72. Bölüm

71.Bölüm

yaren bayraktar
yarenbay30

71. Bölüm: Geri Dönüş Yok

Dikildiğim yerde günler geçmişti sanki.

Elim boynumdaki kolyede asılı kalmış,öylece bekliyordum. Arkama sakladığım üç adamın önünde duvar gibi durmuştum sanki bir şey yapabilecekmiş gibi.

Bilmem belki de yapmıştım.

Üzerimdeki bakışları görmezden gelmeye çalışsamda rahatsız olmuştum bile. Olunmayacak gibi de değildi.

Biraz önce onlardan biri olduğumu kasdetmiştim. Varlığım ise Doğanın konumuyla doğrudan ilişkiliydi. Herkes bunun farkındaydı kurduğum cümlelerle...

 

Doğan birkaç adım attı bana doğru. Ayak sesleri kararlıydı; ne tehditkâr ne de dostça. Gözlerini kolyeden kaldırıp tekrar yüzüme diktiğinde, içimde bir şeyin kıpırdadığını hissettim. Eski günlerimi hatırlamıştım. Tek fark kaçmayı bırakmıştım.1

 

“Bazı şeyler,” dedi alçak ama net bir sesle, “Sadece zamanla değil, cesaretle de geri alınır.”

 

İfadesi sertti ama içinde kırık bir şey vardı; tanıdık bir hayal kırıklığı, belki de geçmişin gölgesi. Bir zamanlar onun seçiminden kaçmıştım ama şimdi, kendi seçimimdi bu durduğum yer.

 

“Sen o hakkı taşıyorsun,” diye devam etti, “Ama unutma… o hak sadece seni korumaz. Seni sorumlu da kılar.”1

 

Kalbim göğsümde bir anlığına duracak gibi oldu. Çünkü bu, zaferin bedeliydi. Bu, gücün yalnızca tanınması değil, aynı zamanda yüklenilmesiydi.

 

Umutsuzca başımı usulca salladım. Gözlerimiz yeniden kesiştiğinde, artık ikimiz de aynı şeyi biliyorduk.

 

Bu artık sadece bir hesaplaşma değil, bir bağışlanma ya da kabul de değildi.

Bu, yeni bir dengeydi.1

 

Doğan geri döndü, arkasını bana verdi ama yürümek için değil sadece herkesin görmesi için.

Ve o an, kalabalığın içinden hiç tanımadığım bir adam seslendi:

“Emir bekliyor muyuz hâlâ?”

Başımı yavaşca sesin geldiği yöne çevirdim. İstemsiz kaşlarım çatıldı. Eşeğin aklına karpuz kabuğunu neden sokuyorlardı ki?

 

Doğan durdu. Omzunun üzerinden bana baktı.

“Emir verildi,” dedi.

Dedi sanki biraz önce söylediklerimi kasdeterek.Bu kesinlikle hoşuma gitmişti.1

Güç kesinlikle güzel birşeydi. Asıl tehlikeli olan gücün yanlış insanların elinde olmasıydı.1

 

Ve ben, o anda sessizliğin içinden kendi sesimi duydum.

Geri dönmüştüm, evet.Ama artık eski Umay değildim.Artık bir sözüm vardı. Ve herkes duymuştu.Kıyıya vurmuş bir uğultunun ardındaki sessizlik gibi...1

Yeni ve daha önce kıyısına bile yaklaşamadığım bir şey başlamıştı.

Kalabalık, Doğan’ın sözleriyle birlikte sanki görünmez bir dalga gibi geri çekildi. Kimi başını eğdi, kimi bakışlarını kaçırdı. Ama hepsi aynı şeyi anlamıştı: Kurallar değişmişti.

 

Benim varlığım artık bir tehdit değil, bir denge unsuru olmuştu. Kendi isteklerim, kendi sınırlarım vardı ve bunlar duyulmuştu.1

 

Adamların her biri savaşı kaybetmişler edası ile yavaşça uzaklaştılar. Ne meraklıydı bunlarda insan öldürmeye?

Doğan yanıma yaklaşmadı. Benden bakışlarını çekmeden yavaşca arkasını dönüp biraz önce indiğim taşlı yoldan yürümeye başladı. Bir an arkasına veya ardında bıraktıklarına bakması. Çünkü onların gerisinden geleceğinden emindi.

 

Geriye dönüp Barana yaklaştım.Hızla yanına eğildim, kolundan tutarak onu kaldırmaya çalıştım. Gökhan ve diğer adam bir adım bile yaklaşmadı. Gökhan’ın çenesi kilitlenmişti; gözleri yerde ama her an patlamaya hazırdı. Diğer adam ise sadece tetikteydi, soğuk ve sessiz.

 

Baran desteğimle doğrulurken nefes nefese konuştu.

 

“Bana yardım etmen garip,” dedi alayla karışık bir tonda. “Ama teşekkür ederim.”

 

Gözlerimi kaçırmadan, yavaşça başımı salladım. “Bu kadar kolay değil...”

 

Baran ona döndü. Gözlerinde yorgun bir öfke vardı.

“Biliyorum,” dedi. “Çünkü kolay olan hiçbir şey kalmadı.”

 

Kısa bir sessizlik oldu. Ardından Baran, Gökhan’a kısa bir bakış attı. Sözleri mızrak gibi havayı deldi.

“O her şeyi hatırlıyor artık.”

Sanki Gökhana bir şey duyurmak ister gibi.

 

“Ne zamandan beri?”

Dedim araya girerek.

 

Baran başını hafifçe eğdi. “Bilmiyorum ama hep bir şeylerin ters olduğunu hissediyordu zaten. Her defasında başka bir şeyle meşgul ettik. Ama kalbini susturamadık. Şimdi hatırlıyor. Her şeyi.”2

 

Gökhan kendi gücüyle ayağa kalktı. Bana bir adım attı, sesi sertti.

" Kazanın sebebinin sen olduğunuda biliyor. Kendini hazırlasan iyi olur. Başımıza gelenlerin, senin de başına gelmeyeceğinin garantisi yok!"

Yarım ağız gülüyordu.O kadar şey yaşamıştı üstelik hayatını kurtarmıştım.. Gerçekten nankördü.2

Yanında ismini bile bilmediğim adam Gökhanın kolunu dürttü.

" Şuan sırası değil!"

Kendi sonumu düşünmekten cevap bile veremiyordum.

 

Biraz önce Doğanın yürüdüğü yoldan bende yürüyordum artık.

Baran’ın sözleri kulaklarımda çınlarken, geride kalan uğultuya aldırmadan yürümeye başladım. Ne Gökhan’a baktı, ne diğer adama. Kalbinde taş gibi bir ağırlıkla, sessizce Doğan’ın peşinden gittim. Ayak sesleri toprağa karışıyor, ama içinde yükselen fırtına bastırılamıyordu.

 

Yol boyunca ne düşünebildim, ne de hislerimi bastırabildim. Adımlarımı hızlandırdığımda fark etti; Doğan onun önüne değil, arkasına düşmüş gibiydi. Çoktan gitmişti. Ama yine de biliyordu… Gideceği yeri.

 

Doğan’ın evi… Sessizliğin en yüksek sesle konuştuğu o taş duvarlar…

 

Bahçeye tekrar girdiği andan itibaren onu bahçedeki koltuklarda buldu. Tekli koltuğa sere serpe yayılmış sigara içerken.Arkası ona dönüktü. Fakat şuan karşısına geçip oturacak ve baş başa konuşacak cesareti kendimde bulamıyordum.

" Daha ne kadar orada dikileceksin?"

Arkasında gözleri olduğuna şüphe etmiyordum zaten.Nefesim daraldı. Ne ileri gidebildi, ne geri. Her saniye bir darbeydi.

 

Yavaşca ilerledim ve karşısındaki tekli koltuğa oturdum. Uzun zaman olmuştu...

Doğan konuşmadı. Ama duruşu, suskunluğundan daha gürültülüydü. Oturduğu yerde ellerini dizlerine yaslamış başı yere bakar vaziyette oturuyordu.

Oturmam beraberinde yüzünü kaldırdı.

Gözlerinde ayların birikimi, kırılmış güveni vardı.

Bir an… sadece bir an…

Ve sonunda, sessizlik yarıldı.

 

" Babamı temize çıkar o bir şey yapmadı."

Diye mırıldandım. Öncelik babamdı. Şuan Kuzeyin başına gelen şahibeli kaza hakkında üzerine atlamak istesemde o konuyu şuan açmak istemiyordum.Çünkü dikkatleri tekrar Kuzeye döndürmek onun başına iş açmaktan fazlası değildi.1

Doğan başını kaldırdı. Açtığım konuyu beğenmemiş gibi bir sigara yaktı.Sigarayı iki parmağı arasında çevirdi bir süre, sonra dudaklarının arasına aldı ve derin bir nefes çekti. Duman, yavaşça havaya karıştı.

 

“Pederi mi konuşacağız şimdi?” dedi, sesi tıpkı rüzgârın öncesi gibi; sessiz ama uğursuz. “Beni o lanet arabanın içinde bırakıp gidip,üstüne günlerce benim yüzüme bakarak yalan söyledikten sonra karşımda kurduğun ilk cümlen bu mu olacak?”2

Öfkeyle karışık uzun konuşmasıyla bu işin sandığımdan uzun süreceği belliydi.

 

Gözlerimi kaçırmadım, dudaklarım titremesine engel oldum.

“Ne söylediğim değil, neyle geldim… Onu anlamaya çalış.”

Neden bu kadar uzatılıyorduki..

 

Doğan kısa bir kahkaha attı, içindeki öfkeyi bastırmak istermiş gibi. Gözleri delici bir soğuklukla bana saplandı.

“Ben senin neyle geldiğini gayet iyi biliyorum. Kimi korumak istediğini de, kimi gözden çıkardığını da. Biraz önce yaptığın; seni affetmedim, unutmadım da.."1

Diye mırıldandı dişlerinin arasından. Kesinlikle sandığımdan zor olacaktı.

 

Doğan gözlerini üzerime dikmişti. Sanki ne söyleyeceğimi önceden biliyor, her kelimeme kendi cevabını çoktan hazırlamış gibiydi. Sadece benim ağzımdan dökülmesini istiyordu. Küçük düşmemi... kendi irademle yere kapaklanmamı bekliyordu.1

 

Ben ise o kırılma anını geciktirmek için elimden geleni yapıyordum.

 

Ama zaman onun lehine işliyordu.

 

“Senin gözlerinde hep bir pazarlık var,” dedi sonunda. “Ben sana ne teklif etsem, sen önce hesap yaparsın. Kalbinden değil, aklından çıkıyor her şeyin cevabı. Bir adım atsan bile bir karşılığını bekliyorsun.”1

 

“Sadece…” dedim ama sesim neredeyse duyulmadı. Hemen ardından toparladım:

“Ben sadece… bir yol arıyorum. Bu kadar karmaşanın içinde…”

 

“Yol mu?” dedi alayla. “Sen yol mu arıyorsun, yoksa aradığın şey bir çıkış mı? Çünkü benim dünyamda ikisi aynı şey değildir.”

Sigarasının ucundaki köz kırmızı kırmızı yanıyordu. Duman, yüzüme vuruyordu, boğazımı yakıyordu. Ama gözlerimi kaçırmadım.

 

“Benimle pazarlığa oturdun, Vesvâs. Bunu sen yaptın. O yüzden sakın şimdi ‘doğru olanı yapma’ kisvesine bürünme!"

 

" Biraz önce söylediklerimin arkasındayım ve hiçbiri yalan değildi. Buraya onları kurtarmaya gelmedim. Buraya hâlâ bir şansım olup olmadığını öğrenmeye geldim."

Dedim kararlılıkla. Lotodaki o güçsüz cılız at varya ona oynuyordum şuan. Cümlelerimin abartılmış ve samimi olduğum yerleri vardı.

 

" Ne için şans istiyorsun! İlk fırsatta beni arkanda bırakmak için mi!"1

Tek kaşını kaldırarak yüzümü inceledi. Şu kaza meselesi asla unutmayacaktı.

 

" Herşeye baştan başlamak için konumumu hakettiğimi göstermek için son bir şans.."

Ağlayarak gülmek,gülerek ağlamak istemem bir sorun muydu şuan.

“Peki.” dedi Doğan.

Ama o tek kelime, sanki arkasına koca bir ordu saklıyordu.

Savaşsız kazanılmış bir zafer gibi.

 

Bakışları bir anlığına ellerime kaydı, sonra gözlerime.

Öyle uzun, öyle derin…1

Sanki içimde sakladığım her şeyi görüyordu.

Sanki yalan söylediğim an, kalbimin ritmini ezberlemişti.

 

“Bir şans istiyorsun.”

Tekrar etti ama sorar gibi değil, suçlarmış gibi.

Sesinde garip bir sakinlik vardı.

Fırtına öncesi değil…

Fırtına anıydı bu. Gök gürültüsü değil, uğultu…Usulca başımı salladım.

Önümüzdeki orta sehpayı eliyle aramızdan çektiğinde içimdeki zemin hafifçe kaydı.

 

Sanki yalnızca sehpa değil, aramızdaki son mesafe de yok oluyordu.

 

Elinin damarları belirgindi.

 

Köşeli, kararlı bir harekette; yavaş ama boyun eğmeyen bir hırs vardı.

O sehpayı yerinden çekerken bile gücünü gizlemiyordu.

Bir sonraki hareketi daha sessiz ama çok daha tehditkârdı.

 

Tekli koltuğun alt kenarına uzandı — oturduğum koltuk.

Parmakları koltuğun yan kumaşına saplandı.

Teni değmemişti bana ama dokunmasına gerek de kalmamıştı zaten.

O koltuğu, beni, olduğu gibi kendine doğru çekti.1

Koltuk bedenimle birlikte ona yaklaşırken ben farkında olmadan nefesimi tuttum.1

Nefes almam yasak gibiydi.

Sanki havayı bile o belirliyordu.

Ne zaman soluyabileceğimi, ne zaman susmam gerektiğini.

Tüm bunlar olurken olayın nerelere gideceğini hiç hesaba katmamıştım.

Bir an kaçmak istedim ama ayaklarım sabitti.

Ellerim dizlerimde, nefesim boğazıma düğümlüydü.

Onunsa dudaklarında, kimsenin güvenle adım atmaması gereken o yarım gülümseme…

Tehlikeli bir adamın kendi kurduğu düzene duyduğu huzur gibiydi.

“Elini ver,” dedi birden.

İrkilmeden edemedim.

Ama verdim.

Çünkü kaçmak bu oyunu bozmazdı ve şuan kendimi ispatlamam gerekiyordu.

 

Kazada yara aldığım elimi ona uzattım.Sargım çoktan çıkmıştı.Aynı yaralı eliyle, elimi sardı.

Sıcak…

Ama o sıcaklık bir soba gibi değil, yanan bir ev gibiydi.

 

“Kalbini bilmiyorum,” dedi.

Gözlerini gözlerime kilitlemişti.

“Kalbini bilmiyorum.O yüzden artık kalbini değil, ellerini tutuyorum.Çünkü sen yalanı bile ellerinle söylüyorsun.”2

Yüzüme yaklaştı.

Yutkundum.

Söyleyecek çok cümlem vardı. Ama biri bile ağzımdan çıkmadı.

Yanaklarımız neredeyse değiyordu.

“Çünkü senin bana ne hissettiğinin önemi yok.Benim neye izin verdiğim önemli.Ve şu an... seni yanımda tutmaya karar verdim.”3

 

Bir an sustu.

Sonra dudaklarını kulağıma eğdi, sesi tüylerimi diken diken etti.

 

“Bu bir mühür!”

Diyerek ellerimizde ki izleri kasdetti.

Geri çekildiğinde gözlerinde o karanlık parıltı hâlâ vardı.

“Artık geri dönemeyeceğini biliyorsun, değil mi?”

Sesi neredeyse nazikti.

Neredeyse…

Bense hâlâ avuçlarımın yanışına bakıyordum.

O dokunuş…

Yalnızca bir ten teması değil,

İçimdeki kırık haritaları yakma niyetiydi.

 

“Bu bir şans değil,” diye yineledi.

“Bu benim kararım. Ve sen buna razı oldun.Artık geri dönüş yok!"2

 

******

BİR KAÇ GÜN ÖNCE

Masa, bir savaş alanı gibiydi.

Ortasında, iki tane susturulmuş kurban gibi duran objeler.

Bir yüzük kutusu.

Bir kolye.

İkisi de genç adamım ellerinden geçmişti ama ikisi de hâlâ ona ait değildi.

Yüzük kapağı aralık kalmıştı.

Tıpkı zihninin aralık kalan, yıllardır tozlanmaya terk edilmiş bir kapısı gibi.

Sanki içindeki her şey orada gizliydi ama bakmayı reddettikçe o karanlık büyümüştü.

Eli titremeden kutuya dokundu.

Ama zihni?

Zihni, ilk kez kontrolünden çıkıyordu.

Bir hayalet gibi kıpırdadı belleğinin derininden.

Bir görüntü.

Sarmalanmış kanlı bir el.

Tenine değdiğinde ateş gibi yakan ama geri çekilince buz gibi eksilen bir dokunuş.

Sonra,başka bir görüntü...

"Sargılıydı..."

dedi iç sesi, fısıltıyla değil, içini delen bir yankıyla.

Kaşlarını çattı ve gözlerini daha sıkı yumdu.

Giden bir araba, içinde tartışan bir çift..1

Elini birini korumak ister gibi uzatması ve cam kırıkları.

İçine gömdüğü her şey, şimdi mezarından yükseliyordu.

Hafızasında çatlaklar oluştu.

Çatlaklardan sızan anılar…

O anılarda bir çift göz, karanlıkta bile göz kamaştıran bir duruş vardı.

Anılar her gün biraz daha artarken başrolündeki kadını artık biliyordu.1

En başından beri...

Kapı tıklanıp aralanırken gözlerini açtı.

" Haber geldi. Hâlâ yaşıyor."

 

Bölüm : 28.05.2025 21:26 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...