Kafeye girdiğimizde, havada o eşsiz Fransız atmosferi vardı. İçerisi, İtalya'dan getirdiğimiz o şık kırmızı geceliğin zarafetine tam ters, biraz daha rahat ama aynı zamanda şık bir ortam sunuyordu. Fransız mutfağının o lezzetli kokuları, çikolata ve taze ekmek kokusuyla karışmıştı. İçerisi hem sıcak hem de davetkar bir atmosferle doluydu.
Derya, Selin ve ben masada yerimizi aldık. Birkaç dakika geçmeden, yine o bildik sakarlığım devreye girdi. Benim için her şeyin hızlıca gelişmesi biraz daha zor. Bir an olsun gözlerim döndü, tabakta bulunan taze meyve ve peynirleri dikkatlice yerleştirmeye çalışırken, birden tabağı neredeyse yere devirdim. Hızla refleks gösterip tabağı yakaladım ama o kadar havada döndü ki, birkaç meyve yuvarlanıp masanın altına kaçtı. Tam bir fiyasko!
Selin ve Derya önce şaşkınlıkla baksa da, hemen arkasından patlayan kahkahalarla durumu toparladım. "Yine mi?" dedi Selin gülerek. "Sadece sana özel bir yetenek, sanırım," diye ekledi Derya, gözlerinde eğlenceli bir parıltı.
O kadar çok stres vardı ki, kendimi biraz yalnız hissettim ama o anda, o küçük kazadan sonra, stresim hızla uçup gitti. Birkaç dakika önce yaşadığım o küçük aksilik, şimdi bir şaka konusu olmuştu ve tüm gerginlik yok olmuştu. Bu, hayatımda bazen ne kadar sakar olursam olayım, her anı gülerek karşılayabileceğimi gösteren küçük bir hatırlatmaydı.
"Bu anı hep hatırlayacağım," dedim, bir yudum kahve alarak. O sırada Selin masanın etrafına bakarak, "Hadi ama, bu kadar ciddi olmayın. İkinci kez Fransa'ya geliyorsanız, biraz daha rahat olun!" diye ekledi.
Herkes rahatladı. İnanılmaz bir his, çünkü gerçekten, günün yorgunluğu ve karmaşası, burada hepimiz için bir şekilde silindi. O sırada Derya, gülümseyerek "Siz gerçekten çok şey başarmışsınız, sadece birbirinize güvenin, geri kalan her şey zaten kendi yolunu bulur," dedi.
Sözleriyle bir an derin düşüncelere daldım. O kadar doğruydu ki. Kafede geçirdiğimiz o kısa zaman, bana aslında hayatın her anını dolu dolu yaşamanın ne kadar değerli olduğunu hatırlattı. Dışarıda her şeyin ne kadar karmaşık ve çalkantılı olursa olsun, burada, sadece burada, hayat o kadar basit ve güzeldi.
"Selin, Derya," dedim bir süre sonra, "Bugün, kafedeki her anı, hep birlikte geçirdiğimiz bu zamanı unutmayacağım. Hatta belki de defileyi bu şekilde devam ettiririm. Moda, bir şekilde her anımıza yansımalı."
Derya, tatlı bir gülümsemeyle cevap verdi: "Ve işte tam da bu yüzden, burada olduğumuz her anı, en değerli anımız olarak görmeliyiz. Unutma, 'Gizli Bahçe'yi bir daha ziyaret etmelisin."
Gülümsedim, kafedeki ruh halimle tam uyumlu bir şekilde. Bu anı daha önce hayal etmemiştim ama kesinlikle hayatımda yer alması gereken özel anlardan biri olacağı kesin.
Bir kaç dakika sonra, telefonum çaldı. Ekranda Emre Bey'in adı belirdi. Hızla telefonu açıp, "Merhaba Emre Bey," dedim. "Nasılsınız?"
Sesinden biraz gergin olduğunu hissedebiliyordum. "İyi, teşekkür ederim. Siz?" dedi. "Biz de iyiyiz, sadece kafede biraz vakit geçiriyoruz," dedim. "Nerede olduğunuzu merak ettim."
Emre Bey biraz tereddüt ettikten sonra, "Biz şu an yolda, birkaç dakikaya oradayız," dedi. "Çok geç kalmak istemedik ama trafikte biraz sıkıştık. Çıkarken haber veririz."
Gülümsedim ve telefonu kapattım. "Emre Bey birazdan burada olacakmış," dedim. "Sanırım yolda biraz sıkışmışlar."
Derya ve Selin birbirlerine bakarak gülümsediler. "O zaman vakit kaybetmeden bu keyfi çıkaralım!" dedi Derya. "Emre Bey gelene kadar biraz daha sohbet edelim.
Garson tam o sırada masamıza taze bir tepsi tatlı getirdi. Tepsideki Fransız tatlıları adeta bir sanat eseriydi. Pastel tonlarında parlayan minik makaronlar, altın rengi tabanlı Tarte au Chocolat (çikolatalı tartlar), hafifçe pudra şekeri serpilmiş uzun Éclair’ler ve taze kırmızı meyvelerle süslenmiş Framboisierler göz kamaştırıyordu. Karamelli dolgulu Paris-Brest ise ortasında kabarık bir krema halesi taşıyor, göz alıcı bir şekilde parlıyordu.
Vanilya, sıcak çikolata ve taze frambuaz kokuları havayı doldurmuştu. Tepsinin üzeri renkli, ışıltılı bir rüya gibi görünüyordu.
Karar vermekte zorlandım; gözlerim hepsine ayrı ayrı kayıyordu. Sonunda dayanamayıp hepsinden küçük birer parça aldım.
"Bu Tarte au Chocolat, muazzam!" dedim, ağzımda dağılan yoğun çikolata tadıyla.
Selin ve Derya da tatlıların tadına bayıldılar.
"Fransa'dayken de bu tatlara âşıktım," dedi Selin, gözlerinde parlayan bir mutlulukla.
Kapıdan tanıdık yüzler göründü. Emre Bey ve arkadaşı içeri adım attılar.
Emre Bey, hafif bir tereddütle masamıza yöneldi, sonra gülümseyerek,
"Hepinizi burada görmek ne güzel!" dedi.
Selin ve Derya ile tokalaştıktan sonra bana döndü.
"Affedersiniz, biraz gecikmiş olduk," dedi.
"Önemli değil," dedim, gülümseyerek. "Geldiniz ya, çok iyi oldu!"
Emre Bey de yerini aldı ve Fransız esintileri eşliğinde, tatlı sohbetimize kaldığımız yerden devam ettik.
O an içimden bir ses, hayatın sadece iş ve sorumluluklardan ibaret olmadığını, bazen küçük aksilikler, bir fincan kahve ve güzel anların insanı hayata sımsıkı bağladığını fısıldadı.
Ve belki de en çok, birbirine destek olmanın gücünü hatırlattı.
Emre Bey, masasındaki kahvesinden bir yudum aldıktan sonra, etrafına bakarak hafifçe gülümsedi. Ardından gözlerini Derya'ya çevirip samimi bir merakla sordu:
"Bu arada Derya Hanım," dedi, "az önce garsonla Fransızca konuştuğunuzu duydum. Gerçekten çok akıcıydı. Merak ettim, Fransızcayı nereden öğrendiniz?"
Derya hafif bir kahkaha attı, ardından omuzlarını silkti. "Aslında biraz mecburiyetten," dedi. "Üniversite yıllarında bir yıl Fransa'da değişim programıyla bulunmuştum. O zamanlar sadece birkaç temel kelime biliyordum. Ama orada yaşayarak, çalışarak öğrenmek zorunda kaldım. Kendi başına kalınca insan hızlı adapte oluyor."
Selin gülerek araya girdi: "Ve Derya bir dili öğrenince, o dili hissetmeden bırakmıyor. Tam bir dil ustası!"
Derya mütevazı bir ifadeyle başını salladı. "Aslında hâlâ öğreniyorum. Fransızca biraz aşk gibi... Sürekli emek istiyor."
Derya’nın sözleri bittikten sonra, Emre Bey hafifçe eğildi ve gözlerinde oyunbaz bir ışıltıyla Fransızca konuşmaya başladı:
"Alors, nous devrions tous pratiquer notre français aujourd'hui, non?"
(“O zaman bugün hep birlikte Fransızcamızı pratik yapmalıyız, değil mi?”)
Derya bir an şaşkınlıkla gözlerini açtı, ardından kahkahasını tutamadı.
"Vay canına, Emre Bey!" dedi gülerek. "Siz de mi gizli bir Fransızca ustasısınız?"
Emre Bey mahcup bir gülümsemeyle omuzlarını silkti.
"Un peu," dedi alçak sesle. (Biraz.)
"İş için bir dönem Paris'te bulunmuştum. Hayatımın en keyifli ama en yoğun zamanlarından biriydi. Mecburen öğrenmek zorunda kaldım."
Selin kahkaha attı. "Demek ki burada herkesin bir Fransa geçmişi var!"
Derya da ekledi: "Bugün sadece tatlıları değil, dilleri de tadıyoruz."
Emre Bey hafifçe gülümseyerek devam etti:
"La vie est plus douce avec de bons amis et de bons souvenirs."
(“İyi arkadaşlar ve güzel anılarla hayat daha tatlıdır.”)
Sözleri masada kısa bir sessizlik ve ardından sıcak bir tebessüm yarattı.
Gerçekten de o anda, zaman duruyordu sanki; hayat sadece tatlılar, kahkahalar ve kalpten gelen dostluklarla doluydu.
Defile salonu, büyüleyici bir şekilde hazırlanmıştı. Işıklar, Zümrüdü Anka temasının görkemli deseniyle aydınlatılmış, salondaki atmosfer adeta bir masal gibiydi. Sahnede bir an önce görmek istediği, yıllardır hayalini kurduğu an gelmek üzereydi.
Leyla, backstage'de son kez derin bir nefes aldı. Bugün, onun için her şey değişecekti. Moda tasarımcılığına olan sevgisi, yıllarca içindeki kıvılcım halindeki hayalini ateşe dönüştürmüşken, şimdi o hayali gerçeğe dönüştürmek için bir adım daha atıyordu. Bugün sadece bir tasarımcı değil, aynı zamanda bir manken olacaktı. Ve bu, ona sadece kıyafetleriyle değil, kendisiyle de yüzleşmesini sağlayan bir andı.
Dışarıdaki gürültüye karşın, Leyla'nın kalbi kendi sesinden başka hiçbir şey duymuyordu. Zümrüdü Anka temalı elbisesini ilk kez giymişti. Siyah kumaş, altın dokunuşlar ve sırtındaki Anka kuşu deseniyle, adeta bir hayalin vücut bulmuş haline bürünmüştü. Ama daha da önemlisi, bu kıyafet, onun içindeki dönüşümün simgesiydi.
Yavaşça backstage kapısını araladığında, etrafındaki her şeyde biraz da olsa kaybolduğunu hissetti. O kadar heyecanlıydı ki, adımlarını takip etmekte zorlanıyordu. Her adımda içindeki sesler biraz daha yükseliyor, bir yandan korku ve heyecan karışımı, kalbinde çırpınan bir kuş gibi hissediliyordu. Ancak her şeyin ötesinde, bu defile onun için bir sınavdı. Hem profesyonel anlamda hem de kişisel olarak. O, artık yalnızca bir tasarımcı değil, sahnede, ışıklar altında hayat bulan bir manken olacaktı.
Leyla, sahneye adım attığında her şey silinip gitmişti. Salonun ışıkları tam üstüne yoğunlaştığında, kalbi biraz daha hızlanmıştı. Fakat bir şey vardı, içindeki heyecanı artık kontrol edebiliyordu. Adımlarını, bir adım daha güvenle attı. O, sahnenin merkezine doğru ilerledikçe, izleyicilerin bakışları da ona odaklanıyordu.
Sırtındaki Anka kuşu deseni, altın parıltılarla birleşip vücudunu sararken, o, sadece kıyafeti değil, bir dönüşümü de taşıyor gibiydi. Her adımda, bu elbise ona kendi gücünü hatırlatıyor, daha da fazla büyüyordu.
Sahnenin ortasında durduğunda, Leyla bir an için derin bir nefes aldı. Biraz önceki heyecan yerini, içsel bir huzura bırakmıştı. O anı izleyen herkesin hayran bakışları arasında, Leyla sadece dış görünüşüyle değil, içindeki gücüyle de oradaydı.
Emre, defileyi izleyenler arasında ilk sırada yerini almıştı. Gözlerinde hayranlıkla Leyla'ya bakıyordu. İçindeki gururla, “Leyla…” dedi, sesi duygusal bir şekilde titreyerek. “Bu sadece bir tasarım değil. Bir hikaye. Bir yolculuk... Yeniden doğuş. Anka kuşunun simgesi, senin içindeki gücü temsil ediyor.”
Leyla, sahnenin sonunda, gözlerini Emre’ye çevirdiğinde, kalbinin hızı yavaşça normale dönmeye başlamıştı. O, sahneye adım attığından beri bir yolculuğun parçasıydı. Artık bir manken olarak değil, kendi hikayesini anlatan bir kadın olarak oradaydı.
Emre yavaşça ona doğru yürüdü, gözleri hayranlıkla parlıyordu. “Hikayenin sonu, yeni başlıyor,” dedi.
Ve o an, Leyla sadece defileyi değil, kendi hayatındaki en büyük adımlarından birini de atıyordu.
...sessiz kalmış tutkusu, bugün bambaşka bir şekilde sahneye taşınıyordu: ilk kez bir tasarımcı olarak değil, bir manken olarak podyuma çıkacaktı.
O an, kalbinin delicesine attığını hissetti. Parmak uçlarına kadar yayılan heyecan, hem korkutucu hem de tarifsiz bir mutluluktu. Üzerinde, İtalya'dan özel olarak getirilen o şık, zarif kırmızı gece elbisesi vardı. Kumaş tenine hafifçe dokunuyor, ışıltısıyla adeta kendi içindeki gücü yansıtıyordu.
Kuliste herkes telaş içindeydi; son rötuşlar, fısıldaşmalar, koşturmalar... Ama Leyla'nın etrafı sessizleşmiş gibiydi. O an sadece kendi nefesini ve kalbinin hızlı ritmini duyabiliyordu.
Sonunda anons yapıldı. "Ve şimdi... Leyla Adalı!"
Işıklar sahneye yoğunlaştı. Leyla, başını hafifçe kaldırdı, omuzlarını dikleştirdi ve podyuma doğru adım attı.
İlk adımıyla birlikte tüm salon büyülenmiş gibiydi. Sanki o anda, yıllarca bastırdığı tüm hayalleri, özgüveni ve tutkusu o kırmızı elbiseye işlenmişti.
Gözleri ileriye kilitlenmişti ama yine de salonun her köşesindeki hayranlık dolu bakışları hissedebiliyordu.
Her adımında, ayaklarının altındaki podyum değil, kendi hayatı şekilleniyordu.
Bir zamanlar kendine güvenemeyen, hep arka planda kalan Leyla, şimdi herkesin önündeydi.
Ve sadece şıklığıyla değil, içinden gelen o güçlü aurayla sahneyi dolduruyordu.
Emre Bey ve diğerleri ön sıralardan hayranlıkla onu izliyordu. Selin ve Derya'nın gözleri parlıyordu; gururla, sevinçle.
Leyla, sahnenin tam ortasında bir an durdu. Başını hafifçe çevirerek seyircilere baktı. O anda salonun tüm ışıkları, kırmızı gece elbisesinin üzerinde bir yıldız gibi parladı.
İşte o an, Leyla kendi kendine fısıldadı:
"Ben buradayım. Kendi hikâyemin başrolündeyim."
O gece, Leyla sadece bir defileyi değil, kendi hayatını da yeniden yazıyordu.
... kırılmaları, umutları ve sessizce büyüttüğü hayalleri bu anla gerçeğe dönüşecekti.
Son kontrolleri yaparken, aynadaki yansımasına kısa bir bakış attı. Üzerinde taşıdığı beyaz sade bir elbise vardı, yalnızca kol manşetlerinde ve bel kısmında zarif bir işleme detayı bulunuyordu. Elbisenin içine gizlenmiş küçük bir detay daha vardı: kendi baş harfleri, L.A., ipekten minik bir etiketle iç dikişin hemen yanında duruyordu. Kendine gülümsedi. Bu küçük imza, onun her zaman kim olduğunu hatırlatacaktı.
Derya, sahne arkasında Leyla'nın yanına geldi ve hafifçe omzuna dokundu. "Hazır mısın?" diye sordu, sesi yumuşak ve cesaret vericiydi.
Leyla, gözlerini kapatıp başını salladı. "Hazırım," dedi.
Selin de hemen yanında belirdi. "Bu gece sadece tasarımlar değil, senin hikâyen de sahneye çıkıyor," dedi, gülümseyerek.
Müzik yavaş yavaş yükseldi. Zümrüdü Anka temalı koleksiyonun ilk parçası podyuma adım attı. Tüy gibi hafif kumaşlar, canlı renkler ve zarif detaylar izleyenleri büyüledi. Her kıyafet, Leyla’nın geçirdiği tüm zorlu yılların, umutlarının ve yeniden doğuşunun bir yansımasıydı.
Emre Bey, salonda ön sıralardan izliyordu. Gözleri, podyumda akıp giden tasarımlara, ardından sahne arkasında hızlıca gözden kaybolan Leyla'ya kaydı. Bir an duraksadı, sonra hafif bir tebessümle başını salladı. İçinden, "Bu sadece bir defile değil," diye geçirdi, "bu onun yeniden doğuşu."
Işıklar dans etti, müzik ritmini yükseltti. Salonda bir büyü yayıldı. Leyla'nın tasarımları, sadece kıyafet değildi; her biri bir hikâye anlatıyordu. Bir hırkanın sıcaklığını, bir elbisenin özgürlüğünü, bir ceketin gücünü...
Ve sonunda, sahne kapanışında Leyla, alkışlar arasında sahneye davet edildi. Ayağında hafif topuklu, sade bir ayakkabı, üzerinde kendi diktiği zarif elbise vardı. Kırmızı halının üzerinde yürürken, kalbi hızlıca atıyordu ama adımları kararlıydı.
Tüm salon onu ayakta alkışlıyordu.
Derya ve Selin gözyaşlarını tutamamıştı. Emre Bey'in gözlerinde de gurur dolu bir parıltı vardı.
Leyla mikrofonu eline aldı. Sesi titreyebilirdi ama hayır, dimdik durdu. "Küçük bir kızın büyük bir hayali vardı," dedi. "O hayal, bugün burada hep birlikte gerçekleşti. Bu gece yalnızca kıyafetleri değil, umudu, inancı ve yeniden başlamayı kutluyoruz. Hepinize, bu hikâyenin bir parçası olduğunuz için teşekkür ederim."
Alkışlar salonu doldurdu. Müzik yeniden yükseldi. Leyla sahneden indiğinde, ilk olarak Selin ve Derya ona sarıldı.
Sonra Emre Bey yaklaştı, ciddi ama sıcak bir ifadeyle. "Seninle gurur duyuyorum," dedi kısaca.
Leyla, bu sözlerin değerini bilerek gülümsedi. İçinde bir sıcaklık yayıldı. Hayatın tüm iniş çıkışları, bugün, burada, bu büyülü gecede anlam kazanmıştı.
Ve belki de en güzeli, yolun bundan sonra daha yeni başlıyor olmasıydı.
Çünkü her son, yeni bir başlangıçtır.
Tıpkı Zümrüdü Anka gibi... küllerinden doğarak.
...o sönmeyen tutkuyu bugüne taşımıştı.
Ve şimdi, tüm zorluklara rağmen burada, kendi adıyla anılan tasarımları sergilemek üzereydi.
Kulisteki ayna karşısında, üstünde adının baş harflerinin zarifçe işlendiği sade ama şık bir bluz vardı. Parmakları titrek bir şekilde saçlarını düzeltti. İçinden, "Bu sadece bir başlangıç," diye geçirdi.
Sonra, kulisten salona açılan perde aralığından başını uzatıp kalabalığa göz gezdirdi.
Emre Bey, Selin ve Derya ön sıralarda yerlerini almış, heyecanla bekliyorlardı. Emre Bey'in bakışlarında, sadece bir iş arkadaşının desteği değil, derin bir hayranlık da seziliyordu.
Derya'nın sıcak gülümsemesi, Leyla'ya cesaret verdi.
Selin’in gözlerinde ise, adeta "Seninle gurur duyuyorum," diyen bir parıltı vardı.
Işıklar bir anda karardı ve sahneye yumuşak, büyüleyici bir müzik yayıldı.
İlk model sahneye adım attığında, salonu derin bir sessizlik kapladı. Leyla'nın koleksiyonundan ilk parça; narin tüllerle bezenmiş, sanki küllerinden doğan bir kuşu anımsatan, hafifçe parlayan bir gece elbisesiydi.
Leyla, sahnenin kenarında durdu ve tek tek tasarımlarının podyumda hayat bulmasını izledi.
İçindeki tüm korkular, tüm tereddütler, her adımda biraz daha eriyip gidiyordu.
Ve o an, anladı: Ne yaşarsa yaşasın, kim ne yaparsa yapsın, onun tutkusu, ruhunun ta kendisiydi.
Ne sakarlıkları, ne yaşadığı hayal kırıklıkları, ne de geçmişin acıları...
Hiçbiri, onu kendi yolundan alıkoyamayacaktı.
Çünkü o, artık kendi hikâyesinin kahramanıydı.
Ve sahnede sergilenen her dikiş, her nakış, her renk... onun yeniden doğuşunun sessiz bir ilanıydı.
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
608 Okunma |
390 Oy |
0 Takip |
25 Bölümlü Kitap |