51. Bölüm

FİNAL : KARA VE ÇİY

petrikor.
yagmurluhikayeler

Yeni hikayeler ve duyurular için beni yagmurluhikayeler adlı Instagram'daki Küçük Burjuvalar kanalından takip edebilirsiniz.

 

Her şey dozunda güzeldir. Yettiği kadar verilmelidir. Bu kitap da öyleydi, daha da uzayabilirdi, ama bu gerekli miydi? Ben bu kitabı düğün sahnelerinde bitirecektim ancak onları biraz daha işlemek istedim. Şimdi ise yettiğini düşünüyorum. Finali özellikle bu tarihte yayınlamak istedim. Onlar için önemli bir tarih on sekiz aralık. Bir de, sondan önce bir açıklamam da var. Her "mutlu final" çocuğun doğması, bölümün üç-beş sene sonra diye başlaması değil bana göre. Kitapta anlatmak istediğim çok şey oldu, hepsini de anlattım. Amacım çocuklarını büyüten ebeveynler yazmak değildi. Bu nedenle kitap burada bitti. Özel bölümlerde çocuklu sahnelerini de yazarım isterseniz. Ancak o zamanlara kadar, bu yolculukta bana ve onlara eşlik ettiğiniz için teşekkür ederim. Son kez iyi okumalar, iyi ki varsınız.

 

 

 

 

FİNAL

 

 

 

 

"Ateşten ve çiy damlalarından oluşan bir aşktı onlarınki, fiziksel gerçeğin hemen hemen hiç yeri yoktu bu aşkın içinde."

 

 

 

-jack london/oyun

 

 

Hey sen,

son kez... Merhaba. Hatta, elveda.

Burada seninle şeffafları siyahlarla örtüp, yavaş yavaş solup gittik. Beraber üç beş günah işledik. Yeri geldi çok tövbe ettik. Sana dedim ama, bu adam çok güzel... Tövbelerimde bile onun için yalvardım tanrıya. Ona haykırdı yağmurlarımız, oluşan çiyler de üzerimize örtülen çarşaflar olup bizi korudu. Korkmadım hiç. Kara çünkü hep arkamda durdu.

Hey,

Sana ilk başta sordum. Tekrar soruyorum. Sen kadere inanır mısın?

Ben inanıyorum artık. Kader bazen çiyleri bile karalara sürer. Kader, Kara'dır bazen.

Aylar sonra ilk kez acelemiz yoktu. Bu bile başlı başına bir mucizeydi. Sessizce gidiyorduk yolda. Kara önde tek başına. Arabayı kullanıyordu. Tek eli direksiyonda, diğeri vitesin üstünde. Arada bir dikiz aynasından bana bakıyordu ama konuşmuyordu.

Başımı Müjgan teyzenin omzuna yaslamıştım arka koltukta. Müjgan teyze camdan dışarı bakıyor, dudaklarını oynatıyordu. Ne söylediğini bilmiyordum. Belki kimseye değil de senelerini harcadığı yollara, yıllara konuşuyordu.

"Üşüyor musun Müjgan teyzeciğim!" diye seslendiğimde bana doğru bakar gibi oldu ama tam da hareket edemedi.

"Yok kızım," derken kaşları ile yolu gösterdi. "Vuslat çok sever bu sokağı."

"Hatırlıyor musun?" dedim heyecanla başımı omzundan çekerken. Birkaç saniye yüzüne baktım.

"Hayat eşim," derken dışarıyı izliyordu. "İnsan sevgiyi unutur mu?"

Kara arabayı yavaşlattı. Park etti ve arabadan indi. Kapımızı açtığında önce Müjgan teyzeyi, sonra da zar zor beni indirdi. Elimle karnımı tutuyordum. Kocaman olmuştu artık.

"Birdiniz iki oldunuz," dedi Kara kapıyı kapatırken. Sırıtıyordu. Hem benimle hem Müjgan teyze ile bu aralar çok fazla ilgileniyordu.

"Şikayet etme Çakır," derken büyük binaya baktım. İzmir Milli Kütüphanesi.

Eski ama gösterişli. Neredeyse yüz senelik. Duvarları canlı canlı sarı. Kapı gıcırdadı biz içeri adımlarken. Çocukluğum gibi koktu sayfalar.

Müjgan teyze kapının eşiğinde durdu. Gözleri büyüdü. "Burayı," derken fısıldadı. Bana döndü çocuk gibi. "Burayı biliyorum."

Bir elimle karnımı tutarken diğer elimle Kara'nın elini sıkıca tuttum. "Ay evet Müjgan'cığım senin için geldik!" dedim heyecanla. "Çocukluğun geçmiş burada! Vuslat amca ile anılarınız olmuş hep! Belki hatırlarsın diye geldik!"

Müjgan teyze raflara doğru yürüdü. Parmaklarını kitapların sırtında gezdirdi. Sanki yokluyordu. Sanki emin olmaya çalışıyordu. Bir kitabı çekti. Sonra bir tane daha. Sonra durdu.

"Vuslat bunu severdi," derken bana döndü. Kitabın kapağını titreyen elleri ile okşadı. "Bana okurdu. Sesi çok güzeldi."

Boğazım düğümlendiğinde yutkundum. Gözlerim doldu ama ağlamadım. Kara elimi yavaşça sıktığında ona döndüm. "Bırakalım biraz, dolansın," dedi ve avcumun içini birkaç kez dudaklarına bastırdı. "Biz de kütüphanemize yeni kitaplar alalım."

"Kaya Çiy ne zaman raflarda olur acaba?" derken heyecanla kütüphaneye bakıyordum. "Okuldaki en yüksek notu yazdığım bu kitapla ben alacağım. Sadece birinci olanın kitabı basılacakmış! Benimki basılır bence, değil mi Kara?"

"Hele bir en yüksek notu vermesin," derken gözleri kitaplardaydı. "Gelir o hocanın ta amın-"

"Kara," diye mırıldandım. Kütüphaneden bir kitap çekip bana döndü.

"Benim güzel karıcım eğer öğretmenin kitabını basmak istemezse ben sana matbaa açıp senin yazılarını bastıracağım, söz." Yavaşça karnıma doğru tuttu elini. Gözleri Şebnem'deydi bu sefer.

Şebnem. Evet, o bizimle kaldı. İkizlerden biri kızdı. Vefat edenin cinsiyetini bilmiyorduk. Umut dediğim belki de hep oydu. Şebnemdi umut.

"Çok az kaldı," dedim heyecanla. "Tekmeliyor sürekli. Gözleri seninkilere mi benzeyecek acaba? Boncuk boncuk!"

Gülümsedi Kara. "Dünyanın en şanslı adamı benim," derken Şebnem'e bakıyordu. Ona doğru eğildi. "Sen de dünyadaki en şanslı çocuk olacaksın. Çünkü senin baban gitti ve en güzel anneyi sana seçti."

"Ya utandım Kara," derken kıkırdadım. "Şımartma beni." Gözlerim Müjgan teyzeye kaydı. Bir masaya oturmuş, elindeki kitabın kapağını okşuyordu. Gülümsüyordu. Kara baktığım yere baktı.

"İnsan bazı anıları unutacaksa keşke hep böyle unutsa, değil mi Çakır?" dedim sessizce. "Acıları silinip, sevgileri bırakacak şekilde."

"Öyle güzel karıcım," dedi aynı sessiz tını ile. "Ne demişti Özdemir Asaf? Kimine unutmak bile çok, kimine unutmamak az."

Gülümserken istemsiz gözlerim dolduğunda Kara orada olduğunu bana hatırlatmak amaçlı yavaşça elimi sıktı. Hızla gözlerimi sildim diğer elimle. Müjgan teyze bazı şeyleri unutuyordu. Kimi zaman kendi ismini, günleri, yüzleri ama sevgiyi unutmadı. Hafızası silinse bile o Vuslat amca için atan kalbi hep yerinde kaldı. Onu ölümden değil, zamandan kaybetmeye başlamıştı. Çünkü bence insanlar aslında ölmezdi, atan diğer kalplerde hep hatırlanırdı.

Eve döndüğümüzde Karamel'in mama kabına su doldurup yatak odasına adımladım ve yatağa uzandım. Yatak odasının kütüphanesini çok seviyordum. İçerisi kitapların kokusuyla hep ferahlıyor gibi hissediyordum.

Radyoda Erkin Koray çalıyordu. Mırıldanırken komodinde yarım duran kasnağı aldım. Elimdeki tığ ile yavaş yavaş kasnağı oyuyordum. Kapı tıkladı.

Tak, tak... Tak tak tak.

"Gel!" dedim bir yandan mırıldanırken. Kara başını kapıdan uzatıp gözlerini bende bıraktı.

"Müsait mi benim güzeller güzeli karıcım?"

"Evet müsaitim Kara gel," dedim mırıldanmaya devam ederken. "Bu kanaviçeyi Kemeraltı'ndan almıştın, hatırlıyor musun? Daha sevgili bile değildik o zamanlar. Ben kendime alacaktım sonra sen bana da yaparsın diye iki tane birden almıştın."

"Seninle geçen her saniyeyi hatırlıyorum," derken yatağın diğer yanına oturdu. Sırtını yatak başlığına dayadı. Eli karnıma gitti, Şebnem'i sevdi sakince. "Ben kasnağı hiç yapmayacaksın sandım."

"Ya anca başladım!" derken ona döndüm. İstemsiz kaşlarım çatılmıştı. Bunu fark ettiğinde kaşlarını çatarak beni taklit etti ve sırıttı. "Ne?" derken güldüm.

"Ekşilenme bana öyle ısırırım suratını."

Omuz silktim. "Yapma benim taklidimi falan. Hala küsüz seninle."

"Yuh kızım! Bir sene oldu amına koyayım." dedi şaşkınlıkla. "Ne zaman barışacaksın?"

"Hiç!" derken kasnakla ilgileniyordum. O ise karnımı sevmeye devam ediyordu. "Kara?"

"Ömrüm?"

"Bak," derken kanaviçeyi ona doğru tuttum. "Şebnem'in ondasına da bir tane yapsam mı? Çok heyecanlıyım Kara! Kızımızın gelmesine haftalar kaldı. Bir tane de Melisa ve Kaya'nın oğlu için yapacağım." Bir an duraksadım. Kıkırdadım. "Kız bekliyorlardı nasıl da son anda erkek olduğu ortaya çıktı ama... Of ya! Keşke kızları olsaydı, kız kuzenler daha iyi anlaşırdı. Neyse, erkek çocuğu ile idare edeceğiz."

"Ben Kaya'nın evlenmesine hala inanamıyorum," dedi Kara gözleri yarım yamalak açılırken. "Sıra Hande'ye geliyor, ona yanıyorum."

"Zeki var daha," dediğimde gözleri tamamen açıldı ve bana döndü. "Ne?" derken omuz silktim. "Çocuk aylardır mahalleye uğramıyor. İçeri almıyorsunuz. Yazık günah değil mi?"

"Değil," derken gözlerini tekrar kapattı. "Cezalı o hala."

"Akşam herkesi toplayacağım ya," derken ona yan bakış attım. Gözleri kapalı sırıttı. "Ya çağırdım işte! O da bu ailenin bir çocuğu. O da gelecek yemeğe."

"İyi," dedi sırıtırken. "Senin tüm mahalleyi bir arada tutmana ne diyeceğiz peki? Kırmızı'daki paradan toplayıp ruhsuz çocukları lunaparka götürmelerin mi dersin?" Gözleri açıldı. "Tek başına düşüp ölse kimsenin cesedi kokana kadar fark etmeyeceği yaşlı Müjgan karısının evinin duvarlarına desenli kağıtlar döşememizi mi dersin?" Bana baktı. "Benim gibi hayatı hiç olarak gören bir adama nefes olmanı mı dersin? Hangi biri Melek?"

"Utandım," dedim sessizce gülümserken. "Beni mahcup etme. Ben yemek yapacağım aileme."

"Yürü," dedi arkamdan bakarken. "Kanaviçe yine yalan oldu amına koyayım."

"Ya of bitireceğim! Söylenme!" derken sinirle odadan çıktım. "Git marketten eksikleri al!"

Kara'nın eline bir alışveriş listesi tutuşturup mutfağa adımladım. Kollarımı sıvadım. "Şebnem? Birlikte ailemize çok güzel yemekler yapacağız tamam mı?"

Tezgaha dayandım bir an. Derin nefes aldım. Ev sessizdi, sadece duvardaki saatin tıkırtısı vardı. O eski kahverengi saatlerden.

Hafifçe karnımı okşarken, "Bak şimdi güzel kızım. Kaya, Hakan ve Zeki gibi hayvanları doyurmak kolay değil ama annen manyak, halleder," diye mırıldandım.

Dolabı açtım. Önce klasikler. Zeytinyağlı yaprak sarma. Onsuz masa olmaz. Bir an düşündüm. "Neyse bunu ablama yaptıralım," diyerek balkona çıktım. Pastaneye doğru bağırdım.

"Abla!" Sesim mahallede yankılanırken ablam şaşkınlıkla pastaneden çıkıp başını balkona kaldırdı.

"Ne!" diye bağırdı geriye.

"Akşama sarma yap!" dedim ve tekrar içeri geçtim. "Şebnem bu kadar hamarat bir annen olduğu için çok şanslısın! Sana şimdiden öğreteyim. Fırın tepsisi dolmadan misafir ağırlanmaz."

Mutfaktaki radyoyu açtım. Bendeniz çalıyordu. Bu kadını hiç sevmiyordum. Çünkü çok güzeldi. Çok seksiydi. Adamlar ona hayrandı. Sinirle radyoya adımladığım sırada Kara elindeki poşetlerle içeri girdi.

"Bırak tezgaha," dedim radyoyu değiştirirken. "Bu kadının sesini evimde duymayacağım."

"Kimin?" dedi poşetleri tezgaha bırakırken. "Bendeniz'in mi?"

"Sussana! İsmini söyleme," dedim sinirle. "Hiç sevmiyorum bu kadını. Hiç!"

"Tamam bebeğim," dedi şaşkınlıkla. "Ödüm kopuyordu hamileyken benden nefret edeceksin diye, Allah'tan gelişigüzel insanları sevmiyorsun."

Poşettekileri çıkarttım. Rus salatası yapmaya başladım. Bir an durup hepsini yana bıraktım. "Rus salatasını da hiç sevmem! Rus kadınlarını da öyle. Yapmayacağım."

"Tamam bebeğim," dedi Kara şaşkın şaşkın beni izlerken. "Ben sana nasıl yardım edeyim?"

"Git ayağımın altında dolanma," dediğimde sırıtarak yatak odasına adımladı.

"İki metre adama ayak altında dolanma diyen bir buçuk metrelik kız," diye mırıldandı. "Bir şey lazım olursa seslen."

Arkasından onun taklidini yaparak yemeklerle ilgilenmeye devam ettim. "Şimdi anneciğim fırına köfteleri atacağız. Yanına pirinç pilavı yaptık. Tereyağını biraz fazla koydum. Kimse diyet yapmıyor, yapan varsa da defolsun gitsin."

Kara'nın aldığı cam şişe kolaları turuncu renk buzdolabına dizdim. Melisa ve ben hamile olduğumuz için bize meyve suyu almıştı. Koyu renkli, konsantre olanlardan.

En sona irmik helvasını bıraktım. Çünkü Melisa kesin söylenecek. Tahta kaşıkla karıştırırken kolum yoruldu ama durmadım. "Bunu kokudan tanıyacaklar," dedim. "Zeki kapıdan girerken 'helva mı bu?' diye çığlık atacak. Ya da biri öldü sanıp ağlayacak." Kıkırdadım.

Saat ilerledikçe mutfak sıcaklaştı. Saçım toplu, üstüm un içinde. Ama keyfim yerindeydi. Hiç de yorulmadım. Kara pek çok yardıma geldi, bir yerlerimi yakarım diye benim yerime fırındaki tepsileri aldı ama her seferinde onu kovdum.

Karnıma bir kez daha dokundum. "Bak," dedim fısıldayarak. "Bu ev dolacak. Gülüş olacak. Sonra da herkes gidecek. Ama biz burada kalacağız. Tamam mı?" Cevap verir gibi içimde bir kıpırtı oldu. Gülümsedim. "Tamam," dedim. "Anlaştık."

Duş aldıktan sonra yatak odasına adımladım. Kara çalışma masasındaydı. Elinde kağıtlar vardı. Bir şeyler yazıyor, hesaplıyordu. Yan bir şekilde kucağına oturduğumda gözleri kağıtlardan çekilmedi ama kolları beni hemen sardı. Başımın tepesini öptü.

"Ne yapıyorsun aşkım?" dedim uykulu. Başımı koynuna yasladım.

"Aşkın seni ham yapsın," dedi kağıdı okurken. "Mahalledeki tüm silah işlerini durdurduk. Kızımın büyüyeceği mahallede pislik satışlar yapılmasını istemiyorum."

"Harika bir fikir," dedim esnerken.

"Onun yerine..." dedi, nihayet dudaklarını tekrar başımın tepesine götürürken. Ses tınısında tuhaf bir parıltı vardı. "Kaset işi yapıyoruz."

Başımı kaldırdım. "Ne?"

"Boş kaset," dedi çok ciddi. "Mahallede kim ne istiyorsa dolduruyoruz. Tarkan, Sezen, arabesk, karışık. Radyodan çekme. Yanına da sebze."

Sessizce baktım. Sonra güldüm. "Sebze mi?"

"Evet prensesim," dedi gayet sakin. "Domates, salatalık. Kaseti alana yarım kilo bedava."

"Sen kafayı mı yedin Kara?" derken gülmeyi durduramadım. Başımı koynuna daha da sokuşturdum.

"Yok," dedi sakince. "Doksanlar ruhunu yaşatacağım. Millet ya müzik alır ya akşam yemeği. Biz ikisini birden veriyoruz. Nasıl ticari zeka?"

Kahkaha attım. Karnımı tutarak. "Şebnem," dedim, "Baban eskiden silah satardı. Şimdi karışık kasetle salatalık satıyor."

Başımı tekrar öptü. "Mahalleye yakışır," dedi. "Pislik yok, gürültü yok. En fazla kaset sarar."

"Peki adını ne koydun bu işin?" dedim.

Kağıdı bana uzattığında başımı koynundan çekip masaya baktım. En üstte yazıyordu. Melek Kaset & Manav.

"Altına da slogan yazdım," dedi.

"Ne?"

"Dinle, ye, sus."

Bir an baktım. Sonra tekrar gülmeye başladım. "Anneciğim ben babana aşık olduğum için utanmıyorum," dedim. "Ama biraz korkuyorum."

"Geçer," dedi. "Salatalık sezonu bitince."

"Ya çok komiksin," dedim gülerken. "Gördüğüm en komik erkek sensin Kara!"

"Allah Allah," dedi sırıtarak tekrar başını kağıtlara indirirken. "İnanmadın mı ya bu ticari işe?"

"İnanmadım," dedim gözlerimi kapatırken. "Söyle, ne yapacaksın silahları?"

"Başka bir depoya taşıyacağım. Orada devam edeceğiz."

"Salatalık diyor, salaksın!" dedim gülerken.

"Salak etti beni senin bu güzelliğin," dedi karnımı severken. "Uyu biraz koynumda."

"Bak şimdi babasının güzel kızı," dedi Kara küçük kız onun omuzlarındayken.

Üç dört yaşlarındaki kız minik ellerini babasının saçlarına dolamış, gülerek tepeden bakıyordu dünyaya. "Ben üçe kadar sayıyorum, sonra kaçıyoruz."

"Baba!" dedi kız gülerek. "Korkuyorum!"

"Ben varken sakın hiç kimseden korkma," dedi Kara elleri, bacaklarını babasının omuzlarından aşağı sarkıtan kızının ayak bileklerinden sıkıca tutarken. "Ben sizi her şeyden korurum. Baban ölmedi senin."

"Hadi ya birisi görecek!" diye bağırdım heyecanla. İçimde adrenalin doluydu. Kara hafif öne eğildiğinde küçük kız heyecanla yabancı evin ziline bastı.

"Şebnem!" diye bağırdı Kara telaşla. "Kızım üçe kadar sayacaktım ya!"

"Koş!" dedim korkuyla Kara'nın yanından kaçarken. Mahalledeki yaşlı kadın ön camını açıp evin içinden öfkeyle dışarıya doğru bağırmaya başladığında hepimiz bahçesinden çıkmış yolda koşuşturuyorduk.

"Yine mi siz çaldınız kapımı! Bıktım ben sizden! Polise vereceğim sizi!"

"Müjgancığım neler diyorsun öyle!" diye bağırdım kaçarken. Şebnem minik elleriyle sıkıca babasının kafasını arkadan tutarken, Kara'nın bir gözünü kapatıyordu.

"Anne komik!" diye bağırdı Şebnem gülerek, "Baba kaç!"

Mahalledeki çocuk parkına girdiğimizde nefesimi düzenliyordum, "Karişim iyi ki bizim mahalleye böyle güzel bir çocuk parkı yaptırdın, sayende iki dakikada geliyoruz Şeboşumla her gün oyun oynamaya."

"Şeboş!" dedi Şebnem kıkırdarken. "Şeboş salıncakta sallanacak!"

Soluk soluğa bir şekilde kendimi salıncağa bıraktım. Kara, Şebnem'i omuzlarından indirip kucağıma oturttu ve arkamıza geçti, "Sen yorulma diye adım attığın toprakları bir bir ellerimle oyup yollarına gül serdim işte."

Şebnem'in saçlarını sabah Kara iki yandan örmüştü. Saç uçlarındaki minik kurdeleleri ise ben bağlamıştım. Minik ayaklarında pembe bir çift yağmur çizmesi, üzerinde kat kat giydirdiğim rengarenk kıyafetleri vardı. O kucağımdayken bir kolumla ona sıkıca sarıldım ve diğer elimle salıncağın demirini tuttum.

Kara arkamızdan elleriyle salıncağı yavaşça itti. Şebnem gülmeye başladığımda ben başımı omzumun üzerinden arkaya çevirdim.

Kendini canavar gören, tek tehlikesi güzelliği olan o adama baktım.

Sen, Kara. Sana baktım.

Şebnem'in yatağının altına saklanan o kötü canavarları korkutup kaçıran kahraman olacaksın. Gerekirse met cezirler aramıza girecek ama sen onları ellerinle düzelteceksin. Birkaç dalga savrulacak ortamıza, sen beni boğulduğum yerden çekip alacaksın. Biliyorum, Şebnem doğacak, sen onun elini hiç bırakmayacaksın.

Rüyamda gördüm güzel kızımın yüzünü, Kara'nınkilere benzeyen mavileri vardı. Çok güzeldi Şebnem, aynı babasının kızıydı.

Gözlerimi açtığımda içeriden sesler geliyordu. Yatakta uzanıyordum, üstüm örtülüydü. Hava kapalıydı. Üzerimdeki yorganı atıp ayaklandım ve koridorda adımlamaya başladım. Bir yandan sesler yükseldi.

"Vay vay!" dedi Melisa bana dönerken. "Dostikom! Ne yemekler yaptın bize? Ev ne kadar güzel kokuyor!"

Kaya hemen masaya oturmuştu. Ablam ise çoktan gelmiş, ben uyurken masayı yerleştirmişti. Kara ise Kırmızı'daydı.

"Geçin bakalım," dedi ablam yemekleri ısıtırken. "Sen de yüzünü yıka gel."

"Çok güzel bir rüya gördüm ya," derken kıkırdıyordum. "Çok komikti. Müjgan teyzenin ziline basıp kaçıyorduk."

Masaya yerleştiğimizde Kara da sonunda eve gelmişti. Yanıma oturduğunda hızla ona rüyamdan bahsettim. Melisa yemeklerle ilgileniyordu. Kaya gergindi. Ablamsa sofradaki eksikleri götürüp getiriyordu.

"Hande nerede?" dedi sonunda masaya otururken.

"Ergenliğe girdi o, bizle takılmıyor," dedi Kaya yemeğini yerken.

"Anladım," dedi ablam sessizce. "Zeki peki?"

Tam o sırada kapı çaldı. "Ben bakarım," dediğinde hepimiz oturduk. Kara'nın masadan kalkmasını, kapıya adımlamasını izledik.

"Döver mi?" dedi Melisa, Kaya'ya dönerken.

"Belli olmaz," dedi Kaya yemeği ile ilgilenirken.

Kara kapıyı açtı. Zeki elleri önünde birleşmiş, başı yere eğik bir şekilde bekliyordu. "Melek bacım bayan kadını yemek var dedi diye gelmiş bulundum," dedi sessizce. "Aile yemeği dedi. Sen de gel dedi. Sensiz kahroluruz dedi."

"Abartma!" dedim arkadan.

"Tamam kahroluruz demedi ama ben kahrolacağınızı hissederek geldim," derken başını Kara'ya kaldırdı. "Bu aciz kulu ailenize kabul edecek misiniz?"

Kara birkaç saniye bize döndü. Melisa ve ben elimizi evet anlamında sallarken Kara tekrar Zeki'ye baktı. "Git Hande'yi de al alt kattan, gelin beraber sofraya."

"Yuppi!" dedi Zeki hızla zıplarken. "Yaşasın yaşasın! Bu seksi cazibeme kadınlar hayır diyemiyor, bunun farkındayım. Ama kapılardan sığamayan adamlar bile hayır diyemiyor farkında mıs-" Kara kapıyı onun suratına kapatıp tekrar masaya otururken ablam imalı bakıyordu.

"Hande sizinle küstü sanırım. Zeki mahalleden kovulduğundan beridir tavırlı gibi."

"Ergen işte," dedi Kaya tekrar. Bir şeyleri anlamıyordu. İmaları fark etmiyordu. Belki de kondurmadığındandı.

Kapı çaldığında Kara tekrar ayaklanacaktı ki ablam, "Ben açarım," diyerek kalktı. Hande ve Zeki kapının girişinde sessizce içeri bakıyorlardı. Hande, Zeki'yi aylar sonra mahallede gördüğü için şaşkın, tekrar eski günlere döneceğimiz içinse heyecanlıydı.

"Abi?" derken içeri adımladı. Terliklerini yana bıraktı. "Zeki abi geri mi döndü mahalleye?"

"Diyorum inanmıyorsun," dedi Zeki yanından geçip masaya adımlarken. Sandalyelerden birini ters çevirdi ve masaya ters sandalyesiyle bir oturdu. "Gülsüm ablacığım bana bir tabak yapıversene hanım kızım. Hadi be gülüm."

Ablam bir tabağa yemeklerden dolururken Hande hala şaşkın şaşkındı. Boş bulduğu bir sandalyeye oturup geriye yaslandı. Gözleri hep Kara'da kaldı.

"Yavaş ye ayı," dedi Kaya sessizce Zeki'ye doğru eğilirken. "Boğazında kalacak şimdi."

"Açım lan ben aylardır!" dedi Zeki sarmaları hızla ikişer ikişer yerken. "Ne demişler? Fakire ağaç dikmişler gölgesinde sikmişler. Bir sarmayı çok gördün bana ama be!"

"Pis pis konuşma sofrada," dedi Kaya mırıldanarak. "Çocuklar var."

Zeki yanağı şiş bir şekilde başını kaldırıp sırayla Melisa ve benim karnıma baktı. "Anam bunların göbekler aha da arşa çıkmış! Zekiye amcaları onlara zıbın aldı. Hemisi de yüzde yüz pamuk. Ne zamana çıkar bu veletler? Ona göre kulak tıkacı alacağım çarşıdan. Ağlama seslerini çekemem."

"Gelir gelmez," dediğinde Kara'nın elini yavaşça tuttum. "Başladı gelir gelmez. Kafamı sikiyor."

"Sofradayız tadımız kaçmasın," dedim sessizce. "Bıraksana, ne güzel konuşuyor işte."

Kara bıkkın nefes verirken Melisa gözlerini benden kaçırıyordu. "Dostikom?"

"Efendim?" dedim merakla. Yutkundum. "Söyle dostikom."

"Biz bir karar aldık," derken Kaya'nın elini tuttu. "Yani, aslında iyi bir şey mi kötü mü bilemedik. Ama senin için yani."

"Nedir?" derken Kara'nın da tüm odağı Melisa oldu.

"Hani sen bir oğlun olsa ismini Umut koymak istiyordun ya..." dediğinde kalbime bıçak girdi. Umut. Benim tüm heveslerim, kalbimin karanlık atan nefesi. Onu karnımda kaybetmek büyük bir ölümdü ama ikizi Şebnem hala nefes alıyordu. O yüzdendi böyle güçlü olmam belki.

"Evet?" dedi Kara, benim yerime.

"Biz onu yaşatmak istiyoruz. Oğlumuzun adını eğer istersen Umut koymak istiyoruz."

Hızla sandalyemi geriye çektim. Herkes bana baktı. Hem şaşkın, hem harlı. Melisa'ya doğru adımlarken alt dudağım büzülüydü. Oturduğu yerden başı ile beni takip ediyordu. Ona öyle sıkı sarıldım ki istemeden ağlamam sesliye döndü.

Elleri sırtıma gitti, sıvazladı. "Melisa," dedim sessizce. "Bu asla kötü bir karar değil. Beni çok mutlu eden bir karar," derken gözlerimi kapattım. "Bunu yapmak zorunda değilsin."

Zeki bir anda sertçe alnını masaya vurdu. "Ah!" dedi ağlamaklı şekilde. "Bu ailenin dramları bittabi beni kahrediyor kuzum!"

"Sus ya!" dedi Hande gözlerini ovarken. "Güldürme."

Zeki doğrulurken ben Melisa'dan ayrılmıştım. Gülümsedim. "Teşekkür ederim Melisa."

"Ben Toprak istiyordum aslında," dedi Kaya geriye yaslanırken. Ellerini iki yana açıp havaya tuttu. "Toprak Çakır," diye fısıldadı. "Karizma olurdu."

"Toprak ne be yok çamur!" dedi Zeki sinirle. "Umut iyi işte."

"Sana ne birader?" dedi Kaya ona dönerken. Ağzı aralık kaldı. "Sana mı soracağız çocuğumuza vereceğimiz ismi? Bak Zeki geleli on dakika oldu şimdiden dayak yeme benden."

"Aman ikinci oğlumuz olursa onun adını Toprak koyarız," dedi Melisa omuz silkerken. "Ne var ki?"

"Ha, yaparız diyorsun," derken Kaya sırıttı. Zeki ise bir anda kahkaha attı.

"Vallaha ben sarmaları götürüyorum bu da ayak üstü karısını götürüyor," derken sarmaları yiyordu. "Müstehcen sohbetleriniz için yarın akşamı bekleyin."

"Bana düğün çıkışı Ahraz Zeki ile attığınız o tekmeleri unutmayın," dedi Kara geriye yaslanmış, yanına oturduğumda tekrar elimi tutarken. Gözlerini Kaya'ya dikti. "Senin yarın akşam düğün sonu kemiklerini kıracağım kardeşim."

"Kocamı da yedirmem!" dedi Melisa, Kaya'nın koluna girerken. "Vuramazsınız."

"Melek niye dövdürdü kocasını! Seninki koca da onunki göt mü!" diye bağırdı Zeki bir anda.

"Aa! Yeter be!" derken Melisa elini masaya vurdu. "Bana bak ortalığı karıştırıp durma sen artık. Kes sesini. Ne gıcık bir insansın sen ya!"

"Sıra sana da gelecek," dediğinde herkes ablama döndü. Elindeki yarısı bitmiş cam kola şişesine bakıyordu. "Sen evlendiğinde onlar da seni dövecek. Bence bu günleri hatırlayarak okkalı dayak yedirirler sana."

"Yok anam ben evliliğe karşıyım, ben kırklarının sonunda hiç evlenmemiş o bekar ve alkolik teyzelerden olacağım," dedi Zeki geriye yaslanırken.

"Öyle mi?" dediğinde ablam gözlerini ona çıkarttı. "Niye? Sevdalın yok mu?"

"Beni mi alacaksın, hayırdır?" dedi Zeki şaşkınlıkla. "Ben yokken bu mahallede herkes bir manyaklaşmış!"

"Teveccühün Zekiciğim," dedi ablam gülümserken. "Aksine akıllandık." Gözlerini büyüttü. "Açıldı gözlerimiz."

"Ne demek o?" derken Kara araya girdi. "Ne ima ettin? Açıkça söyle."

"Evet!" dedi Zeki gözleri kocaman olurken. Bedeni heyecandan yanıyordu. "Söylesin lan Kara! Ne ima ediyor bu bana!"

"Bir şey ima etmedim canım sakin olun," dedi ablam mırıldanarak. Şişedeki kolasından birkaç yudum aldı. "Sadece sıra sana da gelecek. Bunu söylüyorum."

"Gel al beni," dedi Zeki sinirle sarmaları ağzına tıkıştırırken. "Çok meraklıysan benim aşk hayatıma babamdan iste beni. At ağızlı."

"Edepsizlik yapma!" dedi ablam sinirle. "Haddini bil, terliği çakarım suratına."

"Abla tamam pardon," derken Zeki'nin sesi kısıldı. "Gaza geldim. Kusura bakma."

Bir anda hızla konuyu değiştirmek için ortaya atıldım. "At demişken! Dostikom hatırlıyor musun seninle at yarışına gitmiştik!"

"Evet," dedi Melisa kıkırdayarak. "Kaya kıskanmıştı."

Zeki parmaklarını birbirlerine doğru yaklaştırıp kısıkça güldü. "Küçük çüklü demişti," derken kıs kıs gülüyordu. Hande ise gülerken sessizce Zeki'nin omzuna vurdu.

"İşte orada kazanan atı Kara benim için satın aldı! İsmini de Çiy koyduk!"

"Kızınızın isminin anlamı Çiy, atlarınızın adı Çiy. Kedinizin ismi Kara ve Melek'in birleşimi Karamel... Siz gördüğüm en sevimsiz vıcık aşıklarsınız," dedi Zeki yüzünü ekşiterek. "Mıç mıç."

"Ay ne güzel!" dedi Melisa heyecanla. "İleride çocukları götürürüz. Hep beraber izleriz hipodromda, değil mi Kaya?"

"İzleriz tabii," derken Kaya sırıtıyordu. "Sen iste ben de alırım sana bir tane. Güzeller güzeli küçük yan mahallelim."

"Laf çalma göt!" dedi Zeki sinirle. "Haysiyetsiz piç!"

"Bak yemin ederim seni vururum," dedi Kaya sinirle. "Şu siktir olup gidebilir mi?"

"Gitmem! Ben bu evin direğiyim. Ben bu yuvayı yapan dişi kuşum. Bu aile bensiz dağılır gider. Burada oturacağım." Eline bardağını aldı. "Kolamı yudumlayacağım."

"Boğazında kalsın," dedi Melisa kıkırdarken. "Ay bu sevimsiz şizofren Zeki'yi özleyeceğim hiç aklıma gelmezdi."

"Ben hep özlüyordum," dedi Hande sessizce. "Siz çok mutluydunuz ama. Bir tek ben özlüyordum onu."

Zeki derin bir nefes verip yutkundu ve geriye yaslandı. Başını Hande yerine Kara'ya kaldırdı. Göz göze geldiler. Bir şey demediler.

"Neyse ne," dedi ablam gülümserken. "Yarın evleniyorsun Melisa. Kardeşim de burada, hali vakti yerinde. Her şey çok güzel, maşallah."

"Götünü kaşı nazar değdirme," dedi Zeki sessizce. "Kem gözlü."

"Ya sen bana niye kuruldun?" dedi ablam gülerken. "Aşk meşk lafları ettiğim için mi?"

"Etme ablacığım bana böyle muhabbetler! Sevmiyorum. Etme."

"İyi tamam," dedi ablam gülerken. "Bir şey demedim."

"Müsaade buyurun," derken Kaya ayaklandı. "Yarın düğünümüz var, malum. Oğlumun annesi erkenden uyusun istiyorum."

Zeki, "Bunlar da çocuk doğacak daha yeni düğün yapıyor mallar," dediğinde Hande gülerken yavaşça tekrar onun koluna vurdu.

"Biz de kalkalım," dedi ablam ayaklanırken. "Zeki kalk bakayım. Seninle biraz abla kardeş konuşalım mahallede turlarken."

"Abla bana aşk itirafı falan yapacaksan şimdiden söyle çünkü ben sana bakmam. Sen yaşlısın."

"Saçma sapan konuşma," dedi ablam gülerek masadaki eşyaları toplarken. "Seninle özel bir şeyler konuşacağım."

"Karı mı buldun yoksa?"

"Ay nasıl hemen heyecanlandın?" dedi Hande şaşkınlıkla. "Hani aşk işlerinde gözün yoktu?"

"Yok zaten, heyecanlanmadım. Sadece alışık olduğum durumlar bunlar," derken Hande'ye eğildi ve fısıldadı ama hepimiz duyabildik. "Böyle her yaş grubu kadınlar benim ultra çekici cazibeme kapılıyor lanet olsun ki. Ben ne yapabilirim söyle bana hanım kızım?"

"Neyse," dedi Hande gülerek bana sarılırken. "İyi geceler." Eğildi ve parmaklarını karnıma tuttu. "Halacığım iyi geceler!"

Bir bir evden ayrıldıklarına masayı çoktan temizlemiştik. Kendimi yatağa bıraktım. Gözlerim yarım yamalak açılıp kapanırken sessizce tavanı izliyordum.

"Kara?" dediğimde Kara kütüphanesinden bir kitap seçiyordu okumak için.

"Karıcım?"

"Bana ilk tanıştığımızda kitaplardan birinde not bıraktığını söylemiştin," derken ayaklandım. Aklıma geldi sanki o an. "O not hangi kitaptaydı?"

Kütüphanede gözlerini kısaca gezdirdi. Bir kitabı çekip bana doğru uzattı. "Bu kitaptı, hayat anlamım."

Kitabı aldım. Sayfalar parmaklarımın arasında dönerken bir kağıda gözüm takıldı. O sayfada kaldım. "Kara?"

Güldü istemeden. "Söyle, güzel karıcım."

"Notu okuyabilir miyim?" derken gözlerimi kağıtta tuttum.

"Sana yazdım zaten," dediğinde kısaca ona baktım. Gözleri elindeki kitaptaydı. "Ayrıca benim olan her şey senin. Bu evde bir şeyler yaparken bana sormana gerek mi var?"

Notu açtım. İçinde onun inci gibi yazısı vardı. Kalbim hızlandı.

"Küçük Enver'i yaşatamadım. Allah korumam için karşıma küçük bir evsiz çıkarttı. o çocuğu ölene dek koruyacağım. Gerekirse otuz yaşına gelsin, benim için hala korunmaya aç bir ruhtan farksız olacak. Ona öyle hassas bakacağım." -Karahan Çakır, Tarih :On Sekiz Aralık 1979

"Küçük Enver kim?" derken başımı ona kaldırdım. "Manisa'da benimle karşılaştığın tarih."

"Bana babamı neden sevmediğimi, ona neden saygı duymadığımı sormuştun ya," dedi salona adımlarken. Merakla peşinden ilerlemeye başladım. Bir elim karnımda, diğer elimde not vardı.

"Hiç sormadım."

Durup bana döndü. Gülümsedi. "O güzel dudakların değil belki ama gözlerin çok sordu," dedi. Koltuğa oturdu. Bacağına birkaç kez vurdu. "Gel bakalım kocanın dibine."

Koltuğa uzandım, başımı onun bacağına yerleştirdim. Gözlerim açık, karanlık salondaki orta sehpadaydı.

"Babam annemi aldatıyordu. Defalarca anladım. Hiç yakalayamadım ama. Sonra bir gün Kaya ile onu takip ettik. Mahalleli birinin arabasını çaldık, peşine takıldık. Manisa'ya, sizin köye geldi. Köhne bir evin kapısını çaldı, bir kadın açtı. İçeri girdi."

Yutkundum. Sesi kısıktı ama duyguları bağırıyordu. "Sonra ben ara ara o evi gözlemek için tek başıma sizin köye gelmeye başladım. Araştırdım. Kadının adını öğrendim. O da evliydi. Enver diye bir oğlu vardı. Senle yaşıttı."

"Kocası?"

"Marangozdu. Haberi yoktu. Olsa muhtemelen babamı öldürürdü." Birkaç saniye duraksadı. "Anneme bu kadar kötü davranıp onu aldatmasını konduramadım çocuk aklıma. On bir mi neydi yaşım. Ama kendimi çok adam sandım. Kadına önce dedim, babamdan uzak dur dedim. Tokat attı kadın bana. Çok sinirlendim. Dedim ki ben o zaman bu Enver'i döveyim, rahatlarım. Salaklık işte. Erkek aklı."

"Sonra ne oldu Kara?"

"Sonra güzel karıcım," dedi saçlarımı okşarken ama bunu istemsiz yapıyordu. O anlara gitti sesi. Göremedim ifadesini ama gözlerimde canlandı çehresi. "Sonra ben Enver'le yüzleştim. Annene söyle babama kuyruk sallamasın dedim. Benim annem üzülüyor dedim. Tarlada koşuşturmaca başladı. Ben onu dövmek için elime bir sopa aldım. O da kaçıyordu bağırarak. Küçücük çocuktan ne istedin diye sor? Ben de bilmiyorum. Gücüm ona yetti herhalde bir tek o zamanlar."

Hızla doğruldum. Kalbim duracak gibi oldu. Nefes nefese ona baktığım sırada öylece halıyı izliyordu. "Tarlada traktörün altında kalıp ölen bir çocuk vardı. O mu?"

"O," dedi sadece. Bana döndü sonra. "Benden kaçarken oldu. Bilsem kovalar mıydım?"

Ağzım aralandı. Bu olayı hatırlıyordum. Bir çocuk tarlada oynarken traktör yüzünden öldü demişlerdi. Annesi sonraları kanser oldu, öldü gitti. Babası ise bir başına hala bizim köydeydi. Sonra tekrar evlenmedi.

Sessizce tekrar onun bacağına yasladım başımı. Ne diyeceğimi bilemedim. Sadece sustum. "Sokaklarda dolanmaya başladım. Saatlerce ağladım. Kendimi öldürmek istedim ama sonra seni fark ettim. Sen de o çocuk yaşlarındaydın, ağlıyordun. Allah'ın bana kendimi affettirmek için bir mesajı olduğuna inandım. Seni korursam, Enver için beni affedecekti sanki. Sonra da elini tuttum senin, bir abi gibi. Bir koruyucu gibi. En önemlisi, Allah'ın bana gönderdiği bir melek gibi."

O an anladım. Bazı insanlar başkasını sevdikleri için değil, kendilerini affedebilmek için tutunur. Kara beni o gün sokaktan almadı, kendini yerden kaldırdı. Ben onun hayatına sonradan girmiş bir çocuk değildim, yarım kalmış bir duanın cevabıydım.

İnsan, başkasının kurtuluşu olduğunu anladığı anda sevilmekten korkuyor çünkü o sevgi, gitmeyi de günah yapıyor. Ve ben o gün, başımı bacağına yasladığım yerde şunu öğrendim. Bazı hikayelerde kalmak sevilmekten değil, vazgeçilmemekten geçerdi.

Ertesi sabah mahalledeki tüm evlerin kapıları aynı anda açıldı, pencereler aynı anda gıcırdadı. Ben daha üstümü tam giymeden, gürültü geldi zaten. tencere kapakları, kahkaha kırıntıları, aceleyle söylenen isimler.

Ellerimi balkon demirlerine tuttum. Önce aşağı baktım. Pastanenin önü her zamankinden daha kalabalıktı ama Hakan kalabalığın içinde değildi. Kapının hemen yanında, vitrinin gölgesinde duruyordu. Sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırmıştı, dumanı içine çekmiyordu bile. Yakıyordu sadece. Elinde tutmak için.

"Hakan!" diye bağırdığımda başını bana kaldırdı. "Günaydın!"

"Sana da," dedi başıyla. Hakan'ın omuzları düşüktü. Sanki biri üstüne görünmez bir ağırlık koymuştu. Gözleri pastanenin camından içeri bakmıyordu.

İçeride ablam pastayla boğuşuyordu. Koca tepsi mutfağın ortasında duruyor, o etrafında dönüp duruyordu. Önlüğünün ucu una batmıştı, alnından ter akıyordu ama yüzünde garip bir memnuniyet vardı. Yorulmuştu ama bu yorgunluk kutsaldı sanki.

Telaşla dışarı çıktı ve başını bana kaldırdı. "Gel hemen buraya. Şu pastayı incele ve güzel mi değil mi söyle bana Melek," dediğinde kıkırdadım.

"Ya abla sen yaparsın da nasıl çirkin olur!" dediğim sırada telaşla içeri girdi tekrar. Başımı bu sefer karşı balkona çevirdim. Benim bomboş duran balkonum. Eskiden buraya ilk geldiğimde o masada oturup ders çalışıp yaktığım değişik kokulu mumlar şimdi yeni balkonumun üzerindeydi. Haftaya sınavlarım vardı. Okula devam ediyordum. Bitirecektim okulu. Bu sırada ablam Şebnem'e bakacaktı.

Sonra başımı denize çevirdim. İzmir'in o tepe mahallesinin güzel manzarası. İnsanlar bizim mahallemize çirkin derdi ama biz çok güzeldik. Ben insanları çirkin yapan şeylerin mahalleler ya da çatılarındaki anılar olduğuna inanmadım hiç. İnsanı çirkin yapan şey akıllardı. Ve akılları güzel insanlar diğerlerini ötekileştirmezdi zaten.

Aşağı inerken heyecanlıydım. Melisa ve Kaya evleniyordu. Biraz geç kaldılar, bu doğru. Ama sonunda başardılar. Birbirlerini iyice anladılar. İleride yolları kaybetmemek için birlikte çıkacakları yolu önceden uzunca ezberlediler. Bu nedenle gecikti evlenmeleri, ama bu nedenle de sağlam kalacaktı temelleri.

Dışarıda Zeki ile Hande yan yana durmuştu ama öyle sıradan bir yan yanalık değildi bu. Aralarında görünmez bir gerilim vardı, tatlı bir şey. Zeki bir yandan çekirdek çitliyor, bir yandan da sağa sola laf atıyordu. Sürekli Hande'ye bakıyor, Hande her yakaladığında yüzünü başka yere çeviriyordu. Sonra ikisi de aynı anda gülümsüyordu, yakalanmış gibi.

"Çok güzelsin bugün," dedi Zeki, sesi alçak ama kararlıydı.

Hande saçını kulağının arkasına attı. "Her gün böyleyim zaten."

Zeki güldü. "Allah Allah," dedi çekirdek çitlerken. "Öyle mi? Sen çok mu üzüldün lan ben mahalleden kovulunca? Öyle duydum."

Hande bu sefer kaçamadı. Gülümsedi. "Ne duydun tam olarak?"

"Hande yataklara düştü, kahroldu dediler," dedi Zeki sırıtırken.

"Yalan demişler," dedi Hande omuz silkerken. "İyi oldu gittin biz de kafamızı dinledik."

"Bak sen, öyle mi olmuş?" dedi Zeki sırıtarak çekirdek çitlerken. "Akşam konuşacağım seninle. Özel ve acil bir konu."

"Ne gibi?" dedi Hande omuz silkerken.

"Gülsüm'e basılmışız amına koyayım."

"Ne demek o?" dedi Hande şaşkınlıkla ona bakarken. "Ne diyorsun anlamadım?"

Zeki yere çekirdek tükürdü. "Sen değil, ben basılmışım. Neyse, akşam konuşacağım seninle. Saat onda göletin orada bekle beni."

"Tamam," dedi Hande şaşkınlıkla. "Konuyu hiç anlamadım."

Kaya mahallenin ortasında bir ileri bir geri yürüyordu. Üstündeki takım elbise ona dar geliyordu sanki. Omuzlarını sürekli silkeliyor, kravatını çekiştiriyordu. Yüzünde düğün değil de mahkeme varmış gibi bir ifade vardı. "Abi gel buraya!" dedi Hande bağırarak.

"Damat Ferit!" dedi Zeki kahkaha atarken. "Tipini siktiğim nasıl da heyecanlı görüyor musunuz?"

Kaya koşarak bize doğru adımladı. "Dur," dedi Hande, yanına yaklaşıp. "Kravatın yamuk."

"Ya kızım elleme," dedi Kaya sertçe.

Hande yine de elledi. "Ya abi dursana! Böyle daha kötü oldu."

Kaya derin bir nefes aldı. "Oğlum ben hazır değilim galiba amına koyayım."

"Evlenmeye mi?" dedi Zeki yere çekirdek kabuğu tükürürken.

"Ne bileyim! Aşırı gerildim lan ben."

Zeki, "Düğünlerde gelinleri kaçırıyor ya yakışıklı adamlar, ben de seni kaçırayım mı?" dediğinde Kaya ona sertçe vurdu. "Vurma lan! Bebeksi suratımı acıtma."

O sırada Melisa mahallenin önünde belirdi. Elinde gelinlik torbası vardı, sanki biri alacakmış gibi göğsüne bastırıyordu. Gözleri ışıl ışıldı, heyecandan titriyordu. Ayakta duruyordu ama kalbi koşuyordu.

"Kızlar hadi kuaföre!" dedi hemen. "Erkekler sakın gelinliğime bakmaya çalışmayın çünkü açmayacağım."

Kimse bakmıyordu zaten. herkes onu izliyordu. "Dostikom çok heyecanlı," dedim kıkırdarken. "Resmen bu akşam Melisa Çakır olacaksın."

"Bence Kaya bunun soyadını alsın, bu Kaya'dan daha eril bir karı," dedi Zeki başı onaylar sallanırken. "Kayahan Müftüoğlu."

"Zeki git," dedi Kaya sırıtırken. "Melisa? Çok güzelsin."

"Daha giyinmedim bile," dedi Melisa gülümserken. Utanmıştı biraz. "Beni kuaföre bırakır mısın?"

"Elbette," dedi heyecanla kapıyı açarken. "Geç çocuğumun anası."

"E biz?" dedi Zeki şaşkınlıkla. "Ben saçlarımı yine kızıla boyatacaktım! Gelenek oldu bu! Melek'lerin düğünde de yapmıştım ya erkeksi kızıl Zekiye Han saç modeli! Beni de alın lan kuaföre bayan kadınları!"

"Motorunla gel piç," dedi Kaya arabaya binerken. Melisa başını camdan çıkarttı, bize doğru döndü. Gülümsedi kocaman. El salladı. Ona geri el salladığım sırada onunla karşılaştığım güne gittim. Otobüste atıştığımız, sonunda dost olduğumuz güne. O günden beri çok iyiydik onunla, hep de öyle olacaktık. İyi ki girdi hayatıma, iyi ki geldi mahalleye.

Müjgan teyze camdan dışarı izliyordu. Zeki ona el salladı. "Müjgan'ım akşama hazır ol seni dansa kaldıracağım!" dedi heyecanla. Müjgan teyze ise gülerek el salladı.

"İyi birlikte gidelim madem," dedi Hande motora adımlarken. "Sen götür bizi kuaföre."

"Götüreyim," dedi Zeki motoruna bindiği sırada. Kaskını Hande'ye uzattı. "Bu sefer de bariyerlere çarpma numarası yapayım mı?"

"Abim seni mahalleden değil dünyadan kovar," dedi kıkırdayarak. Kaskını başına taktı. "Akşam benimle ne konuşacağını hala çok merak ediyorum."

"Valla ben de nasıl konuşacağımı merak ediyorum," dedi Zeki ve motoru gazladı. Bir anda ayaklandı ve dilini dışarı çıkarttı. Sağa sola başını sallarken Hande'nin kaskın içinden gülmelerini duydum.

"Ben Ahraz Zeki! Kezzaplarım lan hepinizi!" diye bağırıyordu. Eğleniyordu. Gülüyordu. Bir eliyle motoru tutarken diğer eli ile ne olur ne olmaz elini geriye atmış, Hande'nin kolundan da tutuyordu.

Ben kenarda durdum. Olan biteni izledim. Zamanında şaşkın ama korkarak dolandığım mahalledeki yerimi fark ettim. Ben her ne kadar inkar etsem de bu mahalledendim. Çünkü konu mahalle değildi hiçbir zaman, konu buradaki insanlara aitliğimdi. Ve bu insanlar benim ailemdi.

Hakan sessizce sigarasını yere attı, ayağı ile ezdi. İçeri geçti. Ablam ise bir süredir görüştüğü Haydar abi ile birlikte arabaya bindi. Beraber kuaföre doğru gittiler.

"Ne o? Yolunu mu buldun küçük evsiz?" Sesi ile başımı çevirdim. Kara elleri ceplerinde, omzu apartmanın duvarına yaslı, beni izliyordu. "Kaç dakikadır sırıtıyorsun. Kaybettiğin yolu sonunda buldun mu yoksa?"

"Evimi buldum," dedim ona adımlarken. "Seni her şeyden çok seviyorum." Gözlerim yaprakların üzerindeki çiy tanelerine kaydı. "Onlar da şahit buna."

"Bak ne var?" dediğinde cebindeki iki küçük bileti bana uzattı. "Söz verdiğim gibi, Paris'e götüreceğim seni."

"Ne?" derken şaşkınlıkla biletleri elime aldım. "Ama sen hani yurt dışına çıkamıyordun?"

"Bayağıdır usluyum, devlet izin verdi," dedi sırıtırken. "Bundan sonra da uslu olacağım. Tek amacım seni ve evladımı mutlu etmek, biliyorsun." Arabasına doğru elini uzattı ve teyibe bir kaset yerleştirdi.

Yeni bir şarkıcı. Yaşar. Çok ünlendi, ismini hep duydum sokaklarda. Radyolarda. Afişlerde.

"Bir tanem seni görmeye görmeye görmeyi özledim," dedi Kara bana doğru eğilip şarkıyı mırıldanırken. Sırtım arabaya dayandı ve kıkırdadım.

"Söyleme bana şarkı falan, utanıyorum!"

"Çiy tanem seni boş yere üzmüşüm sonradan anladım," dedi gülerek şarkıyı mırıldanırken.

"Ya Kara! Utandım!"

Yavaşça burnumun ucunu öptü. Şarkıyı mırıldanmaya devam etti. "Bir tanem seni özleye özleye kalbimi avuttum. Çiy tanem seni söyleye söyleye kendimi unuttum."

"Utandım işte," dedim kıkırdarken.

"E öpeyim ben seni bi kere," dedi yavaşça yanağımı öperken. Sonra bir daha öptü.

"Bir dedin," dedim sırıttığım sırada. "Birden çok öptün."

"Kızım sen benim lokmalarımı mı sayıyorsun?" dedi şaşkınlıkla. "Benim karım değil mi? İstersem bin kere öperim. İstersem bir milyon kere üst üste öperim. İstersem de seni arabaya atar her yerini emcükl-"

"Kara!" dedim gülerken. "Ne diyorsun ya? Hadi kuaföre götür beni! Herkes gitti!" Burnumun ucuna bir çiseleyen damladı. Şaşkınlıkla duraksadım.

Kötülüğün içinde oluşmuş bir çiy. Karaların ininde, günahkar. Şeffaflığını hiç yitirmedi, çünkü onu avucunda tutan Kara onu incitmemek için çok dikkat etti. Ve bazen, çiylerin de rengi olabilirdi. Kimisi beyaz, kimisi kara. Çiyler şahitlik etti bu kitaba.

"Kara of ya yağmur yağdığı için çiyler kayboldu işte," dedim sinirle.

"Sen ne yapacaksın onları? Kara'nın Çiy'i zaten hep burada."

"Ben miyim o?"

"Sensin o."

"Kara Çiy," dedim, yavaşça. Kara'nın kollarında. "İmkansızlar bile olur senin yanında."

Hey sen. Kadere inanır mısın? Ben artık inanırım. Kaderde yazıldıysa şayet, çiyler hep şeffaf olmak zorunda değildi. Bazıları özenli çizilmişti. İyi ki geldin hayatıma. İyi ki eşlik ettin bana. Ona. Mahalleme, aileme. Sana tek bir önerim var hayatta. Eğer çiylerinin rengi sana yakışmıyor diye düşünürsen, bir yerlerde sana çok yakışacak bir Kara olduğunu unutma.

Hey... Sen. Elveda.

-SON-
 

Bölüm : 18.12.2025 23:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
petrikor. / KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ / FİNAL : KARA VE ÇİY
petrikor.
KARA ÇİY : HAN MAHALLESİ
1. BÖLÜM : ŞEFFAF2. BÖLÜM : GURUR VE ÖNYARGI3. BÖLÜM : NORMAL NEDİR?4. BÖLÜM : İFTİRA5. BÖLÜM : YANGIN6. BÖLÜM : DAVA7. BÖLÜM : ŞİMŞEK8. BÖLÜM : KADINLAR MATİNESİ9. BÖLÜM : KARA SEVDA10. BÖLÜM : SUÇ VE CEZA11. BÖLÜM : GÜNEŞ KÜSER Mİ?12. BÖLÜM : SAVAŞ VE BARIŞ I13. BÖLÜM : SAVAŞ VE BARIŞ II14. BÖLÜM : VELİAHT15. BÖLÜM : TİKSİNMİŞ KALPLER16. BÖLÜM : ÇİYLERİN ŞAHİTLİĞİ17. BÖLÜM : MELEK UNUTSA ŞEYTAN HATIRLATIR18. BÖLÜM : SAAT KULESİ GÜVERCİNLERİ19. BÖLÜM : ÖLÜMÜN RİTMİ20. BÖLÜM : DELİLİK KARİNESİ21. BÖLÜM : TAŞ DEVRİ22. BÖLÜM : ATEŞ BARUTU ÜŞÜTTÜKTEN SONRA23. BÖLÜM : KIRIK CAMLAR TEORİSİ24. BÖLÜM : ÇİYLERİN HATIRI KALIR25. BÖLÜM : MASALLAR DİYARI26. BÖLÜM : KARA MAVİSİ, BUZUL SİYAHI27. BÖLÜM : ON SEKİZ ARALIK28. BÖLÜM : BİR MELEĞİN KANATLARI29. BÖLÜM : İNTİHAR KÜLLERİ, ÖLÜM GÜLLERİ30. BÖLÜM : HAN'DAN 198931. BÖLÜM : GECE YARISI KÜTÜPHANESİ32. BÖLÜM : TAŞLAR EZER GÜLLERİ33. BÖLÜM : KİMSESİZLER DÜĞÜNÜ34. BÖLÜM : ÇİY NOKTASI : İŞBÂ35. BÖLÜM : SİMYACI36. BÖLÜM : İTAAT37. BÖLÜM : LÜMPEN HAYATLAR38. BÖLÜM : İZMİR SÖNER, GÖK YANAR39. BÖLÜM : CENNET VE CEHENNEMAÇIKLAMA - KİTAP OLUYORUZ40. BÖLÜM : ŞEYTANI TAŞLAMAK41. BÖLÜM : MİZAN TARTISIBİR NERGİS TUFANI42. BÖLÜM : İYİNİN VE KÖTÜNÜN ÖTESİNDE43. BÖLÜM : İBLİS44. BÖLÜM : BAKÜ SURLARI, HAN SIRLARI45. BÖLÜM : GELİR ECEL, GELİR GEÇERFİNAL : KARA VE ÇİY
Hikayeyi Paylaş
Loading...