5. Bölüm

Gölge Bölüm I "Küllerin Tanıklığı"

yaren
yarenyaziyor

Bazı günler şehir nefes almaz, o gün Solithra nefesini tutmuştu.

 

Solithra o gün güneşli bir güne uyandı. Neşeli bir sabah geçiriyorlardı. Saat kulesinin 'tak, tik' sesine de artık alışmışlardı. Sokakta top oynayan çocukların kahkahaları şehri ısıtıyordu. O gün diğer günlerden daha kalabalıktı sanki. Pazarda neredeyse adım atmaya yer yoktu. Tüm evlerin pencereleri açılmış, neşeyi evlerine dolduruyorlardı. Bir ev hariç...

Ustanın evi yine kapalıydı. Tüm o renklerin arasından sanki orası simsiyahtı, Her yer güneşi görürken sanki orada yağmur yağıyor, fırtına kopuyordu. Kalabalıktan neredeyse kimsenin duyamayacağı fısıltılar gelmeye başladı. ''O evden korkuyorum.'' Bir diğeri ise, ''O aile Solithra'yı lanetledi.'' Bazıları göz ucuyla bakıyor, bazıları pencereye bakmaktan bile çekiniyordu. O ev, şehrin ortasında bir mezar taşı gibi yükseliyordu.

Kalabalığın arasından insanlara çarparak yavaş adımlarla July belirdi. Beyazlamaya yüz tutmuş koyu kahverengi saçlarını ensesinden toplamıştı. Yüzünde yaşının getirmiş olduğu kırışıklıklara yorgunluk da eklenmişti. Yeşil gözlerinin altı kararmıştı. Dudakları çatlamıştı. Fısıltıları duyuyordu ama tepki veremiyordu. Gözleri dolu, adımlarının nereye gittiğinden habersizdi. Biliyordu, o gün gelmişti.

"Lyra'nın suçu yok." diye fısıldadı. Lakin bunu sadece kendisi duyabildi.

Tam o sırada, pazarın uğultusu bir anda sustu. Çocuk kahkahaları dondu. Ellerinde poşetler, pazarlık yapan sesler, satıcıların bağırışları… hepsi bir resmin içine sıkışmış gibi kesildi. Ve herkesin bakışı, aynı anda, ustanın evine döndü. Evden gelen çığlık herkesi bir an yerine sabitledi. Ardından herkes eve doğru koşmaya başladı. July herkesin arkasında kalmıştı. Gökyüzüne baktı, gözyaşlarını sildi ve kalabalığı delip evin kapısının önünde durdu. Siyah bir tüy duruyordu tam da kapının eşiğinde. July kalabalığın arasından bir fısıltı işitti: "Bu kara kuşun işareti... ölümle gelenin."

July tebessüm etti. Bu ahmaklara hiçbir şey açıklayamazdı. "Siz hiçbir şey bilmiyorsunuz." dedi sadece. Sonra yüksek sesle: "Evinize dönün! Burada göreceğiniz bir şey yok." dedi. Kalabalık ağır adımlarla oradan uzaklaşırken July herkese nefretle bakıyordu. Herkes gittikten sonra July'nin sert bakışlarından eser yoktu. Önce omuzları düştü sonra gözyaşları.

Eve girdi ve ardından kapıyı kapattı. Derin bir nefes verdi. Dudaklarını birbirine bastırdı ve gözyaşlarını sildi. Lyra'nın odasına girmeden önce gözyaşlarından kurtulmak istiyordu. Bir süre verdiği uğraşın ardından Lyra'nın odasına girdi. Ahşap kapının gıcırtısı odayı doldurmuştu. Duvarlar biraz rutubetlenmişti. Ama her şeye rağmen beyaz mobilyalar odayı aydınlatıyordu.

Her şey normal gözüküyordu, bir şey dışında.
Yatağının üstü kanlı siyah tüylerle kaplanmıştı. Bu tüyün kimden geldiğini biliyordu. Ve şimdi onunla hesaplaşma vakti gelmişti... July gözlerini kapattığında, siyah tüyler etrafında dönmeye başladı. Her biri bir hatırayı fısıldıyordu. 'Ustanın ölümü, Lyra'nın doğumu, Nythera'nın susuşu, Luxana'nın gözyaşı, Morvannis'in kini...' Ve sonra gölgeler onu Valhara'ya taşıdı.

July Solithra'nın çok ötesinde, Valhara'da açtı gözlerini. Etrafa baktı ve gözleri gitmesi gereken yeri gördüğünde durdu. Ağır adımlarla oraya doğru ilerledi. Gözleri oraya sabitlenmişti. Dik ve kendinden emin duruşu, tanrıları kıskandıracak nitelikteydi.

Gölgelerin arasından parlayan bembeyaz mermer sütunlar yükseliyordu. Işık mabedi, bir zamanlar yıldızların bile secde ettiği kadar görkemliydi; fakat şimdi kubbelerinde karanlığın izleri dolaşıyordu. Parlak kristallerin bazıları sönmüş, bazıları çatlamıştı. Mabedin kalbinde, saf ışığın tahtında bir kadın oturuyordu. Küllerle örülmüş tahtın üzerinde oturan kadının gözleri parlıyordu. Luxana, ışığın tanrıçasıydı. Ama ışığı bile gölgelerin içinde titriyordu.
Karşısında July vardı. Tanrıların gölgeleri bile bu yüzleşmeyi saklayamamıştı.

Luxana'nın sesi ince ama keskin bir kılıç gibiydi. "Bana neden söylemedin?"

July'nin dudakları titredi ama sesinde bir sitem değil, hiddet vardı. "Sana söylemek zorunda değildim."

Luxana ayağa kalktı. Pelerininin kenarları ışıkla kıvılcım saçtı. "Nythera'nın bir çocuğu vardı, yaşıyordu. Ve sen onu gizledin."

"Onu korudum!" diye bağırdı July. "Sizin gibi iğrenç varlıklara onu veremezdim."

Luxana'nın sesi yumuşadı ama gözleri zehirliydi: "Sen hala bana kızgınsın. O adama duyduğun aşk yüzünden. Ve sen arkadaşına sırtını dönüp benimle iş birliği yaptın."

July'nin bakışları keskinleşti. "Bana kalbimi hatırlatma Luxana. Benim öfkem sana değil, senin oğluna."

Luxana histerik bir kahkaha attı. Gülümsemesi yüzünden silinmezken gözleri öfkeyle parladı. "Sen..." duraksadı. "Benim oğluma, hiçbir şey yapamazsın."

July keyiflenmişti. Luxana'nın öfkesini hissedebiliyordu. O da gülümsedi ve bir adım yaklaştı. "Zaten ben değil, Lyra yapacak. Biliyorsun, Lyra öldü ve bedeni Valhara'ya düştü. Bu senin oğlunun sonu olacak. Çünkü Nythera'nın kanı, Arenas'ı da değiştirecek."

"Ölüm tanrısı ve ışığın tanrıçasından doğan bir oğlanı çok hafife alıyorsun." Sonra gülümsedi ve tekrar tahtına oturdu. "Git buradan, yoksa seni ışığımla kör ederim."

July'nin gülümsemesi daha da büyüdü. "Bu kadar korkma Luxana. Kehanetleri doğuran da sizlersiniz."

Bir ışık parladı. July gözlerini sıkıca kapattı ve açtığında ait olduğu yerdeydi, Solithra'da.
Lyra'nın yatağına oturdu ve gözyaşlarını serbest bıraktı. Pişman mıydı? Belki. Lyra gidene kadar bu pişmanlığı pişmanlığı hiçbir zaman hissetmemişti ama şu an bu pişmanlık omuzlarına ağır bir yükü bırakmıştı.
Ama Lyra, eğer oradaysa... Bu onların sonu olabilirdi.

July düşüncelerinden sıyrılıp evden çıktı. Görkemli ahşap yapıya uzunca baktı. Her şeyin sorumlusuydu bu kule. Tüm karanlığın sebebiydi. Hala 'tak, tik' diyordu ama bu ses artık zamanın değil, bir çöküşün ritmiydi.

Gökyüzü çatladı Solithra'da saat kulesi bir anlığına sustu. İnsanlar korkmuş bir şekilde havaya baktı. Ve Valhara'da gölgeler kükredi.

 

Gölgelerin içindeki gölette Luxana belirdi. Işığıyla parıldaması gerekirken çevresini saran siyah duman onun nurunu bile boğuyordu. Parmaklarını suya daldırdığında yüzey dalgalandı, bir gölge belirdi. Lyra'nın silueti... Luxana'nın gözleri öfkeyle ve korkuyla titredi.
Dudaklarından acı bir söz döküldü. "Lyra... adı fısıltıyla anılsa da yankısı Valhara'nın duvarlarını yıkacak. O kız, sadece oğlumun değil, Valhara'nın kalbine hançer olacak."

 

Gölgeler ağırlaştı. Solithra'da yankılanan çan sesi, Valhara'nın kulaklarına ulaştı. İki dünya aynı anda titredi. Ve bu yankıda tek bir hakikat gizliydi: Lyra artık Solithra'ya değil, Valhara'ya aitti.

 

Bölüm Sonu

 

Gölge bölüm bir ara bölüm olduğu için kısa bir bölüm oldu. Bu bölümdeki amaç Lyra'nın gitmesine rağmen Solithra'da hayatın devam ettiğine dair bir izlenim verilmesiydi. Böyle ara bölümler zaman zaman verilmeye devam edecektir.

 

Okuduğunuz için teşekkür ederim.

Bölüm : 13.09.2025 15:45 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...