23. Bölüm

23. Bölüm

Elif Gamze Pehlivan
yakamozyagmuru

Operasyonun ardından sessiz bir akşamüstüydü. Timiyle birlikte üsse dönmüşlerdi, ancak Berk’in aklı hala geçen günkü çatışmada gördüklerindeydi. Masaya oturup su şişesini eline aldı. Yorucu bir gün olmuştu, ama fiziksel yorgunluk kadar zihinsel yorgunluk da ağır geliyordu.

 

Göktuğ, kapıyı çalarak içeri girdi. Elinde bir harita ve yüzünde her zamanki ciddiyetsiz gülümsemesi vardı. “Komutanım, Helin yemek hazırladı. Ama söyleyeyim, fazla umutlanma, tadı biraz… ilginç olabilir.”

 

Berk, hafif bir gülümsemeyle başını salladı. "Helin’in yemeklerinden umudu keseli çok oldu, Göktuğ. Ama sağ olsun, yine de uğraşıyor."

 

Göktuğ odadan çıkarken, Berk bir an için durup gözlerini kapattı. Hayatının bu noktasına nasıl geldiğini düşündü. Altı yıl önce, herkes onu öldü bilirken, yeni bir kimlikle hayata devam etmişti. Geçirdiği trafik kazasından sonra, askeri bir operasyonun parçası olarak sahte ölüm raporu düzenlenmişti. Hayatını adadığı tek şey vardı artık: vatanı.

 

Ama o altı yıl boyunca asla unutmamıştı. Sıla’nın yüzü zihninden hiç silinmemişti. Onu bırakıp gitmek zorunda kaldığı anı hatırlamak istemiyordu. Onun için hep bir soru işaretiydi: Sıla, şu an ne yapıyordu? Yaşıyor muydu? Mutlu muydu?

 

Berk, timini bir araya topladığında ciddi bir görev hazırlığındaydılar. Masanın etrafında Göktuğ, Murat, Ömer, Uğur, Gupse ve Helin oturmuştu. Harita masanın üzerindeydi ve herkes dikkatle Berk’in talimatlarını dinliyordu.

 

"Bu sefer, yalnızca disiplin değil, aynı zamanda hız ve dikkat de şart," dedi Berk, haritayı işaret ederek. “Operasyon sırasında hepinizin yerini tam anlamıyla bilmek istiyorum. Göktuğ, sen kuzeyde devriye alacaksın. Murat ve Ömer, siz güneyde pozisyon alacaksınız. Uğur, iletişim senin sorumluluğunda. Gupse ve Helin, her zamanki gibi tıbbi destek için tetikte olacaksınız.”

 

“Komutanım,” dedi Göktuğ, hafif alaycı bir tonla. “Yine mi bizi bu kadar dağıtıyorsunuz? Bir gün tek başıma tüm timi kurtarmam gerekirse şaşırmayacağım.”

 

Berk, Göktuğ’un bu sözlerine kaşlarını kaldırarak baktı. "Göktuğ, seni kuzeyde yalnız bırakmak tamamen bir strateji," dedi, ardından hafifçe gülümseyerek. “Böylece gereksiz konuşmalarını kimse duymak zorunda kalmaz.”

 

Masada kahkahalar yükseldi. Ancak bu anlık hafiflik, yaklaşan görevlerin ciddiyetini değiştirmiyordu.

 

 

Görev sonrası kendi odasına çekildiğinde Berk, yıllardır kapattığı bir kutuyu açtı. İçinde birkaç eski fotoğraf, bir mektup ve o trafik kazasından sonra asla geri dönemediği hayatına dair birkaç küçük hatıra vardı.

 

Sıla’nın fotoğrafına baktı. Fotoğraf yıllar öncesine aitti, ama yüzündeki sıcak gülümseme hala zihnindeydi. "Umarım mutlusundur," diye mırıldandı kendi kendine.

 

Ancak bir şey değişmişti. Berk, hayatındaki bu eksikliğin artık bir şekilde tamamlanması gerektiğini hissediyordu. Yıllar sonra bile, geçmişine bir kez daha dönüp bakmak için içindeki dürtü her geçen gün artıyordu.

 

Sabahın ilk ışıkları, üssün metalik gri duvarlarına vuruyordu. Sessizlik, yalnızca kuşların sesiyle bölünüyordu. Berk, güne başlamadan önce her zamanki gibi ufuk çizgisine bakarak derin bir nefes aldı. Hayatı boyunca yaşadığı her zorluk, içinde bir kaya gibi sağlamlaşmıştı. Artık o bir askerdi. Sadece görevini düşünüyordu.

 

Timin diğer üyeleri, sabah antrenmanı için alana çoktan çıkmıştı. Göktuğ, her zamanki gevşekliğiyle kasların önemini sorgularken, Murat tam bir disiplin örneği olarak herkese nefes almayı bile unutturuyordu. Berk’in bakışları bir an için hepsine kaydı. Bu insanlar, onun ailesiydi. Hayatını birbirlerine emanet ettikleri kardeşleriydi.

 

Ama Berk farklıydı. Sert mizacı ve otoriter tavırları, onu diğerlerinden ayırıyordu. Ne zaman konuşsa, herkes susar ve onu dinlerdi. Şakaları çok azdı, ama sözleri hep bir kaya kadar ağırdı.

 

Berk, eğitim alanına doğru yürürken Helin yanına geldi. “Komutanım, bugünkü tatbikat sırasında tıbbi çantaları eksiksiz kontrol ettim,” dedi, gözlerinde her zamanki ciddiyetiyle.

 

Berk kısa ve net bir şekilde cevap verdi. “İyi. Bir eksik olursa bu, arazide bir hayat kaybı demek. Unutma, biz hata yapmayız.”

 

Helin başını sallayarak uzaklaştı. Berk, bu tavrıyla hem güvende hissettiriyor hem de etrafındaki herkesi tetikte tutuyordu.

 

Sabah tatbikatı sırasında Berk, bir duvarın tepesinde bekliyordu. Timi, teker teker engelleri aşmaya çalışırken, her biri onun gözlerinin üzerine dikildiğini hissediyordu. Göktuğ, her zamanki gibi bir espriyle ortamı yumuşatmaya çalıştı.

 

“Komutanım, bu duvar biraz kısa kalmış. Bizim boyumuza uygun daha yüksek bir şey lazım,” dedi, kollarını açarak.

 

Berk, ifadesini hiç değiştirmedi. “Duvarın kısa olması senin beceriksizliğini örtmez, Göktuğ. Geç o duvarı, yoksa seni sırttaki çanta gibi taşıyacağım.”

 

Göktuğ’un yüzü bir an asıldı, ama ardından gülümseyerek hızla harekete geçti. Berk’in sert sözleri, timde her zaman bir etki yaratıyordu. Çünkü onlar, Berk’in tek bir yanlış adımı bile kabul etmeyeceğini biliyordu.

 

Tatbikat sonrası herkes, üsse geri dönmüş ve dinlenme odasında toplanmıştı. Gupse, bir köşede notlar alırken, Uğur ve Ömer sessizce bir harita üzerinde çalışıyordu.

 

Berk, odanın ortasına geldi ve tek bir kelime bile etmeden gözleriyle herkesi süzdü. Herkes, onun ciddiyetini hissettiğinde anında dikkat kesilmişti.

 

“Bugünkü performansınız… zayıftı,” diye başladı. Sesi soğuk ve netti. “Eğer sahada bu kadar yavaş olsaydık, hepiniz çoktan ölmüş olurdunuz.”

 

Göktuğ, itiraz etmek istercesine hafifçe kıpırdandı ama Berk’in bakışıyla sustu. “Yarın, bu tatbikatı iki katına çıkaracağız. Hiç kimse beni yavaşlatmayacak. Anlaşıldı mı?”

 

Hepsi birden, “Anlaşıldı, Komutanım,” dedi.

 

Berk, kısa bir süre onları izledikten sonra, “Dağılabilirsiniz,” diyerek odayı terk etti.

 

Gece, üssün sessizliği her yeri kapladığında Berk, küçük bir odada yalnız başına oturuyordu. Bir elinde eski bir saat, diğer elinde ise sigarası vardı. Sigara dumanı odanın içinde süzülürken, düşünceler zihninde dolaşıyordu.

 

Altı yıl boyunca, Sıla’ya dair hiçbir şey bilmeden yaşamıştı. Hayatta olup olmadığını bile bilmiyordu. Ama hissettiği boşluk, hiçbir operasyonun ya da görevin dolduramadığı bir derinlikteydi.

 

Bir keresinde, Helin ona geçmişini sormuştu. Berk sadece, “Geçmiş, askerin lüksü değildir,” demişti. Ama bu doğru değildi. Çünkü geçmişi, her gün yanında taşıdığı bir yük gibiydi.

 

Saatine bir kez daha baktı. Bu, trafik kazasından önce Sıla’nın ona hediye ettiği eski bir saatti. Her ne kadar bu dünyadan tamamen kopmuş gibi görünse de, aslında onunla olan tek bağı bu saatti.

 

Sabaha karşı bir alarm sesiyle uyandı. Timi hızla toplanmıştı. Berk, diğerlerinin arasından yürüyerek geçip timin başına geçti.

 

“Hedefimiz sınırın hemen ötesinde bir operasyon. Hızlı ve sessiz hareket edeceğiz. Gözlerimiz açık, tüfeklerimiz hazır olacak. Kimse hata yapmasın,” dedi, gözleriyle herkesi tek tek süzerek.

 

Herkes yerlerini alırken, Berk bir kez daha liderliğin ağırlığını hissetti. Ancak bu onun için bir yük değil, bir sorumluluktu.

 

Göktuğ yanına yaklaştı ve hafif bir tebessümle, “Komutanım, siz olmadan biz ne yapardık?” dedi.

 

Berk, Göktuğ’a sert ama samimi bir bakış attı. “Ben olmazsam, düşersiniz. O yüzden düşmemek için çalış, Göktuğ.”

 

Herkesin hazır olduğundan emin olduktan sonra, Berk başını kaldırdı. “Hadi bakalım. Biz işimizi yaparız. Gerisi kader.”

 

Timiyle birlikte, karanlığa doğru ilerlerken Berk’in aklında bir tek şey vardı: Görevini yerine getirmek ve yarım kalan hayatını bir gün tamamlayabilmek.

 

Operasyon sahası, sessizliğin ardından bir anda kaosa teslim olmuştu. Ormanlık alanda ilerlerken Berk, elini kaldırarak timi durdurdu. Gözleri, karşıdaki taşlık alanı tarıyordu. Helin, hemen yanına yaklaşıp fısıldadı:

 

“Komutanım, termal kameralarda hareketlilik var. Düşman unsurlar, taşlık bölgede konuşlanmış.”

 

Berk kısa ve net bir şekilde emir verdi. “Pozisyon alın. Sessiz ve hızlı.”

 

Göktuğ, tüfeğini kontrol ederken her zamanki rahat tavrını korumaya çalıştı. “Bunlar bizim kim olduğumuzu öğrenince pişman olacaklar.”

 

“Göktuğ,” diye fısıldadı Murat, “Bu sefer fazla konuşma, olur mu?”

 

Berk, hafifçe başını çevirip ikisine baktı. “Konsantre olun. Burada şaka yapacak zaman yok.”

 

Timin her üyesi, aldığı emir doğrultusunda pozisyon aldı. Gupse, çevreyi tarıyordu; Ömer, uzak mesafeden keskin nişancı tüfeğiyle koruma sağlıyordu. Uğur ise Murat’la birlikte Berk’in arkasında ilerliyordu.

 

Birden, taşlık bölgenin üzerinden gelen mermi sesleri havayı yırttı. İlk kurşun, Berk’in hemen solundaki bir ağaca saplandı. Berk, sanki hiç etkilenmemiş gibi bağırdı:

 

“Kapak alın! Karşılık verin!”

 

Göktuğ, hızla bir kayanın arkasına geçti ve hedefe doğru ateş etmeye başladı. “Bizi hafife alıyorlar, komutanım!”

 

Berk, kısa bir an için Göktuğ’a sert bir bakış attı. “Hedefini bulmadan ateş etmeyeceksin. Mermilerimiz sınırsız değil!”

 

Tim, koordineli bir şekilde ilerlerken Berk, taşların arasından ilerledi. Helin ve Gupse, yaralı bir tim üyesi var mı diye kontrol ederken, Ömer keskin nişancı pozisyonundan düşmanları birer birer etkisiz hale getiriyordu.

 

Düşman unsurların sayısı tahmin edilenden fazlaydı. Mermiler yağmur gibi yağıyor, ormanın sessizliği tamamen bozuluyordu. Berk, timine hızlıca yeni bir emir verdi.

 

“Gupse, yaralıların yerini bildir! Murat, Göktuğ, benimle gelin! Uğur, Helin, burayı savunun. Ömer, yukarıdan koruma sağlayın!”

 

Göktuğ, omzundaki ağır silahla Berk’i takip ederken fısıldadı. “Komutanım, plan ne? Yine mi saldırı hattının önündeyiz?”

 

Berk, Göktuğ’a dönüp soğuk bir şekilde cevap verdi. “Her zaman öndeyim. Sen sadece beni takip et.”

 

Murat ve Göktuğ, Berk’in arkasından ilerlerken, düşman ateşi yoğunlaştı. Berk, bir kayanın arkasına saklanarak hızla telsizi eline aldı.

 

“Helin, Uğur! Sağ kanattan destek sağlayın. Onları iki taraftan sıkıştıracağız.”

 

“Anlaşıldı, komutanım!” diye yanıtladı Helin.

 

Berk, bir an bile tereddüt etmeden en öne geçti. Taşlık bölgenin üzerinden gelen düşman ateşi arasında, mükemmel bir sakinlikle ateş ederken timine emirler yağdırıyordu. Onun bu cesareti, tim üyelerine moral veriyordu.

 

Göktuğ bir ara Berk’e doğru bağırdı. “Komutanım, sizi burada bırakacak olsak bile düşmana tek başınıza dalacağınızdan eminim!”

 

Berk, hafif bir gülümsemeyle cevap verdi. “Doğru tahmin. Ama sizi bırakmam, merak etme.”

 

Murat, bir el bombası hazırlayıp Berk’e döndü. “Komutanım, şu mevziyi temizleyebiliriz. İzin verin.”

 

Berk, hızlıca başını salladı. “İyi iş çıkar, Murat. Unutma, isabetli atış.”

 

Murat, el bombasını düşman mevzisine doğru fırlattı. Bir patlama sesiyle birlikte, düşmanın bir kısmı etkisiz hale geldi.

 

 

Çatışma, birkaç saat süren yoğun bir mücadeleden sonra sona erdi. Tim, düşman unsurlarını tamamen etkisiz hale getirmişti. Gupse, yaralı bir tim üyesini tedavi ederken, Helin mermileri kontrol ediyordu.

 

Berk, tüm yorgunluğuna rağmen hala dimdik ayaktaydı. Her zamanki gibi önce timinin güvenliğinden emin oldu. Göktuğ yanına yaklaşıp hafifçe omzuna dokundu.

 

“Komutanım, yine kazandık. Ama bir gün bu kadar cesur olmayı bırakacak mısınız?”

 

Berk, Göktuğ’a baktı ve gülümsemeden cevap verdi. “Cesaret, korkunun önüne geçmek demektir. Biz korkmamayı öğrenmedik, Göktuğ. Korksak da ilerlemeyi öğrendik.”

 

Tim, yavaşça üsse dönmek için toparlanırken Berk, bir kez daha ufka baktı. Görevi, hem vatanı hem de timi için her zaman her şeyden önce geliyordu. Ama derinlerde bir yerde, hâlâ geçmişin izlerini taşıyordu.

 

Çatışmanın ardından tim, üsse doğru ilerliyordu. Hava soğumuş, gece çökmek üzereydi. Herkes sessizdi; çatışmanın yorgunluğu ve kayıpların ağırlığı omuzlarında hissediliyordu. Berk, timin başında ilerlerken gözleri her zaman olduğu gibi etrafta potansiyel tehlikeleri arıyordu. Ama bir yandan da kafasında durmaksızın dönen düşünceler vardı.

 

Göktuğ, sessizliği bozdu. “Komutanım, bu kadar ciddi durmaya gerek var mı? Zafer kazandık işte, biraz gevşeyebiliriz.”

 

Berk, durdu ve Göktuğ’a döndü. “Göktuğ, zafer dediğin şey, kayıplar yaşandıysa buruk bir kelimedir. Gevşemek için değil, hatalarımızı anlamak için bu sessizliği kullanıyoruz. Anladın mı?”

 

Göktuğ, Berk’in sert bakışları karşısında hafifçe gülümsedi. “Anladım, komutanım. Ama bazen insan bir tebessüm görmeyi de özlüyor.”

 

Murat araya girdi. “Göktuğ, kes şunu. Komutanın kafasını karıştırma. Hadi ilerleyelim.”

 

Helin, bir ağacın gölgesinde durup ellerini ovuşturdu. “Bu gece çok soğuk olacak. Üsse ulaşana kadar donmamak için biraz hızlanalım.”

 

Gupse, Helin’in yanına gelip ona bir battaniye uzattı. “Her zaman hazırlıklıyım. Al bunu.”

 

Helin, Gupse’nin jestine gülümseyerek teşekkür etti. Ömer, uzaktan keskin bakışlarla etrafı taramaya devam ediyordu. Sanki hiçbir şey onu rahatsız etmiyormuş gibi görünüyordu, ama aslında o da çatışmanın etkilerini taşıyordu.

 

Berk, timinin her bir üyesini gözleriyle kontrol etti. Her biri onun için değerliydi; bu yüzden onları korumak, onun için bir emir değil, bir sorumluluktu.

 

Berk, adımlarını yavaşlatıp derin bir nefes aldı. Bir an için çatışmada olanları tekrar gözünde canlandırdı. Düşmanla göğüs göğüse mücadele ettiği o anları, mermilerin kulaklarında yankılandığı o sessizliği hatırlıyordu. Ama bu görüntülerin yanında başka bir yüz belirdi zihninde.

 

Sıla.

 

Bir an için onun gülümseyen yüzü gözlerinin önünde belirdi. Yıllardır görmediği, hatta hayatta olup olmadığını bilmediği o kişi. Sıla'nın adı, zihninde yankılandığında kalbi istemsizce sıkıştı.

 

“Seni unutmak için çok uğraştım, ama olmadı,” diye düşündü Berk içinden.

 

Timle birlikte ilerlerken kafasındaki bu düşünceleri bastırmaya çalıştı. Görevdeydi ve duygularının onu ele geçirmesine izin veremezdi.

 

Üsse vardıklarında Berk, hemen harekete geçti. Tim üyelerine dinlenmeleri için izin verdi, ancak kendisi doğrudan harekât merkezine yöneldi. Komutanıyla kısa bir toplantı yaptı ve görev raporunu sundu.

 

“Çatışma başarılı geçti, ancak düşman sayısı beklenenden fazlaydı. Timin durumu iyi, ama mermilerimizi dikkatli kullanmamız gerekiyor. Lojistik desteğe ihtiyacımız var.”

 

Komutan, Berk’i dikkatle dinledi. “İyi iş çıkardınız, Üsteğmen. Ama daha büyük bir görev kapıda. Timini hazırla, yakında yeni emirler alacaksınız.”

 

Berk, başını sallayarak odadan ayrıldı. Görev hiç bitmiyordu. Her zaferin ardından bir yenisi geliyordu, ama Berk’in zihninde artık sadece görevler değil, geçmişin hayaleti de dolaşıyordu.

 

Gece herkes dinlenirken, Berk, odasında yalnızdı. Pencerenin önünde durup yıldızları izliyordu. Elindeki sigarayı yavaşça yaktı ve derin bir nefes aldı. Duman, havada dağılırken, karamel kokulu sigarası ona Sıla’yı hatırlattı.

 

“Buralarda bir yerdesin, hissediyorum,” dedi kendi kendine.

 

Bir gün Sıla’yı tekrar görebileceğini biliyor muydu? Yoksa bu, sadece bir askerin boş bir hayali miydi?

 

Sabahın erken saatlerinde tim, yeni bir görev için hazırlandı. Berk, ekipmanını kontrol ederken, timine dönüp sert bir sesle emir verdi:

 

“Bugün de Türk bayrağını en yukarıda tutmak için mücadele edeceğiz. Hiçbir şey bizi durduramaz. Hazır mısınız?”

 

Timi hep bir ağızdan cevap verdi: “Hazırız, komutanım!”

 

Ama Berk, içten içe her yeni görevin onu Sıla’ya daha da uzaklaştırdığını hissediyordu. Hayat onu bambaşka bir yola sürüklemişti. Sıla’nın da aynı şekilde kendi yolunu çizdiğinden habersizdi.

 

Berk, sabah erkenden aldığı yeni görev emirlerini timine aktarmıştı. Görev, sınır bölgesindeki bir operasyondu. Düşman unsurların sızma girişimlerini engellemek ve stratejik bir noktayı kontrol altına almak gerekiyordu. Tim, her zamanki gibi disiplinli ve odaklanmış bir şekilde hazırlandı.

 

Göktuğ, ağır teçhizatını sırtına yüklerken Murat’a dönüp alaycı bir şekilde konuştu:

“Bugün de bayrağı dikmeye gidiyoruz kardeşim, ama sen her zamanki gibi önce yemek düşünüyorsun değil mi?”

 

Murat, kaşlarını kaldırıp gülümseyerek cevap verdi:

“Göktuğ, ben yemek düşünürüm, sen ise konuşmayı. İkimiz de uzmanlık alanımızda iyiyiz.”

 

Gupse araya girdi, yüzünde ciddi bir ifadeyle:

“Tamam kes şunu Göktuğ. Görev zamanı ciddiyet zamanı. Zaten komutan şimdi gelir, senin şakanı duyarsa sabah sabah moralini bozar.”

 

Göktuğ, dudak bükerek sustu, ama yüzündeki hafif gülümseme hâlâ duruyordu.

 

Berk, timin başına geçtiğinde gözlerindeki sertlik hemen dikkat çekiyordu. Onun liderliğinde ekip her zaman güvendeydi, ama aynı zamanda disiplinin bir saniye bile gevşemeyeceğini de bilirdi.

 

“Hazır mısınız?” diye sordu Berk, kararlı bir sesle.

 

Timin hepsi bir ağızdan cevap verdi:

“Hazırız, komutanım!”

 

Operasyon için belirlenen nokta, yoğun bir ormanlık alanda bulunuyordu. Yavaş ve sessiz hareket etmek gerekiyordu. Düşmanın bölgeyi tuzaklarla ve gözetleme noktalarıyla doldurduğunu biliyorlardı.

 

Ormanın derinliklerine girdiklerinde, Helin bir an durdu ve elini havaya kaldırarak timi durdurdu. Kulaklığına gelen bir sinyal, düşmanın yakın olduğunu gösteriyordu. Helin, Berk’e döndü:

“Komutanım, 200 metre ileride hareket algılandı. Sayı tam net değil, ama büyük ihtimalle küçük bir keşif grubu.”

 

Berk başını salladı. “Sessizce ilerleyin. Göz teması kurmadan önce pozisyon alın.”

 

Tim, eğitimli hareketlerle pozisyon aldı. Her biri nefeslerini bile kontrol ediyor, her sesi analiz ediyordu. Göktuğ, dürbünüyle ileriyi taradı ve fısıldadı:

“Üç kişi görüyorum. Silahlılar. İlerliyorlar ama tam aradıkları şeyden emin değiller gibi.”

 

Berk, durumu hızlıca değerlendirdi ve kısa bir emir verdi:

“Göktuğ, Murat, soldan sar. Helin ve Gupse, sağ taraftan destek verin. Ömer ve Uğur benimle. Harekete geçiyoruz.”

 

Düşmana yaklaşmak için verilen işaretle tim harekete geçti. Ancak tam o anda düşman grubundan biri etraflarındaki tuzaklardan birini aktif hale getirdi ve patlama sesi ormanın sessizliğini yırttı.

 

Berk, anında bir ağaç arkasına sığınarak timine seslendi:

“Pozisyon alın! Karşılık verin!”

 

Düşman grubu, patlamanın ardından hızlıca geri çekilmeye çalıştı, ancak Berk’in emirleriyle tim onları çevrelemişti bile. Göktuğ ve Murat’ın atışları, düşmanı köşeye sıkıştırdı.

 

Helin, telsizle Berk’e bilgi verdi:

“Komutanım, bu sadece keşif grubuydu. Büyük bir ekip hemen arkalarından geliyor olabilir.”

 

Berk, hızlı bir şekilde karar verdi.

“Burayı hızlıca temizleyin. İleriye doğru hareket edeceğiz. Bize zaman kazandırmaları için üssü bilgilendirin.”

 

Berk, çatışmanın ardından ilerlerken kendi iç sesini bastırmaya çalışıyordu. Görevin karmaşıklığı ve olası tehlikeler bir yana, zihninin derinliklerinde hâlâ bir boşluk hissediyordu. Sıla’nın silik anıları, beyninde istemsizce dolanıyordu.

 

“Şimdi değil,” diye fısıldadı kendi kendine.

“Şimdi düşünmek yok.”

 

Helin yanına yaklaştı ve hafif bir sesle sordu:

“Komutanım, iyi misiniz?”

 

Berk, ona kısa ve net bir cevap verdi:

“Her zamanki gibiyim.”

 

Ama aslında içinde bir yerlerde, tam da her zamanki gibi olmadığını biliyordu.

Bölüm : 04.12.2024 21:48 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...