
Deniz sonsuzdu. Ne bir kıyı vardı ne de bir yön. İncecik, beyaz bir elbiseyle suyun üzerinde yürüyordum. Ayaklarımın altı buz gibiydi ama batmıyordum. Sanki su içimden geçiyor ama beni hissetmiyordu. Gökyüzüyle deniz birbirine karışmıştı, zaman durmuş gibiydi. Sessizlik o kadar büyüktü ki, kendi kalp atışlarımı duyabiliyordum.
Sonra bir ses…
Fısıltı gibi.
“Leyla…”
Tanıdık. Çok tanıdık.
Ersin’in sesi.
Etrafa baktım. Sesin geldiği yöne döndüm ama kimse yoktu. Rüzgâr bir anda sessizliği parçaladı. Su dalgalandı, ayak bileklerime çarptı. Ardından dizlerime, sonra göğsüme kadar yükseldi. Soğuk, içime işledi. Kalbimi saran o eski acıyı hatırlattı.
“Gitmemiştin hani?” diye bağırdım.
Sesim çatladı.
Ama rüzgâr taşıdı sözlerimi, bir boşluğa savurdu. Sanki hiç söylenmemişlerdi.
Suyun üstünde yavaşça yüzen bir şey gördüm.
Ersin’in hırkası.
O bana kalan tek şey.
Uzanmak istedim. Parmaklarım neredeyse dokunacaktı. Ama hırka hep benden uzaklaştı. Su göğsüme kadar çıkmıştı. Nefesim daraldı. Gözlerim karardı. Boğuluyordum.
Bir el.
Bir çekiş.
Sonra…
Kendimi kıyıda buldum. Soğuk bir kumun üzerinde. Yanımda sadece o hırka.
Ersin yoktu. Yine.
Sabah gözlerimi açtığımda hâlâ içim ürperiyordu. Paris’teki otel odasının soğukluğu bile rüyadaki deniz kadar dokunmamıştı içime. Yatakta doğrulup hemen terapistime mesaj attım:
“Paris’teyim ve ne yapacağımı bilmiyorum.”
Birkaç saat sonra görüntülü aradı. Gözlerim kıpkırmızıydı ama o alışkındı bu halime.
“Paris’te sabahlar hep gri midir?” dedi.
“Bu sabah gri değil,” dedim. “Ben griyim.”
Rüyamı anlattım. Su, ses, hırka… en çok da yalnızlık.
“Ersin oradaydı ama yine yalnızdım,” dedim.
“Ve o hırka… hep uzağımda. Tutmaya çalışıyorum ama yakalayamıyorum. Her şey elimden kaçıyor gibi.”
O sakince dinledi, sonra dedi ki:
“Belki de bu rüya, geçmişi tutma çabanın seni nasıl boğduğunu gösteriyor. Belki de bırakmak… seni özgürleştirecek.”
Bırakmak…
O kelime ilk kez içimde yankılandı. Ama kolay mıydı?
Terapiden sonra odada sessizce oturdum.
Sonra elim telefona gitti.
Firmalardan mailler, tanıdıklardan mesajlar…
> “Dün gerçekleşen defilenizden büyük bir ilham aldık.”
“İsim hakkınızı korumak isteriz.”
“Seni yeniden görmek isteyen çok insan var.”
Ekranı kapattım.
Hırka hâlâ yanımdaydı.
Ama artık onun peşinden koşmuyordum.
Belki de zamanı gelmişti.
Onu giyip yürümek.
Kendi hikâyemi yazmak.
Ve ilk kez, bırakmayı özgürlük saymak.
Sokaklara attım kendimi.
Paris’in o gri sokakları bile içimdeki karanlıktan daha aydınlıktı.
Yağmur başlamıştı. İnce ince.
Kaldırımlarda yürürken boğazıma bir yumru oturdu. İçim doldu, doldu… ve sonra…
Yağmurla birlikte gözyaşlarım da aktı.
Önce sessizce.
Sonra hıçkırarak.
Bir binanın köşesinde durdum.
Ellerim titriyordu.
“Yeter artık!” diye bağırdım.
“Güçlü görünmekten çok yoruldum! Hep ben toparlayan olmak zorunda mıyım? Hep ben mi susacağım, hep ben mi dayanacağım?”
Sokaktan geçenler dönüp baktı ama umurumda değildi.
O an sadece ben vardım.
Ben ve yıllardır içimde biriken her şey.
Duvardan destek alarak yere çöktüm.
Yağmur sırılsıklam etmişti beni.
Ama en çok da kalbim ıslaktı.
Dudaklarımdan sadece tek bir cümle döküldü:
“Ben artık dayanamıyorum.”
---
Ben artık başka bir şeyim.
Yıllardır içimde taşıdığım o ağır yükün altından çıkmaya çalışıyorum.
Ve belki de artık o yükü sevmiyorum.
Yoruldum.
Her şeyin üstesinden gelmek zorundaymışım gibi davranmaktan…
Güçlü görünmekten…
Susmaktan…
Anlaşılmamaktan…
Ben artık eskisi kadar dayanıklı değilim.
Ama bu bir zayıflık değil.
Bu bir isyan.
Bu, içimde kıvılcımlanan yeni bir hayatın
habercisi.
Ben, Leyla Adalı…
Bıkmış bir kadınım.
Ama aynı zamanda yeniden doğacak kadar da cesurum.
Yağmur damlaları, taş kaldırımlara düşerken, kalbimdeki gerginlik de bir şekilde yumuşamıştı. Emre, yanımda belirdiğinde, hırsla koşan adımlarımı durduran tek şey oldu. Gözlerimi araladım, hala soğuk rüzgarın içinde, ama bir şekilde onun varlığı beni sarmıştı.
“Leyla, dur…” dedi Emre, adımlarını hızla atarak yanımda durdu. Sesinde bir huzur vardı, bir sakinlik. İçimi saran o acı, aniden bir nebze olsun kayboldu. Gözlerimi Emre’ye çevirdim, ama suskundu.
“Biliyorum, bu kolay değil. Her şey seni yıpratıyor, doğru.” diye devam etti. “Ama sen… kendine bunu yapma. Bunu hak etmiyorsun.”
Bir adım daha attı. Beni biraz daha yakından görmek istiyordu. Gözlerinde bir kırgınlık değil, tam tersine bir şefkat vardı. Birini sevmenin ve o kişiyi anlamanın verdiği bir güven vardı. O an anladım, ne kadar kaybolmuş olsam da, bana yaklaşan tek insanın Emre olduğunu…
“Biliyorum, hayat seni yerle bir etti. Ama inan, sen her zaman yeniden başlayacak kadar güçlüsün. Kendi değerini unutma,” dedi, biraz daha yakınlaşarak. “Sana her zaman destek olacağım, Leyla. Ne olursa olsun, yanında olacağım. Çünkü sen buna değersin.”
Söylediği her kelime, bir yelken gibi kalbime dokunuyordu. Gözlerimdeki yaşlar, yağmurla karıştı. Ama artık içimde o korku, o yalnızlık yoktu. Bütün bunlar geçmişte kalmıştı. Emre’nin sesi, sanki bir güven duvarı inşa ediyordu etrafımda.
“Senin yanında olmamı istemiyorsan…” dedi ve bir an sustu. “Ama ben, her zaman senin yanındayım. Korkma.”
Birden, derin bir nefes aldım. Bunu hissedebiliyordum. Emre’nin varlığı, bir koruyucu kalkan gibi sarıyordu beni. "Teşekkür ederim," dedim, sesim neredeyse fısıldar gibi.
“Bunun için teşekkür etmene gerek yok.” diye yanıtladı, gülümseyerek. “Bunlar sadece… doğru olan şeyler.”
Başımı eğip, birkaç saniye düşündüm. Emre, bana hiçbir şey söylemeden ama sadece orada durarak güven veriyordu. Ve ben, onun yanında, yalnızlığın ağırlığından biraz olsun kurtulmuş, başımı kaldırıp biraz daha güçlü hissetmiştim.
Uçakta, ertesi gün.
Uzaklaştıkça, içinde bir şeyler çözülüyor gibiydi. Koltuğuna yaslandığında, kulaklığını taktı. O şarkıyı açtı: Dedublüman – Belki.
Uçak havalandığında, gözlerini kapattı. Geriye kalan her şey, onun için sadece bir silüet gibiydi artık.
> Omzumda işlemediğim günahlar
Sözlerimde riya var
Kederimde bir aşk
Görüyor mu?
Gözleri doldu. Kendisini yıllarca suçlamıştı. Oysa bazı yaralar, onun değil başkalarının günahıydı. Şimdi ilk kez bunu kabulleniyor gibiydi.
Geçmiş, hep içinde taşıdığı ama hiç tam anlamıyla anlamlandıramadığı bir yük gibi omzundaydı. Belki de artık bırakmanın zamanıydı.
> Belki de yanlıştı doğrularım
Aşkını, sevgini sorguladım
Yolların kapalıydı, zorlamadım
Öldürdüm çiçeğimi, yaşatamadım
Ne çok şey söylediğini sandı ama aslında sustu.
Ne çok kaldığını sandı ama aslında hep gitmek istemişti.
Belki de gitmek, ilk defa onun için bir kaçış değil; bir kabullenişti.
> Duyamadım, gidişin sessizdi
Bilemem ki ben yarın
Sessizce döner misin?
Sanmam ki
Şarkı bittiğinde, gözleri hâlâ kapalıydı.
Açtığında, pencereden aşağıya baktı.
Tanıdık ama değişmiş bir yer göz kırpıyordu uzaktan.
O küçük atölyeyi düşündü.
Şimdi sıra kendinde.
Küçük ama onun olan bir başlangıçta.
Uçaktan indikten sonra Emre beni eve bıraktı. Kapıya vardığımızda, hafifçe yankılanan bir köpek ağlama sesi duydum. O an, içimde bir şey kıpırdadı — hem şaşkınlık hem merak karışımı.
“Duyuyor musun bunu?” diye sordum Emre’ye. O sadece başını salladı, sessizdi.
Kapıyı açtım, sessizliği bölen o küçük, titrek ses daha da belirginleşti. Sanki yardıma muhtaç, küçük bir can vardı orada. Kalbim istemsizce hızlandı.
“Merhaba küçük,” dedim fısıldar gibi. Karanlık köşeden çıkmaya çalışan o karamel rengi olan minik poodle gördüm. Uslu ve ürkekti, ama gözlerindeki o masumluk hemen beni teslim etti.
Kendimi bir anda onun koruyucusu gibi hissettim; yorgunluğum, acım, tüm geçmişim bir anlık unutulmuştu. Bu küçük varlık, bana bir umut gibi gelmişti.
İsim bulmam gerekiyordu şimdi ona.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 779 Okunma |
410 Oy |
0 Takip |
32 Bölümlü Kitap |