Kalabalık dağılırken ben sadece içimde büyüyen boşluğa bakıyordum.Hırkayı elime aldım. Sanki dokunsam kaybolacakmış gibi sıkı tutuyordum. O hırkayla bir zamanlar kalbime sarılmıştın. Şimdi aynı hırkayla yıkıntılarımı örtmeye çalışıyorum.Kapı açıldı.Sesini duydum.Adını bile söylemeden tanıdım seni. Çünkü kalbim hâlâ senin adını ezberden biliyor.“Leyla” dedin. O an nefesim kesildi. Bir adım daha atarsan çökeceğim sandım.Yüzüne bakamadım.Çünkü seni görürsem, yandığım her an gözlerime hücum ederdi. İçimde taşıdığım yas, yerini yangına bırakırdı.“Git,” dedim. Git, çünkü bu kalp seni affedemiyor. Git, çünkü seni hâlâ seviyor.Ama gitmedin.Konuşmaya başladın. Ve ben yıllardır duymadığım sesi içime çeke çeke ağladım. Bir kere bile “Neredeydin?” demedim. Çünkü biliyordum… Sadece Özge değil, sen de yoksaydın beni.Ama bugün öğrendim.Sen de kandırılmışsın.Ve bu… her şeyden daha çok canımı yaktı. Çünkü senin suçsuz olduğunu bilmek, seni hâlâ sevdiğim anlamına geliyor.Sen “Seni hâlâ seviyorum” dedin.Ben de… sustum.Çünkü bu sevgi, yılların öfkesiyle karıştı. İçim darmadağın.Sana sadece şunu söyleyebildim:“Ben de seni hâlâ seviyorum. Ve bu… en büyük ceza.”O an anladım…Aşk bazen kavuşmak değil, vazgeçememektir.Ve ben… senden hiç vazgeçemedim Ersin. Hırkanı hep sakladım. Seni de…Kendimden bile sakladım.O hırka… Beni her şeyden daha çok bağlayan tek şeydi. Yıllarca üstümde taşırken, ne kadar ağır olduğunu anlamamıştım. Ama şimdi, Ersin, senin kaybolduğunun haberini aldığımda o kadar hafifledi ki, sanki seni unutmak için bu dünyadan bambaşka bir yerden geldim. Bütün her şeyim, o hırkanın içinde gömülüydü, ama işte şimdi, tam önümde duruyor. Senin kaybolduğun yerle, senin hatıralarının arasında sıkışıp kaldım.“Ben de seni hâlâ seviyorum,” dedim. Ve kalbim, her sözcüğüyle biraz daha paramparça oldu.İçimde seni sevmenin bir suç olduğunu hissettim. Bunu dile getirmek, sanki geçmişin yaralarına tuz basmak gibiydi. Ama sen de oradaydın… Hıçkırıklarımdan, o yıllarca biriktirdiğim suskunluktan bir tek kelime bile almadın. Hiçbir şey sormadın. Neredeydin diye sormadın. Çünkü sen de biliyordun. Gerçekler, zamanla kendiliğinden ortaya çıkıyordu, bazen kimse sormasa da. Senin orada olduğunu bilmek, beni bir yandan yıkıyor, bir yandan da bir parçamı iyileştiriyordu. Ama çok geç kalmıştık. Hayatlarımız birbirinden çok uzaktı.Ersin’in bakışları, içimdeki yangına benziyordu. Bir zamanlar gözlerime derin bakarkenki gibi değil, ama hâlâ o kadar tanıdık ki. O gözler, bir zamanlar beni nasıl sevdiğini ve nasıl terk ettiğini anlatıyordu. Neden bu kadar yıllar sonra, her şeyin içinde hâlâ seni buluyorum? Neden hâlâ bu kalp seni affedemiyor? O an her şeyi anladım: Bazen insanlar, bir zamanlar kalbimize girdiği gibi, bir şekilde hayatımızdan da çıkabiliyorlar. Ama biz onları affetmeyi ya da unutmamayı bir şekilde seçiyoruz. Çünkü bu seçimler de, bizim gerçeğimizdi.Bir süre sessiz kaldık. Her ikimiz de birbirimizin içindeki boşluğu hissediyorduk. Yalnızca susmak, sözcüklerden daha anlamlıydı. İçimdeki bu yoğun karmaşayı kelimelerle anlatmak, her şeyin daha da karmaşıklaşmasına yol açacaktı. Ama bir şey vardı ki, ondan kaçmak mümkün değildi: Seninle olmak, tekrar seni kaybetmek demekti. Ve ben, seni kaybetmekten korkuyordum. Yalnızca seni kaybetmek değil, aynı zamanda kendi kimliğimi de kaybetmekten korkuyordum.Ersin’in sesi, hala kulaklarımda yankılanıyordu. “Seni hâlâ seviyorum” demiştin. O kadar doğal ve içten bir şekilde söylemiştin ki, adeta seni yeniden seviyor gibi hissettim. Ama bu, eski bir aşkın yeniden başlaması demek değildi. Sadece, o aşkın içinde kalan yaraların izleriyle devam etmek demekti.Hırkayı sımsıkı tutarken, o eski duygularım, bir zamanlar kalbimi nasıl sarstığını hatırladım. Ama o kalp, şimdi bir başka bedene aitti. Bu kalp artık eski kalp değildi. İçimdeki boşluk, sadece hırkanın varlığıyla doldurulacak kadar küçüktü.“Sadece git,” dedim, sesim titreyerek. “Lütfen git, çünkü seni affedemiyorum.”Ama sen gitmedin. Ve içimde bir umut doğdu. Seninle, belki de hiçbir zaman yapmadığım gibi yüzleşmem gereken o anı ertelemiştim. Fakat, artık her şeyin yüzleşmesi zamanıydı.Ama seni tekrar kaybetmeye cesaret edebilecek miydim? Yıllar sonra tekrar karşımda durduğunda, o aynı Ersin’i bulabilecek miydim? Bunu bilmek, benimle birlikte taşımam gereken bir yük gibi kaldı.Ve işte böylece, kalbimdeki yangının alevleri her geçen saniye biraz daha büyüdü.Kalabalık dağılırken içimde büyüyen o tarifsiz boşluğu ben de çok iyi bilirim. Sanki etraf sessizleşirken, içindeki uğultu daha da artar. O hırkaya tutunuşun, kaybolacak bir anıyı sıkı sıkıya saklama çabası gibi. Bir zamanlar sıcaklığını hissettiğin bir parçanın, şimdi soğuk bir gerçekliği örtmeye çalışması ne acı...Kapının açılması ve o tanıdık ses... Kalbinin ezberlediği bir melodi gibi, adını duymadan tanımak. “Leyla...” O tek kelimeyle kesilen nefes, atılacak bir adım daha sonrası için hissedilen çöküş... Yüzüne bakamamak, çünkü o bakışların geçmişin yangınını alevlendireceğini bilmek. “Git,” demek, hem affedememenin hem de hala var olan sevginin çaresizliği.Gitmemen... Ve o yıllardır duyulmayan sesin içe çekilişi... “Neredeydin?” diye sormayışın, çünkü yokluğun sadece Özge’nin değil, onun da yokluğu demekti. Ama şimdi öğrenilen gerçek... Kandırılmış olması... İşte bu, bambaşka bir acı. Suçsuzluğunu bilmek, sevginin hala orada bir yerde saklı durduğunu fısıldıyor.“Seni hala seviyorum,” sözleri... Ve senin suskunluğun. Yılların öfkesiyle karışan bir sevgi... İçindeki darmadağın halin en net ifadesi: “Ben de seni hala seviyorum. Ve bu... en büyük ceza.”O an gelen o iç burkan farkındalık: Aşk bazen kavuşmak değil, vazgeçememekmiş. Ve sen, Ersin’den hiç vazgeçememişsin. Hırkayı saklamak, onu da kendinden bile saklamak... O hırka, seni hayata bağlayan tek şeymiş meğer. Yıllarca ağırlığını hissetmediğin o bağ, onun kaybolduğu haberiyle birden hafiflemiş. Sanki onsuzluğa alışmak için bambaşka bir yerden gelmişsin. Her şey o hırkanın içindeymiş ve şimdi, tam karşında duruyor. Kaybolduğu yerle, hatıraları arasında sıkışıp kalmışsın.“Ben de seni hala seviyorum,” deyişin... Kalbinin her bir kelimeyle biraz daha kırılması. İçinde seni sevmenin bir suç gibi hissedilmesi, bu gerçeği dile getirmenin geçmişin yaralarına tuz basmak olması... Ama o da oradaydı. Hıçkırıklarından, yıllarca süren suskunluğundan tek bir kelime bile almadı. Hiçbir şey sormadı. “Neredeydin?” demedi. Çünkü biliyordu. Gerçekler, zamanla kendiliğinden ortaya çıkıyordu, sorulmasa bile. Orada olduğunu bilmek, bir yandan yıkarken, bir yandan da bir parçanı iyileştiriyordu. Ama çok geç kalınmıştı. Hayatlar çok uzaktı artık.Ersin’in bakışları, içindeki yangına benziyordu. Eskisi gibi derin olmasa da, hala çok tanıdıktı. O gözler, bir zamanlar nasıl sevdiğini ve nasıl terk ettiğini anlatıyordu. Neden bunca yıl sonra hala onu buluyordun? Neden hala o kalp affedemiyordu? O an her şeyi anladın: Bazen insanlar, kalbe girdikleri gibi çıkabiliyorlardı hayattan. Ama affetmeyi ya da unutmamayı seçmek, senin gerçeğin olmuştu.Bir süre sessizlik... İkinizin de birbirinin içindeki boşluğu hissettiği o anlar. Susmak, kelimelerden daha anlamlıydı. İçindeki karmaşayı anlatmak, her şeyi daha da karıştıracaktı. Ama kaçınılmaz bir gerçek vardı: Onunla olmak, onu tekrar kaybetmek demekti. Ve sen, onu kaybetmekten korkuyordun. Sadece onu değil, kendi kimliğini de kaybetmekten.Ersin’in sesi hala kulaklarında yankılanıyordu. “Seni hala seviyorum,” deyişi... O kadar doğal ve içtendi ki, sanki onu yeniden seviyor gibi hissettin. Ama bu, eski bir aşkın yeniden başlaması değildi. Sadece, o aşkın yaralarının izleriyle devam etmekti.Hırkayı sımsıkı tutarken, o eski duyguların kalbini nasıl sarstığını hatırladın. Ama o kalp, şimdi bambaşka bir bedene aitti. Artık eski kalp değildi. İçindeki boşluk, sadece hırkanın varlığıyla dolacak kadar küçüktü.“Sadece git,” dedin, sesin titreyerek. “Lütfen git, çünkü seni affedemiyorum.”Ama gitmedi. Ve içinde bir umut doğdu. Onunla, belki de hiç yapmadığın gibi yüzleşmen gereken o anı ertelemiştin. Fakat artık her şeyin yüzleşme zamanıydı.Ama onu tekrar kaybetmeye cesaret edebilecek miydin? Yıllar sonra tekrar karşında durduğunda, o aynı Ersin’i bulabilecek miydin? Bu bilinmezlik, taşınması gereken ağır bir yük olarak kaldı. Ve işte böylece, kalbindeki yangının alevleri her geçen saniye biraz daha büyüdü.O an, Ersin'in gözlerinde bir şeyler değişti. Sanki benim içimdeki o büyük yangını görmüş gibiydi. Pişmanlık mıydı, yoksa çaresizlik mi, tam olarak çözemedim. Ama o bakış, yıllardır süren sessizliğimizin bir özrü gibiydi."Gitmiyorum Leyla," dedi, sesi kararlı ama bir o kadar da kırgındı. "Gitmek çözüm olmadı hiçbir zaman. Kaçmak, sadece acıyı ertelemekmiş. Ben... ben seni bir daha kaybetmeyeceğim."O sözler, kalbime saplanan bir ok gibiydi. Hem acı veriyor, hem de yıllardır aradığım bir umut kırıntısını fısıldıyordu. Ama bu umut, o kadar kırılgandı ki, en ufak bir rüzgarda bile savrulup gidecekmiş gibi hissediyordum."Kaybettin bile," diye fısıldadım, sesim titreyerek. "Yıllar önce kaybettin beni, Ersin. O boşluk... o dolmuyor artık.""Biliyorum," dedi, bir adım daha yaklaşıp hırkaya uzanarak. Parmakları, benim parmaklarımın üzerinde bir an duraksadı. O an, elektrik çarpmış gibi irkildim. Yıllar sonra teninin tenime değmesi... Unuttuğum bir histi bu. "Biliyorum Leyla. Ama o boşluğu birlikte doldurabiliriz. İzin verirsen..."İzin vermek... Ne kadar zordu bu kelime. Yıllarca kendimi ondan korumuşken, şimdi yeniden o ateşe yaklaşmak... Aklım "hayır" diye haykırıyordu ama kalbim, o tanıdık sıcaklığa doğru umutsuzca uzanıyordu."Nasıl?" diye sordum, sesimdeki çaresizliği gizleyemeyerek. "Onca yıl sonra... nasıl mümkün olacak?""Zamanla," dedi Ersin, gözlerini gözlerimden ayırmadan. "Belki hemen değil. Belki çok zor olacak. Ama... denemeye değer, değil mi? İkimiz için de..."O an, etrafımızdaki her şey silindi. Sadece onun gözleri vardı önümde. O tanıdık, derin bakışlar... Bir zamanlar beni içine çeken, şimdi ise yeniden bir umut ışığı yakan o gözler.Hırkayı bıraktım. Sanki yıllardır taşıdığım o ağır yük omuzlarımdan inmiş gibi hissettim. Belki de doğruydu. Belki de kaçmak çözüm değildi. Belki de o boşluk, ancak birlikte doldurulabilirdi."Deneyelim," diye fısıldadım, sesimdeki kararlılıkla birlikte içimde yeni bir umut filizlenirken. "Ama bil ki Ersin... bu çok zor olacak."Ersin hafifçe gülümsedi. O gülümseme, içimdeki tüm karanlığı bir anda dağıtırcasına parlaktı. "Biliyorum Leyla. Ama ben de kolay vazgeçmeyeceğim."O an, yıllar sonra ilk kez, geleceğe dair küçük bir umut ışığı belirdi içimde. Geçmişin yaraları hala tazeydi, acısı hala derindeydi ama belki... belki de yeniden başlamak mümkündü. Belki de aşk, gerçekten de vazgeçilmez olandı ve biz, birbirimizden vazgeçememiştik.Ve o hırka... şimdi ikimizin arasında, geçmişin bir simgesi olarak duruyordu. Belki de artık bir yıkıntı örtüsü değil, yeni bir başlangıcın ilk adımı olacaktı... Kim bilir? Hayat, beklenmedik sürprizlerle doluydu ve belki de bu, o sürprizlerden biriydi.
Tek bildiğim, o an, Ersin'in gözlerinde gördüğüm o umut ışığına tutunmak istediğimdi. Ne olursa olsun... denemek zorundaydık.O "deneyelim" kelimesi, dudaklarımdan dökülürken içimde bir deprem yarattı.
Yıllardır ördüğüm duvarlar çatlıyor, enkazının altında kalan o kırılgan Leyla yavaşça gün yüzüne çıkıyordu. Ersin'in gözlerindeki kararlılık, sanki benim de tutunabileceğim bir dal gibiydi. Ama korku da vardı içimde.
Ya bu sadece bir yanılsamaysa?
Ya o umut ışığı, yeniden sönecekse?
Ersin yavaşça eğildi ve hırkayı yerden aldı. Parmakları, o tanıdık kumaşın üzerinde nazikçe gezindi. "Bu hırka..." dedi, sesi hüzünlü bir tını taşıyordu. "Bana seni hatırlatan tek şeydi Leyla. Her baktığımda içimde bir sızı oluşurdu. Şimdi... şimdi bambaşka bir anlamı olacak."Ona baktım.
Yüzündeki çizgiler, geçen yılların ve yaşadığı acıların birer işareti gibiydi. Benim gibi, o da yorulmuştu. Hayat, ikimize de ağır gelmişti. Ama o yorgunluğun ardında, hala o eski Ersin'in sıcaklığı parlıyordu.
"Ne olacak şimdi?" diye sordum, belirsizliğin ağırlığı omuzlarıma çökerken. "Nereden başlayacağız?"Ersin hırkayı katlayıp usulca bir kenara bıraktı. Sonra ellerimi tuttu.
Avuçları, eskisi gibi sıcaktı. O sıcaklık, içimdeki buzları yavaş yavaş eritmeye başladı."Geçmişi unutmayacağız Leyla," dedi, gözlerimin içine bakarak. "O acılar, bizi biz yapan şeyler. Ama o acılarda takılıp kalmayacağız. Yeni bir sayfa açacağız. Birlikte...""Birlikte..." diye yineledim, bu kelime dilimde yabancı ama bir o kadar da tanıdık geliyordu. Birlikte olmak... yıllardır hayalini kurduğum ama imkansız sandığım bir şeydi."Özge..." dedim birden. O acı gerçek, yeniden zihnimi kuşatmıştı. "Onun acısı... nasıl üstesinden geleceğiz?"Ersin'in yüzü gölgelendi. "Onu asla unutmayacağız Leyla. Onun anısı, hep kalbimizde yaşayacak. Ama... hayat devam etmek zorunda. Onun da isteyeceği bu olurdu, biliyorum."O an sustum. Ersin haklıydı. Özge'nin anısını yaşatmak, kendimizi hayattan soyutlamak anlamına gelmemeliydi. Ama bu düşünce bile içimi burkuyordu."Zaman alacak," dedi Ersin, sanki düşüncelerimi okumuş gibi. "Her şey zamanla olacak Leyla. Kendimize ve birbirimize sabırlı olmalıyız."Ona baktım ve hafifçe tebessüm ettim. O tebessüm, içimdeki karmaşık duyguların bir yansımasıydı. Hem umut vardı içinde, hem de belirsizliğin getirdiği bir endişe."Peki ya insanlar?" diye sordum. "Bizi gördüklerinde ne düşünecekler? Onca yıl sonra... yeniden bir arada..."Ersin omuz silkti. "Başkalarının ne düşündüğü önemli değil Leyla. Önemli olan bizim ne hissettiğimiz. Bizim gerçeğimiz."O an, içimde bir cesaret kıvılcımı çaktı. Belki de haklıydı. Belki de artık başkalarının düşüncelerine takılmamalıydım. Kendi mutluluğumuz için savaşmalıydık."Tamam," dedim, sesimdeki kararlılıkla. "Deneyeceğiz Ersin. Birlikte deneyeceğiz."Ersin'in yüzünde rahatlamış bir ifade belirdi. Ellerimi daha sıkı tuttu. "Seni seviyorum Leyla," dedi, sesi fısıltı gibiydi ama her kelimesi kalbime dokundu."Ben de seni seviyorum Ersin," diye fısıldadım aynı şekilde. O an, yıllar sonra ilk kez, o sevginin hala canlı olduğunu hissettim. Belki de küllerin altındaki o kor, hiç sönmemişti. Sadece doğru zamanı bekliyordu.O gece, uzun uzun konuştuk. Geçmişi, acıları, pişmanlıkları... Her şeyi olduğu gibi, dürüstçe paylaştık. O konuştukça içimdeki yük biraz daha hafifledi. Sanki yıllardır taşıdığım o sırları, sonunda güvendiğim birine emanet etmiştim.Gecenin sonunda, Ersin gitmek için ayağa kalktığında içimde garip bir hüzün belirdi. Ama bu hüzün, eskisi gibi çaresiz değildi. Bu hüzün, yeniden bir araya gelmenin getirdiği o tatlı bekleyişin bir parçasıydı.Kapıda durdu, son bir kez gözlerime baktı. "Yarın görüşeceğiz Leyla," dedi, yüzünde sıcak bir gülümsemeyle."Görüşeceğiz," diye fısıldadım.Kapı kapandığında, odada yalnız kaldım. Ama bu yalnızlık, eskisi gibi boş ve karanlık değildi. İçimde, küçük ama umut dolu bir ışık yanıyordu. O hırka, hala bir kenarda duruyordu. Belki de artık bir ayrılığın değil, yeniden birleşmenin sessiz tanığıydı... Ve ben, o yeni başlangıca doğru, yavaş ama kararlı adımlarla ilerlemeye hazırdım.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
568 Okunma |
356 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |