye. Seni görmek istiyor. Alayım mı içeri?"
"Benimki kim abi?" dedim lokmamı sonunda yutarak. "Benimki diye biri yok."
"Kaya işte," dediğinde gözlerim açıldı. "İstemiyorsan kovacağım. İstiyorsan alacağım."
"Alla Allah... Normalde gelmez o," dedim mırıldanarak. "Birine bir şey mi oldu acaba?" Gözlerimi kıstım. "Yarım çük Kaya'ya bak sen. Benden iyisini mi bulamadı acaba?" Haydar abi bana anlamsızca bakarken yüzümü yumuşattım. "Gelsin abi sıkıntı yok."1
Haydar abi başını olumlu salladı ve, "İyi," anlamında mırıldanarak apartmandaki merdivenlerden indi. Hızla içeri yönelip elimdeki muzun tamamını ağzıma tıkıştırdım.
Aynaya geçip kendime baktım. Harabeydim. Saçlarımı tararken yavaşça duraksadım. "Ben," dedim kendi kendime. "Ne yapıyorum?"
Kapı birkaç kez tıklatıldı. Tarağı yana fırlatıp kapıya yöneldim. Kapıyı açtığımda Kaya nefes nefese bakana bakıyordu. Göz göze geldiğimizde boğazını temizledi. "Merhaba," dedi merakla bana bakarken. Elinde birkaç poşet vardı. "Nasılsın?"
"Birine bir şey mi oldu?" diye sordum şaşkınlıkla. Poşetleri elime tutuşturduğu için almak zorunda kaldım. "Bunlar ne?" Kaya'yı görmeyeli uzun zaman olmuştu. Birkaç hafta belki. Uzun geldi işte bana.
"Meyve falan," dedi ve tekrar boğazını temizledi. "Bir de abur cubur." Duraksadı. "Nasılsın? İyi misin?"2
Ağzı aralık, bedeni harlıydı. Bir koşuşturma içerisinde gibiydi. Bakışlarımı ondan kaçırmaya çalışıyordum ama zordu. "Ne alaka?" diye sordum poşetleri kurcalarken. "Han Mahallesi hayır işlemeye mi başladı? Haydar abi bize yeterli. Teşekkürler."
"Ulan zaten ben onu var ya," dedi mırıldanarak. Aklına geldi sanki. Konu benden çıktı ve kendi noktasında döndü. "Yemin ederim bu Haydar'ın bir gün boynunu kopartacağım. Sen kimsin de beni içeri almıyorsun amına koyduğumun evladı?"
Söylenerek evin içine girmeye çalıştığı sırada poşetleri içeri bıraktım ve elimi kaldırıp göğsüne doğru bastırdım. "Bir dakika bir dakika," dedim şaşkınlıkla. "Nereye giriyorsun sen?"
"İçeri?" dedi sorar gibi. Umursamaz görünmeye çalışırken bile çırpınışları ortadaydı halbuki.
"Hangi sıfatla?" dediğimde gözleri gözlerime dokundu. Birkaç saniye yüzümü izledi. Yutkundu ve kısaca bedenimi süzdü. Bu, beni rahatsız etmedi ama gerdi.
"Ben istiyor muyum?" diye sordum. "Giremezsin benim evime. Babam iki alt sokakta. Evde seni görse ne olacak? Ne bu cesaret? Ne bu cüret?" Yerdeki poşetleri gösterdim. "Bunlar ne bir de saçma sapan getirmişsin? Barışmak için gül falan alırdın eskiden. Şimdi meyve ile mi barışmaya geliyorsun?"
"Lan baban yabancı mı? Kızını istemeye geldim derim," dediğinde onu biraz geriye itekledim. Laubali halleri beni sinirlendirirdi.
Ansızın bileğimden tutup beni apartmanın duvarına doğru bastırdı. Yavaşça eğildi. Nefesi tenime çarptı. Heyecandan kalbim de aklım da hopladı. "Konuşmak istiyorum," dedi ağır ağır.
"Ne yapıyorsun Kaya?" diye sordum başım yana çevrilirken. Bu, ona yer açmış gibi burnu boynuma dokundu. "Çekil," diye fısıldadım. "Ne yaptığını sanıyorsun şu an?"
"Konuşmak istiyorum," diye fısıldadı. Burnu yavaşça boynuma sürttü. "Bu akşam. Yedi gibi. Seni gelip alırım."
"Geçen gittiğimiz, o eğlendiğimiz restorana gideriz. Nasıl kalkıp çalgıcı ile oynamıştın, hatırlıyor musun?" diye fısıldadı. Ses tonunda boğuldum.
"Yok hiç hatırlamadım," dedim zar zor. Hatırlamıştım. "Hem ben babama yemek yapacağım. Gelemem."1
"Ben unutmadım. Özlemişim seni," dediğinde avuç içlerim göğsüne basılıydı. İtekledim.
"Sen beni özlemedin mi?" diye sordu yavaşça. Özlemiştim ama bunu bilsin istemedim.
Geri çekildiği sırada neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde nefes alıyordum. "Babana yemek yapacaksan yemekten sonra dolaşırız. Dokuz gibi geliyorum o halde."
"Ben barışmayı düşünmüyorum. Özür dileyeceksen, boşuna."
Bıkkın nefes verip etrafa bakındı ve bana doğru eğildi. "Bana bak Melisa," dedi sessiz ama sert. "Ömrümde ilk defa biri ile konuşacağım. Kimse yok konuşabildiğim. Biliyorsun. Bırak bu akşam konuşayım. Konuşalım."
"Beni nasıl aldattığını mı konuşacağız?" diye sordum.
Varla yok sırıttı ve dudaklarını yaladı. Başı olumlu sallandı doğrulurken. "Anlaşıldı," dedi kısık sesle. "İlla diyorsun ki Kaya gel beni kaçır."
"Sen bir uza bakayım," dedim elimle onu itekleyerek. "Sen git karı kız peşinde koş. Liseli ergen seni."
Kapıyı kapatacağım sırada elini kapıya götürdü ve tuttu. "Bak geliyorum dokuzda. Ona göre?"
"Sabır!" dedim sinirle kapıyı tekrar iteklerken. Yüzüne kapattım. Bu sefer kapıyı tutmadı ama kapının ardından birkaç kez tıklattı.
"Melisa? Bak kızım benimle inatlaşma gider babandan seni şimdi isterim." Kapıyı şaşkınlıkla açtım. Sırıtıyordu. "Allah belamı versin gidip isterim seni, alırım kendime," dedi sırıtırken.
Sağa sola bakındım. Poşetteki mandalinaları görüp bir anda bir tanesini onun suratına fırlattım. "Yürü git lan!" dedim öfkeyle. "Mahalle abilerini toplarsam dayak yersin. Kendi çöplüğünde değilsin. Beni tehdit etmeye kalkma yararım beynini!"
"Ha o konu evet," dedi bir şey hatırlamış gibi. Durup güldü. "Bayılıyorum senin şu haşin hallerine."
Kendi kendine duraksadı ve boğazını temizledi. "Beni bir daha bu Haydar isimli amcık ile muhatap etmezsen çok kıyak geçer. Rica ediyorum dokuz gibi bizim mahallenin girişinde ol. Tatsızlık çıkmasın."
"Oldu paşam," dedim sinirden gülerek. "Bir de beni ayağına mı çağırıyorsun?"
"Kızım gelip şurada seninle iki kelam etmeme bile karışıyorlar, hayırdır amına koyayım?"
Gözlerim kısıldı. Konu bizden çıktı ve yine onun kendi egomanyası altında dolanmaya başladı. "Siz de aynısını başka insanlara yapıyorsunuz. Kendiniz sanki halka açık bir mahalleymişsiniz gibi bize karışma. Haydar abiyi de sana yedirmem!"
Yutkundu kısaca. Bir rest çeker gibi baktı bana. "Seni Han Mahallesi'ne aldırayım da gör gününü," dedi belli belirsiz sırıtarak merdivenlerden inerken. "Gelirim dokuzda. Tamam."
"Gelme boşuna," dedim ve kapıyı sertçe kapattım. Öyle sert ki, camlar hopladı.
"Sanki sen her istediğinde ben geleceğim, her istediğinde gideceğim. Nah!" dedim ve kapalı kapının arkasından ona orta parmak kaldırdım. "Al!" dedim sinirle kendi kendime. "Al bak geldim! Bu sana sana girsin! Küçük pipili!"
Bir an sağa sola bakıp boğazımı temizledim ve içeri yöneldim. Yünün başına geçip radyoda efkarlı bir kanal açtım. Örgümü dördüncüye baştan yaparken bir yandan da meyve suyu içiyordum.
Akşama doğru ayaklandım. Ev işlerini hallettim. Hakan ile küstüğüm için üzgündüm ama o haklıydı. Onu bile isteye zor duruma sokmaya çalışmıştım. Ben de zor durumdaydım ama. Böyle olsun istemedim. Anlık düşünememiştim.
Babam geldiğinde sofrayı kurdum. Bu aralar onunla pek ortak muhabbet etmiyorduk. Her an anlayacak diye korkuyordum ve ondan kaçıyordum. "Ellerine sağlık," dedi kendine bir kadeh rakı doldururken.
"Afiyet olsun baba," dedim ve boğazımı temizledim. Yemeği yediğim sırada bir yandan da burnuma dolan rakı kokusu yüzünden midem bulanıyordu.
"Yakup amcan ile hasbıhal ettik bugün kahvede. Hatırlıyor musun? Senle yaşıt oğlu vardı. İş için başka şehre gitmişti," dediğinde konunun geleceği yeri tahmin ederek güldüm. Güldüm ama sinirlerim bozuldu.
"Hatırlıyorum," dedim yemeği tırtıklarken.
"İzindeymiş oğlu, İzmir'deymiş birkaç gün."
"Ne güzel..." dedim. Ekmeğe uzandım ve ağzıma tıkıştırdım.
"Bir tanışın," dediğinde sinirle çatalımı bıraktım.
Başımı babama kaldırdığımda radyodan maç dinliyor, bir yandan da rakısını içiyordu. "Sen ne olacaksın?" dedim sinirle. "Ben gittiğimde sana kim bakacak?" Kötü bir bahaneydi ancak ona gebeliğimden dolayı biriyle evlenmemin doğru olmayacağını söyleyemezdim.
"Yahu çocuk muyum ben?" dedi ve kendine yeni bir içki doldurdu. "Tanışın bir. Kahve için."
"İstemiyorum," dedim ayaklanırken. "Sağ ol ama istemiyorum."
"Of!" diye bağırdım. Odama geçip kapıyı sertçe kapattım. Gözlerimi ovarak yatağa oturdum. Hormonlarım azdı iyice.
Ne yapacağımı bilemeyerek karnımı ovdum. "Özür dilerim," dedim sessizce. "Sana iyi bir baba seçemedim. Çok özür dilerim. Bize sahip çıkacak bir baba seçemedim sana."
Camdan dışarı baktım. Han Mahallesi'nin gecekondularının teraslarını görüyordu pencerem. Yatağın başlığına sırtımı dayayıp karnımı ovduğum sırada gözlerim istemeden akıyordu.
Cama bir taş çarptı. Küçük ama incecik bir ses ile hızla cama döndüm. Burnumu silerken balkona çıkıp eğildim. "Bak kapıya gelmedim," dedi Kaya, elleri ceplerinde. "Aşağı in. Yoksa yukarı çıkarım. Babandan gocunmam. Bilgine."
"Of," dedim gözlerimi ovarken. "Of!"
Elleri ceplerinden çıktı. Telaşe sardı onu. "Ağlıyor musun sen?" dedi yüzümü incelerken. "Ne oldu? Niye ağlıyorsun?"
"Senden nefret ediyorum da ondan!" dedim ve gözlerimi ovuşturdum. İstemeden akıyorlardı. "Beni ortada bıraktığın için senden nefret ediyorum."
"Gel aşağı," dedi şaşkınlıkla. "Gel bir konuşalım hadi. Bak çıkarttırma beni yukarı. Gel." Başımı çevirdim ve derin bir nefes aldım. Yutkundum.
"İyi tamam Melisa aç kapıyı ben çıkıyorum oraya," dediğinde ona dönüp elimi kaldırdım.
Kendimi biraz toparladım ve içeri geçtim. Babam duysun istemiyordum bu nedenle onunla yüzleşecektim. Ceketimi üzerime geçirdiğim sırada babam masadakileri topluyordu.
"Yürüyeceğim," dedim ve evden çıktım. Aşağı inerken kirpiklerim ıslak, dudaklarım kızarıktı. Mahalleden çıktığım sırada Kaya arkama takıldı. Bir yan mahalleye ilerledim ve durup ona döndüm. Ellerim montumun ceplerinde, bacağım titriyordu.
"Konuşabilirsin," dedim etrafa bakarken. "Dinliyorum."
"Konak'a inelim mi?" dediğinde ona bakmadan gülümsedim.
Bana doğru bir adım attı. Bakışları duygu doluydu, alışmadığım bir haldeydi. "Gel bak deniz havası iyi gelir," dedi ve beni kolumdan tutup arabaya doğru götürdü.
O kadar yorgundum ki zihnim onunla daha fazla kavga etmek istemedi. Yalnızca, "Ben senin arabana binmek istemiyorum," diyebildim.
Kapımı açtığı sırada doğrulup bana döndü. "Nasıl yani? Sana bir şey yapmamdan mı korkuyorsun?" diye sordu ama sesi ilk defa bu kadar yumuşak çıktı. Omuz silktim. "Pekala," dedi arabasının kapısını kapatırken. "Yürüyelim o zaman."
"İyi yürü," dedim ve ilerlemeye başladım. Peşimden ağır ağır gelirken bir mahallenin yokuşundan iniyorduk. Gece böcekleri ağaçlardan ötüyordu. Sokaklarda oyun oynayan birkaç çocuk ve kapısının önünde çekirdek çitleyen kadınlar vardı.
"Bak ben çok doluyum," dedi bir sigara yakarken. Adımları benimle eş, yavaştı. "Ama sadece şunu bil. Seni kırdıysam, yanlış yaptıysam özür dilerim."
Acıyla karışık güldüğüm sırada dumanı üfledi yana doğru. "Yanlış yaptığın şey beni aldatman, farkında mısın?" dedim onun yan profiline bakarken.
İç çekti. "Seni yalnız bıraktım. Hor gördüm." Ona cevap vermediğimde yokuştan inmiştik. Denize doğru yaklaştıkça burnuma gece kokusu doluyordu. Derin bir nefes aldım.
"Yalnızlık öyle bir şey değil Kaya," dedim bir süre sessizlik olduktan sonra. Caddeye vardık. Sokaklar aydınlandı. Arabalar, insanlar değişti bir anda. Çok yakın mesafelerde yaşayan bambaşka hayatlara tanıklık ediyordum. "İnsan bazen birkaç cümleyle bile yalnız kalır. Sen bana birkaç cümleyi bile çok gördün."
İzmaritine ulaşan bitik sigarasını yana fırlattı ve ellerini ceplerine soktu. "Kızım ben öyle süslü laflar edemem ki," dedi ilerlediğimiz sırada. "Sadece bir şey biliyorum, o da senin yanında durmak istediğim."
Bakışları hem benden kaçıyordu hem de bana bakmayı çok istiyordu. Erikler yeni yeni çıkmaya başlamıştı. Heyecanla bana döndü. Bir çocuk gibi, "Alalım mı?" diye sordu. "Çekti mi canın?"
Durdum. Birkaç saniye. Öylece durdum. Sağımızdan solumuzdan bir sürü insan geçiyordu ama umursamadım.
Öylece durup ona döndüğümde o da durmak zorunda kaldı. "Başka?" dedim gözlerimi kısarak. "Başka ne biliyorsun Kaya Çakır?"
"Başka ne biliyorsun?" dedim sinirle. "Beni aptal mı sandın sen? Buraya bana olan aşkından mı geldin yoksa birileri sana bir şey söyledi de ondan mı geldin?"
Hakan söylemişti. Emindim artık. Zaten belliydi söyleyeceği ancak Kaya'nın iyi bir baba olma sevdasını hesap etmemiştim. Ben aldırmam konusunda bana ısrar eder sandım ancak o bebek için bana katlanmaya bile hazırdı. Ne acıydı.
"Sana soruyorum?" dedim sorar gibi. "Ne biliyorsun? Ne diye geldin buraya? Haftalar sonra bir anda rüyanda görüp mü konuşmak istedin benimle yoksa birileri sana bir şey mi söyledi?"
Cevap sanki dudaklarına geldi ama yuttu. Bugüne kadar hiç yalan söylemek zorunda kalmadığı çok belliydi çünkü ne yapacağını bilemedi. Gözlerimi kıstım. "Bir şey bilmiyorsan, beni sevdiğini, beni sevdiğin için buraya geldiğini söyle. Bir şey biliyorsan şayet, sadece sus."
Sadece sustu.1
Zavallı Melisa. Yine sen değil, bebek için burada. Acınacak bir haldesin. Her büyük adımının gölgesinde yanıyorsun. Büyük lokmalarında boğuluyorsun. Büyük laflarında yapayalnız bırakılıyorsun.
Kendi kaderini kendin mahvediyorsun.
"Ben," dedi. Kekeledi ama ne diyeceğini bilemedi. Arkamı döndüğüm sırada bileğimden yakaladı. Beni kendine çevirdi. "Bir şey bilmiyorum kızım. Ne saçmalıyorsun?"
"Beni değil bebeği istiyorsun," dedim gülümserken. İçimde sular kaynadı. Kalbim döküldü sanki. Öyle bir acı. "Yoksa neden gelesin ki? Ancak çok geç... Bebeği çoktan aldırdım."
Gözleri yandı. "Ne?" dedi sessizce. Enkaz gibi çıktı sesi. "Ne yaptın?"
"Aldırdım," dedim ve yutkundum. "Bitti. Hem bebek, hem senin vicdanın. Artık ikimize de gerek yok. Özgürüz. Ben senden kurtuldum, sen de suçluluğundan."
Bileğimi onun buz gibi elinden çektim ve hızla arkamı döndüm. İlerlemeye başladım. Gözlerim akıyordu ve bundan nefret ediyordum.1
Bakakaldı arkamdan. Hissettim bakışlarını. Ne yapacağını bilemedi. Ben de bilemedim. Sırf bebek için benimle olmasını istemezdim ama bebek için onunla olmam gerekirdi belki. Bir annem olsaydı ona sorardım. O bilirdi. Anneler kızları için en iyisini bilirdi çünkü. Bilmelilerdi.
Soracak kimsem yokken hızla kalabalığa karıştım. Yuttu beni kalabalık. Renkler bulanmış, insanlar silikleşmiş. Sesler buğulu, ellerim birbirlerine kenetlenmiş.
"Melisa! Gel buraya!" diye koşuyordu peşimden ama duymuyordum. Dinlemiyordum. Sadece yürümek istedim. Bir de kafamın içinden bir şarkı söyleyerek aklımı dağıtmaya çalıştım.
Dünya çok sessizdi ve bu sessizlik beni delirtiyordu. Hızla insanların arasından ilerlediğim sırada Kaya'nın peşimdeki izini hissediyordum. Ondan kurtulmak istercesine sahile ilerledim. Denizi gören bir bank buldum. Oturdum ve geriye yaslandım. Gözlerimi sildiğim sırada hızla yanıma oturdu.
"Allah benim belamı versin. Ben ne kadar iğrenç bir adamım değil mi?"3
Kolumu elinden kurtardım. "Git başımdan Kaya."
"Hiçbir halta yaramıyorum," dedi gözlerimi silmeye çalışırken. Elimle onu itekliyordum. "Ben annemi de koruyamadım," dediğinde ağlamam kesildi.
Ona baktı gözlerim. Telaşla gözlerimi sildi ve gülümsedi. "Onu da koruyamadım. Öldürdüler onu, ben o sırada onu koruyamadım. Şimdi de aynısı."
Ne diyeceğimi bilemedim. İçime sessizlik doldu. "Sen bana kızınca, itip kakınca hep dedim ki kız haklı. Çünkü ben seni tutmaya çalıştım ama yakalayamadım. Eyvallah," dedi ve geriye yaslanıp denize baktı.
Ellerini birbirlerine bağladı ve aralık bacaklarının ortasına götürdü. Oturuşu rahatladı. Sanki aklı gerildi bu sefer. "Söz hakkım yoktu bebekte. Kızamıyorum. Kendime çok kızıyorum ama," dedi bana dönerken. Acı acı gülümsedi gözlerime bakarken. "Çünkü seni korumam gereken yerde seni köşeye sıkıştırdım. Elini tutacağım yerde yalnız bıraktım."
Önüne döndü ve karanlık denize baktı. "Aldatmadım."
"Ya itiraf ettin ya! Sarhoşmuşsun ya," dedim burnumu silerken. "Öyle dedin ya..."
"Sadece beni bırak diye dedim," dediğinde yutkundum. Gerçekten bu kadar mı istenmiyordum?
İç çekti ve bana döndü. "Madem şeffafız, ben de itiraf edeyim. O kız Hande'nin arkadaşı. Hande üşendiği zamanlar hep onu yollar temizliğe. Sırf bana değil, Kara, Zeki... Herkese."1
"Yalancısın. Zerre inandırıcı değilsin. En haklı sensin, hep haklı sensin," dedim başımı onaylar sallarken. "Zor değil mi sürekli haklı olmak?"
"Şu saatten sonra yalana ne gerek olsun ki?" dedi ve ellerini cebine attı. "Laftan iki özür diledim ama barışmayacağını biliyordum. Melek zaten atladı hemen, evden kız çıktı diye delirdi. Ben de bozmadım onu."
"Neden?" dedim alt dudağım büzülürken. "Hiç mi sevilmeyi hak etmedim ki ben?"
"Sürekli ama sürekli abimin istediği şeyleri yapmaktan bıktım," dedi ve bana döndü. İkimiz de kendimizle savaşıyorduk o an aslında. Ben kendi çaresizliğimde, o kendi bataklığında.
"Abim bana ne dedi biliyor musun?"
"Melisa ile evleneceksin dedi." Gözleri kısıldı. "Artık yatak odama kadar karışılıyor. İnadına istemedim."
"Anladım," dedim gülümserken. Belki de bebeği gerçekten aldırmam gerektiğini o an anladım.
"Sorun yok. Sevdiğin bir kadınla evlenirsin."
"Sevmeyi bilmiyorum ama seni harbi istemiştim," dedi ve bankta bacağını hafif sallandırdı. Yerdeki çalı çırpıyı itekledi. "Hele baba olma muhabbetine bayağı yükseldim ama neyime? Zaten evlenseydik yine abim haklı çıkardı. Artık kim olduğumu tamamen kaybederdim," dedi ve güldü. "Demiştin ya abinin köpeği olmuşsun diye, işte ben havlamak istemedim."
Kendi kendine gülüşü soldu denizi izlerken. Sanki kendi ile konuşuyordu. "Ama kendimi savunayım derken seni yaktım. Seni kırdım. Belki benden nefret etmeni sağladım." Bana döndü ve yavaşça güldü. Yapay ama derin bir gülüştü. "Sana layık olamadım." Tekrar önüne döndü ve yere baktı. "Bebek de gitti," dedi ama sesi ölüm gibi çıktı. Öldü sanki. Ruhu zehirlendi.
Gözlerini ovduğunda kalakaldım. Bana baktı ve güldü ama sanki gözleri ağlıyordu. "Çok üzüldün mü lan?" dedi darmadağın ifade ile. "Çok korktun mu bebeği aldırırken? Kim vardı yanında?"1
"Şey," dedim ama devam edemedim çünkü enkaz ifadesindeki tozlar burnuma kaçtı.
"Çok mu üzüldün lan?" dedi kendiyle kavgasında. "Tek miydin? Nasıldı?" Eli yanağıma gitti ve yavaşça sevdi. Ağlarken onu görmek garipti. Gülümsedi ağlarken hatta güldü yavaşça. "Özür dilerim. Çok korktun mu aldıkları sırada? Can yakan bir olay mı o?"
Önüne döndü ve yanağımı seven eli başımın tepesine gitti. Denizi izlerken başımı sevdi. "Bebeksin sen daha amına koyayım. Nasıl tek başına gittin de bebeğimizi bizden kopartacak birilerini buldun? Çok acıdı mı canın? Ben ne biçim bir orospu evladıyım böyle?"
Ayaklandım çünkü orada durmak beni yordu. Her açıdan. "Sevgi doğurmaz bebek. Anne sadece bir çaresizlik doğurur bazen. Sevgi varsa bazı şeyler büyür, yoksa çürür."
Burnumu sildim. O denize bakarken artık gözleri benimle göz göze gelemeyecek kadar ıslaktı. Son kez baktım ona. Sonra arkamı döndüm. Kararla adımladım. Oturduğu bankta kaldı. Bir çocuğun yalnızlığı ile, bir adamın geç kalmış pişmanlığı arasında.
Yokuşu çıkmaya başladım. Annesizlik her an beynime kan sıçratıyordu ama elimden de bir şey gelmiyordu. Han Mahallesi'nin oradan hızlı geçtim. Melek ile görüşecektim ama onu bize çağırmak daha doğru geldi.
"Hey hey!" sesi ile adımlarım durdu ve arkamı döndüm. Mahallenin girişinde Zeki ve bir oğlanı çekirdek çitlerken gördüm. "Eski yenge, gel hele."
Onlara doğru adımladım ve gözlerimi ovdum. "Naber Zeki?"
"İyi," dedi ve çekirdek paketini uzattı. Biraz avcuma aldım ve etrafa bakındım.
"Kocasıyla," dedi ve kaşlarını birkaç kez havaya kaldırdı. "Anlarsın ya..." Çekirdek kabuğunu tükürdü. "Finkfenk yapıyorlardır."2
"Anladım," dedim ve etrafa bakındım. "Bu senin ev, hangisiydi?"
"Kırmızı'nın üstünde benim ev," dedi çitlerken. "Ne oldu finkfenk için ev mi lazım?"
"Yoo," dedim ve yutkundum. "Bu senin eve falan Hande dışında temizliğe birileri geliyor mu hiç?"
Bana baktı birkaç saniye. İzledi beni ve sonra yüzünü ağlamaklı yapıp çekirdek dolu avuçlarını kapattı. Dizlerine vurmaya başladı ellerini. "Ah be Melisa'm!" dedi haykırırken. "Bu yaşta parasızlıktan evlere temizliğe gelmeye başlamış be Melisa'm!"1
"Ya hayır be sus," dedim sinirle. "Onun için sormadım. Melisa Müftüoğlu çalışacak kadar kötü bir maddi durumda olabilir mi? Benim yanımda kimsenin esamesi okunmaz Zekicim."
"Nedir sebebi?" dedi gözleri kısılırken. Çekirdek kabuğunu yana tükürdü ama ifadesi oldukça ciddiydi. "Dedikodu ver hemen bana."
"Ya geliyor mu gelmiyor mu?" dedim sinirle çekirdek çitlerken. "Cevapla bir."
"Neden sorduğuna bağlı," dedi gözleri kısık. "Ben hiçbir soruya nedenlerini öğrenmeden yanıt vermem."
"Of Zeki," dedim sinirle ellerimi birbirlerine vurup. Çekirdeğim bitmişti. "Kaya ile ilgili. Bir şey dedi ama ona tam güvenemiyorum."
"Bacım sen de niye hemen bu herife güveniyorsun ki?" diye sordu şaşkınlıkla. "Kimseye güvenmeyeceksin, kimseye. Hele erkeklere? Abov! Bak ben babama güvendim, gitti annemi sikti. Anlatabiliyor muyum?" dedi sırıtarak.1
"Geç dalganı köpek," dedim mırıldanarak. "Elimine edilmen lazım senin. Hatta hadım edilmelisin. Öyle bir gıcık tipsin."
"Ayrıca Kara da sana senelerdir güveniyor... Gittin kız kardeşine aşık oldun."
"Kızım sen sorunlu musun?" dedi şaşkınlıkla bana bir adım atarken. Elindeki çekirdekleri cebine soktu. "Derdin ne lan senin benimle?"
"Olamaz mı?" dedim şaşkınlıkla. "Sen hep benimle uğraşıyorsun diye ben de seninle uğraşamaz mıyım?"
"Uğraşamazsın," dedi Zeki ağzı aralık, ifadesi gergin. "Benim canımı sıkma. Sikik sikik laf atma. Elimde büyüdü lan o kız benim. O kız küçücükken ben kocaman heriftim amına koyayım."
"Kara ve Melek arasındaki yaş farkı da çok?" dedim sorar gibi. "Ne demek istiyorsun sen şimdi Kara'ya?"
"Geri zekalı. Kara tekrar Melek'i hayatına soktuğunda Melek kocaman kızdı. Biz bir iki gittik Melek'in peşine, takip ettik küçükken. Ben de vardım hep yanında Kara'nın. Babası dövüyormuş kızı, kontrol edip dönüyorduk. Abilik yaptık ona. Sik sik konuşma kelamlarına dikkat et." Gözlerini kıstı ve eğilmem için gel anlamında elini salladı. "Bak sana bir dedikodu. Bu ne zaman Melek'e vuruldu biliyon mu?"2
"Aziz bunu istemeye gitmişti. Heh işte o zaman," dedi ve başını olumlu salladı. "Şaşırdı bu, evlenecek sandı falan. Zaten o dönem kız büyüktü." Yüzünü ekşitip cebindeki çekirdeği geri çıkarttı. "Saf bir şey anam bu Melek de be. Yeni kedi almış ismi Karamel. Kara ve Melek'i birleştirip arasına a koydum diyor. Zaten Kara ve Mel'in arasında a yok mu? Ne diye ekstra bir a ekledi o kedinin ismine?"3
"Ne anlatıyorsun sen dumanlı mısın yine?" dedim anlamsızca.
"Tertemizim. Bir gündür," dedi gururla. "Bıraktım."
"Aman iyi," dedim ve etrafa bakındım. "Ben gidiyorum Zeki. Bay bay."
"Allah'a emanet şekerim," dedi ve onu ileride bekleyen çocuğa doğru adımladı. Kaldırıma oturdular.
Eve vardım ama hiç uyuyamadım. Ertesi sabaha kadar yatakta dönüp durdum. Bu kadar üzüntünün bebeğe de zarar verdiğini biliyordum ama elimde değildi.
Sabah babam evi temizlemem konusunda birkaç kez laf soktuğu için söylenerek toz alıyordum. İşlerim bittiğinde portakal suyu alıp salonda uzandım. Radyo dinleyip örgü ördüğüm sırada telefon çaldı. Ayaklanıp telefonu kulağıma götürdüm.
"Alo? Dostikom?" sesi geldi. Hem meraklı, hem tedirgin çıktı sesi. "Nasılsın?"
"İyiyim dostikom, sen?" dedim telefonu omzum ve kulağım arasına sıkıştırıp örgüye devam ederken. "Nasıl geçti Mısır?"
"Şey... Güzel," dedi utanarak. "Bize gelsene! Bir sürü hediye aldım sana. Hem sohbet ederiz bir sürü." Duraksadı. "Kaya geldi mi hiç oraya?"
"Geldi dün," dedim örgüye bakıp sırıtırken. "Konuştu ablak ablak. Hakan hamile olduğumu ötmüş size. Bu da heveslendi."
"Şey," dediğinde gözlerim açıldı. "Dostikom Kaya beni duydu. Yemin ederim bilerek olmadı."
"Ya sen mi söyledin!" dedim sinirle. "Of Melek!"
"Çok özür dilerim istersen oraya geleyim ama beni dövmenden korkuyorum," dedi telaşla. Gülerek örgüme döndüm.
"Yok be, iyi oldu öğrendi salak. Beter olsun. Ağlayıp zırladı zaten. Hep ben mi ağlayacağım? Neyse, akşam uğrarım kahveye."
"Tamam," dedi Melek telaşla. "Kızma tamam mı ben Kara'ya anlatıyordum yemin ederim!"
"Tamam tamam," dedim gülerek. "Yerim senin korkunu. Saf dostikom."
"Görüşürüz," dedi rahatlamış bir şekilde telefonu kapatırken. Telefon kulpunu yerleştirip yerime oturduğum sırada kapı çaldı. İki defa. Sonra bir daha. Israrcı ama korku dolu da. Komşunun dolma getirdiğini düşleyerek kapıyı açtım.
Kaya karşımdaydı. Elinde gelincik çiçekleri vardı. Saçları darmadağındı. Gözleri gece hiç uyumamış gibi kırmızıydı. Bakışları sınır dolu, ağzı aralıktı.
"Çok düşündüm," dedi ve gelincik çiçekleri bana uzattı. Başını eğdi. Ona bu çiçekleri sevdiğimi söylemiştim. Unutmamış olmasına şaşırdım. "Belki geç kaldım, belki bir fazlalığım artık ama bil istedim."
Çiçekleri şaşkınlıkla elinden aldım. "Ne bilmemi istiyorsun Kaya?"
"Hata yaptım. Çok büyük bir hata. Bir sürü hata. Her şeye geç kaldım," dedi ve başını bana kaldırdı. "Ama en çok da sana."
Bir adım attı ama hala eşiğin dışındaydı. Yine de burnuma deli gibi alkol kokusu sindi. "Sana layık olmadığımı söyledim ya dün gece. Belki doğrudur ama denemek istiyorum. Birine layık olmak neymiş, seninle öğrenebilir miyim?"
Öfkeli değildim ama yorgundum. Çok yorgundum. Üstelik bebek olmadığını sanıyordu. Buna rağmen geldi.
"Ben bu yaştan sonra birilerine bir şeyler öğretmem."
"Sen dur yanımda, ben kendi kendime öğrenirim. Olmaz mı?" Heyecanla eğildi bana doğru. Geceden beri içmişti muhtemelen ve hala sarhoştu. Cümleleri yayık yayık çıkıyordu. Yayık ayran gibi. Tuzlu. Ayran olsa şu an, ne güzel olurdu?2
"Hadi lan. İlk defa bir kadınla bir şeyler öğrenmek istiyorum amına koyayım. Baştan başlayalım. Sıfırdan. Olmaz mı?"
"Bebek yok Kaya," dediğimde başını olumsuz salladı.
"Bir tane daha yaparız amına koyayım," dedi gözleri açılırken. Heyecanlıydı. Sarhoştu. "Annem üzerine yemin ederim o kız Hande'nin arkadaşı. Küçücük lan zaten o kız. Ben ne yapayım onu?"
"İnandırıcı değilsin," dedim ve omuz silktim. "Hem sen bana çok kötü kelimeler ettin."
"Sen de bana ettin," dedi dudaklarını yalarken. Harlıydı. "Senin yüzünden adım yarım çük Kaya kaldı amına koyayım." İstemeden güldüğümde dudaklarıma bakarak sırıttı. "Yalan mı? Geçen Zeki bile aklın da çükün gibi yarım dedi amına koyayım."
"Ay," dedim gülerek karnımı tutarken. "Ay ama hak ettin Kaya."
"Niye öyle diyorsun kızım?" dedi sırıtırken. "Hayır küçük olsa bozulurum da kendimi biliyorum. Yeterli bir boyutta."
"Küçük ama sevimli," dedim gülerken. "Zeki ne dedi? Aklın da çükün gibi yarım mı dedi?" dedim gülerken. "Karnım ağrıdı."
"Ne de yakıştı gülmek," dedi sırıtırken. Gözleri bayık bayıktı. "Bak kendimi maymun ettim iki gül diye."
Boğazımı temizledim ve çiçeklere baktım. "E şimdi barışırsak yine abin haklı çıkacak."
"Çıksın," dedi omuz silkerek. "Kızım ben dünden beridir fena kafa patlattım. Her şeyi düşündüm. Sen de istersen seni de alıp gitmek istiyorum."
"Mahalleden çıkalım. İkimizin olduğu, güzel bir eve geçelim."
"Sen içip içip bana aşık mı oldun?" diye sordum şaşkınlıkla.
"He," dedi sırıtırken. "Bu akşam gelip isteyelim mi seni?"
"Yok artık," dedim ve etrafa bakındım. "Bence sen bu kadar kendine güvenme. Ben barışmayacağım seninle."
"Hadi lan," dedi ve eşiği geçti. Bir adım attı ama bana doğru düşer gibi oldu.
"Ya çiçekleri ezdin öküz!" dedim onu iteklerken. "Çekil be! Yürü git!"
"Dokuz gibi alırım herkesi gelirim," dedi ve birkaç adım geriye gitti. "Alayım seni kendime. Tam senlik saray gibi bir ev var benim. Oraya geçeriz."
"Gider misin?" dedim onu iteklerken. "Bak mahallede adım çıkacak senin yüzünden. Gelip durma eve."
"Hayırdır lan!" dedi bir anda sağa sola bakarken. "Kim benim namusuma laf ediyor?"
"Allah'ın sarhoş manyağı," dedim kapıyı sertçe kapatırken. "Yürü git! Polisi ararım bak!"
"Alo?" dedi kapıyı tıklatırken. "Alo? Açar mısınız kapıyı? Melisa!"
"Yürü!" dedim sinirle. "Çık git!"
Çiçekleri odama götürdüğüm sırada sesi kesildi. Ondan kurtulduğumu düşünmek beni mutlu etti. Yatağa oturdum ama ev çok basık hissettirdi. Birileri ile sohbet etmeye ihtiyacım vardı. Yanaklarım kızarmış bir şekilde evden çıktım. Kızartma... Yoğurtlu... Ne güzel olurdu şimdi?
Evden çıktığımda Kaya gitmişti. Mahallede turlamaya başladım. Kahvehanede babamı görüp el salladım. Arkadaşları ile pis yedili oynuyorlardı. "Vay! Gel!" dedi ağzında sigara ile ayaklanırken.
"Pazara gideceğim," dedim ve göz ucuyla mahalleyi süzdüm. Kaya çoktan kendi mahallesine gitmiş olmalıydı çünkü bizimkiler mahallede bir yabancı var tedirginliği ile dolanmıyordu.
"Gel bak kızım gel," dedi ve kahvehanede oturan bir oğlana el salladı. Oğlan ayaklanırken ne yapacağımı bilemeyerek nefes verdim. "Cihan. Bak benim kız."
Cihan mahcup bir şekilde bana elini uzattığında yapay bir şekilde gülümsedim ve elini sıktım. "Ne kadar büyümüşsün?" dedi kibarca.
"Ya ya sen de," dedim ve ellerimizi ayırdım. "Ben gidiyorum. Bir şey lazım mı?"
"Cihan," dedi babam ona dönerken. "Sen benim kızı pazara bırakıver evladım."
"Tabii amcacığım hemen," dedi ve ceplerini kontrol etti. Araba anahtarlarını almak için kahvehane masasına döndüğü sırada sinirle gözlerimi açtım.
"Hiç ama hiç gerek yok," dedim telaşla babamın kolunu cimcirip. "Emrivaki yapma baba ya!"
"Eşek sıpası," dedi sinirle kolunu ovarken. "Kolum çürüdü ya!"
Cihan telaşla kahveden çıkıp arabasına yöneldi ve kapımı açtı. "Gel Melisa," dedi heyecanla. Yapay bir şekilde gülümseyip arabaya bindim.
Kapımı kapatırken dediğim şeyin anlamsızlığı ile duraksadı ama bozuntuya vermeden önden dolaştı. Han'ın önünden geçmeye korkuyordum. "Babamın işleri işte. Kusura bakma."
"Merhaba tekrardan," dedi Cihan arabayı çalıştırırken. "Estağfurullah olur mu hiç? Torba olur bir ton. İyi oldu ben taşırım."
"Merhaba," dedim ve camdan dışarı baktım. "Şu mahallenin önünden geçerken biraz hızlı ol tamam mı?"
"Neden?" dediğinde biraz aşağı doğru eğildim.
"Bas gaza Cihan. Sevmediğim insanlar var orada. Beni görmesinler şimdi. Bas bas!"
Cihan şaşkınlıkla gaza bastığında bir anda önümüze kırmış, ayakta dans ederek giden motora çarptık. Motordaki kişi motorla birlikte asfalta çarparken yuvarlandığı yerde ellerini ve bacaklarını iki yana açmış, ağır ağır nefes alıp veriyordu.2
Cihan hızla arabayı durdurdu ve indi. Onunla bir korkuyla indiğimde motordaki kişinin iyi olup olmadığını düşünüyordum. "Kardeşim iyi misin?" dedi Cihan telaşla. Yerde nefes nefese uzanan herif başını motoruna doğru çevirdi ve elini uzattı.
"Kalbim," dedi fısıltıyla motoruna. Sanki motorunun kırılışı kalbinin kırılışı gibiydi. Motor biraz ilerisinde yere serilmişti ve tekerleri hala dönüyordu. "Kalbim," dedi tekrar ve kaskının ön kısmındaki camı açtı. "Birader sana ehliyet veren o makamın içindeki tüm çalışanları üst üste bindirip sırasıyla sana sok-" Durdu gözleri bana çevrilirken. "Lan!" dedi ve hızla ayaklandı. Kaskını tamamen çıkarttı ve sırasıyla Cihan ile bana bakarak işaret parmağını bana tuttu. "Yenge!"2
"Zeki iyi misin?" dedim şaşkınlıkla.
"İyiyim ya, motordan düşünce biraz şov yaptım," dedi ve üzerine baktı. "Narin vücudum alışık motordan yuvarlanmaya."
"Niye önümüze kırıyorsun bir anda ya? Kene gibi çıktın!"
"Lan ben ne bileyim bu Armutspor'un gaza basacağını," dedi şaşkınlıkla Cihan'a bakarken. "Motoruma bak! Ağzına sıçtın lan motorumun! Aç ağzını ben de sana sıç-"
"Hey tamam," dedim ve yutkundum.
"Ben tüm masrafları karşılamaya hazırım," dedi Cihan kibarca. "İyi olmanıza çok sevindim. Çok üzgünüm ben ani gaza bastım ancak sizin oradan çıkacağınızı hiç tahmin edemedim."
"Of! Pof!" dedi Zeki bir anda öne doğru eğilerek. "İçim şişti! Ne uyuz bir herif lan bu!" Gözlerini kıstı. "Ağzına veririm karı karı konuşma bana."
"Anlamadım?" dedi Cihan şaşkınlıkla. "Ne biçim konuşuyorsunuz?"
"Sen kimsin be!" dedim sinirle. "Bu izbe hayatınla sen kimi aşağılıyorsun? Lümpen keko!"4
Bir anda doğrulup gözlerini kıstı. "Motoruma, bebeğime yaptığını kabul etsem de yengemi ayartmanı kabul edemem... Seni dövdüreceğim oğlan." Başını olumlu salladı ve bir anda Han'a doğru koşmaya başladı. "Yetişin ah mahalleli! Yengeme asılıyor! Yengemi kaçırıyorlar! Koşun ulan! Kaya koş! Melisa elden gidiyah! Melisa'nın belalısı bana saldırdı motorumun kıçına vurdu! Az kalsın benim de götümü şaplaklayacaktı!"6
"Hasta mı?" dedi Cihan anlamsızca bana dönerken. "Şizofreni gibi geldi bana."
"Şey yok tamam," dedim ve hızla onu arabaya bindirmeye çalıştım. "Gel biz gidelim. Şimdi o bir sürü adam toplayıp gelecek ve kavga çıkacak. Hadi gel."
"Olur mu baksana? Tedavi olmalı. Hiç normal değil. Çok ani hareket ediyor," dediği sırada ben onu arabaya çekiştiriyordum.
"Tamam Cihan gel bırak," dedim ve korkuyla onunla bir tekrar arabaya bindim. "Hadi lütfen gidelim çünkü gerçekten o bir anda bir sürü adam toplayarak gelecek. Lütfen."
Cihan anlamsızca Zeki'nin mahalle içine koşmasını izlerken dayanamadım. "Ya hadi be!" diye bağırdım. "Hadi diyorum yürüsene!"
"Tamam tamam," dedi ve arabayı çalıştırdı. Gaza yükleneceği sırada Zeki'nin motoru hala yerde duruyordu ama kendi çoktan gitmişti. Arabayı yolda diğer yöne doğru döndürdü çünkü Zeki'nin motoru yolumuzu kapatmıştı. Döndürdüğünde karşımda elbette o iki kocaman bedeni gördüm. Kaya ve Kara.
"Of," dedim ne yapacağımı bilemeyerek. "Cihan inme arabadan tamam mı?"
Korkuyla arabadan indim. "Çekilin berduş herifler!" diye bağırdım.
Kara elleri arkadan bağlı, kaşları ile arabadaki Cihan'ı gösterdi. "Bu mu eleman?"
Zeki onun dibinde bağırıyordu. Biri ölmüş gibi ağıt yakıyordu. "Evet Kara! Bu işte! Ah yengem!" dedi gözlerini ovarken.
Melek ise koşarak onlara doğru ilerliyordu. "Ay noluyor Kara?" dedi merakla. Kucağında turuncu bir kedi vardı.
"Çekilin ya!" dedim sinirle. "Çekilin gidin! Melek al şunları çek yoldan!"
Normalde onlardan imtina etmezdim. Hiçbirinden. Öyle icap etmedi hiç. O ana dek.
Çünkü o ana dek Kaya'nın gözlerinde kendimi hiç görememiştim. Ama şimdi, şimdi bambaşkaydı. Şimdi onun bakışlarında elinden kaybettiğini düşündüğü bir Melisa vardı. 6
- BÖLÜM SONU -
Umarım bölümü beğenmişsinizdir. İsteğiniz üzerine Melisa'nın gözünden yazdım. Diğer bölüm ne okumak istersiniz? Yazın buradan isteklerinizi, halledeyim. Oy vermeyi unutmayın lütfen. Kocaman öpüyorum! 20
Tiktok : yagmurluhikayeler
Instagram : yagmurluhikayeler
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
169.86k Okunma |
10.34k Oy |
0 Takip |
44 Bölümlü Kitap |