Sahneye çıktım ve Özge’nin sunduğu elbise tasarımının aslında Leyla’ya ait olduğunu Emre Bey’e açıkladım.
“Sayın Emre Bey ve değerli jüri üyeleri,” diye başlar, mikrofonu eline alırken. Salondaki fısıltılar bir anda kesilir. Gözler bana doğru çevrilir. Leyla, şaşkınlıkla bana bakar ama onu durdurmaz. İçinden bir ses, her şeyin artık değişeceğini fısıldar. Sahnenin ortasında durdum ve Özge’nin sunduğu elbiseye doğru döndüm.
“Sunulan bu tasarımın orijinal sahibi, burada bulunan Özge Hanım değil; Leyla Adalı’dır.”
Bir uğultu yayılır salonda .Derya, sahneye çıkar ve Özge’nin sunduğu elbise tasarımının aslında Leyla’ya ait olduğunu Emre Bey’e açıklar.
Sahneye çıkan Derya’nın adımları nettir, sesi ise kararlılıkla yankılanır:
“Sayın Emre Bey ve değerli jüri üyeleri,” diye başlar, mikrofonu eline alırken. Salondaki fısıltılar bir anda kesilir. Gözler Derya’ya çevrilir. Leyla, şaşkınlıkla Derya’ya bakar ama onu durdurmaz. İçinden bir ses, her şeyin artık değişeceğini fısıldar.
Derya, sahne ortasında durur ve Özge’nin sunduğu elbiseye doğru döner.
“Sunulan bu tasarımın orijinal sahibi, burada bulunan Özge Hanım değil; Leyla Adalı’dır.”
Bir uğultu yayılır salona. Derya’nın sesi bu uğultuyu delercesine net çıkar:
“Leyla Hanım, bu tasarımı haftalar önce kendi atölyesinde çizdi, kumaşını seçti ve üretime hazırladı. Üstelik bu tasarım, noter onaylı bir belgeyle resmiyet kazanmış durumda. Belgeleri birazdan sunacağım.”
Emre Bey, şaşkın bir ifadeyle Derya’ya yaklaşır. “Bunlar ciddi iddialar,” der.
Derya başını sallar. “Elimde kanıt var. Sadece Leyla’nın değil, bu sektörde adilce var olmak isteyen herkesin hakkını korumak adına bu açıklamayı yapıyorum.”
Salonda bir anda sessizlik olur. Özge’nin yüzü solmuş, bakışları kaçak, dudakları titremektedir.
Leyla ise hem şaşkın hem de bana minnettardır. Benim sesimle, içindeki umut yeniden kıvılcımlanmıştır. Harika bir sahne oldu, duygusu ve gerilimi çok güzel yansımış. Bu sahneyle Leyla’nın haklılığı ortaya çıkarken izleyicinin kalbi de onunla birlikte çarpıyor. İstersen bu sahneyi biraz daha ilerletelim:
O an, Derya çantasından dikkatlice bir dosya çıkarır. Sahnede Emre Bey’e doğru birkaç adım atarak belgeleri uzatır.
“İşte noter tasdikli belge,” der. “Tasarımın sahibi açıkça Leyla Adalı olarak görünmekte. Tarih, imza ve detaylar burada.”
Emre Bey belgeleri eline alıp incelerken, jüri üyeleri yerlerinden kalkıp elbiseye yaklaşır. Bir tanesi dikkatlice elbisenin eteğini kaldırır. Dantelin arasında zarifçe işlenmiş ‘L.A.’ harflerini fark ederler.
“İmza burada,” der jüri üyelerinden biri. “Bu detay, orijinalliğin en büyük göstergesidir.”
O anda salondaki uğultu yerini heyecanlı bir alkışa bırakır. Bazıları ayakta alkışlarken, Özge gözleri dolmuş şekilde geri çekilir. Ne bir açıklama yapabilir ne de orada kalacak cesareti bulur kendinde.
Leyla, sahneye Derya’nın yanına gelir. Göz göze geldiklerinde, ikisinin de gözleri nemlidir.
“Teşekkür ederim,” der Leyla kısık ama güçlü bir sesle. “Yalnız olmadığımı hissettirdin.”
Derya gülümser. “Haklı olanın sesi her zaman yankılanır, yeter ki biri ona mikrofonu uzatsın.”
Emre Bey tekrar mikrofonu eline alır ve jüriye döner: “Bu gelişmeyle birlikte, tasarımın asıl sahibi Leyla Adalı olarak kayıtlara geçmiştir. Yarışmaya devam edecek ve puanlama ona göre yapılacaktır.”
Sahneye çıkmak, zamanın yavaşladığı bir an gibi hissettiriyordu. Tüm gözler üzerimdeydi, kalbim kafamı geçip boğazımda sıkışıyordu. Her şeyin ne kadar değişebileceğini bir anda fark ettim. Gözlerim Derya’ya odaklanırken, parmaklarımın arasından mikrofonu sıkıca tuttum.
“Sayın Emre Bey ve değerli jüri üyeleri…” derken sesim titredi ama ben bunu hissetmedim. Aniden tüm salonun dikkatini üzerine çeken bu sözler, yüreğimi çırpınmaya başlattı.
Özge’nin şaşkın bakışlarını gördüm, ama o an hiç önemli değildi. Benim içimde başka bir şey vardı; adaletin ve gerçeğin sesini duyduğum bir anın gücü. Gözlerimi salona çevirdim, mikrofonu daha sıkı kavradım. Ve...
“Sunulan bu tasarımın orijinal sahibi, burada bulunan Özge Hanım değil; Leyla Adalı’dır.”
Bir anda uğuldayan sesler kulaklarımda yankılandı. Salonda bir kaos, bir karmaşa vardı ama ben o kaosun içinde sessizdim. Derya, yerinde dimdik durarak Özge’nin tasarımının bana ait olduğunu açıklamıştı. O an, bir tuhaflık vardı içinde ama bir o kadar da doğru bir şey. Benim için bir başlangıçtı.
Gözlerim bir an için Özge’ye kaydı. Yüzü solmuştu, titreyen dudaklarından ne bir kelime dökülebildi ne de gözleri bana bir şey söyleyebildi. Gerçekler aniden üzerine çökmüştü.
Derya, adımlarını birer birer atarak çantasından belgeleri çıkardı ve sahneye geldi. Hemen, “İşte noter tasdikli belge,” dedi ve belgeleri Emre Bey’e doğru uzattı. O an, her şeyin kesinleştiğini hissettim. Bu mücadeleye girerken her şeyin bu noktaya geleceğini bilemezdim, ama artık ben oradaydım. Haklıydım.
Emre Bey belgeleri inceledi. O sırada jüri üyeleri elbiseye yaklaştı. Eteklerindeki dantel arasında zarifçe işlenmiş olan “L.A.” harflerini fark ettiler. “İmza burada,” dedi bir jüri üyesi. “Bu detay, orijinalliğin en büyük göstergesidir.”
O an, ruhumun rahatladığını hissettim. Her şey doğruydu. Gerçekler öyle parlaktı ki, bir anda herkesin gözlerinin içine doğru bakabildim. Özge, o kadar kolayca yıkıldı ki. Benim için bu an sadece onun kaybı değildi, bu aynı zamanda tüm yıllar boyunca susturulmaya çalışılmış bir sesin zaferiydi.
Jüri üyeleri arasında bir alkış yükseldi. Emre Bey, mikrofonu tekrar eline alarak açıklama yaptı:
“Bu gelişmeyle birlikte, tasarımın asıl sahibi Leyla Adalı olarak kayıtlara geçmiştir. Yarışmaya devam edecek ve puanlama ona göre yapılacaktır.”
Leyla, her şeyin içine girmişken, nihayet kendi adımın doğru duyulmuş olduğunu, gerçeklerin ortaya çıkışını içimde hissettim. Derya’ya döndüm, gözlerim doldu ama bu defa ağlamadım.
“Teşekkür ederim,” dedim, ama kısık, güçlü bir sesle. “Yalnız olmadığımı hissettirdin.”
Derya gülümsedi, yüzünde minik bir zafer ifadesi vardı. “Haklı olanın sesi her zaman yankılanır, yeter ki biri ona mikrofonu uzatsın.”
Benim için mikrofonu uzatan kişi, Derya’ydı. Ama sesimi duyurmak için bu fırsat belki de hayatımın en değerli anıydı. Ve şimdi sahneden inerken, belki de gerçek kazanan ben değil, sesimi bulabilen her kadın olacaktı.
Havanın sıcaklığı, sinirlerimi daha da geriyordu. Her şeyin üst üste geldiği, tek bir anın içinde öfkemin büyüdüğü bir an… Leyla’nın tasarımı, Özge’nin haksızlığı derken, şimdi Murat’la karşı karşıya gelmek… Beni sinirden delirtiyordu.
Murat, her zamanki gibi yaklaştı. Kendini hep fazla büyük sanır, oysa ben bir adım bile atmam gerektiğini bilirim. O bana bakarken, kafamda her şeyin nasıl çözüleceğini düşünüyordum. Ama Murat’ın bakışları, sanki bir kıvılcım gibi her şeyin patlamasına neden oluyordu.
Bir adım attım, omuzlarım gerildi. “Yine ne istiyorsun?” diye sordum, sesim kalın, gergindi. Murat ise gözlerimi kısıp, bir gülüşle cevap verdi: “Senin gibi boş bir adamın Leyla’yı bırakması biraz zor, değil mi?”
Her kelime, bir mızrak gibi kalbime saplanıyordu. Duygularım karışmıştı, öfke, kıskanmak, sahiplenmek… Birden içimdeki karanlık çıktı.
“Yeter artık!” diye bağırdım. Sesim sahnede yankılanırken, Murat’ın gözlerinde garip bir rahatlama gördüm. Ama bir şey fark ettim; o, sadece lafla değil, eylemlerle mücadele etmeyi bilen bir adam değildi. Bunu ona göstermek gerekiyordu.
Bir hamle yaptım, sert bir şekilde omuzunu ittim.
Murat irkildi ve hemen bana doğru adım attı. “Sana ne oluyor, Ersin?” dedi. Konuşmalar artık sadece boş birer tehdit gibiydi, birbirimizin sınırlarını zorluyorduk. Salonda herkesin dikkatinin bizde olduğunu hissettim ama o an, ne bir kelime ne de bir bakış benim için önemliydi. Sadece bir şey vardı: Leyla.
“Ona zarar vermene asla izin vermem,” dedim, dilimdeki kararlılık, her şeyi netleştirdi.
Murat gözlerimi süzüp sanki bir anlık duraksadı. Ama sonra sinirli bir şekilde gülümsedi. “Leyla bir seçim yapacak, Ersin. Seninle değil, başka biriyle.”
Bir an kafamda her şey dondu, bu sözlerin altındaki anlamı çözmeye çalıştım. “O seçim ne olursa olsun, Leyla’yı kimse benden alamaz,” dedim ve sonrasında her şey hızla gelişti.
O anda, yıkılmamıştım. Gerçekten, bu saatten sonra hiçbir şey beni sarsamazdı. Leyla’yı savunacağım, ne olursa olsun.
Murat’ın gözlerindeki tahrik, içimdeki ateşi körüklüyordu. Ama bir yandan da, her şeyin ne kadar karmaşıklaştığını fark ediyordum. Leyla... Onu her şeyden korumak istiyordum, ama bu savaşın başka bir yönü daha vardı. Emre Bey.
O an, bir adım geriye atıp derin bir nefes aldım. Murat’ı geçip salondaki diğer insanlara göz attım. Emre Bey’in dikkatini çekmiştik. Gözlerindeki soğukluk ve mesafeyi, yıllardır tanıyordum. Ne yapacağına dair bir öngörüm vardı, ama şunu biliyordum: Emre Bey, kimsenin hatasını affetmezdi.
Murat, yüzündeki o sinirli ifadeyle bana yaklaştığında, Emre Bey de yanı başımızda belirdi. Hızla adım attı, aramıza girdi ve soğukkanlı bir şekilde durdu. “Bu ne oluyor?” diye sordu, sesindeki belirsiz sertlik hemen fark ediliyordu.
Emre Bey’in etkisi, her zaman güçlü olmuştur. Bir bakışla odayı sessizliğe sokabilecek kadar otoriterdi. Ama bu sefer, bakışları bana çevrildiğinde, bir şey fark ettim. Bir kırılma vardı. Emre Bey, yalnızca profesyonel değil, aynı zamanda duygusal bir sınavın içindeydi.
Evet, Leyla’nın oradaki konumu, sadece iş değil, kişisel bir meseleydi. Gözlerimin içine bakarken, bir anlık bir yumuşama gördüm. Ama hemen ardından, mesafesini koruyarak, “Ersin,” dedi, “Ne yaptığınızı kontrol edin. Bu şekilde çözüm bulamayız.”
Murat, Emre Bey’in sözlerinden cesaret alarak gülümsedi. “Ersin’in de kimseye hakaret etmesine göz yummayacağım,” dedi. Sözleri, bana doğru bir tehdit gibi geliyordu. Ama Emre Bey, hemen devreye girdi. “Herkes sakinleşsin,” dedi, sesi sertleşmişti. “Leyla’nın durumu, bundan çok daha önemli.”
O an, Emre Bey’in bakışlarında, bir anlamda Leyla’yı koruma güdüsünün ne kadar derin olduğunu fark ettim. Emre Bey, işin içine girdiğinde, sadece işin profesyonel yönünü değil, duygusal bağları da görüyordu.
Murat’ın yüzü asıldı. O an, onunla mücadele etmenin değil, sadece doğru olanı yapmanın zamanıydı. Emre Bey’e dönüp, sakin bir sesle, “Leyla’yı savunmak benim görevim. Bu yüzden seni ve onun arasında bir yere koymam doğru olmaz,” dedim.
Emre Bey bir an duraksadı. Sonra derin bir nefes aldı. “Ersin bey, işin içine duygusal boyut girdiğinde, dikkatli olmalısın. Leyla’nın hakkı korunmalı. Ama işte böyle kavgalara, ne senin ne de başkasının faydası olur.”
Bunun üzerine, biraz daha sakinleştiğimi hissettim. Emre Bey’in söyledikleri mantıklıydı. Leyla’nın adını en önce doğru çıkarabilmeliydik. Ama bu savaşın, sadece bize ait olduğunu biliyordum. Başkalarının her müdahalesi, her hamlesi, sadece birer engel olmaktan öteye gidemezdi.
Bir gün sonra, hala dün yaşananların etkisindeyim. Havanın serinliği, dün yaşadıklarımın sıcaklığını biraz olsun almış gibi ama içimdeki o kıvılcım hala yanıyor. Sabah işe geldiğimde, aklımda bir tek şey vardı: Emre Bey’in dükkana geleceği. Dün o kadar çok şey yaşandı ki, birçoğunu kabullenip sindirmem zaman alacak gibi.
Dükkanımda işler yavaş ilerliyordu. Müşteriler, yeni koleksiyonum hakkında heyecanlıydı ama ben bir noktada sadece dün yaşananları düşünüyor gibiydim. Özge’nin yüzü, Derya’nın desteği ve en önemlisi Emre Bey’in kararlı bakışları… O anları bir kez daha düşünmek bile başımı döndürüyor. Ve işte o an, kapının zili çaldı.
Başımı kaldırdım, ilk başta tanımadım. Ama o anda, gelenin Emre Bey olduğunu fark ettim. İçimde bir gariplik vardı, bir an ne yapacağımı bilemedim. Kendimi ne kadar hazırlamaya çalıştıysam da, bu karşılaşma yine de beklediğim gibi değildi.
Emre Bey, sert bir şekilde içeri adımını atarken, gözleriyle hemen etrafı taradı. Bir an salondaki her şeyin susacağını düşündüm. Ama bu defa, sadece işin profesyonel tarafında değildik. O, dün yaşananların ardından hala o mesafeli duruşunu koruyordu. Salona girerken bir anda her şeyin dondurulduğunu hissediyorum. Gözlerim onunla buluştuğunda, hala bir şeyler çözülmemiş gibi hissediyorum.
Bana doğru birkaç adım attı ve bir an sustu. Sesinin tonu, geçen günkü gibi sert değil de biraz daha sakin, ama yine de dikkatli ve ölçülüydü. “Leyla,” dedi, gözlerinde belli belirsiz bir sorgulama vardı. “Dün yaşananlar hakkında konuşmak istiyorum.”
Beni hazırlıklı yakalamıştı. Cevabımın ne olacağını bilmiyordum ama ondan gelen bu soğukkanlılık, yüreğimi bir kez daha ağırlaştırdı. “Evet, Emre Bey,” dedim, sesimi olabildiğince sakin tutarak. “Sizinle konuşmak istiyorum.”
İçeride bir sessizlik daha oluştu. Aramızdaki duvarların o kadar yüksek olduğunu hissettim ki, her kelimeye dikkat etmek zorundaydım. Bir saniye bile boşluk bırakmak, her şeyin tekrar karmaşaya dönüşmesine neden olabilirdi.
Emre Bey, masanın yanına geldi ve oturdu. Ben de oturdum, derin bir nefes aldım. “Sizden beklentim, her şeyin açık ve net bir şekilde çözülmesidir. Dün yaşananlar beni oldukça şaşırttı,” dedi. Duruşu, hala dikkatliydi, hala mesafeli. Ama bu kez, belki de sadece işin değil, içinde bulunduğumuz durumun farkındaydı.
Bir an ne söyleyeceğimi düşündüm. Derya’nın beni savunduğu anı hatırladım, orada durup o kadar güçlü hissetmiştim ki, artık bir adım geriye atmak imkansızdı. “Emre Bey,” dedim, “Dün olanlar sadece bir iş anlaşmazlığı değil. Bu, yıllarca süren bir haksızlığın sonucuydu. Benim için, en önemli şey artık bu sektörde adaletin sağlanması.
Emre Bey, derin bir nefes aldı ve gözlerinde bir değişim fark ettim. Belki de gerçekte ne kadar çok şeyin ötesine geçildiğini fark ediyordu. Sonunda, sesi biraz daha yumuşayarak, “Sanırım söylediklerinizin anlamını şimdi daha iyi kavrıyorum, Leyla. Bu işi yalnızca iş olarak görmedim ama insanlara da saygı göstermem gerektiğini anlıyorum,” dedi.
İçimde bir rahatlama hissettim, ama hala bitmiş değildi. Henüz her şey çözülmemişti. “Emre Bey, bu sadece bir başlangıç. Sizinle konuşmak değil, doğru olanı yapabilmek için her şeyi yapmak istiyorum,” dedim, kararlılığımı hissettirerek.
O an, belki de bu ilişkinin bir dönüm noktası olduğunu fark ettim. O kadar yıllık karmaşa, sonunda sadece doğruluktan gelen bir sesle yankılandı. Gerçekten, belki de bugünden sonra her şey değişecekti.
Dükkanın penceresinden Leyla’yı izlerken içimde bir gariplik vardı. O kadar yakın ama o kadar uzak… Bir yanda geçmişin ağırlığı, diğer yanda Leyla’nın yeni başladığı bu yolculuk. Aradaki mesafe her geçen saniye biraz daha büyüyordu. İçeri adım atmak mı, geri çekilmek mi? Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Kafamda bir sürü soru vardı, ama hiçbirinin cevabını bulamıyordum.
Leyla’nın dükkanında, her şey yavaşça değişiyor gibiydi. Dün yaşananlar, Özge ile olan tartışma, Derya’nın onu savunması, ve şimdi Emre Bey’le konuştuğu anlar… Bütün bu karmaşa içinde, gözlerim ona kayıyor ve farkında olmadan bir adım daha atmaya meyilli oluyordum. Ama sonra bir an durdum. Ne zaman doğru zaman? Ne zaman gerçekten yüzleşmek gerekirdi?
İçimdeki ses bir taraftan beni dürtüyordu. “Git, konuş, her şeyin farkında olduğunu göster.” Ama diğer yandan, o kadar çok şeyi geride bırakmıştım ki, Leyla ile aramızdaki her şeyin yeniden şekillenmesi çok zor gibiydi. O yüzden daha çok geriye çekilmek, sadece izlemek belki de daha kolaydı. Hem ona bir şeyler söylemek, hem de eski yaraları açmak istemiyordum. Bu, başkalarının kararlarına kalmamıştı, ama hala bir şekilde ona yaklaşıp yaklaşmamam gerektiğini kestiremiyordum.
Bir an daha düşündüm. Leyla’nın dükkanında yalnız olduğunu hissettim, fakat bu yalnızlık onunla ilgili değil, beni izlememden kaynaklanıyordu. “Ersin, git konuş,” dedi içimdeki ses. Ama ben, bir adım bile atmaya cesaret edemiyordum. Burası, bizim ilişkimizin ötesindeki alan, zamanla yoğrulmuş bir boşluk gibi. O boşluk, bana geri adım attırıyordu.
Ne yapmalıydım? Gitmek, konuşmak… Ama ya doğru zaman değilse? Yine de, o kararsızlık içinde kalmak, her geçen saniye Leyla’yı biraz daha uzaklaştırıyor gibi hissediyordum. Bu, sadece benim içimdeki bir çatışma değildi; artık gerçekten, onu izlerken bile, bir duvarın arkasında kalıyordum.
Bir süre daha düşündüm, ama sonunda, bir şeyler söylesem bile, her şeyin ne kadar değiştiğini kabullenmek zorundaydım. Ve belki de bu duvarı aşmak, beklemekten daha önemli olacaktı.
Gözüm onların üzerine kaydı. Emre Bey’le konuşuyordu Leyla. Gülümsediğini gördüm… Tam da eskiden bana gülümsediği gibi. İçten, biraz çekingen ama bir o kadar da güçlü. İçimde garip bir boşluk oluştu. Göz göze bile gelmeden, kelimeler bile dökülmeden, sanki bir çağ kapandı gibi hissettim.
Bir adım attım dükkana doğru. Ama içeri girmedim.
O an... Sanki zaman geriye sardı. Onunla ilk karşılaştığımız günü düşündüm. Yağmur yağıyordu. Saçları ıslanmıştı, ben telaşla ceketimi uzatmıştım. “Hasta olacaksın,” demiştim. Şimdi ise onu uzaktan izliyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Ne ceket verecek cesaretim vardı, ne de kalbine dokunacak bir sözüm.
Ayaklarım beni farkında olmadan oradan uzaklaştırdı. Birkaç sokak ötede, loş ışıklı bir bara oturdum. Masaya bir içki söyledim, ama niyetim içmek değildi. Sadece beklemekti. Belki kendimi, belki de hala içimde var olan bizi…
Garip bir sessizlik vardı içimde. Sanki kalbim konuşmaktan vazgeçmişti. Camdan dışarı bakarken düşündüm:“Acaba o da beni hala özlüyor mu?” Ama sonra kendime kızdım. Özlemek neye yarardı ki? Onunla yürüyemeyeceksem, gözlerine bakamayacaksam… Anılar sadece içimi acıtırdı.
Kadehi kaldırmadım bile. Sadece elimle oynadım. Ve sonra usulca fısıldadım kendi kendime:
“Bazı insanlar için geç kalmak, bazen onları gerçekten sevmek kadar yakar insanı…”
Leyla oradaydı, hayatına devam ediyordu. Bense hâlâ yarım kalmış bir cümlenin içinde sıkışıp kalmıştım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
567 Okunma |
356 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |