2. Bölüm

1. Bölüm "Zaman Çizgisi"

yaren
yarenyaziyor

 

 

İlk bölüme hoş geldiniz!

 

 

Keyifli okumalar dilerim. ✨

 

 

×××

 

“Solithra’nın çanları her zamanki gibi çalıyordu, ama o sabah, zamana sadık her şey sessizce ihanete hazırlanıyordu.”


Sabahın erken saatlerinde yine babamın apar topar evden çıkmasıyla uyandım. Her zamanki gibi yine saat kulesine gidiyordu. Şehrin merkezinde yer alan otantik saat geçmişin ağırlığı yüzünden sürekli duruyordu. Babam bu sürekliliğin ben doğduğumdan beri olduğunu söylerdi. Her gün saat kulesine gider onu tamir eder ve eve geri dönerdi. Bu süre en az üç saat sürerdi.


Sabah günlük rutin işleri halledip dışarıya çıktım. Her sabah yürüyüşümü yapardım. Bu şehri severdim. Solithra... Sadece merkezi otantik kalmış bir şehirdi. Geri kalan yerler gelişmiş ve günümüz teknolojisine uygun hale gelmişti. Merkezin eski görünümlü yeni yapılara sahip olmasının sebebi saat kulesiydi. İnsanlar bu kuleye saygı duyar ve onu yüksek binaların arasında kapatmak istemezdi. Bu yüzden evler genellikle müstakil ya da iki katlıydı.


Saat kulesine bu kadar saygı duyulmasının sebebi ilk saat kulesi olmasıydı. Ya da bir nedeni daha vardı. Ülkeler savaş içindeyken, kimse zamanı bilmezdi. Sadece Solithra da saat vardı ve insanlar buraya sahip olmak isterdi. İnsanın ruh hali gereğince bir alışılmışlık varsa hep aynı saatte olurdu. Mesela üç gün boyunca sabah on da kalkıyorsan dördüncü gün de sabah on da kalkarsın. Bu garip bir matematiktir ama doğrudur. Bu yüzden savaşmak için gelecekleri saati bilirdik ve kendimizi korurduk.


Saat kulesine bu kadar saygı duyulmasının sebebi de buydu. Bir zamanlar bizi savaştan koruyan bir nesneydi.


Bu başarının tamamını saat kulesine atfetmek bana mantıksız gelse de yardımını reddedemezdim. Lakin bu kadar süre korunması mantıklı mıydı? Aman, bana neyse. Gürültülü şehirden uzak durmamızı sağlıyordu. Bu yüzden ona teşekkür etmeli ve saygı duymalıydım.


Solithra'nın sokakları adeta fantastik bir evrenden çıkmış gibiydi. İnsanın içine huzur verirken bir yandan da tedirginlik verirdi. Tedirginliği sebebi her an bir köşeden canavar çıkacakmış gibi durmasıydı.


Saat kulesinin birkaç sokak ötesinde pazar kurulurdu. Bu pazarda çeşit çeşit sebze ve meyveler vardı. Solithra halkının bir kısmı tarımla uğraşırken bir kısmı sanayi ile uğraşırdı. Sanayi bu bölgeden epey uzaktaydı ve burada tarım daha fazlaydı.


Temiz havayı ciğerlerime çektim ve pazardan birkaç sebze alıp eve geldim. Solithra halkı sağlıklı beslenmeye önem verirdi. Sağlıklı beslenmenin birçok hastalıktan koruduğuna inanırdık. Bu inanışın asıl sebebi yüzlü yaşlarına gelen insanların olmasıydı. Küçük bir hastane vardı Solithra'da. Fakat bu hastaneye yılda iki, üç hasta anca gelirdi.


Evde kahvaltıyı hazırladığımda babamı beklemeye başladım. Evimiz saat kulesine bakıyordu. Camdan dışarı baktım ve saat kulesini izlemeye başladım. Eski ahşaptan yapılmış bu kule ne yağmurdan ne kardan etkilenirdi. Belki ilahi bir dokunuş olabilirdi ama bu tür fantastik şeyler bana inandırıcı gelmezdi. Aslında kimse için inandırıcı değildi.


Solithra kıtlıktan çıkmış bir şehirdi. Tarım bitmişti, yıllarca bir damla yağmur yağmamıştı. O zamanlarda insanlar düzenli olarak birleşip ellerini yukarı kaldırıp dua ederlerdi. O zamanlar bu bir işe yaramamıştı ve insanların inanışları körelmişti. Başka şeylere yöneldiler ve nesilden nesile aktarıldı. Bu da inançsızlığı yaygınlaştırdı. Bu olaylar ben de doğmadan önce yaşanmış fakat dedem bana küçükken anlatırdı. O zamanları hayal ederdim ve o insanların yaşadığı hayal kırıklığını anlardım.


Ben düşüncelere dalmışken babam eve gelmişti. Üzerine yine paslar bulaşmıştı. Elini yüzünü yıkadı ve üstünü değiştirmek için odasına geçti. Ben de o sıra kahvaltı masasına geçtim ve babamı beklemeye başladım.


"Yine tamir işi uzun sürdü ha?" diye bir konu açtım. Babamla yakın olduğumuz kadar bir o kadar da uzaktık. Bir gün saatlerce konuşup vakit geçirirken ertesi günü birbirimizin yüzüne bakmazdık.


"Biraz uzun sürdü."


"Belki yenilemek işe yarar, bu kadar bozulmaz."


Babam bir anda öfkelendi ve: "O saat kulesi asla yenilenmeyecek! O atalarımızın mirası ve her zaman şu anki hali ile kalmak zorunda."


Babamın yüksek sesi beni ürktü ve olduğum yere sindim. Sessizce önümdeki yemeği yedim ve sofradan kalktım. Kendi odama geçtiğinde yatağa uzanıp tavanı izlemeye başladım.


Evimiz de neredeyse saat kulesi kadar eskiydi. Gerçi buradaki evlerin neredeyse hepsi böyleydi. Gözlerimi kapatıp uyumayı denedim ama hiçbir türlü gözüme uyku girmiyordu. Yataktan kalktım ve pencereden dışarı izledim. Saat kulesi yine gözlerimin önündeydi. Oranın tepesine çıkıp şehrin manzarasını izlemeyi severdim.


Aklıma gelen düşünceyle yataktan kalktım ve üstümü değiştirip dışarı çıktım. Muhtemelen babam kendi dükkanına gitmişti, çünkü onu evde görememiştim. O bir saat ustasıydı ve sürekli saatlerle ilgilenirdi. Saat kulesine ise ayrı bir bağlılığı vardı. Ona hak veriyordum. Küçükken babamdan bu işi öğrenmiştim ve saat kulesinin mekanizması çok farklı bir şekildeydi. Hayranlık duymamak elde değildi.


Saat kulesine girdiğimde merdivenlerden yukarı çıktım. Küçük bir kısım vardı etrafı görebileceğiniz ve ben orayı küçükken keşfetmiştim. Ulaşılması zor bir yerdeydi hatta babamın bile bu yerden haberi olmadığını düşünüyordum.


Lakin o tehlikeli kısmı açıp etrafı izleyebileceğim yere geldiğimde tanıdık bir yüzle karşılaştım. Babam da buradaydı. Beni fark etmemiş sadece etrafı izliyordu. Ardından gökyüzüne baktı. Uzunca bir süre gökyüzünü izledi. Ona seslenip seslenmemek arasında kararsız kalmıştım. En iyisi ona hiç görünmeden buradan çıkmaktı.


Sokağa geri indiğimde pazar dağılmış ve insanlar evlerine gidiyordu. Tanıdık yüzleri görünce gülümseyerek selam veriyordum. Camilla teyzeyi gördüğümde de aynı şekilde gülümsedim.


"Lyra'cığım, nasılsın?"


"İyiyim Camilla teyze. Sen nasılsın?"


"Ben de iyiyim. Usta nerelerde? Bugün onu dükkanda göremedim."


"Saat kulesiyle ilgileniyor." Arkamda kalan saat kulesine doğru baktı ve gülümsedi.


"Anladım. Onu gördüğünde dükkana evimizdeki saati bıraktığımı söyler misin? Yine durdu."


"Olur söylerim."


"Teşekkür ederim, kızım. Dikkat et kendine. Görüşürüz."


"Görüşürüz teyze."


Babam o kadar dalgındı ki uzun bir süre dükkana uğramayacağını düşündüm. Bu yüzden dükkana gidip Camilla teyzenin saatini tamir edecektim. O kadın beni büyütmüştü ve onu mutlu etmek istiyordum. Annemi hiç tanımamıştım. Babam onun çok yoğun olduğunu geri döneceğini söylerdi. Ama hiç dönmedi. Nerede olduğunu da söylemedi. Bir dönem onu merak ediyordum ve onu bulmak istiyordum. Nasıl bulabilirim ki? Bir fotoğrafı bile yoktu bende.


Dükkana geldiğimde kapının önünde bir sürü insan vardı. Bu kalabalık neden olmuştu? Babam saat kulesindeydi. Dükkan hep açıktı çünkü burada kimse kimsenin malına zarar vermezdi. Babam yokken de insanlar bir notla saatlerini bırakıp çıkardı. Şu an böyle olmamasının sebebi bir kuyruk olmasıydı. Dükkana zor bela girdim ve içeride yine bir dolu insan vardı.


"Ah, Lyra. Hoş geldin. Bugün saatlerin hepsi durdu. Sadece saat kulesi doğru. Evimizde tamir etmeye çalıştık ama olmuyor. Biz de ustaya götürmeye karar verdik. Usta nerede?" Bu sokakta oturan bir kadındı. Yanlış hatırlamıyorsam adı July idi. Orta boylu, hafif kiloluydu. Saçlarının diplerinde hafif beyazlar çıksa da gür ve kahverenginin koyu bir tonuna sahipti. Gözleri bal rengine yakın bir renkti.


"O saat kulesinde şu an. Saatlerinize ben bakarım."


"Teşekkürler kızım."


Babamın masasına geçtim ve insanların saatlerini bırakmasını bekledim. O kuyruğun bitmesi yaklaşık iki saati bulmuştu. Her yer saat olmuştu. Neredeyse basacak yer bile yoktu. Dikkatimi çeken tek şey saatlerin aynı zamanda durmasıydı. Hepsi 16.54'te durmuştu. Gerçi tüm saatleri aynı mekanizmada yapmıştık ve aynı zamanda durmaları normal olabilirdi.


Saatlerle ilgilenmeye başladım fakat hiçbiri düzelmiyordu. Kaç saat geçmişti bilmiyordum. Camdan dışarı baktığımda saat kulesinin hala çalıştığını gördüm. Babam hala dükkana gelmemişti. Dalgınlığının bu kadar uzun sürmesi garipti.


"Lyra!" O kadar dalmıştım ki dükkana birinin geldiğini görmemiştim. Gözlerimi kapıya çevirdiğimde orta yaşlı bir kadın vardı. Boyu diğer kadınlara nazaran daha uzundu. Saçları siyahtı ve beline kadar uzanıyordu. Yaşının kırklarda olduğunu tahmin ediyordum ama yüzü bunu yansıtmıyordu. Hiçbir kırışıklık yoktu. Ama gözlerinin altı çökmüştü. Uzun zamandır uyumadığı belliydi. Üzerinde beyaz renkte uzun bir elbise vardı. Elbise bel kısmında dar geri kalan kısmı boldu. Fiziği de oldukça güzel bir kadındı. Lakin ben bu kadını tanımıyordum, ama o beni tanıyordu.


"Evet?" dedim. Uzun bir zamandır kadını incelediğim için bir utanmıştım ve sadece gözlerine odaklandım. Göz rengi mavi ve yeşilin birbirine girmiş bir tonuydu. Bu renk neydi bilmiyordum ama harika görünüyordu.


"Baban nerede?" Sesi fısıldar gibi çıkıyordu. Yorgunluktandı ya da korktuğundandı.


"Siz kimsiniz?" Panik olmuştum. Bu kadını tanımıyordum ve o benim babamı soruyordu.


"Lyra, usta nerede?"


"Sizi buralarda hiç görmedim. Neden babamı arıyorsunuz?"


"Lyra, lütfen. Sesini kıs." O diyene kadar bağırdığımı fark etmemiştim.


"Siz... kimsiniz?" Duraksadım. Ses tonumu ayarladım ve konuşmaya devam ettim.


"Ustayı görmem gerekiyor. Söz veriyorum sana her şeyi anlatacağım. Sadece şu an babanı görmem gerek." Bilmediğim ne vardı da bana anlatacaktı. Merakım onu şu an anlatması için baskılamak istiyordu ama bir yandan da gitmesine izin vermek istiyordum.


"O saat kulesinde. Onu çağırayım." Kelimeler ağzımdan bir anda döküldü. Bir anda buna karar vermiştim. Her neyi bana anlatacaksa belki de bilmemem benim için daha iyiydi. Ya da şu an beklemek benim için daha iyi olacaktı. Kapıya doğru hareketlendiğimde beni durdurdu.


"Zahmet etme. Ben giderim." Tam dönüp çıkacaktı ki hafif bir sesle inledi ve karnını tutup yere çöktü. Bir anda yanına ulaştım. Paniklemiştim.


"İyi misiniz?" Kolundan nazikçe tuttum ve kaldırmaya çalıştım. Yalpaladı ama ayağa kalkmayı başardı. Gözlerini açık tutmakta zorlanıyor gibiydi. Eli hala karnındayken gözlerim beyaz elbisede ki kana takıldı.


"Kan... Kanıyorsunuz." Panik halinde ne dediğimi bilmiyordum ve bu da o anlardan biriydi. Gözleri karnına döndüğünde o da kanı fark etti. Elini daha çok bastırdı, sanki kanı durdurabilecekmiş gibi.


"Pansuman, pansuman yapabilirim." Hemen dükkanda göz gezdirdim. Bir ilk yardım kutusu olduğunu hatırlıyordum ama etrafta o kadar saat vardı ki ilk yardım kutusunu göremiyordum. Lakin o an bir şey dikkatimi çekti. Saatler çalışmaya başlamıştı. Tüm saatler kaldıkları yerden değil de şu an ki vakitten devam ediyordu. Gözlerim büyüdü ve kadına baktım fakat kadın yoktu.


Bir hışımla dükkandan çıktım koşar adımlarla saat kulesine doğru ilerledim. Babamın yanına gidecekti o kadın. Tam saat kulesinin önüne geldiğimde bir gürültü koptu. İnsanların çığlıkları kulağımın içinde yankılanırken arkamı dönmeye korkuyordum. Cesaretimi toplayamıyordum.


"Usta!" Çığlıkların arasından duyduğum isim içimde yankılandı, tiz bir çığlığa dönüştü ve orada sonsuza dek hapsedildi. Gözlerimden yaşlar akmaya başlamıştı ama sanki o an zaman benim için durmuştu. Bedenim kenetlenmişti ve arkamı dönemiyordum. Tüm bunlar rüya olsun diye evrene yalvarırken ayaklarımın bedenimi taşıyacak gücü kalmamıştı. Ben yere çöktüğüm anda şiddetle ağlamaya başladım. Canım çok yanıyordu ama bu yangını bir ben hissediyordum. Birisi yanıma geldi ama gözlerim o kadar buğulanmıştı ki kim olduğunu göremiyorum.


"Lyra," İkinci duyduğum isim buydu. Benim ismim... Bir fısıltı, bir ağırlık ve birçok acı duyguyu taşıyordu ses. Lyra artık bu şekilde telaffuz edilecekti. Acı, ağırlık ve fısıltı...


Gözlerim yerde boylu boyunca uzanan babama takıldı oradan bana bakıyordu. Dudaklarını açtı, kapattı. Bir şey söyleyecekti. Elimi ona doğru uzattım ama ne o tutabiliyordu ne ben yetişebiliyordum.


"Baba," dedim. Kendi sesimi ben bile duymamıştım ama o duymuştu sanki. Hafifçe gülümsedi. Gülümsemesi beni dumura uğratırken dudaklarını araladı. Ama yine bir şey diyemedi. Ölüyordu, ölürken mutlu muydu? Neden gülümsemişti?


"Lyra," Babam da fısıldadı. O ağırlığı, o duyguları babam da bana hissettirdi. Dizlerimin üstünde emekleyerek onun yanına vardım. Ellerini tuttum ağlayarak.


"Bir şey olmayacak değil mi? Yaşayacaksın. Hastaneye gideceğiz şimdi. Ambulans..." Etrafa döndüm ve bağırdım: "Ambulansı aradınız değil mi!?"


Birkaç kişi kafa salladı sadece. Babama döndüm, bir elimle sakallarını okşadım. "Baba, iyileşeceksin. Ambulans gelecek şimdi ve iyileşeceksin." Gözyaşlarım babamın yüzüne dökülüyordu.


"Lyra, baban..." Bir kadın elini omzuna koydu ama omzumu silktiğimde elinden kurtuldum.


Babam tekrar kurumuş dudaklarını araladı. Yorgun gözleri bu sefer bana söylemek istediği şeyi anlatacaktı. Gözlerinden yaşlar dökülüyordu ama gözlerinde huzur vardı, biraz da mutluluk.


"Lyra… Sana anlatmadığım her şey şimdi seni bulmaya geliyor. Kaçma. Bittiğinde... onlar diz çökecek." Ardından babamın gözleri kapandı.


"Baba! Baba, hayır. Aç gözlerini!" Sarsmaya başladım. "Baba, lütfen!"


"Lyra!" Biri beni çekip almaya çalışıyordu oradan. "Lyra, bana bak!" Beni sürükleye sürükleye babamdan uzaklaştırdı. Ağlamaktan şişmiş ve kızarmış gözlerimi beni büyüten kadına çevirdim ve kollarından kurtularak onu ittim. "Özür dilerim, Lyra ama baban uyanmayacak." O anlık öfkeyle kadına okkalı bir tokat attım. Ardından tekrar babama döndüğümde gördüğüm manzara daha farklıydı. Babamın bedeni dağılmış, yüzü parçalanmış bir haldeydi.


"Siz benimle dalga mı geçiyorsunuz!" diye bağırdım gökyüzüne doğru. Yine bir cevap gelmedi. Belki de...

 

 

 

Bölüm sonu...

 

 

Gerçekten son sahnede küfür etmemek için zor durdum. Kitaplarda küfür kullanılmasından hoşlanmıyorum ama bu sahne cidden bir küfürle taçlandırılabilirdi. Siz yorumlarda benim yerime küfür edip benim içimi rahatlatabilirsiniz.

 

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim. 🌸

Bölüm : 09.07.2025 20:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...