25. Bölüm

19.Bölüm-On üç saniyede cehenneme -

Yağmur Benzer
yagmurungokyuzu

Yazar'dan

20 yıl önce

Turgay bu sefer kendisine o bodrumda kalma cezasını vermişti. Çünkü diğer seçenek, yine bir hafta aç kalmaktı. Bu seferki cezası da saçma bir nedendendi.

Altına kaçırmıştı. Evet, dokuz yaşındaydı; altına kaçırması için büyük bir yaştaydı. Ama yaşadığı korkular da çok büyüktü. Dokuz yaşındaki bir çocuk bunu nasıl kaldırabilirdi? Kendini nasıl ifade edebilirdi?

Ağlasa duymazlardı, hastalansa ilgilenmezlerdi, bağırsa ağzını kapatırlardı… Kendini ifade edemediği için ya altına kaçırıyor ya da içinden birileriyle konuşuyordu. Bu “birileri” tabii ki içindeki insanlardı.

Turgay bunu ilk kez bodrumda taciz edildiği gün yaşamıştı. Karşısına kumral, yirmili yaşlarda bir kadın çıkmış ve kendi adının “Ayfer” olduğunu söylemişti. O günden beri bu kadın ara sıra karşısına çıkıyor, bazen de Turgay, onun yerine geçtiğini fark ediyordu.

Şimdi de gelsin istiyordu, ama kadın gelmiyordu, ortaya çıkmıyordu.

Gelse ve ona bir anne şefkatiyle sarılsaydı… İçindeki insancıklardan ortaya çıkan ilk kişi Ayfer olmuştu. Turgay’a, olmayan annesinin şefkatini vermiş, onu sarıp sarmalamıştı.

Sabaha doğru odasına o adam girmişti. Yorganı çektiğinde gördüğü ıslaklıkla çocuğu öfkeyle uyandırmış ve kendi cezasını yine ona verdirmişti.

Turgay, aç kaldığı zamanı hatırladığında hiç düşünmeden bodrumu seçmişti. Her şeye rağmen o yeri seçmişti.

Kapıdan bir böcek gibi atılmıştı.

Kendine söz verdi: Korkmayacaktı. Herkese gününü gösterecekti. Artık ezilmek istemiyordu. Öldürülse bile kafası dimdik duracaktı. Başını asla eğmeyecek; ne o Abdullah’ı, ne de Yakup’u asla affetmeyecek, onlardan da ailesinden de intikamını en ağır şekilde alacaktı.

Bir çocuk kendine verdiği söz neden böyle olur? Bu dünyanın adaleti neden böyle işler?

Bir çocuk annesine “Seni saraylarda yaşatacağım.” der.

Bir çocuk babasına “Senin hep yanında olacağım.” der.

Bir çocuk anne ve babasından intikam almak istemez.

Kafasını demire yaslayıp gözlerini kapattı, uyumaya çalıştı. Ama fare seslerinden uyuyamadı.

Gözlerini açıp yerde dolaşan farelere baktı. Dilini çıkarıp, “Sizden korkmuyorum ki.” dedi.

 

Gözleri intikam ateşiyle yanıyordu ama içinde hâlâ bir çocuk masumluğu taşıyordu.Burası küf kokuyordu. Öylesine bulanıyordu ki midesi…

Ellerini midesine bastırdı, yere kıvrıldı ve soğuk betonda derin bir uykuya geçti.

🍂🍂🍂

Hazan, iğnenin etkisiyle sakinleşmiş, sonrasında uykuya dalmıştı.Sakinleştirici iyi gelmişti.Kahverengi gözlerini açtığında tavana baktı.

Turgay kan kokuyordu ama Hazan onu öyle de severdi ki… Hem belli ki Turgay’ın kan kokmasının sebebi, intikam alacağı içindi. Şu an belki annesinden, babasından ya da Yakup’tan geçmişin acısını çıkarıyordu.

Evet, Turgay’ın toprak kokusunu çok seviyordu ama onu sevmesinin nedeni bu değildi. Yeşil gözleri de değildi… Turgay’ı sevmesinin nedeni yoktu çünkü asıl sevgi, neden sevdiğini bilmediğin bir sevgi olmalıydı onun için.

Turgay eğer yanına gelirse, ona sımsıkı sarılacak ve onu her hâliyle seveceğini tekrar tekrar söylemeye karar verdi.

Yatakta oturur pozisyona geçip bacaklarını aşağıya sarkıttı.

Saçı başı dağılmış, gözleri şişmiş, yüzünde yastığın izi çıkmıştı ama kendine gelmişti.

Yaratığın çıktığını hissediyordu. Başını sağa çevirdiğinde Melo’yu gördü.

“Melo, gelmişsin.”

Melo gülümseyip, “Senin için geldim.” dedi.“Nereye gitmiştin?”

“Boşver nereye gittiğimi. Neden buradasın?”

“İyileşmek için buradayım. Ben hastayım ya hani…”

“Peki, iyileşmek istiyor musun?”

Hazan, Melo’nun sorusu karşısında,

“Evet, istiyorum. Çünkü ben de artık herkes gibi olmak istiyorum. Kafamdaki rahatsız edici düşüncelerden, gördüğüm şeylerden bıktım.” dedi.

Melo birden kaybolduğunda Hazan kendisine öfkelendi:

“Ah salak Hazan, ah! Melo’ya karşı neden böyle söyledin? Al işte, üstüne alındı.”

Söylenerek lavaboya girip elini yüzünü yıkadı.

Saçlarının ucunda yere düşmek üzere olan tokayı bileğine geçirip, kapattığı musluğu tekrar açtı.

Kuru saçlarını akan suyla ıslatıp aynadan kendisine baktı.

Hem canlanmış hem ölmüş gibi hissediyordu.

Ölmek üzere olan bir çiçek gibi narin ve kırılgandı… Elbette bu da geçerdi. Neler, neler geçmiyordu ki?

 

Yaslar sona eriyor, hastalıklar bitiyor, acılar geçiyordu… Belki derin bir yara kalıyordu ama geçiyordu, bitiyordu.

Belki geçerken çok acı çekiyordu ama acı çekmesine değecekti. Kim bilir?Lavabodan çıktığında odasında olan kızın bu sefer yatakta oturduğunu gördü.“Selam.” dedi çekingen bir sesle.

Kız, Hazan’a bakıp gülümsemeye çalıştı ama beceremedi.

“Selam.” diye fısıldadı.

Hazan, diyecek bir şey bulamayıp yatağına geçti. Sırtını duvara yaslayıp bağdaş kurdu.

“Adın ne?”Kız, birbirine girmiş saçlarını yüzünden çekip,

“Berrak.” dedi.“Tanıştığıma memnun oldum, ben de Hazan.”“Ben de memnun oldum.”Hazan, birileriyle konuşma ihtiyacıyla yanıp tutuşuyordu.

“Ben de birkaç gün önce geldim ama sen ya uyuyordun ya da ben odadayken burada olmuyordun.”

Kız, mavi gözlerini fayanslara çevirip konuştu:

“Uyumak iyi geliyor.”

Birkaç saniye durduktan sonra belindeki saçlara dokundu.

“Saçlarım çok mu çirkinleşmiş?”

“Hayır, çok güzel.”Hazan, gözlerini kıza dikip inceledi.

Kemikli bir yüzü vardı. Gözlerinin maviliğini kahverengi çevrelemişti. Dolgun dudakları ise etleri çekildiği için yer yer kanamıştı.

Kız çok güzeldi ama belli ki çok büyük bir acı çekiyordu. Çünkü gözleri hissizdi, bir duyguyu barındırmıyordu.

Acı çekiyordu; bunu ise uyuyarak yatıştırıyordu.

“İyileşmek istiyor musun?”Başını iki yana salladı.

“Hayır.”

Birkaç saniyelik sessizliğin ardından Berrak,

“İyileşmek istemiyorum çünkü iyileşirsem onları unuturum diye korkuyorum.” dedi.

Hazan kaşlarını çattı.

“Onlar… Onlar kim?”

Berrak, elini karnına götürerek,“Bebeğim ve eşim.” diye fısıldadı.

Hazan ise şimdi anlamıştı.

Kız depresyondaydı çünkü en sevdikleri gitmişti.Kız depresyondaydı çünkü ailesi parçalanmıştı.Kız depresyondaydı çünkü onları sadece uyuyarak görebiliyordu.

“Anlatmak ister misin?”

Berrak omzunu kaldırıp indirdi.

“Belki daha sonra.”

Gülümseyip,“Benim onlarla buluşmam var. Lütfen beni mazur gör.” dedi.

Hazan ise ağır ağır başını salladı.

Berrak tekrar battaniyenin altına girip gözlerini kapattı ve derin bir uykuya daldı.Onlarla rüyalarında buluşuyordu.

Hazan’ın burnunun ucu sızlarken, kendini odadan dışarı atıp lavaboya girdi.

Kim bilir neler yaşadı? Kim bilir hangi alevlerin ortasında defalarca yandı? diye kendisine defalarca sordu ama cevap alamadı.

Aradığı cevabı tabii ki sadece Berrak verecekti.

Hazan, sabırla o günü beklemeye hazırdı.Belki bugün, belki aylar sonra öğrenecekti ama olsun, elbette Berrak tamamen şeffaf olacak ve bir gün içini Hazan’a açacaktı.

🍂🍂🍂

Turgay öfkeliydi, sinirliydi… Kendine hâkim olamıyordu çünkü onu şu an Harun yönetiyordu. Âdeta onun elinde bir kukla olmuştu. Buna karşı ne hissedeceğini bilmiyordu ama Harun ona güç vermişti. Bu, Turgay’a iyi gelmişti.

Arabadan indiğinde karlar yüzüne yüzüne yağmaya başladı. Kafasını gökyüzüne kaldırıp durdu.

Kar yağıyor, insanlar sokaklarda dolaşıyordu; o ise sadece duruyordu.

Hayır, o aslında durmuyordu. Dışarıdan bakan birisi öyle sanıyordu.Kafasındaki düşünceler durmuyordu. İnsanlar durmuyordu.

Ayfer gelmişti, o yine Turgay’ın zor anında gelmişti.

İçindeki çocuk da gelmişti. İşte, hem çocuk hem kadın ortaya çıkmıştı.

Turgay şu an ne Harun ne de Turgay’dı. O şu an Ayfer ve küçük Turgay’dı.

Bakışlarını yere çekip sağa doğru dönüp konuştu. Sesi bir kadın sesiydi.

Turgay şu an bir sokak ortasında kişilik bölünmesi yaşıyordu.

“Turgay, neden bu kadar ürkek duruyorsun?”Adam bu sefer sola geçti. Bakışları ürkekleşti. Sesi çocuk sesine benzediğinde, bakışlarını kaldırdı:“Ayfer abla, ben neredeyim?”

Turgay bu sefer karşıya geçip yeniden kadın gibi davranmaya başladı:“Canım, seni bodruma kapatanlardan intikam alınacak. Bunu hissediyorum.”

Turgay’ın aniden başı döndü, ardından içi bulanmaya başladı. İçinde masum insanlar da vardı…Etrafına baktı. Bazı insanlar onun bir oraya bir buraya geçtiğini fark ettikleri için tuhaf tuhaf bakıyorlardı. Bazıları ise fark etmemişti bile.

Yanındaki sokaktan geçip evlerin olduğu yere gitti.

Buraya insanlar tatillerini geçirmek için geliyorlardı. Evler genel olarak aylık kiralanıyordu fakat bazı varlıklı kişiler ev satın almıştı.

Abdullah da satın alanlardan biriydi.Beyaz, iki katlı, havuzu olan bir evin önünde durdu.Hızla atan kalbi sakinleştiğinde büyük kapıyı ittirdi.

Kapıya gücünü vererek aralanmasını sağladı. O aralıktan dizini zor da olsa geçirdi ve tekrar güç uyguladığında kapı gıcırdayarak açıldı.

Bu mevsimde kimse buralarda olmazdı; bu yüzden bu kadar rahat davranıyordu.

Bahçeye usulca girdiğinde etrafı gözleriyle taradı.Burası, sonunda o itin mezarı olacaktı.

Anahtarın yerini biliyordu. Bahçede duran masanın çekmecesindeydi.Bunu Harun söylemişti.Anahtarı alıp elinde sallayarak evin önüne geldi.Kapıyı açıp içeri girdi. Her yer tozlanmıştı, böcekler uçuşuyordu.

Zaman kaybetmek istemiyordu.

Aşağıya inen merdivenlerden ikişer ikişer indi.

Abdullah’ı nasıl bulacağını bilmiyordu. Şu an nasıl bir hâlde olduğu meçhuldü. Yaşlanmış olmalıydı.Pişman mıydı?Pişman olmak için çok geç kalmıştı.

Paslı kapıyı iteklediğinde küçük bir odayla karşılaştı.Burası evin bodrumuydu ve karşısında, çocukluğunun katili Abdullah vardı.Sedyede uzanıyordu. Aşırı derecede zayıflamıştı. Saçı sakalı birbirine girmiş ve beyazlamıştı. Yüzü ise buruş buruştu.

Harun konuştu:“Turgay, onu öldür!”Turgay birkaç saniye durup,“Öldüreceğim.” dedi.

Abdullah gözlerini zar zor açtı.Tepedeki yanan floresan ışık, sağ gözünü %50 oranında kör etmişti. Diğer gözü ise ışığa tepki olarak açılamıyordu.

Masaya damlayan su, beyninde her dakika aynı saniye aralıklarla tekrarlandığı için aklını yitirmesine sebep olmuştu.

Bedenini kontrol edemiyordu. Bazen gereksiz yere fazla mimik kullanıyor, bazen eli ayağı titriyordu, bazen de altına kaçırıyordu.Turgay, adamın önündeki ıslaklığı gördüğünde odadaki ağır kokunun nereden geldiğini anladı.Abdullah altına işemişti…Tekrar ve tekrar o güne döndüğünde içi bir rahatlamayla doldu.İnsan, yaşattığını yaşamadan ölmüyordu.

Adam zaten yarı ölüydü. İşkence etmeyecekti çünkü Harun yeterince uygulamışa benziyordu.Bacaklarından yatağa bağlı olduğu için hareket edemeyen adamın kolunda bir serum takılıydı.Turgay, bu serumun iyileştirmek için olmadığını hemen anlamıştı.Serum sayesinde her geçen gün daha da güçten düşen adamın vücuduna zehir doluyordu.

Bu zehir, adamı yavaş yavaş öldürüyordu.“Benim bundan daha etkili bir yöntemim var.”Turgay bunu derken üzerindeki kabanı çıkarıp kazağının kollarını yukarı sıvadı.

Sedyenin altında duran ilaçları gördüğünde gülümsedi.İlaçları alıp sehpaya koydu ve yanında getirdiği havan ile özel ilacı çıkardı.Bu ilaç diğer ilaçlarla birleştiğinde planı tam anlamıyla işlemiş olacaktı.

İşine lazım olan ilaçları kutularından çıkarıp havana koydu.Getirdiği özel ilaçtan da bir tane ekledi.Bu ilaç üretilmiyordu ama Turgay’ın diğer kişiliği Atilla, bir kimyagerin sahip olduğu bilgilere sahipti ve bu ilacı onun sayesinde üretmişti.Hastalığı bazen işine yarıyordu.

Bu ilacı da ekledikten sonra havandaki karışımı ezdi. Toz hâline geldiklerinde içerisine su ekledi.Bu karışımı bir şırınga içine çektiğinde Abdullah’a baktı.

Kesik kesik çıkan nefeslerinin arasında ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.Ve tıpkı Turgay’ın geçmişte çaresizce beklediği gibi, şimdi o bekliyordu.

Turgay, şırınganın ucundaki iğneyi adamın koluna saplayıp zehri vücuda saldı.

İki saniye…

Adam iki saniyede titremeye başladı.Gözlerinden kanlar akarken ağzı köpürüyordu.

Titremesi yavaş yavaş dururken, ağızdan akan köpükler ve gözünden çıkan kanlar birbirine karıştı.

On üç saniye sonra, Turgay Azrail olduğunu bir kez daha ortaya koymuştu.Abdullah’ın canını Azrail Turgay almıştı.

Abdullah’ın bu hâline bakıp konuştu:

“Ben buradan çıktığımda bu evde bir yangın başlayacak. Yangın o kadar büyük olacak ki senin küllerine bile ulaşamayacaklar.”

Adamın üzerine tükürüp çıktı.Lanetli evden geçerek tekrar arabasına bindi.Cüneyt’i arayıp konuştu:

“Kameraları hallettin, değil mi?”

Cüneyt: “Hallettim abi.”Cüneyt, kamera kayıtlarını silmişti. Başka hiçbir yerden bulamazlardı.

Telefonu kapattıklarında, Turgay kafasını arkaya yasladı:

“O hâlde Abdullah abi… Cehennemde görüşürüz.”

Cüneyt, kamera kayıtlarının izlendiği odada bilgisayarındaki düğmeye bastı.Ve o düğmeye basmasıyla birlikte Abdullah’ın evinde bir yangın başladı.On üç saniyede ölen adam, şimdi yanıp kül olmuştu.

Turgay bunun rahatlığıyla gülerken Harun yanına oturdu:

“İyi iş çıkardın.”

Turgay, “Eğer bana sesini duyurmasaydın belki böyle bir şeyi yapmazdım… Yani daha doğrusu, Abdullah’ın yaşadığını bilemezdim.”dedi.

Harun, tüm kararlılığıyla konuştu “Sende olan bu intikam hırsı, emin ol… Ben olmasam da Abdullah’ı bulmanı sağlardı.”

Daha sonra Turgay’ın içine tekrar hapsolduğunda, yalnız kalan adam keyifle arabasını çalıştırdı.

Çiçeklerimm🌸Ne yapıyorsunuz, nasılsınızz?

Bölüme on üzerinden puan verir misiniz?

En sevdiğiniz sahne?

Sevmediğiniz sahne?

Altını çizmek istediğiniz cümle?

Yeni gelen karakterler hakkında ne düşünüyorsunuz?(Gökhan,Berrak, Cüneyt.)

En sevdiğiniz karakter?

Aşk Acıtır-mış adlı kurguma da şans verir misin? seveceğini umuyorum 🌸

 

Bölüm : 12.07.2025 17:55 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...