
Hazan’dan
Ayın ışığı camdan içeri süzülüyor, yanımdaki — daha tanışmadığım, büyük ihtimalle benimle aynı yaşta olan — kız uyuyor, bense yatakta cenin pozisyonunda öylece duruyordum.
İlk gecem böyleydi.
Korkuyordum, birkaç saat önceki utanç dolu anı hatırladıkça kusasım geliyordu.
Erkek değillerdi ama bir başkasının yanında tamamen soyunmak ve vücudumdaki izlerin sebebini anlatmak çok acı vericiydi.
İki saat önce yemek getirmişlerdi. Plastik çatal, plastik kaşık, plastik bölmeli tabağa konulmuş patates yemeği, pilav ve elma vardı. Yiyecekler kötü değildi. Yemekten sonra ilaç getirmişlerdi, içtiğimden emin olup gitmişlerdi.
İçmeyip ne yapacaktım? İyileşmeyip ne yapacaktım? En iyisi o ilacı yutmaktı.
Onları özlüyordum. Sevda ablayı, Emre abiyi, Turgay’ı.
Toprak kokulum ne yapıyordu şimdi?
Onu çok özledim.
Şimdiden böyleysem sonraki günlerde, haftalarda, aylarda nasıl olacağım?
Görüşmemize izin verirlerdi. Buna inanmak istiyorum.
Hem Turgay ne yapar eder, bir yolunu bulur, bizi bir araya getirirdi. Ona güveniyorum…
Gözlerim ilacın etkisiyle yavaş yavaş kapanırken, kendimi gecenin ıssız karanlığında uykunun kollarına teslim ettim.
Yazar’dan
Sevda evde durgun bir şekilde televizyon izliyordu. Gerçi izliyor sayılmazdı. Televizyona bakıyor ama aklı başka yerdeydi. Aklı Hazan’daydı, Turgay’daydı, flört döneminde oldukları Emre’deydi…
Hazan tek başınaydı. Şimdi ne yapıyordu? Ağlıyor, üşüyor, yoksa aç mıydı? Bir abla gibi sahiplenmiş, bir abla gibi etkileniyordu.
Peki ya Turgay? O kadar çok ağlamıştı ki… Dağ gibi duran adam, Hazan uğruna yıkılmıştı. Kızla vedalaştıktan sonra kimseyi yanında istememiş, arabasına binip hızla uzaklaşmıştı.
Sevda onun için çok endişelenmiş ama Emre onu sakinleştirmişti.
Peki ya Emre? O ne yapıyordu?
“Zaten Aysel ablanın ölümünden kendini sorumlu tutuyordu, şimdi de Hazan’a o kadar üzüldü. Acaba nasıldır?” diye aklından geçirirken, telefona mesaj bildirimi geldi.
Doktor civanım kişisinden bir yeni mesaj:
> Evde pekmez var mı?
Kadın burnunu çekip kaşlarını çattı.
Emre yine ne işler çeviriyordu? Pekmez ne alaka?
Siz:
> Evet, var. Neden sordun?
Doktor civanım:
> Beş dakikaya kapıdayım.
Emre’nin mesajına “bekliyorum” diye yanıt verdikten sonra koltuktan hızla ayağa kalktı.
Etrafta gözlerini gezdirdiğinde birkaç boş bardak ve yerde sürünen pikeyle karşılaştı.
Kendi dağınıklığına sinirlenip hızla onları aldı.
Bardakları makineye dizip pikeyi de katlayıp evindeki kilere götürdü.
Arada duran boydan aynanın önünden geçtiğinde, saçının birbirine girdiğini gördü.
“Saçını bari tara be kızım!” diye kendisine söylenerek saçını dağınık topuz yaptı.
Tam o sırada kapı çaldı. Heyecanla atan kalbini tutup, derin bir nefes verdi ve kapıyı açtı.
Karşısında sevdiği o adamla karşılaştı.
Esmer teni, uzun boyu, gülüşüyle karşısındaki adama gerçekten aşıktı.
Şu an flört dönemlerinde olsalar da ikisi de birbirlerinden çoktandır hoşlanıyorlardı.
“Beni içeri almayacak mısın?” Adamın sesiyle kendisine gelip gülerek kapıyı sonuna kadar açtı.
“Daldım bir an, kusura bakma.”
Emre gülümseyip içeri girdi.
Elindeki tabağı gösterdi, içinde karlar vardı.
“Madem pekmez var, pekmezli kar yemeye ne dersin?”
Sevda sarı saçını kulağının arkasına sıkıştırıp “Olur derim.” dedi.
“Bu arada hoş geldin.”
“Hoş buldum, sarı fırtınam.”
Evet, Emre de ona böyle hitap ediyordu.
Kız adamın elindeki geniş tabağı alıp salonu gösterdi: “İstersen salona geç ya da başka bir yere. Odaları biliyorsun zaten.”
Emre kızdan ayrı kalmak istemediği için “Mutfakta da yiyebiliriz…” Sevda onayladığında ikisi de mutfağa geçtiler.
Adam sandalyeye oturdu, Sevda da pekmezi çıkarıp tabakta karın üstüne de gezdirdi.
Çekmeceden iki tatlı kaşığı da çıkarıp masaya koydu ve Emre’nin yanındaki sandalyeye oturdu.
“Pekmezli kar işi nereden çıktı?”
Emre bir kaşık yedikten sonra “Bugün zor bir gündü… Yani ikimiz de üzüldük. Senin de şu an tek başına oturup televizyonu ses olsun diye açtığını bildiğim için… Yani kısacası gelmek istiyordum. Pekmezli kar sadece bahane.”
Sevda da yedikten sonra “Bahane gayet iyi ama televizyonu falan açtığımı nereden biliyorsun?” diye kaşlarını çatarak konuştu.
Emre de tabii hemen yanıtını verdi:
“Sevda, biz seninle beş yıldır tanışıyoruz. Bir zahmet o kadarını bileyim.”
Kadın gülümsedi ve Emre’nin kendisine açıldığı anı hatırladı.
3 ay önceydi ve ikili her zamanki gibi hastanedeydiler. Kadın bahçede çayını yudumlarken Emre birden yanına oturmuş ve onu sevdiğini heyecanla kekeleyerek söylemişti.
Sevda zaten bu anı birçok kez hayal ettiği için o da sevdiğini itiraf etmişti.
İkili o günden sonra flört etmeye başlamışlardı.
Emre kadının gülüşünü izlerken tabaktan son kaşığını aldı ve son kısmı Sevda’nın yemesi için bıraktı.
“Sevda, ben seni çok seviyorum.”
Sevda “Biliyorum.” diye fısıldadıktan sonra Emre tekrar konuştu:
“Flört dönemi sence çok uzamadı mı? Zaten birbirimizi tanıyoruz. Artık benim sevgilim olsan mı?”
Kadın kafasını omzuna yatırıp utançla gülümsedi. Kendini şu an yirmilerinin başında aşk yaşayan genç bir kız gibi hissediyordu.
Emre’nin masada duran elinin üstüne kendi elini koydu.
Adamın gözlerinin en içine baktı çünkü gözler yalan söylemezdi.
Adamın kahverengi gözleri aşkla bakıyordu. Sevda sevgisinden emindi ama şimdi daha çok inanmıştı.
“Olurum Emre, olurum.”
Emre rahatlayıp yüzündeki gergin duruşu atıp tuttuğu nefesi verdi.
🍂🍂🍂
Hazan’dan
Fısıltılar beynimin içinde hiç susmuyor.
Anlaşılmıyor, sadece fısıltı şeklinde bazı konuşmalar duyuluyor.
Korkuyorum, Turgay yanımda olsaydı bana sarılırdı ama yok.
Büyük ihtimalle bir-iki saat uyumuştum çünkü hava hâlâ karanlıktı.
Yatağın beyaz çarşafını o kadar çok sıkı tutuyorum ki parmaklarım acıyor.
Üstümde battaniye olmasına rağmen titriyorum, odanın soğuk olmamasına rağmen titriyorum.
Yalnızım burada, çok yalnızım.
Asıl yalnızlık buymuş. Asıl yalnızlık, tanıdığın kişilerle olmamakmış.
Onların değerini şimdi daha çok anlıyorum.
Sevda ablam bana abla, Emre abim bana abi olmuştu. Beni arayıp soruyorlar, yanımda oluyorlardı.
Turgay’ım ise benim her şeyim olmuş ve ben bunu bugün anladım.
Bana arkadaş olmuş, derdimi dert bilen, beni gülümseten bir arkadaş olmuş.
Bana baba olmuş, kahramanlık yapan bir baba olmuş.
Bana anne olmuş, merhametli davranan bir anne olmuş.
Bana kardeş olmuş, sorunlarımla ilgilenen bir kardeş olmuş.
Bana liman olmuş, bana yuva olmuş, bana… dedim ya, bana her şey olmuş…
Başımı yastıktan kaldırıp yatakta oturdum, ayaklarım yerde sallanırken sırtım boşluktaydı.
Ellerimi yüzüme koyup durdum. Öylece, sessizce, sadece durdum. Bir şey düşünmedim, seslerin gitmesini bekledim.
Kafamdaki ses, fısıltıların sesini bastırarak konuştu:
“Yaratık hâlâ gitmedi, tehlikedesin Hazan. Büyük tehlikedesin.”
Ellerimi yüzümden çekip ayağa kalktım, camın önüne gidip dışarıya baktım.
Kar atıştırıyor, yerdeki karların üzerine yenileri ekleniyordu. Her taraf huzurlu gözükürken bu hastanede yatanlar hiç de öyle değildi.
Daha kimseyle tanışmamıştım ama yanımdaki kız ben geldiğimden beri yatıyor, bazen uykusunda ağlıyor, sonra geri yatıyordu. Neyi olduğunu bilmememe rağmen onu anlamaya çalışmıştım.
Kim bilir neler yaşamıştı?
Kapalı camdan dışarıya bakmaya devam ederken, fısıltılar devam ediyordu. Anlaşılan bu gece böyle geçecekti.
Peki Turgay’ın gecesi nasıl geçiyordu?
Yazar’dan
Sevda ve Emre bu sefer salona geçmişlerdi. Ellerindeki kahveyi yudumlarken Emre kafasını yere eğdi.
“Sence nasıllardır?”
Sevda adamın neyden bahsettiğini tabii ki anlamıştı, omzunu silkti:
“Bilmiyorum ki. Hazan hastanede nasıldır, ne yapıyordur? diye aklımdan sürekli geçiriyorum.”
Emre kadına bakıp konuştu:
“Hazan’a orada iyi bakacaklar, ilaçlarını alacak, iyileşecek, psikologlarla konuşacak, arkadaşları bile olacak. Ama iyi olacak ve oradan çıkacak. Bundan emin ol.”
İkisi de derin sessizliğe gömülürken Emre:
“Peki ya Turgay? O nasıldır, ne yapıyordur?” diye sessizliği bozdu.
“O da iyi değil ki. Onun da bir sorunu var gibi.”
Emre kaşlarını çattı:
“Hazan var işte, onu düşünüyor.”
Sevda başını iki yana sallayıp bitmediği kahvenin bardağını sehpaya koydu.
“Hazan’dan dolayı da kötü ama onda başka bir şeyler var. O da hasta.”
Emre kaşlarını kaldırdı:
“Belki birbirlerini iyileştirirler.”
Sevda “Olabilir.” dedikten sonra ekledi:
“Acaba Turgay’ın gecesi nasıl geçiyordur?”
Turgay’dan
Arabayı durduğumda kafamı arkaya yasladım. Onun işi bugün bitecekti.
Hapse girme ihtimalim olsa bile onu öldüreceğim. Hem de işkenceyle.
Gözlerim dikiz aynasına baktığında kendimi göremedim. Dikiz aynasındaki görüntü bir başkasına aitti, o benim içimdeki insanlardan birisiydi.
“Sen de kimsin?”
“İçindeki o insanlardan sadece biri.”
“Neden geldin?”
“Yakup’u öldürmek istiyorsun, değil mi?”
“Evet.” dedim.
“Onu ben yapacağım. Onu bir seri katil öldürecek, sen yapmayacaksın.”
Kaşlarımı çattım: “İyi ama neden?”
Görüntü tekrardan konuştu:
“Çünkü o benim de çocukluğumu elimden aldı.”
Gözlerimi kapattığımda görüntü gitti. Ben Turgay Zalim değildim, ben Harun Tenebris’tim.
İçimdeki Turgay “Beni ortaya çıkar, onu ben öldüreceğim.” diye bağırsa da onu aldırmadım.
Yakup Sarı’nın sonu ben olacağım. Beni öldür diye yalvaracak, ayaklarıma kapanacak.
Ben içimdeki kişiliklere üstünlük kuran, onları yönetenim.
Ben, Hazan gibi masum bir kızın duygularıyla oynayan kişiyim.
Ben, Yakup Sarı’nın katiliyim.
Ben bir seri katilim.
Ben Harun Tenebris’im.
Tenebris: Latince bir kelimedir ve “karanlık” anlamına gelir
Hihihi 😁 nasılsınız?
Bu bölüm olaysız bir bölümdü diğer bölümde olaylı olacak minik bir spoi💕
Bölüm hakkında düşünceleriniz?
En sevdiğiniz yer?
Sevmediğiniz yer?
Turgay?
Hazan?
Sevda ve Emre?
Karlı pekmez sevenler kimler?
Bölüme on üzerinden puan verir misiniz?
Sınav haftam olduğu için haftaya bölüm gelmeyebilir.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 4.49k Okunma |
2.69k Oy |
0 Takip |
26 Bölümlü Kitap |