
Düşünceler, Düşünceler insanları uçuruma sürükleyebilecek kadar güçlüdürler...
***
Yemeğimi yedikten sonra anneme yardım edip bulaşıkları topladım. Annem bendeki durgunluğu fark etmiş olmalıydı ki bana üzgün bir şekilde bakıyordu. “Anne iyiyim ben bakma şöyle.” dedim. “Ne yapabilirim kötü görünüyorsun. Bir sorun olmadığına emin misin?” dedi. Ona güven verircesine gülümsedim. Fazla uzatmadan önüne döndü. “Ben odama çıkıyorum. Kitap okuyacağım hatunum.” dedim gülerek. “Tamam git deli kız.” dedi.
Annemi mutfakta bırakıp odama çıktım. Düşüncelerimden kurtulmak için şiir okuduğum gibi kitap da okur aklımı meşgul ederdim. Odamı seviyordum. Çünkü ben odamda kendi dünyamı yaratmıştım. Normal ışık kullanmak yerine odamın her köşesinde led ışıklar ve ışıklı biblolar vardı. Camımın olduğu tarafta bitkilerim ve odamın duvarlarını uzunca saran yapay sarmaşığım vardı. Siyah-gri temalı olmasını annem fazla beğenmese bile ben seviyordum. Siyah ve grinin birleşimi ruhuma işlenmiş bir dövme gibiydi adeta. Annemin içini karartır dediğini duymuyordum tabii ki. Odama bakmayı kestikten sonra kitaplığımın önüne geldim. Okumadığım kitaplar olmasına rağmen en beğendiğim kitaplardan birini elime aldım.
Stefan Zweig-Bilinmeyen Bir Kadının Mektubu
Kitabın kapağına baktığımda acı bir gülümseme vardı dudaklarımda. Kitabın kapağında bile kendimi kaybediyordum. Elimdeki kitapla yatağıma oturup sırtımı yatağın başlığına dayamıştım. İlk sayfayı açıp artık ezberleme derecesine geldiğim kitabı okuyordum. Ne kadar okuduğumu bilmiyordum ama o söze denk gelmiştim.
Ölüyor olmam acı verseydi sana, ölmezdim...
Evet olmayan psikolojimi kitaplarla daha eksilere düşürüyordum. Okuduğum kitabın konusu bir nevi platoniklik olduğu için kendimi görüyordum. Birini sevdiğiniz zaman bu sevgi her zaman karşılıklı olmaz. Bu kişi her zaman yanınızda olup sürekli güldüren kişi olsa bile. Bu muydu sevgi? Bu muydu aşk? Birini seviyorsun. O seni sevmiyor. Çoğu zaman fark bile edemiyor. Burada aptal olan seven kişi miydi? Yoksa sevildiğini fark etmeyen kişi miydi? Belki ikisi de aptaldı bu şekilde yaşadıkları için. Karşılıksız, tek taraflı, acı çeken kişi olmak ayrı bir kötülüğüydü dünyanın. Bu dünya hangimize adaletli davranıyordu ki. Hepimizin bir acısı, bir yarası vardı. Bu yaralar çoğu zaman beklemediğimiz zaman ortaya çıkar. Hayatın suratımıza vurduğu darbelerdi yaralarımız. Peki bu yaralar ölene kadar bizimle mi olacaktı yoksa iyileşecek miydi?
Okuduğum kitabı kaçıncı bitirişimdi hiç bilmiyordum. Tek bildiğim yarım kalan aşktı. Kitabın kapağını yavaşça kapattım. Sesli bir nefes verdikten sonra kitabın kapağından gözlerimi çekip karşımdaki boy aynasından kendime baktım. Geçmiyordu düşüncelerim. Çıkmıyordu o görüntü kafamdan. Çıkmayacaktı biliyordum. Aynadan da kendime bakmayı kesip solumda kalan komodinin üstündeki telefonuma ulaştım. Ekranı açtığımda saat 23.34 idi. Yapacak bir şey bulamayınca uyumaya karar verdim. Umarım bugün en azından bir günlüğüne kâbus görmeden rahat bir uyku çekebilirim. Kitabımı kitaplığıma koydum. Led ışığımı kapatıp komodinin üstündeki loş lambamı yaktım. Yatağıma girdim ve yorganımı omuzlarıma kadar çektim.
Komodinimin olduğu yöne döndüm. Lambamın altındaki çerçevenin içindeki fotoğrafa baktım. Onlarla olan tek fotoğrafımdı. Tek aile fotoğrafımız buydu. Sevgiyle gülümseyen annem, babam ve onlara hayran bir şekilde bakan ben vardım. Bir damla yaş süzüldü yanağımdan. “Hayır ağlamamalısın. Onları üzersin.” diye fısıldadım kendime. Gözlerimi kısa bir süre kapatıp derin bir nefes aldım. Son kez gözlerimi açtım. Kendimi karanlığa bırakmadan önce son kez baktım gülüşlerine. Son kez fısıldadım.
İyi geceler anne, İyi geceler baba, İyi geceler Uzay’ım...
-İlahi Bakış Açısı-
Genç kız son sözleriyle bırakmıştı kendisini karanlık, kabuslarının diyarına. Neredeyse her gün aynı rüyayı görür ve korkarak uyanırdı. Şu an ki annesi öz annesi değildi. Tüm hayatı bir günde berbatlaşmış, onun için kâbus olmuştu.
24.03.2005
Mirel, her hafta sonu olduğu gibi ailesiyle birlikte bir yerlere gezmeye gidecekti. Ailesi çalıştığı için hafta içi evde boş vakitlerini değerlendirir, hafta sonu ise soluğu dışarıda alırlardı. Bu hafta sonu Köprülü Kanyon’a gideceklerdi. Mirel her zaman olduğu gibi heyecanla evin içinde koşturarak annesinin hazırlanmasını bekliyordu. Babası ise Mirel’in bu hallerini gülümseyerek izliyordu. Mirel, “Anne hadi gidelim artık!” diyerek bağırdı üst kattaki annesine. Babası Mirel’e, “Kızım, biz süslü anneni çok bekleriz.” dedi onu parıldayan gözleriyle izleyen kızına. Annesi merdivenden gülerek inerken konuşuyordu. “Geldim işte. Hem siz benim arkamdan mı konuşuyorsunuz bakayım?” dedi. Mirel, “Anne. Sen yukardaydın nasıl arkandan konuştuk ki. Biz aşağı kattayız.” dedi annesinin sorusuna karşı cevap olarak. Anne ve babası onun bu masum düşüncesine gülmüşlerdi. Mirel ise anlamayarak onlara bakıyordu. Babası söze girdi. “Hadi kızım geç vakite kalmayalım. Eve gelince annen sana açıklar.” demesi ile Mirel koşarak kapıya gitmişti bile. Dışarıya çıkıp arabalarına bindiler. Mirel akıllı bir kızdı. Arka koltukta bile olsa kemerini takar kendisini güvene alırdı. Yola çıkmışlardı. Mirel annesi ile her zamanki gibi en sevdikleri şarkıyı söylüyorlardı. Mutluydu Mirel. Mutluydular. Büyüklerimizin söylediği o söz gerçek oldu. Ama bunun henüz farkında değildi.
Çok gülen, çok ağlar...
Mirel'in babasının aniden direksiyon kırması ile annesi korkuyla çığlık atmıştı. Karşı yoldan gelen bir araba hakimiyetini kaybetmişti. Babası ile birlikte diğer arabanın sürücüsü de direksiyonu kırmış ama geç kalmıştı. İki araba da kafa kafaya tokuşmuştu. Etrafa yayılan gürültü ve ardından gelen korna sesleri ile bilinci kapanmıştı mutlu olan ailenin. Mirel biraz kendine gelmiş olmalı ki etrafına bakmaya çalıştı. Babasının kafası direksiyona çarpmış annesinin ise kafası cama çarpmış hatta kaza ile kırılan camın parçaları yüzüne, kollarına saplanmıştı. Mirel toparlandığında gördükleri karşısında donmuştu. Kaşının üstünde olan yarası kanıyor ve minik ellerine damlıyordu.
Mirel'i kendisine getiren onu bir çift kolun çekmesiydi. Kafasını o ellere çevirmiş onu dışarı çıkaran adamın kucağında donmuş gibiydi. Tepki veremiyor, algılayamıyordu. Siren sesleri duyulduğunda kendisine gelmiş ve onunla konuşmaya çalışan insanlara cevap vermeden arabalarına doğru koştu. Ağlıyor, bağırıyor çığlık atıyordu. Annesine koştu, camı minik elleriyle yumrukladı başaramadı ulaşamadı, kapısını açamadı. “Annem ve babama yardım edin lütfen!” bağırıyordu etraflarına toplanan insanlara. Sağlık ekipleri gelmiş kurtarmaya çalışıyorlardı. Sağlık ekiplerinden birisi küçük kızı tutarak sakinleştirmeye çalışıyordu. Susmuyor, ağlıyordu. Arabaya giden sağlık ekipleri küçük kızın anne ve babasına ulaştıklarında ilk işleri nabızlarına bakmaktı. Mirel kısa süreli sessizleşmiş ailesinin yanındaki sağlık ekiplerini izliyordu. Nabızlarına bakan kişi diğer arkadaşlarına dönmüş ve omuzları çökmüş bir şekilde kafasını olumsuz anlamda kafasını sallamıştı. Mirel olayı anladığında onu tutan sağlıkçı bile acımıştı küçük kıza. “Hayır! Onlar yaşıyor! Hayır yalan söylüyorsunuz! Kurtarın onları sizin göreviniz onları yaşatmak!” tüm bu konuşmalar küçük bir kızdandı.
Henüz dokuz yaşındaydı. Nasıl taşıyacaktı bu ağır yükü küçük omuzlarında. Kim onu sevecek, kim onunla oynayacak, kim onunla gülecek, kim onunla ağlayacaktı. Küçük kızın bağırışları, çığlıkları herkesin yüreğini burkmuştu.
Mirel etrafa bağırarak ağlarken çarpıştıkları diğer araca baktı. Gözleri ağlamaktan kıpkırmızı olmuşken. Sağlık ekipleri aracın içinden zorla Mirel’in yaşlarında bir erkek küçük bir çocuğu çıkarmışlardı. Mirel çocuğun halini garip bir şekilde izliyordu. Nasıl ağlamıyordu? Ailesi değil miydi onlar? Suratı mimiksiz olan çocuk tepkisizce kafasını Mirel’e çevirmişti. Mirel ise küçük çocuğun yüzüne odaklanmış ağlamaya devam ediyordu. Çocuk Mirel’e gülümsemişti. Ama bu gülümseme sadece Mirel’in görebileceği, acı bir gülümsemeydi. Mirel göz yaşlarının arasından karşısındaki çocuğa bakıyordu. Ona bakmasını bölen bir anda kolunu tutan sağlıkçıydı. Mirel irkilerek kolunu tutan kişiye baktı.
“Merhaba küçük hanım. Gel bakalım kaşına pansuman yapalım.” demişti. Mirel, “Ailem. Ailem nerede? Nereye götürdünüz onları?” diyerek art arda soru sormuştu. “Aileni hastaneye götürdüler. Sana da pansuman yapalım sonra sende gideceksin.” dedi. Mirel kafasını olumlu anlamda sallayıp ambulansa ilerleyen sağlıkçıyı takibe koyulmuştu.
Ambulansa geldiklerinde sağlıkçı ona oturması gereken yeri göstermiş ve Mirel onu dinleyip oturmuştu. Sağlıkçı pansuman malzemelerini getirmiş küçük kızın önüne oturmuştu.
“Bu birazcık canını yakabilir.” dedi karşısındaki küçük dünyaları çoktan yıkılmış kıza. Mirel kafasını salladı ve karşısındaki adamın hareketlerini izlemeye başladı. Karşısındaki adam yarasını temizlemeye başlamış ve bir taraftan sorular soruyordu. “Bu küçük hanım büyüyünce ne olmak istiyor bakalım?” demesi ile Mirel dolu gözlerini adama çevirmişti. “Doktor olacağım. Sizin yapmadığınızı yapacağım. Başka çocuklarının ailelerini kaybetmelerine izin vermeyeceğim. Ailemin intikamını alacağım!” son cümlesini bastıra bastıra söyleyerek. Karşısındaki adam küçük kızın nasıl hissettiğini anlamış ve üzülmüştü. Kendine geldiğinde konuşmaya ve yarası ile ilgilenmeye devam etti. “Adınızı öğrenebilir miyim hanımefendi.” dedi gülümseyerek. “Mirel.” dedi kısık bir sesle. “Bak Mirel.” dedi ve onu dinleyen kızın kıpkırmızı gözlerine bakarak. “Eğer intikam almak istiyorsan bunu başarılarınla yap. Aileni gururlandır. Onlar istemezdi değil mi güzel küçük kızlarının üzülmesini.” Mirel başını eğmiş ve kafasını hafifçe sallamıştı. Adam konuşmaya devam etti. “Sana ağlama demiyorum. Ağla ve rahatla. Bu bir son değil. Bazı sonların yeni bir başlangıcı vardır. Toparlanacak ve kendi ayaklarının üstünde duracaksın. Kimse sana yaptıkların için kızmaz. Unutma sen güçlü bir kızsın.” dedi. Mirel onu bölmeden dinlemiş ve biraz da olsa kendisine gelmişti. Adam yarasına bakarken başka bir sağlıkçı arkadaşı gelmiş ve yanında diğer küçük çocuğu getirmişti. Mirel kafasını kaldırıp önce konuşan adama bakmış ardından önündeki çocuğa bakmıştı. Dolu gözleriyle uzun bir süre izlemişti çocuğun yüzünü. Nasıl bu kadar mükemmel gözüküyordu. Anlamıyordu. Büyülenmiş gibi bakıyordu çocuğa. Küçük çocuğun arkasındaki adamın konuşması ile kafasını kaldırıp onu dinlemeye başladı. “Ayaz.” demesi ile küçük kızın önündeki sağlıkçı ona dönmüştü. “Efendim.” demişti meslektaşı. Mirel içinden adını defalarca tekrar etti.
Ayaz...
“Bu küçük arkadaşımızın boynuna küçük bir cam parçası saplanmış. Bakabilir misin? Ben de diğerlerine yardıma gideyim.” dedi. Ayaz, “Şu hanımefendiyi göndereyim hemen ilgileneceğim.” dedi. Ardından Mirel’in yarasını kapatıp elinden tuttu. Gelen ekipler içinde polis ekipleri de vardı. Ayaz polis ekiplerine durumu izah etmiş ve Mirel için polis arabasının kapısını açmıştı. Mirel binmeden hemen önce, “Teşekkür ederim Ayaz abi. Seni tekrar görebilecek miyim?” demişti dolu gözlerle. Ayaz, “Eğer söylediklerimi aklında tutarsan beni bulabilirsin.” demiş ve cebinden çıkardığı kalem ile küçük bir not kağıdına bir şey yazıp Mirel’in eline tutuşturmuştu. “Bunu ileride anlayacaksın. Görüşürüz Mirel.” diyerek kızı arabanın içine oturtmuştu. Kapısını kapadı. Mirel onu tekrar görebilmek umuduyla son kez el salladı ve ekiplerle hastaneye doğru yola çıktılar. Mirel o günden sonra Ayaz abisinin sözlerini hiç unutmamıştı.
Eğer intikam almak istiyorsan bunu başarılarınla yap.
Bazı sonların yeni bir başlangıcı vardır.
***
Merhaba. Yeni bir bölümle tekrardan karşınızdayım. Destekleriniz için çok teşekkürler <3
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |