
Selammm ben geldimm.
Nasılnızz?¿
Sınav haftam bitmeden bölüm atdım! değerimi bilin elsblwmwkl
Yıldıza bas!
İyi okumalar🫶
2 ay sonra
İki ay... Gerçekten iki ay. O kadar uzun bir süreydi ki. Hiç bitmeyecek sanmıştım. Her gün farklı bir zorlukla baş ediyordum. Merdiven korkuluklarına takılıp, o melek heykelinin üzerine çakıldığım o kaza, her geçen gün daha net bir şekilde hatırlanıyordu. Bir cinayet görmüştüm. Üstelik bu cinayeti işleyen kişi Cesurdu. O an, her şeyin değişeceğini biliyordum, ama kimse bana ne olacağını söylememişti. Sanki herkes ben bir cinayete tanıklık etmemişim gibi davranıyordu.
İlk ay, yürüyememiştim. O tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştım. Sadece odama kapanıp saatlerce tavanı izleyerek, bedenimi tanımaya çalıştım. Fizik tedavi her gün biraz daha adım atmamı sağladı. Ama içimde ki acı hala vardı. Hala her adımda o anı hatırlıyordum.
Odamın kapısının açılmasıyla oraya döndüm. Annem. Elinde ki tepsiyi yatağımın yanında ki çalışma masama koydu. Yanıma gelip oturdu.
"Nasılsın bebeğim?" Elini saçlarıma götürdü. Gülümsedim.
"İyiyim anne." Gülümseyip elini tepsiye götürdü. Heyecanla tepsiye baktım. Gördüğüm şeyle hayal kırıklığına uğradım.
"Evet bu kez en sevdiğin çorba var." Yüzümü buruşturdum. İki aydır tek yediğim ve içtiğim şey çorbaydı. Annem beni umursamadı. Çorbadan bir kaşık alıp, bana uzattı. "Annecim mis gibi çorba neyini beğenmiyorsun? Hem bak en sevdiğin çorba." Anneme göz devirdim.
"Anneye göz devrilmez." Gözleriyle beni kınadı.
"Of! Anne." Annem başını iki yana salladı. "Anneye oflanmaz."
Tam ağzımı açtım, bir şey diyecektim. Annem elinde ki çorbayı ağzıma tıkadı.
En sonunda anneme kıyamayıp içtim bütün çorbayı.
"Güneş." Anneme baktım.
"Yarın biz evde kalalım. Olur mu?" Hızla öne atıldım. Kafamı iki yana salladım.
"Olmaz kesin gidiyoruz," dedim. Annem beni ikna edemeyeceğini biliyordu. Saçlarımı öptü sonra okşadı. "Peki öyleyse, yarın senin için çok yorucu olacak dinlen."
Kafamı salladım. Annem odamdan çıktı.
Yarın büyük gündü. Neden mi?
5 Ağustos yani Savaşın doğum günüydü. Savaş her ne kadar istemese de Sinem teyze ona kutlama yapacaktı. Gitmem gerekiyordu. Çünkü Savaş, bu iki ay boyunca hep yanımdaydı. Hastanede olduğum zamanlar yanımdan hiç ayrılmamıştı. Eve geldiğim zaman da her gün ziyaretime gelmişti. Tabi ben o zamanlar utanıyordum. Ve kimseyi istemiyordum. Tekerlekli sandalyeye mahkum kalmıştım o zamanlar. Savaşın beni öyle görmesini istemiyordum. Ama o asla bunu takmamıştı. Ben fizik tedavi görürken bile başımdan ayrılmamıştı. Ve birde her gelişinde gül buketi getirmişti. İlk zamanlar hep kırmızı veya beyaz gül buketi getiriyordu. Mavi gülü daha çok sevdiğimi söyleyince hep mavi gül getirmeye başlamıştı. Tabi o zaman bana
'Mavi gül mü var?' diye sormuştu. Kahkaha atmıştım sorusuna. Aslında ben papatya severdim. Ama Savaşın bana aldığı ilk çiçek güldü. En sevdiğim renkte mavi olunca bide Savaşın gözleride mavi olduğu için artık en sevdim çiçek mavi güldü. Sol tarafımda ki yer Savaş için biraz daha filizlenmişti.
Ağustos ayında olduğumuz için hava çok sıcaktı. Terden üstüme yapışan tişörtümü zorlukla çıkardım. Kolumda ki alçı çıkmıştı. Ama elimde ki alçı hala duruyordu. Dört kemeğim kırılmıştı. Bu anları daha fazla hatırlamak istemedim. Sırt üstü uzandım. Uyumaya çalıştım.
............
Aziz abimin yardımıyla tişörtümü giydim. Abim alçıda olan kolumu yavaşca tişörtümün içinden çıkardı. Saçlarımı da çıkartınca bir kaç adım geriye gidip bana baktı. "Saçlarını taramamı ister misin?" Diye sordu. Kafamı çevirip aynaya baktım. Saçlarım birbirine girmişti. Aziz abime dönüp kafamı salladım. İçimden ona abi diyordum ama sesli bir şekilde dile getirmiyordum. Dört tane abim vardı ilk hangisine 'abi' diyecektim ki?
İçinden ilk hangisine abi demek istiyorsan ona!
İç sesime ilk defa hak verdim. Aziz abim çekmecemin üstünde duran tarağımı aldı. Yanıma gelip oturdu. Arkamı döndüm. Sakince saçlarımı taramaya başladı.
"Kendini iyi hissediyor musun?"
"Evet, neden sordun?" Nazik bir şekilde saçlarımı taramaya devam etti. "Zor bir süreç geçirdin, Sera. İyi olmanı istiyorum." Neden öyleyse o cinayetle ilgili bir şey yapmıyorlardı. Başımı arkaya çevirdim. Göz göze geldik.
"Ben iyiyim." Gülümsedi. Yaklaşıp saçlarımı öptü.
"Güzel hep böyle ol." Yataktan kalktı.
Tarağı yerine bıraktı. Ardından beyaz spor ayakkabılarımı aldı. Yanıma gelip eğildi.
"Kendim giyebilirim." Kafasını kaldırıp bana baktı. Gözleriyle elimi işaret etti. "O elle mi? Bugün çok yoracaksın kendini zaten." Haklıydı.
"Kendini fazla zorlama. Bacakların tam iyileşmedi." Ayakkabılarımı giydirdikten sonra ayağa kalktı.
"Zorlamıyorum ki iki aydır yatıyorum evde zaten. Çok sıkıldım." Duduklarımı büzdüm. Abim asıl niyetimin Savaş olduğunu biliyordu. Ellerimi iki yana kaldırdım. Gülümsedi. Sağ elini kaldırdı. İşaret parmağıyla burnuma vurdu. Ardından kollarımdan tutup beni kaldırdı.
Odamdan beraber çıktık. Merdivenlerden inip oturma odasına geçtik. Poyraz, Berkay ve Baran vardı. Poyraz'ın yanına koşup oturdum. Beni hemen kolunun altına aldı. Berkay yanıma geldi oturdu. Bana melül melül baktı. Bende onu kolumun altına aldım. Kafamı Poyraz'ın göğsüne yasladım. Berkay da benim.
Baran'nın sahte öksürmesiyle ona baktım. Bana dişlerini göstererek sırıttı.
"Abicim sen üşürsün böyle. Uzun bir şey giyin bence." Baran abimin sözleriyle üstüme baktım. Beyaz tişört ve mavi kot şort.
Kaşlarımı kaldırıp geri ona döndüm. "Ağustos ayında?" Berkay kıkırdadı. Aziz abim Baran abime çatık kaşlarıyla bakınca sustu.
İçeri Boran abim girdi. Beni görünce geri arkasını dönüp çıkıcaktı sonra vazgaçti. Geri dönüp tekli koltuğa oturdu. Ben hariç heryere bakıyordu. Herkes farkındaydı ama kimse birşey demiyordu. Ben demediğim için. Boran abim zaten bana çok yakın biri değildi. Ama nedense o kaza gününden belli garip davranıyordu. Hastanedeyken yanıma hiç gelmemişti. Eve geldiğim zamanda. Hatta benim olduğum ortamda gerekmedikçe gelmiyordu. Sanki bir suç işlemiş gibi davranıyordu.
Birinin koluma dokunmasıyla daldığım düşüncelerden çıktım.
Poyraz dürtmüştü beni. Elinde ki kutuyu bana uzattı.
"Bune?" Diye sordum. Cevap vermek yerine kutuyu uzattı. Aldım. Kutuyu açtığımda çok ünlü bir basketbolcunun imzalı forması olduğunu gördüm. Bir haftadır bunu için Poyraz'a yalvarıyordum. Heyecanla ona döndüm. Kollarımı açıp sarıldım.
"Ya teşekkür ederim." Oda beni sıkıca sardı. "Sadece forma ama topu ben vereceğim." Hızla başımı salladım. O imzalı basketbol topunu verecekti bende formayı. Bir erkeğe hediye seçmek çok zordu. Ama canım ikizim bu meseleyi halletmişti.
Babam ve Toprak girdi odaya. Toprak yanıma gelip oturdu. Beni kolunun altına çekti. Babama baktım. Ama o da Boran gibi gözlerini benden kaçırdı. Babam bana karşı çok hassastı. Ama nedense kaza gününden belli dahada bana olan ilgisi artmıştı. Gözlerime bakmıyordu ama. Bilmiyordum nedenini. O cinayet anında 'baba' demiştim ilk defa ama o yoktu. Belki de bu yüzden suçluluk duyuyordu.
Hayır Güneş! Sen bir cinayete tanık oldun. Ama o sustu. Hiçbir şey yapmadı farkında mısın? Babanın bu olayla ilgisi var!
İç sesimi hızla susturdum. Hayır o benim babamdı. Ben babamın kızıydım. Bana zarar vermezdi. O beni korurdu. Başka birşey vardı eminim. Babam bir an bekliyordu sanki.
Topuklu ayakkabı sesi gelmeye başlayınca annemin hazır olduğunu anladık. Hepimiz aynanda ayaklandık.
Elimde ki kutuyu sıkıca tutarken içimde garip bir heyecan vardı. Sinem teyze bu doğum günü fikriyle herkesi bir araya getirmişti. Arabada abilerimle birlikte giderken bir sessizlik hakimdi. Aziz abim her zamanki ciddiyetlikle arabayı sürüyor Baran abim ise sürekli şakalaşarak ortamı yumuşatıyordu. Poyraz umursamazca takılıyordu. Bakışlarımı Berkay'a çevirdim. Camdan dışarı bakıyordu. Onun aklında başka birşey, daha doğrusu başka biri olduğu belliydi. Doğa'da partide olacağı için heyecandan yerinde duramıyordu. Gerçi bende öyle.
Savaşların evine geldiğimizde arabanın camından baktım. Bizim ev kadar büyük bir evleri vardı. Arabadan inip evin arkasına doğru yürüdük. Arka bahçe ön bahçeden daha büyüktü. Bahçeye vardığımızda, ışıkların ve dekorların büyüleyici olduğunu farkettim. Sinem teyze zevkli bir kadındı. Çiçeklerle süslenmiş masalar, ağaçlardan sarkan ışıklar ve havuzun kenarında ki şık oturma düzeni.. herşey kusursuz gözüküyordu. Etrafta hep bizim yaşlarımızda gençler vardı. Anne ve babalar başka taraftaydı.
Koyu mavi gözleri gördüm. Bize doğru geldi. Babam, annem ve abilerimle sarıldı. Poyraz ve Berkay'la konuşuyorlardı. Gözleri bendeydi ama. Berkay savaşın bana baktığını görünce sırıttı. Berkay'a göz devirdim. Savaşa geri döndüm. Mavi bir gömlek giymişti. Altında ise beyaz bir pantolon. Saçlarını özenle taramıştı. Bana doğru gelmesiyle kalbim hızlandı.
Elimde ki kutuyu sıktım.
Tam karşımda durdu. O son derece karizmatik bir şekilde dururken ben mal gibi elimde kutuyla duruyordum. Daha fazla böyle beklememek için ona uzattım, kutuyu.
"Senin için." Meraklı gözlerle bana baktı. Uzattığım kutuyu aldı. Açmaya başladı. "Doğum günün kutlu olsun." Yüzünde belli bir gülümseme oluştu. Kutuyu açtığında içindeki formayı havaya kaldırdı. Şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı.
"Hey! Bu çok güzel. Nasıl buldun? Ben aylarca armıştım. Bulamamıştım." Beğenmesi hoşuma gitti. Basketbola olan ilgisini biliyordum.
"Teşekkür ederim, Güneş." Güneş. Savaş bana ilk defa Güneş ismimle seslenmişti. Gülümsedim. "Rica ederim."
Ona biraz yaklaştım. Kulağına eğildim.
"Sana bir sır vereyim mi?" Dedim fısıldayarak. Burunlarımız neredeyse değecekti. O derece yakındık. Elini kaldırdı. Merakla onu izledim. Önüme düşen bir tutam saçımı alıp kulağımın arkasına sıkıştırdı. Ardından kulağıma eğildi. Nefesi yanağıma çarpıyordu. "Ver bakalım." Muzip bir şekilde sırıttım. "Poyraz dan aldım." Geri çekilip yüzüme baktı. "Ciddi olamazsın." Başımı iki yana salladım. Son derece ciddi olduğumu belli ettim.
"Ne var ki bunda? Erkeklere hediye seçmek çok zor napabilirim?" Savaş küçük bir çocuk gibi alınmıştı resmen.
"Senin benim için beğenip seçmeni ve almanı tercih ederdim. Bu hediye her ne olursa olsun." Düşüncesi güzeldi. Ama napabilirim ki aklıma hiçbir şey gelmemişti. "Özür dilerim." Elini yanağıma koydu. "Dileme." Gülümsedim. Gülümsedi.
"Afettin mi?" Kaşlarını çattı.
"Küsmedim ki." Tam kollarımı açtım sarılacaktım, savaşın arkasında Aziz abimi görmemle ateşe değmişim gibi geri çekilmem bir oldu.
Savaş da kollarını açtı. Ama ben kendi kollarımı indirdim. Savaş kaşlarını çattı.
"Noldu? Sarılmayacak mıydın?" Ben gözlerimi büyüterek Aziz abime baktım. Savaş arkasını dönerek baktığım yere baktı. Aziz abimle göz göze geldi.
Aziz abim kollarını açtı.
"Gel koçum biz sarılalım." Gülmemek için dudaklarımı bastırdım. Aziz abim Savaşı kolları arasına aldı. Savaş dosça sarılırken abim Savaşı çok sıktı. Savaşın yüzü kızarmaya başlayınca öne atıldım.
"çocuk kızardı. Bıraksana." Aziz abim beni umursamayıp savaşın sırtına vurdu.
"Sarılıyoruz gülüm. Çok özlemişte. Daha dün bizim evdeydi değil mi?" İmalı bir şekilde bana bakan abime gözlerimi devirdim.
Tam o sırada biraz ileride ki grup dikkatimi çekti. Alara ve arkadaşları... Umursamamaya çalıştım. Yönümü başka yere çevirdim. Bahçenin diğer ucunda Doğa, Eylül ile sohbet ediyordu. Bahçenin diğer ucunda ki Berkay'a baktım. Doğaya bakıyordu. Berkay'ın yanına gittim. Doğaya o kadar odaklanmıştı ki geldiğimi bile farketmedi.
"Ne bekliyorsun, git konuş," dedim ona.
Berkay birşey söylemeden başını salladı ve Doğa'ya doğru yürüdü. O anda ne kadar heyecanlı olduğunu, ellerini nasıl sıktığını görebiliyordum. Doğa onu fark ettiğinde yüzünde tatlı bir gülümseme belirdi.
Doğum günü partisinin ilerleyen saatlerinde boş gözlerimle etrafa baktım. Bahçede sadece gençler kalmıştı. Annemler içeri girmişti. Babam ve Tahir amca da iş konuşmak için gitmişlerdi. Gelen misafirlerin yarısı gitmişti. Bazıları bahçedeki büyük masanın etrafına toplanmaya başladı. Poyraz da masaya geçip oturduğunda meraklı gözlerle ona baktım. El işaretiyle beni yanına çağırdı.
Büyük masaya vardığımda Aziz abim ve Poyraz'ın ortasına oturdum. Masanın ortasına şık bir cam şişe yerleştirildiğinde herkesin yüzünde aynı meraklı gülümseme vardı.
"Şişe çevirmece oynuyoruz!" Diye bağırdı Alara, oyunun liderliğini üstlenmiş gibi. Yanında ki arkadaşları hemen heyecanla masaya oturdular.
"Bu çocukça şeylere gerek var mı?" Dedi Aziz abim, gözlerini devirmeden önce. Ama Baran ve Toprak çoktan masada yerlerini bulmuşlardı bile.
"Abi, burakta biraz eğlenelim," dedi Baran gülerek. "Belki sen de biraz gençlik hissedersin." Aziz abim ona sinirler baktı.
"Barış gelmiş olsaydı, bu duruma düşmezdim." Dedi Aziz abim. Kaşlarımı çattım, Barış da kimdi?
Burak, Eylül ve Doğa'da yerlerini aldı.
Şişeyi ilk çeviren Alara oldu. Şişe dönüp Burak'ı işaret ettiğinde herkesin gözleri ona çevrildi.
"Doğruluk mu, cesaret mi?" Diye sordu Alara. Gözlerimi devirdim.
"Cesaret," dedi Burak, hafif bir gülümsemeyle.
Alara kısa bir zaman düşündü. O dudaklarını da büzmeyi ihmal etmedi. Yüzümü ekşittim. Ona daha fazla bakamadım. Estetik faciası gibi birşeydi kız. "Poyraz'ın söylediği ilk şarkıyı burada, herkesin önünde söylemeni istiyorum."
Burak şaşkınlıkla Poyraz'a baktı. İkizim ise kahkahalarla gülmeye başlamıştı. "Bu çok eğlenceli olacak." Dedi Poyraz.
Burak iç çekip şarkıyı söylemeye başladı. İlk söylemeye başladığında biraz çekingen di, ama sonra herkes ayak uydurmaya başlayınca rahatladı. Bende bağırarak onunla şarkıyı söyledim.
Şişe bu kez Savaş'ı işaret etti. Alara hemen atıldı. "Savaş! Doğruluk mu, cesaret mi?"
Merakla Savaş'a baktım.
"Doğruluk," dedi Savaş, sakin bir tavırla.
Alara'nın gözleri parladı. Üstüne atlayıp gözlerini oyma fikri çık aklımdan. "Bu masadan biriyle çıkacak olsan kiminle çıkardın?" Dedi Alara. Niyeti belliydi bu kızın. Savaş sorunun saçmalığıyla kaşlarını çattı. Alara sanki Savaş onun ismini söyleyecekmiş gibi, saçlarını savurmaya başladı. Haspam. Saçlarıda gerçek olsa.
Gözlerimi Savaş'a çevirdim. Göz göze geldik. Bana bakıyordu. Poyraz bir bana bir Savaş'a bakamya başladı. Aziz abim yerinde dikleşti. Savaş'ın kimi diyeceğini merak etmiştim. Beni söyler miydi?
Abiler varken yapmaz bence!
Bencede.
Savaş, Poyraz'a baktı. İkisi gülmeye başladı. "Poyraz'la çıkardım." Herkes kahkaha atmaya başladı. Bende gülerken karnını tuttum. Aziz abim ise rahatlamıştı.
Oyun ilerledikçe sorular ve cesaret görevleri daha da ilginçleşti. Alara herkesi seçti en sona ben kalmıştım. Bunu istemesemde yapmak zorundaydım. Alara bana döndü.
"Sera, tek sen kaldın. Doğruluk mu, cesaret mi?" Kendiside bu durumdan pek memnunmuş gibi durmuyordu. Ama doğruluk dersem sanki çok önemli birşey soracakmıl gibiydi.
Sorusunu merak ettiğim için.
"Doğruluk," dedim. Doğru tahmin etmiştim. Alara'nın gözlerinde sinsilik vardı.
Alara, şeytani bir gülümsemeyle,
"Daha önce hç öpüştün mü?" Sorunun saçmalığıyla yüzümü ekşittim. Ne beklenirdi ki zaten Alara dan. Eylül kafasını iki yana salladı.
"Hayır." Dedim kendimden emin bir şekilde. Bu kez tek rahatlayan Aziz abim değildi, Savaş'ta rahatlamıştı, verdiğim cevapla.
"Daha önce hiç sevgilin olmadı mı?" Diye sordu Alara. Göz devirmemek için kendimi zor tuttum. "Bir tane sorma hakkın var." Dedim yüzümde alaycıl tavırla.
Hiçbirşey demeden önüne döndü.
Gece ilerleyip oyun sona erdiğinde, herkes masadan kalkıp bahçeye yayıldı. Savaş bir köşede, masadan uzaklaşmış, elinde kş formaya bakıyordu. Onun yalnız olduğunu görünce, kendimi fark etmeden yanına yürürken buldum.
"Her şey yolunda mı?" Diye sordum.
Bana döndü ve hafifçe gülümsedi. " Hediye için tekrar teşekkür ederim,"dedi. "Gerçekten çok özel. Sen seçmesende."
Nispet yaptığı yeri takmadım.
"Sen de benim için çok özel bir şey yaptın," dedim. "O zor zamanlarda hep yanımdaydı. Bana her gün mavi güller getirmen..."
Savaş başını salladı."Senin o zamanlar ne kadar güçlü olduğunu gördüm, Güneş. İnsanlar çoğu zaman dışarıdan kırılgan görünenlerin en güçlü olduğunu anlamaz. Ama ben anladım."
Hafifçe gülümsedim. "Benim güçlü olmamı sen sağladın." Dedim dürüstçe. "O zaman kendimi çok yalnız hissediyordum, çünkü yanıma kim yaklaşmak istese kovuyordum. Ama sen, ben seni kovduğum halde gitmedin. Her gün yanımdaydın."
Savaş gülümsedi ve elindeki formayı dikkatle katladı. "O zaman şunu bil: Her zaman yanındayım. Tıpkı o zamanlar olduğu gibi."
Davet Gecesi.
Yazarınızdan..
Halit, sinirle arkasını döndü. Yürüdü ve geri döndü. Saatlerdir devam ediyordu, bu durum. Biricik kızı kaza geçirmişti. Şuan ameliyattaydı kızı, ama gidemiyordu. Sinirle masaya oturdu.
"Baba, biraz sakin Ol." Halit sinirle ortanca oğluna baktı.
"Kızım, can çekişiyor, seninde kardeşin. Sen bana gelmişsin ne diyorsun Boran?" Sinirle oğluna bağırdı. Boran babasını sakinleştiremeyeceğini anlayınca sustu. Tabiki oda üzülüyordu. Sera canıydı, onun.
Halit elini yeniden masaya vurdu.
"Nerede lan bu adam?" Tahir dostuna baktı. Üzülmüştü daha yeni kavuşmuştu, kızına. Üstelik kız daha çok küçüktü.
"Gelecek sakin ol." Halit elleriyle başını tuttu. Sabır çekti.
"Bana neden hepiniz sakin olun diyorsunuz lan! Kızım can çekişiyor benim. Ben burada kızımı bu hale getiren adamın gelmesini bekliyorum." Her an patlayacak bomba gibiydi, Halit. Neden adamın gelmesini bekliyordu ki? Belki de kaçmıştı. Gidip kendisi bulacaktı. Kızını bu hale getiren adamı. Sinirle ayağa kalktı.
Kapının açılmasıyla herkes oraya döndü. Bekledikleri kişi değildi.
"Oğlun Nerede?" Diye bağırdı, sinirle Halit. Halit karşısında ki yaşlı adama baktı. Bir cevap vermesini bekliyordu. Yaşlı adam sakince masanın önünde bulunan sandalyeye oturdu. Halit adamın bu sakin haline daha da sinirlendi.
"Oğlun, yüzünden kız kardeşim canıyla ceberleşiyor." Genç adam ellerini masaya koydu. Ve sözlerine devam etti.
"Oğlunu getir. Saklasan da buluruz." Yaşlı adam karşısında ki gence baktı. Bulurlardı oğlunu, biliyordu. Onlar Yıldırım ailsi idi. Herkes korkardı onlardan. Yaşlı adam daha fazla uzatmak istemeyerek söze girdi. "Oğlumun bir suçu yok." Elini masaya koyup vurdu. Halit, sinirle masaya oturdu. Oda elini masaya vurdu. "Nasıl yok lan! Oğlun yüzünden oldu." Önünde engel olmasa bu adamı da oğlunu da çekip vururdu.
"Kızın kriz geçirdiği için düştü. Oğlum onu itmedi. Yani oğlumun bir suçu yok." Orada bulunan geldiğinden belli hiç konuşmayıp dinleyen Toprak söze girdi.
"Eğer Cesur davette adam öldürmeseydi Sera düşmezdi." Toprak nefret ediyordu, bu işlerden. Üniversite son sınıf öğrencisi idi. Hukuk okuyordu. Babasının ve abileri'nin izinden gitmemişti. Ama kardeşi için şuan burada olmak zorundaydı.
Yaşlı adam Yıldırım erkeklerine baktı. Bu iş çok zor olacaktı. Üstelik Yıldırımların yanında Alaboralar ve Arslan aileside vardı. Tahir Alabora, büyük oğlu Barış Alabora ve Hakan Arslan. Kurtaracaktı ama oğlunu. Yaşlı adamın tek çocuğuydu, Cesur. İleride işlerin başına o geçecekti.
"Cesur, durduk yere adam öldürecek biri değil." Halit'in sabrı taşıyordu.
Hakan konuştu. "Neden öldürdü o zaman?" Herkes gelecek cevabı bekliyordu. Yaşlı adam konuştu.
"Masa. Masa istemiş öldürmesini." Halit'in masanın üstünde ritim tutan eli durdu. Gözlerini yaşlı adama dikti. Herkes şaşırmıştı. Şimdi Yıldırımların eli kolu bağlanmıştı. Ya da yaşlı adam öyle sanıyordu. O an, yaşlı adam hariç herkesin aklına tek bir isim geldi.
Masa. Aziz Yıldırım.
Bölüm biraz geç geldi kısa da oldu biliyorum sınavlardan vakit buldukça yazmaya çalıştım.
Instagramdan soru cevap yapmayı düşünüyorum.
Wp kanalıma katılmak isteyenler profilimde hakkımda kısmına link koydum
Yeni bölümün ne zaman geleceğini ve yeni karakterler hakkında bilgi veriyorum
Gelecek bölümde görüşmek üzere 🤍
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 35.31k Okunma |
3.73k Oy |
0 Takip |
20 Bölümlü Kitap |